Peygamber (A.S.V) o kadar buyuk halk edilmiştir ki, O’nun şefaati olmasa Kıyamet gunu hicbir Peygamber bile Cennete giremez.


İnsan hep iyilerle bulunmalı, iyilerle arkadaşlık yapmalıdır. İyilerle bulunmanın menfaati ebediyete kadar devam eder. İşte Eshabı Kehf’in kopeği. Kopek olması munasebetiyle haram, necisulayndır. Islakken dokunduğu yerin temizlenmesi icin yedi defa yıkamak lazım gelir. Cunku haramdır (1). Fakat iyilerle kaldığı icin, Allah-u Teala onu beraber kaldığı iyilerin hurmetine cennetlik yaptı. Haram ve necisulayn olduğu halde cennetlik oldu ve cennette de iyilerle beraber bulunacak.

Halbuki Nuh Peygamberin oğlu, Ulu’l-azm bir peygamber oğlu olduğu halde kafirlerle arkadaşlık yapıp onlarla beraber bulunduğu icin imanını kaybetti. Rabbu’l – Alemîn de onu kafirler zumresinden yazdı. Peygamber oğlu olduğu halde kafirlerle arkadaşlık yapmasından dolayı son nefeste kufur uzerine, imansız olarak gitti ve Cehennemlik oldu. Ote taraftan haram olan bir kopek ise Cennetlik oldu. Cunku iyilerle beraberdi, onlardan ayrılmadı.

Bu mevzuda Peygamber (S.A.V) şoyle buyuruyor : İnsan her kimi seviyorsa (Kıyamette de) onunla beraber (haşr olacak kiminle arkadaşsa Haşirde de onunla arkadaş olacaktır.)

Oyleyse kimlerle arkadaş olmamız lazım geldiğini, kimleri sevmemiz icap ettiğini bilmemiz lazım; dolayısıyla Hazret’i sevmemiz, şeyhlerimizi sevmemiz, Sadat-ı sevmemiz lazımdır ki, ;Kıyamet gununde de onlarla beraber olup sevdiğimizden menfaat gormuş olalım.

Duşmanlarına bile iyilik yapan, onlara ihsanlarda bulunan Rabbu’l – Alemîn cok buyuktur. Kafirler ki Allah’ın munkirleridir, Allah’ı inkar ederler, dolayısıyla Allah’ın duşmanlarıdırlar, onlara bile iyilik eden, mal veren, evlat veren, dunya keyfi ve zevki veren Rabbu’l – Alemîn nasıl olur da doslarına, yuzunu Allah’a cevirip onu seven kimselere iyilikde bulunmaz, onlara nimetler verip ihsan etmez?

İnsan kendisine fenalık eden, duşmanlık yapan kimselere, elinden geldiği kadar kotuluk yapmak ister. Halbuki cok buyuk olan Allah-u Teala kendisini inkar eden duşmanlarına bile ihsanlarda bulunurken, tabii ki dostlarına da ihsanlarda bulunacak, yuzunu ona cevirip onu sevenlere de ikramlarda bulunacaktır.

Her kim ki, Allah’a doğru bir adım atarsa, Allah da ona on adım yaklaşır. Her kim ki, yuzunu Allah’a dondururse Allah da ona yuzunu dondurur. Fakat her kim Allah’a sırt cevirirse, şuphesiz Allah da ona sırt cevirir. Demek ki her şey insanın elindedir. Cunku Allah-u Teala insana cuz’i ihtiyar vermiş ve doğru yolu da gostermiştir. Doğru yolu tutup o yoldan giden herkes Allah’a kavuşur. Fakat eğri yoldan giden kimse ise kendini helak etmiş olur. Boylece en buyuk duşmanlığı kendi kendine yapmış olur. Haşa Allah kimseye kotuluk yapmaz. Haşa Allah kimseye zulmetmez. İnsan kendi nefsine zulum yapmakta, kendi nefsine kotuluk etmektedir.

Dunya ve ahirette olan her şeyin, hatırı icin yaratıldığı Peygamber (A.S.V) her an icin taat ve ibadette bulunurdu. Peygamber (A.S.V) o kadar buyuk halk edilmiştir ki, O’nun şefaati olmasa Kıyamet gunu hicbir Peygamber bile Cennete giremez. Hal boyle iken O’nun şefaati olmadan başkaları nasıl Cennete girebilir? Butun Cennete girecekler ancak ve ancak O’nun şefaati neticesi Cennete girebileceklerdir. İşte bu kadar mukerrem yaratılmış olan Peygamber (A.S.V) devamlı olarak Allah’a taat ve ibadette bulunurdu. O kadar ibadet ederdi ki, ibadetinin cokluğundan mubarek dizleri şişerdi. Bununla beraber Rabbu’l-alemîn :

Emrolunduğun şekilde dosdoğru hareket et

Diye buyurmuştu. Bu hitap Peygamber ve şahsında butun ummete gelmektedir. Demek ki biz ummet-i Peygamber (A.S.V) de Allah’ın emrettiği ve Peygamberin (A.S.V) tebliğ ettiği şekilde hareket etmemiz lazımdır.

Oyleyse insan bu cok aziz ve kıymetli omrunu Allah yolunda, Allah rızası uğrunda harcamazsa, salih amellerle tuketmezse cok yazık etmiş olur. Cunku insanın bu kadar kıymet verdiği aziz omru, mutlaka ihtiyarlık gelip, hastalık gelip tukenecek, neticede de toprağın altına girecektir. Sonu boyle olunca, artık insan omrunun ne kıymeti kalır? İnsan, ancak yuzunu Allah’a cevirip, O’nun dostluğunu kazanmak suretiyle omrunu değerlendirebilir. Allah’ın fazlında nihayetsiz istifade eder; dunyada da rahat eder kabirde de rahat eder, haşirde de rahat eder ve nihayet Cennette ebedi rahata kavuşur.

Allah’ın emrine uymayan ise ebedi olarak zahmet ceker. İnsanın aklı vardır, deli değildir. Dunya işlerinde kimse insanı kolay kolay kandıramaz. Kimse kolay kolay hile yapamaz insana. Halbuki ahiret işinde aldanıyor. Şeytan hileler yaparak cok cabuk insanı kandırabiliyor. İnsanın Allah yolunda da akıllı olması icap eder. Nasıl dunya muamelesinde insan aldatılamıyorsa ahiret işinde de aldatılmamalıdır. Yuzunu Allah’a dondurmeyen kimse aslında delidir. Halbuki insan kendini cok akıllı zannetmektedir.

Bir zamanlar bir padişah vardı. Cok muazzam, mukellef bir koşk yaptırmıştı. İcinde her turlu dunya susleriyle, ziynetleriyle donatmıştı. Bir gun o taraflara Allah dostlarından birinin yolu duştu. Padişah ihtimamla yaptırdığı sarayını o Allah dostlarından birinin yolu duştu. Padişah ihtimamla yaptırdığı sarayını o Allah dostuna da gostermiş, o Allah dostunu da sarayında gezdirmiş ve sormuştu : “Nasıl, sarayım guzel olmuş mu? Beğendin mi sarayımı? Allah dostu ona şu cevabı vermişti : “Padişahım, sarayında iki buyuk ayıp var. Ben iki buyuk ayıp gordum sarayında.” Padişah bu cevaba sinirlenmiş, kızmış : “Nasıl olur da sarayımda iki buyuk ayıp gorebiliyorsun? Ben hicbir noksan bırakmadım. Onu dunyanın altın ve gumuşlerini harcayarak susledim.
Senelerce emek verip butun gucumu bu sarayın yapımında kullandım. Sen ise iki buyuk ayıp gorduğunu soyluyorsun.” Allah dostu olan zat cevaben, “Darılmayın padişahım. Sizim sarayınızda gercekten iki buyuk ayıp vardır. Birincisi, yapılan saray birgun yıkılacak; bunca emek boşa gidecek. İkincisi ise bu sarayı binbir ihtimamla yapan zat da nihayet olecek; sarayı bırakıp gidecek” deyince, padişah o zaman hakikatı gorebilmiş, başlamış ağlamaya. “Cok doğru diyorsun.” demiş. “Gozumuz kor olmuştu, boyle bir gerceği goremedik. O koşk, o saray yıkılacak. Sonunda toprağa karışacak. Ne kıymeti olabilir? Ve o saray ki yaptıran sahibi olecek. Artık o neye yarar? Hakikat boyledir. Biz bu iki buyuk ayıbını maalesef gorememişiz.”

Şeyh Fethullah Verkanisi (K.S.) iki kardeştiler. Bir kendisi, diğeri kardeşi Şehmuz. Şeyh Fethullah kendisine yol olarak ilim tahsilini secti. Medreseye gitti. Daha sonra Seyda-i Taği Hazretlerine gidip ona intisab etti. Seydaya hizmette bulunarak sadatı Nakşibendî’nin arasına karıştı. Sadat-ı Nakşibendî olduğu icindir ki, kıyamete kadar, bu tarikatı Nakşibendî durduğu muddetce, onun amel defteri kapanmayacak; kıyamete kadar ismi anılacak, kazancı yazılmaya devam edecek.

Kardeşi Şehmuz ise aksine dunyaya yoneldi. O da dunya cihetinden ilerledi. O kadar zengin oldu ki, her vilayette bir mağazasını bulmak mumkundu. Bankalarda o zamanın parasıyla, banknot haric kırkbin altını vardı. Bu kadar zengindi. Fakat sonunda, bu kadar zenginliğine rağmen, kıtlık yıllarında aclıktan oldu. Hatta kefen alacak para bulamadıklarından yorganının yuzunu sokup ona kefen yaptılar. Bugun icin ismi kayboldu. Hic kimse Şehmuz diye birinin yaşayıp yaşamadığını bilmemektedir. İşte dunyanın sonu. Dunyaya bel bağlamanın neticesi. Bunca zenginliği kendisine fayda vermediği gibi, olduğu zaman kefen bile bulamadı.

Kardeşi Şeyh Fethullah ise yuzunu Allah’a cevirdiği icin Alah ona kerem etti, lutfetti ve onu Sadat-ı Nakşibendî’nin arasına aldı. Kıyamete kadar ismi anılacak. Her gun ona belki onbin, belki de yirmibin Fatiha okunmaktadır. Nakşibendî yolu olduğu muddetce, ta kıyamete kadar boylece devam edecektir.

İşte boyle, Allah yolunda gidenlerin zahmetleri kaybolmaz. Dunyada da, ahirette de zahmetleri boşa gitmez.menfaatleri, ticaretleri ebedu’l ebed devam eder.

Keşif ehli bir kimse bir gun Gavsı Hizani’ye (K.S.A) gelip, “Kurban, kabristanımızda hristiyanlar vardır.” demiş. Gavs, “Nasıl, hristiyan var?” deyince, “Kurban kabristanda yuzleri değil de sırtları Kıbleye cevrilmiş olan mevtalar gordum” karşılığını almış. Gavs (K.S.A) tebessum ederek, “Hayır, onlar kafir değil, muslumandırlar. Onların dunyaya karşı aşırı muhabbetleri olduğu icin, melekler onların yuzunu Kıble’den cevirip sırtlarını Kıble’ye getirdiler. Dunyaya olan muhabbetleri yuzunden oyle oldular” buyurmuştur.

İnsanın sevgisinin tamamı Allah olmalı, Allah’tan gayri hicbir şeye muhabbet beslememelidir. Cunku Allah-u Teala yalnız kendisinin sevilmesini, yalnız Zatına muhabbet edilmesi arzu eder. Başka şeyin sevilmesine, başka şeye muhabbet beslenilmesine asla razı değildir.

Ancak Allah muhabbeti, Allah dostluğu, Allah sevgisi kazanıldıktan sonra insan her şeyden yana rahata kavuşur. Dunya da rahat olur; kabir de rahat olur; her şey, her şey rahat olur. Ebedi olarak rahata kavuşulur.

Kazancların en karlısı Allah dostluğudur. Yuzunu Allah’a cevirip Allah dostluğu kazanan kimseye eziyet olmaz.

Nemrud’un ateşe atıp yakmak istediği İbrahim Peygamber (A.S) da Allah dostlarındandı. Nemrut dağlar kadar odun yığmış, ateş yakmıştı. Oyle bir ateş ki kimse yanaşmaya muktedir değildi. Onun icin dağda bir mancınık kurup Hz.İbrahim’i mancınıkla ateşe attılar. İbrahim Peygamber ateşe atıldığı sırada Cenab-ı Hak, Cennetten bir taht getirtip ateşin icine kurdurdu. İbrahim (A.S) ateşin icinde oturdu da asla ateş onu yakamadı. Cunku Rabbu’l – alemin ateşe, (Biz ateşe “Ey ateş, İbrahim’e selametli bir serinlik ol!” dedik) (Enbiya : 79) diye emir buyurmuştu. Ateş de yakmadı, yakamadı. Zaten yakan ateş değil ki. Yakan Allah’tır Ateş ise Rabbu’l – alemin’in vazifeli bir memurudur. Eğer ateş yakıcı olsaydı Hz.İbrahim’i de yakardı. Cunku o da etten, kemikten, sinirden yaratılmıştı. Bizim gibi bir insandı. Halbuki olan zebaniler devamlı Cehennem’de ateştedirler. Ama ateş onlara zerre kadar zarar veremez. Rahatsız edemez onları. Demek ki yakan ateş değildir. Ateş ancak almış olduğu emre gore hareket eden bir memurdur sadece.

Mesela, Seyyid Ahmed er-Rufaî (K.S.A) Hazretleri’nin tarikatinde olan muridleri de yanan tandırın icine girerler, fakat ateşten zarar gormezlerdi.
__________________