Yaradılış Mayamıza Donuş: FITRATI HATIRLAMAK

Ebubekir Sifil

Elest Bezmi’nde Yuce Allah’ın, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (Araf/172) sorusuna butun ruhların “evet” cevab vermesiyle başlayan insanlık macerası, aslında gercek ile yalan, hakiki ile sahte, normal olan ile olmayan arasndaki gerilimin ve gidiş-gelişin hikayesidir.

Yaratılış mayası meleklerin safiyeti kadar temiz olan insanın, Elest Bezmi’nden sonra dunya hayatına adım atışı, yaratılışındaki temizlik ve saflığı muhafaza edip edemeyeceğinin sınandığı bir imtihandan başka nedir ki?

Yaradılış mayası, yani fıtrat. Bugun, belki her zamankinden daha

cok bu gerceği keşfetmeye muhtac insanlık. Keşfetmeye ve bulacağı o safiyete gore hayatını yeniden duzenlemeye...

Meleklerde irade gucu bulunmadığını biliyoruz. Bundan dolaydır ki, meleklerden kotuluk ve gunah asla meydana gelmez. Deyim yerindeyse, melekler yaratıldıkları andan itibaren, hayatlarını kendileri icin tayin edilmiş istikamette yaşamaktan başka birşey yapamazlar. Bu bir zorlama değil, bir yaratılış ozelliği, yani tabii bir durumdur. Tıpkı bir dişi kuşun, kursağında sindirilmeye hazır hale getirdiği besinleri yavrularnın ağzına aktarması ve tıpkı bir kovandaki işci arıların, kralice arının emrinden cıkmamaları gibi...

YARADILIŞTAKİ SAFİYET


İnsan da ilk yaratıldığında tıpkı diğer varlıklar gibi temiz, saf ve eğrilik nedir bilmeyen bir yapıdadır. Ozunde sadece yaratıcısını dinleme ve O’nun gosterdiği istikamette yurume arzusu ve eğilimi vardır ki, buna biz “fıtrat” diyoruz. Yani yapısında herhangi bir bozukluk, sapma, başkaldırma ve bulanıklık olmaması hali.

Bu oyle bir hal ki, dunya nasıl hic sapmadan kendi etrafındaki donuşunu 24 saatte ve guneş etrafındaki turunu 365 gun 6 saatte tamamlıyorsa; dışarıdan bir mudahale olmadıkca tabiattaki denge kendisini muntazam bir ilişkiler ağı icinde nasıl muhafaza ediyorsa; insan da ilk yaratıldığı anda kainatın mukemmel nizamına uyumlu, her şeye hakim olan ilÂhi yasalara uygun yaşamaya hazır yapıdadır.

İşte insanın doğuştan getirdiği esas ozellik bu. Yani fıtrat bu. Ama tam bu noktada, yeryuzune irade ve sorumluluk sahibi bir varlık olarak gelmenin, insan olmanın cilveleri de başlıyor. Fıtratı muhafaza icin caba ve mucahede gerekiyor.SUYU KİM BULANDIRIYOR?

Kur’an-ı Kerim’de, bir imtihan alanı olan dunyada, insanoğlunun yolunu kesecek, onu yanlış yonlere sevketmeye calışacak duşmanları olduğu bildirilmiştir. İnsanın en onemli duşmanı olan İblis’in, insan aldatmak icin nasıl hareket ettiği, duşundurucu bir tarzda dile getiriliyor. Araf Suresi’nde İblis’in, “Adem’e secde edin” emrine baş kaldırdıktan sonra cennetten kovuluşu dile getirilir ve şoyle buyurulur:

“Allah, ‘oyleyse in oradan! Orada buyukluk taslamak senin haddin değildir. Cık! Cunku sen, aşağılıklardansın’ buyurdu. İblis, ‘bana, insanların tekrar dirilecekleri gune kadar muhlet ver’ dedi. Allah, ‘haydi, sen muhlet verilenlerden oldun’ buyurdu. İblis, ‘oyleyse beni azdırmana karşılık, and olsun ki, ben de onları saptırmak icin senin doğru yolunun ustune oturacağım’ dedi.” (A’raf/13-16)

Burada İblis’in hareket tarzını dile getiren ayette ilgimizi ceken nokta şurasıdır:

İblis, insanları saptırmak icin doğru yolun ustune mevzileneceğini soyluyor. Bu demektir ki, İblis kendilerini aldatıp saptırmadan once insanları doru yol uzerinde bulunmakta, yani fıtratlarına uygun hareket etmektedirler.

Fıtrata Uygunluk Hali: İSLÂM


Rasul-i Ekrem A.S. Efendimiz bu durumu şoyle ifade buyurur: “Her doğan (cocuk) fıtrat uzere dunyaya gelir. Daha sonra ana-babası onu yahudi, hıristiyan veya ateşperest yapar.” (Buharî, Muslim)

Yeni doğan cocuk, Yuce Allah’ın butun varlıklar uzerine hakim kıldığı ve butun varlıkların yaratlış mayasna koyduğu aslî hal, başlangıctaki bozulmamış yaratılış ozellikleriyle dunyaya gelir. Cocuk, ana-babası ve cevresi tarafından aksi doğrultuda yonlendirilmedikce bu doğal, asli hal icinde doru yolda yurur ve fıtratının tabii bir sonucu olarak hakikatle ic ice yaşar.

İnsanın dunya hayatına adım attığı anda ne iyiliği, ne de kotuluğu varlık cevherinde taşıdığını soyleyen goruş yanlıştır. İnsan, iyinin, guzelin ve doğrunun kaynağı olan fıtrat uzere yaratıldığı icin iyiliği, guzelliği ve doruluğu douştan getirir.

Bunun en onemli kantı, hadiste Rasul-i Ekrem A.S. Efendimiz’in, fıtrat uzere doğan cocuğun, sonradan ana-babası (ve cevresi) tarafından yahudi, hıristiyan veya ateşperest yapıldığını haber vermesidir.

İslÂm, insanların dunya ve ahiret mutluluğunu temin eden bir ‘inanc ve ibadetler butunu’ değil sadece; aynı zamanda butun varlığa ve kainata hakim olan yaratlış yasasnın, tabii durumun ve aslî halin adıdır. Yaratcı’ya boyun emek ve O’na teslim olmak sadece insanın doğal tavrı değil, aynı zamanda insan dışındaki canlıların ve evrenin de tavrıdır. Kur’an, goklerde ve yerde olanların, guneşin, ayın, yıldızların, dağların, ağacların, hayvanların da secde ettiğini (Hac suresi/18) bildiriyor.

İslÂm olmak, sadece dinler icinde bir dini benimsemek değildir. O, aynı zamanda varlığın temelindeki hakikati kavramak, tabiata ve evrene hakim olan yaratılış nizamına uygun davranmak, gorduğu ve gormediği, canlı ve cansız olarak isimlendirdiği butun varlıklarla birlikte ayn hakikati terennum etmek demektir.

Yuce Allah, Rasul-i Ekrem Efendimiz’in şahsında butun muslumanlara şoyle hitap etmektedir:

“Sen yuzunu hanif olarak din’e, Allah’ın, insanları yarattığı fıtratına cevir.” (Rum/30)

FITRATIN BOZULMASI NE DEMEK?


Diğer varlıklardan farklı olarak insana -ve bir de cinlere- hayat macerasnda istediği istikamette yurume fırsatı verilmiş olması, butun bir hayatın imtihan olmasının bir gereğidir. İnsanoğluna bu secme frsatnı sağlayan kuvvete “irade” diyoruz.

İnsandaki bu kuvvet ve kabiliyet, varlığının ozunde bulunan safiyetten, uyumlu ve dosdoğru yuruyuşten sapma yolunda kullanılabilir. İşte insanın fıtratı da o zaman bozulmaya ve yabancı unsurlarla zedelenmeye doğru gider.

Yukarıda zikrettiğimiz hadiste yer alan ifadeyi hatırlayacak olursak, Efendimiz A.S. cocuğun ana-babası hangi din ve inanc sistemi uzere bulunuyorsa, cocuğu da o yola sevkedeceklerini haber vermektedir. Bu, cocuğun sadece belli bir dine sokulması değil, aynı zamanda fıtratının da bozulması demektir.

Tıpık berrak ve tertemiz suyla dolu bir kaba sonradan zift doldurulup şişenin icindeki safiyetin bozulmasına yol acmak gibi, evrenin ve icindekilerin ve tabii bu arada insanın da tek varlık yasası olan “fıtrat”ın, aykırı ve yabancı unsurlarla kirletilmesi demektir bu.

İşte insan, varlığının ozundeki safiyeti, kendisine verilen iradeyi kotu istikamette kullanarak bozmaya başladığı andan itibaren, varlık yasalarna baş kaldırmış, kirlenmeye ve kirletmeye başlamış demektir.

Yolcuyu hedefinden saptırarak ters yollara sevkeden bu surec başladıktan sonra, tevbe edilip doğru istikamete girilmedikce yanlış yonde ilerleme devam edecek, yani hedeften gittikce uzaklaşan yolcu karanlıklar icinde kaybolmaktan kurtulamayacaktır. Efendimiz bu durumu şoyle beyan ediyor: “Mu’min kul bir gunah işlediği zaman kalbinde bir siyah nokta oluşur. Eğer tevbe ederse o nokta silinir ve kalbi cilalanır (eski haline gelir). Eer gunah işlemeye devam ederse o noktalar da artar ve nihayet butun kalbini kaplar.” (Tirmizî, bn-i Mace, Ahmed b. Hanbel)

HER GUNAH FITRATA BİR DARBE


Bu cok net acıklama şunu anlatıyor: Fıtratı kirleten, bozan her turlu davranış yanlıştır ve bu anlamdaki her yanlış dinimiz tarafından gunah olarak isimlendirilmiştir. Bir diğer şekilde soylersek, her gunah, fıtrat kirleten, zedeleyen ve bozan bir “mudahale”dir.

Fıtrat kirliliği son aşamaya geldiği zaman insanın kalbi muhurlenir. Kalbi muhurlenen insan da artık hakikatleri kavramaktan uzaklaşmış bir varlık olarak, hem kendisine hem de cevresine her turlu zararı verebilecek bir varlığa donuşmuştur.

Şu halde en başta soylediklerimizi de hatırlayarak şu noktanın altnı bir temel tesbit olarak cizmeliyiz: İnsan denen varlığın, yaradlışından ve ozunden getirdiği değerlere (yani fıtrata) uygun davranışın tek adresi vardr: İslÂm.

İslÂm, aslî olandır, tabii olandır, yaratlış cevherinin muhafaza edilmesinin tek yoludur. İslÂm, varlığın ve hayatın dinidir.

Bunun karşısında gunahlar ve kufur ise arzî, yani sonradan olmadır. Aldatcıdır, kirleticidir, sahte değerleri temsil eder ve fıtratı yozlaştırır.

“İnsan” kelimesindeki “unutmak” anlamı, insanın, varlığın temeli olan İslÂm’a yaradılıştan meyilli, kabiliyetli ve uygun yaratıldığına bir hatırlatmadır. Tekrar belirtelim, burada İslÂm’dan kastımız sadece dar anlamda “inanc, ibadet ve ahlÂk” ilkeleri ile sınırlı somut emir ve yasaklar butunu değildir. Varlığa hakiki anlamını veren, butun alemlere hakim olan varlık yasalarıyla uyum icinde bulunmamızı sağlayan temel ve yegÂne doğru tavırdır. Bu tavrı benimseyen insanın, ic ice halkaların en dışta olanından iceriye girdiğini kabul edersek, sonraki halka, bu kabulun insana yuklediği “doğru bicimde iman etme” yukumluluğu olduğunu goruruz. Ondan sonraki halka ise amel. En icteki halkayı da tasavvuftaki prensipler oluşturuyor.

İşte bu halkalar bir butun olarak “fıtrat”ı oluşturuyor. Bu kelimeye eşanlamlı olarak bu cercevede “ahlÂk” kelimesini onerebiliriz. Zira hulk ve halk, yani yaradılış kelimelerinin aynı kokten turemiş olması anlamsız değildir. Şu halde ahlÂklı insan, yaratılışın mayasnı oluşturan “oz”e; tebdile ve bozulmaya uramamış aslına uygun duşunen ve yaşayan insan demektir. Ahirette yuce huzura kalb-i selim ile varanların kurtulduğunu bildiren Kur’an ayetini de bu doğrultuda anlayabiliriz. Zira selim olmak, bulanıklıktan, karışıklıktan, aykırı unsurlar icermekten ve arızadan uzak olmak demektir.

Bu geniş anlamıyla İslÂm’a aykırı duşen insan ise, yaratılış suyunu bulandırmış, asıl yapısını bozmuş ve dolayısıyla yaratılışından gelen doğal-ilahî-doğru varlığına, yapay-gayri ilahî-yanlış unsurlar eklemek suretiyle saf varlığını kirletmiş insandır. “Kufr” kelimesinin, ortmek ve karanlık gibi anlamlar ihtiva ettiği de hesaba katılırsa, “kÂfir” kelimesinin, gerceğin uzerini orten ve varlığın aydnlık gerceğini yanlış telakkilerin ve değer yargılarının karanlığına maruz bırakan kişiyi anlattığı sonucunu ckarabiliriz.

Keza “nifak” kelimesi de gecmek ve nufuz etmek anlamı taşıdığından, munafıkın kalbindekiyle dilindekinin birbirini yalanlayan şeyler olması dolayısıyla hakikatin icine yanlışı, sahteyi sokan kimse olduğunu soylemek mumkun.

Netice şudur: İman, fıtrata uygun, onun gerektirdiği doğal durumdur. Kufur ise bu doğal, temiz ve saf yapıya sonradan arz olan yabancı ve aykırı bir durumdur ki, imanın saflığını bozan harici bir mudahaledir. Yani iman fıtrîdir, kufur ise arzîdir. Muslim’in rivayet ettiği bir hadis-i kudside “Ben kullarımı hanifler olarak yarattım. (Ancak) onlar(ın kÂfir olanlarnı) şeytanlar dinlerinden cevirdi” buyurulmuş olması bu hakikatin dile gelişidir.


--------------------------------------------------------------------------------

FITRAT NE DEMEK?


“Fıtrat”, Arap dilinde “ilk defa yarattı, yaptı, yardı” anlamndaki “fatara” kelimesinden gelen bir isim. Bu anlam, bunyesinde orijinaliteyi, tazeliği ve saflığı da barındırır.

“Fatara” kelimesinin anlamını daha iyi kavrayabilmek icin şoyle bir ornek verelim: Hicbir ışığın olmadı zifiri karanlık bir gecede etrafa goz gezdirdiğimizi duşunelim. Hicbir noktada karanlığı yaran bir ışık, bir delik goremeyiz. Sanki herşey karanlıkta ve yoklukta kapanık vaziyettedir. Sonra bir yerden ani bir ışık caktığını tasavvur edelim. İşte bu ışığın aniden belirerek karanlığı yarması “fatara” kelimesi ile ifade edilir ve bu ani beliriş “fıtrat” halidir.

Bir şeyden başka birşeyin, bir tohumdan bir tanenin ve tomurcuktan ciceğin cıkması olaylarında, ilk maddenin bozulmasından ikincinin vucut bulması soz konusu iken, yokluktan varlığa ckarmada (fatr) boyle bir bozulma durumu yoktur. Bunun icin fıtrat kelimesinin bunyesinde, eskilerin “mahz-ı salÂh” dedikleri “katkısız saflık, sıhhat ve puruzsuzluk” vardır. (Elmalılı, Hak Dini, 3/1889-1890)

Fıtrat kelimesinin bu dikkat cekici anlamı dolayısıyla Yuce Allah Kur’an’da şoyle buyurmuştur:

“O halde sen yuzunu dine, Allah fıtratına bir hanif olarak tut ki, insanları onun uzerine yaratmıştır” (Rûm suresi, 30)


--------------------------------------------------------------------------------

İSLÂM FITRAT DİNİDİR


Din, yani İslÂm fıtrattır. Bir başka deyişle yaradılışın ilk tarzı ve tavrı ne ise, İslÂm da insanları o bozulmamış ve dejenere olmamış berraklığa cağırmaktadr. Bu incelik sebebiyle “İslÂm fıtrat dinidir” denmiştir.

Şu halde musluman, yaradılıştaki safiyetini muhafaza eden ve onun herhangi bir yabancı unsur tarafndan bulandırılmasna izin vermeyen, fıtrat yasalarına teslim olmuş kimsedir.

Yaradılışından getirdiği “guzele, iyiye, doğruya yatkınlık, unsiyet” sebebiyle “insan” ismini almış olan varlık, ancak butun benliğiyle “din”e, yani İslÂm’a, yani “fıtrat”a yoneldiği zaman, evren icindeki ahenk sağlanmış, buyuk alem ile kucuk alem arasındaki uyum temin edilmiş olur.

--------------------------------------------------------------------------------
__________________