TEVRAT'TAKİ MUJDELER

''FÂran Dağları''

1944 senesinde Londra da basılan Tevrat ın Arapca tercumesinden bir Âyet: Allah insanlığa Sina da teveccuh etti. SÂîr de tecelli buyurdu. FarÂn dağlarında zuhur edip kemaliyle ortaya cıktı.Sifr. Tesniye, Bab: 33, Âyet: 2).

Yani Allah'ın (cc) rahmeti ve insanlığa olan merhameti, ihsanı, Hz. Musa nın (as) CenÂb-ı Hakk la mukalemede bulunduğu Sîn da zahir olmuştur. Bu rahmet, o devrede Hz. Musa ya verilen nubuvvettir. SÂir, Filistin dir. Orada CenÂb-ı Hakk ın rahmeti vahiy yoluyla gelip Hz. İsa yı ve cevresindekileri burumuştur. Aynı zamanda Hz. Mesih Rabb in tecellilerine mazhar buyuk bir peygamberdir. Cokları tecelli ile zuhuru birbirine iltibas ettiklerinden bu meselede de karışıklığa duşmuşlerdir. Evet, O nda tecelli eden nefha-i ilÂhidir. FÂran dağlarında ise, CenÂb-ı Hakk, sırr-ı ehadiyet ve makam-ı ferdiyetle zuhur etmiştir. FÂran Mekke dir. Cunku Tevrat ın başka bir yerinde, Hz. İbrahim in oğlu İsmail i FÂran da bıraktığı anlatılmaktadır. Oyleyse, Tevrat ta gecen FÂran dan maksat Mekke dir. Sırasıyla bu Âyette uc nebîden bahsediliyor. Bunlardan birincisi Hz. Musa, ikincisi Hz. İsa (as), ucuncusu ise son peygamber, İki Cihan Serveri Hz. Muhammed Mustafa (sav) dır. Tevrat taki Âyetin devamında şu ifÂdeler var: O nun yanında binlerce tertemiz, pırlanta misÂl ashÂbı olacaktır. Ve sağ elinde ateşten iki ağızlı balta bulunacaktır. Bu ibareden, O nun cihada me mur olacağı anlaşılmaktadır.

Malumdur ki Allah Resûlu, vahyin bidayetinde Hira dağında bir mağaraya cekilir ve orada kendini tefekkur ve ibadete verirdi. İlk vahiy bu dağda gelmişti30. FÂran eğer Mekke değilse başka neresi olabilir ki, oradan İslÂm dini gibi bir din zuhur edip şarka-garba yayılmış olsun. Dunyada boyle bir yer mevcut olmadığına gore, Tevrat ta gecen FÂran, Mekke ye işarettir. Ayrıca yukarıda da belirttiğimiz gibi, Tekvin in 21. Âyetinde gecen ve Hz. İsmail in yerleştiği yeri anlatan FÂran da yerleşti, ifadesi, dediğimizi ispatlayan en buyuk ve en acık bir delildir. Aksini iddiaya da kimsenin gucu yetmeyecektir. Bu mevzuda yapılan itirazlar ilmîlikten uzak, indî mulÂhazalardır. Hele Âyetin sonundaki ashÂb ve cihada me mur olmaya işaret eden kısımlar hicbir tereddut ve şupheye meydan vermeyecek şekilde, O ZÂt ın Hz. Muhammed AleyhisselÂm olduğunu gostermektedir.

Hz. İsmail'in Soyundan

Tevrat’tan ikinci Âyet:

CenÂb-ı Hakk, Tevrat’ın bu Âyetinde Hz. Musa’ya hitaben şoyle demektedir: “Onlar icin (İsrail oğullarının) kardeşleri arasında senin gibi bir peygamber cıkaracağım; ve sozlerimi O’nun ağzına koyacağım ve O’na emrettiğim her şeyi onlara soyleyecek.” (Sifr: Tesniye Bab: 18, Âyet: 18)

19. Âyet de bunu tamamlar mahiyettedir “Benim ismimle soyleyeceği sozlerine itaat etmeyenlerden bizzat ben intikam alacağım.”

Bu Âyetteki İsrail oğullarının kardeşi tabiriyle Hz. İsmail’in soyundan gelecek bir peygambere işaret edilmektedir ki, Hz. İsmail’in neslinden geldiği bilinen tek peygamber Efendimiz Hz. Muhammed AleyhisselÂmdır. Ayrıca O da Hz. Musa (as) gibi bir şeriatla gelecektir. Diğer taraftan bu Âyette gelecek peygamberin Ummî olacağı belirtilmektedir.

İtaat etmeyenlerden alınacak intikam ise, dine ait mueyyidÂt ve ukûbat olmak gerektir ki, bu da ancak İslÂm dininde vardır.

Tevrat’ta zikri gecen bu peygamberin Hz. İsa ve Hz. Yuşa (as) olma ihtimalleri ise kat’iyyen mumkun değildir. Zira bu peygamberler İsrail oğullarındandır. Ayrıca bircok meselede Hz. İsa (as) yeni her hangi bir hukum getirmemiş, sadece Hz. Musa’ya (as) ittiba etmiştir. Hz. Yuşa’nın ise Hz. Musa’ya benzemediği gun gibi Âşikardır. Cunku o yeni bir şeriatla gelmemiştir. Halbuki “Doğrusu biz size hakkınızda şahitlik edecek bir peygamber gonderdik. Nasıl ki, Firavun’a da bir peygamber gondermiştik” (Muzzemmil/15) Âyeti de Hz. Musa ile Efendimiz arasındaki benzerliği beyÂn etmektedir. Aslında daha otesinde bir delile de ihtiyac yoktur.

Diğer Ozellikleri

Tevrat’tan ucuncu Âyet: Abdullah b. Amr b. Âs, Abdullah b. SelÂm ve Ka’bu’l-AhbÂr (ra) ki, bunların ucu de gecmiş kitapları en iyi bilen insanlar olarak şohret yapmış zatlardır. Kendi devirlerinde, o gunku kadar tahrife uğramamış Tevrat’ta şoyle bir Âyet bulunduğunu naklediyorlar: “Ey Nebi! Biz seni şahit, mujdeleyici, uyarıcı ve ummîlere sığınak olarak gonderdik. Sen Benim kulum ve elcimsin. Sana Mutevekkil adını verdim. O haşîn ve kaba değildir. Carşılarda yuksek sesle bağırıp cağırmaz. Kotuluğe kotulukle mukabele etmez. Fakat affeder, bağışlar. Allah O’nunla eğri bir milleti ‘lÂilÂheillallah’ demek suretiyle doğrultuncaya kadar O’nun ruhunu kabz etmez.”

Şimdi duşunelim. Tevrat’taki bu hitap kimedir? Derinlemesine bir tahlile ihtiyac dahi duymadan, Âyetin zÂhiri manÂsı bu hitabın gelecek bir peygambere ve peygamberler icinde bizzat Hz. Muhammed’e (sav) yapıldığını gostermektedir. O, butun insanlığa gonderilmiş bir peygamberdir. Ve bu mevzuda sanki Âyet O’na şoyle demektedir: Seni butun insanlığa, doğru yolu mujdeleyici ve onları eğri yolun encamından da sakındırıcı bir beşîr ve nezîr olarak gonderdim. Sen fenalıklara goğsunu gerecek ve insanların, gidip cehennem cukurlarına duşmelerini engelleyeceksin. Aynı zamanda bu eğri buğru, dolambaclı yollarda karanlık icinde kalmışlara, bir ışık olacak ve ellerinden tutup, onları cennete ve Cemalullah’a kavuşturacaksın.

Seni cahiliyye devrinin ummî cemaatına bir hırz, bir sığınak olarak gonderdim. Sana uyandıkları zaman korunacak ve kollanacaklar.. ve yine sana dayandıkları muddetce varlıklarını surdurebilecekler..

Sen Benim kulum ve Resûlumsun -Evet, bizler de tahiyyatımızda hep O’nun kulluğunu ve risaletini dile getiriyoruz- Ben sana “Mutevekkil” adını koydum. Cihan senin karşına dikilse ve sen de onlarla yaka paca olmak zorunda kalsan, yine zerre kadar sarsıntı gecirmezsin. Evet, her peygamberin kendine gore bir tevekkul ufku vardır. Ama sen bu hususta bir başkasın. Onun icindir ki, Ben sana “Mutevekkil” dedim.

Sonra da hitap gayba donuyor ki buna iltifat diyoruz: “O ofkeli, etrafını kıran bir nefret insanı değildir. Aksine O bir edep, vakÂr, ciddiyet ve temkîn insanıdır. O sokaklarda bağırıp cağırmaz. Cunku bu tur dikkat cekme gayreti, bir zaaf ve bir gurur alÂmetidir ki, O boyle mezmûm sıfatlardan munezzeh ve muberrÂdır.”

Kotuluğe asla kotulukle mukabele etmez. Bir bedevi gelir, cubbesinden tutup sarsar ve kustahca “hakkımı ver” derdi de sahÂbeyi cıldırtan bu turlu hareketler, o şefkat Âbidesini tebessum ettirir ve “bu adama istediğini verin” buyururdu32. Evet O, en affedilmez sucları dahi affederdi. Yeter ki o mevzuda, şeriatın emirlerine muhalefet soz konusu olmasın. Duşunun bir kere, kendisine bunca kotuluk yapan Mekkelilere, hem de her şeyi yapabileceği o gun ne demişti: “Gidiniz, hepiniz hursunuz.”

Eğri bir yolda ve cahiliye hayatı yaşayan insanlar, O’nun getirdiği nurla istikametlerini elde edecekleri Âna kadar Allah (cc) tabibini yanına almayacaktı ve almadı da. O’nun Refik-i AlÂ’ya yukselişi, din tamamlanıp O’nun vazifesi sona erince olacaktı. Yetiştirdiği insanlar, hakkıyla O’nu temsil edecek seviyeye gelince, O, insanlar arasından ayrılıp hakiki dostun huzuruna gidecekti. Cunku dunyaya ait vazifesi ancak o zaman bitmiş olacaktı.

Evet, Tevrat O’nu boyle anlatıyordu, O da vakti gelince hayat-ı Seniyyeleriyle bunu temsil ediyordu. Doğrusu orada anlatılanlar, bizzat Allah Resûlu’nun yaşadığı hayat tarzıydı. Oyleyse Tevrat’ın bahsettiği bu şanı yuce nebî kimdi? Tarihte bu anlatılanlara denk hayatı olan bir başkası var mıydı? Elbette ki hayır! Oyle ise bahsedilen insan ancak Hz. Muhammed AleyhisselÂmdı..!

iNCiL'DEKi MUJDELER

''FÂrÂklit''

Yuhanna İncilinden bir Âyet: “Mesih: ‘Ben, benim ve sizin Rabb’inize gidiyorum. Ta ki size Tevil’i getirecek olan Faraklit’i gondersin’ dedi.”

Faraklit, hakkın ruhu, hak ile bÂtılı birbirinden tamamen ayıran manÂlarına gelir. Evet Allah Resûlu, hakkın ruhudur. Cunku olu kalpler ancak O’nun getirdiği hak ile hayat bulmuştur. O insanların hidayete ermesi icin kendini feda edercesine bir mucadele vermiştir ki; hak ile bÂtılın birbirinden ayrılması, ancak boyle bir mucÂdele ve mucÂhede sonucu vuku bulmuştur. İşte Hz. Mesih’in haber verdiği bir Faraklit gelmiştir. O da Allah'ın (cc) son elcisi İki Cihan Guneşi Hz. Muhammed’dir (sav).

Yuhanna İncili bab: 14. Âyet 15 ve 16 da şoyle deniyor: “Eğer beni seviyorsanız, emirlerimi tutarsınız. Ben Rabb’e yalvaracağım ve O size başka bir tesellici, hakikat ruhunu (Faraklit) verecektir; t ki daima sizinle beraber olsun.”

Şimdi de sırasıyla şu Âyetlere bakalım: “Faraklit, oyle bir Ruhu’l-Kudus’tur ki, Rabb O’nu benim ismimle (yani peygamber olarak) gonderecektir. O size her şeyi oğretecek ve benim size soylediklerimi de tekrar hatırlatacaktır” (Yuhanna, Bab: 14, Âyet 26).

“Faraklit geldiğinde benim icin şahitlik edecektir ve siz de bana şahitlik edersiniz” (Yuhanna, Bab: 15, Âyet, 26-27).

“Ben size hakkı soyluyorum. Benim gitmem sizin icin hayırlıdır. Cunku ben gitmezsem Faraklit size gelmez. Ama ben gidersem O’nu gonderirim” (Yuhanna, Bab: 16, Âyet, 7).

“Faraklit geldiğinde butun Âlemi, hataları sebebiyle kınar ve onları terbiye eder” (Yuhanna, Bab: 16, Âyet, 8).

İncil’in ilk gelişi İbrÂnice’dir. Daha sonra Yunanca’ya tercume edilmiştir. Bizim elimizdeki Arapca tercumeler ise, Yunanca’dan yapılan tercumelerdir. “Faraklit” ismi, Yunanca’ya yapılan ilk tercumelerde gectiği icin, İbrÂnice asıllarında bu kelimenin karşılığı nedir onu bilemiyoruz. Faraklit, Yunanca bu kelimenin Arapca karşılığıdır. Yani ta’rîb yoluyla Arapca’ya girmiştir. Ancak biz sadece bu kelime uzerinde durup meselemizi ona bin etmeyeceğiz. Belki, İncil’de mujdelenen gelecek nebînin, butun hususiyetlerini, Efendimizde tahakkukunu gormeye calışacağız:

Peygamber aşığı bir zÂtın sozlerini serlevha edelim.. evet, MevlÂna Hazretleri ne guzel soyler !:


“Mustafa'nın (sav) sıfatları İncil’de vardı
O ki peygamberlerin sırrı ve bir bahr-i safÂydı
Hilyesi, şemaili, gazveleri, orucu ve yemesi
Hep teker teker İncil’de bulunmaktaydı.”

Âlemin Reisi

Yuhanna İncil’i, Bab: 14, Âyet 30’da şoyle demektedir: “Mesih şoyle dedi: Artık ben sizinle cok soyleşmem. Cunku bu Âlemin reisi geliyor. Bende asla O’nun nesnesi yoktur..”

Zebûr, 72. Bab, 8. Âyet ve devamında şoyle deniyor: “O denizden denize ve nehirden zeminin muntehasına kadar saltanat surecektir. Col ahalisi O’nun huzurunda diz cokup duşmanları toprak yalayacaklardır. Tarşiş’in ve Adaların melikleri peşkeş (bÂc) getirip, Şeba ve Şeba melikleri hediye takdim edecekler. Cumle melikler dahi O’na secde ve hep tÂifeler O’na kulluk edeceklerdir. Zira feryÂd eden fakire ve bîcÂre ile yardımcı olmayana O necÂt verecektir. Muhtac ve fakire merhamet edip fukarÂnın canlarına halÂs edecektir. Canları zulm ve zorbalıktan kurtarıp, onların kanı kendi nazarında kıymetli olacaktır. Yaşayacaktır ve O’na Şeba, altınından verecektir. Ve O’nun icin daima du edip, O’nu her gun sen edeceklerdir. İsmi ebedî olup, ismi Guneş durdukca baki kalacak ve adamlar O’nunla mubarek olacaklar. Milletlerin cumlesi O’na ‘mubarek’ diyecekler.”

Yukarıda da temas ettiğimiz gibi, biz bu mevzuya sadece istidrÂdî olarak ve bir fikir vermek gayesiyle girdik. Mes’elenin daha fazla tafsilatına da girecek değiliz. Ancak şu kadarını ilave etmeden de gecemeyeceğiz: Hased ve kin, iliklerine kadar işlemiş, dunun-bugunun Yahudi ve Hıristiyanlarının butun tahrif gayret ve cabalarına rağmen yine de eldeki mevcut Tevrat ve İncil’de Allah Resûlu’nun peygamberliğiyle alÂkalı bir hayli işaret ve beşaret bulmak mumkundur. İnşaallah, ileride talihli tarihcilerimizin gayretiyle, Tevrat, İncil ve Zebur’un en az tahrife uğramış nushaları bulunabilirse, zannediyorum hicbir te’vil ve tefsire ihtiyac kalmadan Allah Resûlu’ne cok sarih işaretler bulunduğu, en Âmi insanlar tarafından dahi gorulecektir. Belki, Hıristiyanlığın tasaffi edeceğini haber veren hadîslerde, bu manÂya da işaretler vardır.

Diğer taraftan, Tevrat ve İncil’de bizzat Allah Resûlu ve O’nun ashÂbından bahsedildiği de kitap ve sunnetle sabittir. Dolayısıyla, bunu inkara kalkışmak sapıklık ve kufurdur.
__________________