Vahdet-i Şuhûd

Gorulenlerin birliği. Tasavvufta gorulen her nesnede Allah'ı gormek. Vahdet-i vucud (varlık birliği) anlayışına karşı cıkan mutasavvıflar tarafından geliştirildi. Vahdet-i şuhud anlayışının temelinde varlık ile Allah'ın iki ayrı gerceklik duzlemi oluşturduğu kabulu yatar.

Vahdet-i şuhud, tasavvuftaki fen (Allah'ta yok oluş) durumuyla bağlantılıdır. Bu anlayışa gore zahir ve batın olmak uzere iki ceşit fen vardır. Zahiri fenÂda Allah, insana fiilleriyle tecelli eder. Bu tecelli sırasında insanın iradesi yok olur, ne kendisi, ne de başkası icin bir hareket gorebilir. Her fiil ve harekette Allah'ı gorur. Batıni fenÂda ise, Allah insana sıfatlarıyla ya da zatıyla tecelli eder. Zahiri fenÂda Allah dışındaki varlıklar yok olurken, batıni fenÂda gorme durumu da yok olur.

Fen durumundaki mutasavvıf Allah'tan başkasını goremez. Kalbinde O'ndan başkası kalmamıştır. Masivaya (Allah dışındaki varlıklar) ilişkin bilinci yok olmuştur. Bu durumun guclenmesi halinde tasavvuf yolcusu (salik), her şeyde yalnız Allah'ı gorur, artık ortada kendi varlığı bile kalmamıştır. Bu durum kulun yok olması, fenÂsı, Allah'ın bekası demektir. Fakat Allah dışındaki varlıklar gercekte yok olmamıştır. İki varlık birleşmiş de değildir. Yaratıcı başka, yaratılan başkadır; Rab başka, kul başkadır. Mutasavvıf fen durumundan cıktığında bu gerceği gorur ve kabul eder. Ama fen durumunda iken ikilik kalkmış, yalnızca Allah'ın varlığı kalmıştır.

Vahdet-i şuhud anlayışına gore fen haliyle bağlantılı olan bu durum gecicidir. Bu nedenle gorulen dunyanın varlığını kabul etmek Allah ile evrenin varlığını ve bir saymamak gerekir. Her şey O'ndadır denilebilir, ama her şey O'dur denilmesi fen halinin ortaya cıkardığı bir yanılgıdır. Vahdet-i vucud anlayışını benimseyen mutasavvıflar, fen makamında kalıp beka mÂkamına ulaşamadıkları icin bu yanlışa duşmuşlerdir.

Vahdet-i şuhud anlayışı, tevhid-i şuhudi, fen fi'ş-şuhud ve fenÂ-i şuhudi gibi isimler de alan tevhit anlayışının urunudur. Bu tevhid anlayışı şu cumle ile ozetlenir: "L meşhude illallah" (Allah'tan başka gorulen yoktur). Nakşibendiye tarikatı tarafından benimsenen bu tevhid ve vahdet anlayışı, ozellikle İmam Rabbanî'nin vahdet-i vucuda yonelttiği eleştirilerle guc ve yaygınlık kazandı.

Ahmet OZALP

İmam-ı Rabbanî'nin en onemli ozelliklerinden biri de genellikle "Vahdet-i vucud" denilen "Panteizm" ile karıştırılan vahdet-i vucudu "Vahdet-i şuhud" adıyla daha anlaşılabilir hale getirmesidir. Vahdet-i vucud'daki "Herşey O'dur" anlayışına, "Herşey O'ndandır" şeklinde anlayan, Hakk ile halkın ayrı ayrı varlığı bulunduğunu, ancak halkın vucudunun Hakk'ın varlığına gore golge mesabesinde olduğu goruşunu benimsemiştir. "Eşya'da Hakk'ı gorme" şeklinde ifade edilen vahdet-i şuhud bir bakıma vahdet-i vucudun ileri derecesi olarak gorulmesidir.

Vahdet-i Vucud; alemler ve ben, bir hayal olarak kendi başımıza, nasıl kendimize varlık verebiliriz ki! Zattan ayrı gayrı, bir, var olmuş olalım?

Vahdet-i Şuhud ise; alemler ve ben, bir tecelliyi zıll (golge) olarak (hayal olarak da soylenilebilinir) Zattan ayrı gayrı olmamıza rağmen nasıl o olabilir ki! sonlulukta, bir şeye benzer olarak Zat’ın aynı olmuş olalım? Sorgulamasında bu iki goruşte; Vahdet-i Vucud, Hz. İbrahim mertebesinin Hz. İsa mertebesi ickinliğinde seyir ederliliği, Vahdet-i Şuhud ise Hz. İbrahim mertebesinin Hz. Musa mertebesinde seyir ederliliği olarak Hz. Muhammed (s.a.v) efendimizin, zat tecellisi mertebesinin ickinliğinde Tasavvufta zuhur etmiştir. Bu haliyle Vahdet-i Vucut erbabı Hz. Ali keremallahu vech’in velayet mertebelerinin kutbu olurluluğunun feyizlerinde, Vahdet-i Şuhud erbabı ise Hz. Ebu Bekir El Sıddık’ın (r.a.) sıddıkiyet mertebelerinin kutbu olurluluğunun feyizlerinde seyir etmişlerdir.

Her iki goruşte de, Hz. Osman (r.a.) ve Hz.Omer (r.a) efendilerimizin mertebelerinin de feyiz bereketleri gorulur.

Tasavvuf tarihinin bu iki goruşunde, tezahur eden butun buyuk evliyalara bakıldığı zaman gorulecektir ki, Vahdet-i Vucut erbabı olan Cuneyd-i Bağdadi, Beyazıt-ı Bestami, Nesimi, Hallac-i El Mansur, Muhuddin Arabi, Hacı Bayram Veli vb. gibi velilerin yaşamına Vahdet-i Şuhud goruşunun fikirleri sirayet etmiştir. Bu hal aynı şekilde Vahdet-i Şuhud erbabı olan Abdulhalık-ı Gucdudivani, Bahaddin Nakşibendi, Muhammet Bakibillah, İmam-ı Rabbani, Said-i Nursi vb. velilerin yaşamına Vahdet-i Vucut goruşunun fikirlerinin sirayet etmesi olarak gorunur.

Her iki goruşun erbabları anlayışta, keşifleri ışığında, alemlere bakışları acısından farklı olan seyirleri ile her ne kadar uc noktalarda fikirler olurluluğunda farklılık arz etmeleri olsa da, her iki goruşun erbabları, tevekkul cihetleri ve zat temellendirmesinde aynı goruşte olmaları sebebiyle, yaşamlarında birbirine ickin olan iki goruşu yansıtırlar.

Vahdet-i Vucut Tasavvufun ozsel yaşam bicimi olurluluğunda, Tasavvufun Tasavvuf olurluluğunun, renkliliğidir. Vahdet-i Şuhud ise Tasavvufun farkındalıklarda kemale gelişinin zorunlu acılımı olarak gorulmelidir.

Her iki Tasavvufi goruş, temel olarak; alemler uzerindeki fikirleri sebebiyle ayrılık arz etmeleri ve bu fikirlerin birbirine zıt olmalarına karşın Hakk olarak, hakikati arz etmeleri nedeniyle Vahdet-i Vucud’un aynıdır goruşu, Vahdet-i Şuhud’un ise o değil ondan ayrı gayrı değil goruşu, bir kısır ikilem olarak, Tasavvuf tarihindeki anlam akışını durdurmuş gibidir.

Vahdet-i Vucut goruşu; gunumuzde pozitif ilimler ışığında, kuantum fiziği ickinliğinde teorik olarak, yakın bir gelecekte olmasa dahi, gelecekte bilimsel olarak kanıtlanacağı yadsınamaz bir gercektir. Vahdet-i Şuhud goruşu ise; yaşantımızda inkar edilemeyecek bir hakikat olarak, yaşantımızın yaratılış temelleri ickinliğinde varolur olma zorunlulukları sebebiyle anlayışımızda kalıcılık arz eder.

Vahdet-i Vucut goruş itibarıyla Vahdet-i Şuhud’tan daha ılıman bir anlayış goruşune, Vahdet-i Şuhud ise Vahdet-i Vucuda kıyasen din değerleri uzeri yaratıcıya olan sıdkiyet değerlerinde, değerler uzeri farkındalıkta bakması sebebiyle biraz daha sert ve kararlı bir anlayış goruşune sahiptir.

Vahdet-i şuhûd, Bİr gormek demektir. Bu Âlemde gercek varlık olarak Allah’ı gormek demektir. SÂlikte ibÂdet, tÂat, riyÂzat ve mucÂhede sÂyesinde meydana gelen ilÂhî aşk ve muhabbet kulu istîl edince vecd ve istiğrÂk hÂli ortaya cıkar. Bu Âle eren sÂlik, Allah’ın tecellîsinden başka birşey gormez olur. Gozunden mÂsivã busbutun kaybolur. SÂdece Tek’i gormeye başlar. İmam-ı RabbÂnî bunu guneş ışığını goren kimsenin yıldızları gormemesi misÂliyle acıklar. Guneşin ışığı cıkınca yıldızlar gorunmez ama, busbutun yokolmuş değillerdir. SÂdece daha guclu bir ışık onların ışığının gorunmesine engel olmuştur. Vahdet-i vucûdda Hakk’ın tecellîsini muşÃ‚hede eden, diğer varlıkları gormese de, yok olduklarını iddi edemez. Yine İmam-ı RabbÂnî’ye gore HallÂc’ın “Ene’l-Hakk” sozu ile BistÂmî’nin “SubhÂnî” sozu vahdet-i şuhûd makamında soylenmiş sozlerdir. Şuhûd hÂline eren kimsenin gozunde mÂsiv muzmahil olduğu; “Sen cıkınca ardan kalır seni Yaradan” sırrı gercekleştiği icin sÂlik, “Ene’l-Hakk” derken “Hakk Hakk’tır, ben değilim” demektedir. Değilse, boyle bir sozu kendisini gorerek soyleyen kufre duşer.

Buradan ortaya cıkan netice,vahdet-i vucûd duşuncesi cezbe anındaki bir yanılgıdır.Haşa herşey Allah'tır goruşu panteist bir goruştur,herşey Allah(c.c)'tandır goruşu ise vahdet-i şuhûd'dur...
__________________