Yaptığımız hatalardan ve haksızlıklardan pişman olmak ve ozur dilemek, her halde cok zor bir iş olmalı. Bazen haksızlık yaptığımızı icimizden kabul ettiğimiz halde, "ozur dilerim, hakkınızı helal edin" diyemiyoruz. İcimizdeki bir kuvvet, dudaklarımızı kenetliyor adeta. Bir dilimiz cozulse ve icimizde duyduğumuz pişmanlığımızı bir soyleyebilsek, hicbir kin ve duşmanlık kalmayacak insanlarla aramızda. Bu kolay ve guzel yolu nicin secemiyoruz?
Ozur dileyebilmeniz icin, her şeyden once karşınızdaki kişinin bazı haklara sahip olduğunu ve onlara dokunulmaması gerektiğini kabul etmeniz gerekir. Bundan sonra da onun ozur dilenmeye layık bir kişi olduğuna kani olmanız icap eder. Demek ki ozur dilemeye engel olan iki duygu vardır. Birisi başkalarına hak tanımama duygusudur. Başkalarına hak tanımayan, kendisinin haksızlık yaptığını kabul edemez, dolayısıyla ozur dileme gereği hissedemez. Cunku butun hakların kendisine ait olduğunu duşunur. Diğeri ise başkalarının hakkını kabul etmekle birlikte, onları onemsememe duygusudur. Boylece onları dikkate alamaz ve ozur dilemeye layık goremez.

Oysa insan olarak birbirimizin hakkına saygılı davranmak gorevimiz. Haksızlık soz konusu olduğunda ozur dilemek ve helallik istemek, insan olma ozelliğimizdir. Kullar arasında hakların gozetilmesi ve haksızlık halinde ozur dilenip helallik istenmesi, işte bu kadar onemli. Peki butun varlığımızla kendisine ait olduğumuz Yaratıcımız'a karşı tutumumuz ne olmalı?
Şuphesiz en buyuk haksızlık, yaratıcı gucu yani Allah'ı tanımamaktır. Kainatta yapılabilecek en buyuk zulum budur. Bu tur insanlardan beklenen tek şey, kendilerine verdikleri bu buyuk zarardan bir an once vazgecmeleri ve Allah'a iman etmeleridir. İnananlara gelince, onlar, Allah'ın her şeyin sahibi ve yaratıcısı olduğunu kabul ederler. Fakat kul olmanın bir gereği, hata ve gunah işleyerek O'nun rızasına aykırı davranabilirler. Bu durumda, Allah'ın gazabı ve cezalandırması soz konusu olur. Allah'ın gazabından ve cezasından kurtulmanın bir yolu olmalı...

Size haksızlık yaptığını kabul edip ozur dileyen bir insan ile aranızda kin kalır mı? Bir can duşmanınızın olduğunu duşununuz. İlk gorduğunuz yerde saldırmaya yeltenebileceğiniz bir duşman. Bir gun evinizde otururken kapınızın zili calar. Kapıyı actığınızda, karşınızda o can duşmanınız. İster istemez yumruklarınız sıkılır. Ama o da ne?.. Duşmanız olan insanın elleri yanda, boynu bukuk, yalvaran bir ses tonu ile, "hatamı anladım, size cok buyuk haksızlık ettim, sizden ozur diliyorum. İşte onunuzdeyim, ister intikam alın, ister affedin. Siz bilirsiniz" diyerek onunuze diz coktuğunu duşununuz. Ne yaparsınız? Eliniz kalkar mı o insana? Onun kılına dokunmayı bile duşunemezsiniz değil mi? Belki de onu kaldırır, bağrınıza basarsınız.

Şimdi soruyorum size: Siz mi daha cok merhametlisiniz, yoksa Allah mı? Butun varlığı ile Allah'a ait olduğunu kabul eden bir insan, gunah işlediğini ama artık pişman olduğunu samimi olarak Allah'a arz edecek ve Allah onun ozrunu kabul etmeyecek! Boyle bir şey olur mu? O'nun ismi "Afuv", yani cok affeden; "Gafur", yani cok bağışlayan; "Tevvab" yani tevbeleri cok kabul eden olacak da, samimi olan kulunu affetmeyecek? Bu mumkun mu?
"Kullarının tevbesini Allah'ın kabul edeceğini, sadakaları geri cevirmeyeceğini ve Allah'ın tevbeyi cok kabul eden ve pek esirgeyen olduğunu hÂl bilmezler mi?" (Tevbe/104)

İlk insandan bu gune hatta kıyamete dek Allah'ın kullarından istediği en temel şey, tevbedir. Yeryuzune indirildikten sonra Hz. Adem A.S.'ın ilk işi tevbe olmadı mı? Tevbe, kucukluğun, acziyetin ve hicliğin bilincine varmaktır. Butun guc ve kuvvetin Allah'a ait olduğunu gonulden kabul edip, hataların ve gunahların bize ait olduğunun samimi ifadesidir. Boylece yaramaz bir cocuğun gozyaşları icinde kendisini annesinin şefkatli kollarına attığı gibi, gunahlarını itiraf eden ve pişmanlığı ruhunda hisseden bir kulun, Allah'ın sonsuz merhametine kendisini bırakmasıdır.
Allah, kullarının samimi olarak pişman olmalarını istiyor. Kullarını affetmek icin bir nevi bahane arıyor. Bu konuda Ninova halkının hikayesi ne kadar etkileyicidir.

Ninova, Asur Devleti'nin başşehri idi. Şehir halkı putlara tapar ve ceşitli ahlÂksızlıklar yapardı. Allah, bu şehirde yaşayan ve tertemiz bir hayat suren otuz yaşlarındaki Yunus A.S.'ı peygamber olarak gonderdi. Yunus A.S. otuzuc yıl gece-gunduz, bıkmadan-usanmadan onlara hizmet etti. İşledikleri gunahlardan vazgecip Allah'a kulluk yapmalarını tavsiye etti. Bu sure icinde Yunus A.S.'ı kabul eden sadece iki kişi oldu. Yuzbinden fazla insan arasından sadece iki kişi. (İbn-i Esir)
Yunus A.S. artık dayanamıyordu. Sonunda onlara beddua etti ve bir koşeye cekildi. Allahu Teal da ona vahyederek, kırk gun daha tebliğe devam etmesini istedi. Yunus A.S. tekrar insanları davete başladı. Otuzyedinci gunun akşamı olduğunda insanlarda hicbir değişiklik olmadığını gordu. Otuzuc senede alınamayan sonucun uc gunde alınması da beklenemezdi. Butun umidi kesildi ve oradan ayrılmaya karar verdi. Ayrılmadan once de, Ninova halkına uzerlerine pek yakında bir azap geleceğini haber verdi. Azap gelmeden once yuzlerinin renginin değişeceğini ve ondan sonra helÂk olacaklarını bildirdi.
Kırkıncı gunun sabahında, insanlar yuz renklerinin değiştiğini gorunce endişelenmeye başladılar. Ne kadar aradılarsa da Yunus A.S.'ı bulamadılar. İyice şaşırmışlar ve ciddi olarak korkmuşlardı. Hele ertesi gun siyah bulutların şehrin tepelerine doğru geldiğini gorunc,e bunun apacık bir azap habercisi olduğuna şupheleri kalmadı. Kalplerini pişmanlık ateşi yakmaya başladı. Hep bir ağızdan, hep bir gonulden, pişmanlıklarını dile getiren sozlerle, yaş dolu gozlerle ağlaya ağlaya yalvarıyorlardı.
Bir muddet sonra bulut, yavaş yavaş cekildi. Allah tevbelerini kabul etti. Artık bir daha gunah işlemeyeceklerine tamamen karar vermişlerdi.
Yunus A.S. ise Allah'tan gelecek olan emri beklemeye durmuştu. Binmiş olduğu gemi denize acıldıktan sonra aniden bir fırtına cıktı. Yapılan goruşmeler sonucunda gemide bir suclu bulunduğuna ve bu yuzden fırtınanın cıktığına karar verdiler. Suclunun kendiliğinden ortaya cıkmaması uzerine kura cektiler ve kura Yunus A.S.'a cıktı. Boylece onu gece karanlığında denize attılar. Buyuk bir balık Yunus A.S.'ı yuttu. Balığın karnında şoyle yakarıyordu: "Senden başka ilÂh yoktur. Seni tesbih ederim. Gercekten ben zalimlerden oldum." Balık bir muddet sonra Yunus A.S.'ı karaya cıkarıp bıraktı.
Balığın karnından gucunu kuvvetini yitirmiş, zayıf bir halde cıkan Yunus A.S. iyileşip kendine geldikten sonra kavminin yanına gitti. TevbekÂr Ninova halkı, peygamberi hasretle kucakladı ve omrlerinin sonuna kadar Allah'ın razı olacağı bir hayat surduler.
"Keşke azabımız gelip cattığı zaman iman edip, bu imanın kendisine fayda vereceği bir memleket halkı bulunsaydı... Bu hic olmamıştır. Ancak Yunus'un kavmi mustesnadır ki, onlar iman ettikleri zaman, dunya hayatında gelecek olan alcaltıcı azabın onlardan giderdik ve onları bir zamana kadar faydalandırdık." (Yunus/98)

Otuzuc yıl direnen bir halk olmalarına rağmen, yaptıklarına pişman olup Allah'a iman ettikleri anda, Allah onların tevbelerini kabul buyurdu. Cunku kulları hangi gunahı işlemiş olurlarsa olsunlar, pişman oldukları anda Allah onları affeder. Hatta o kadar sevinir ki!.. Allah'ın bu sevincini Efendimiz A.S. şoyle anlatır:
"Birinizin colde yolculuk yaptığını duşunelim. Yanında yiyeceği-iceceği butun malzemelerini yuklediği bir bineği var. Colun ortasında hayvanı elinden kacar. Aramasına rağmen bulamaz ve artık umidini keser. Bir ağac bulur ve onun golgesine uzanır. Hayvanından tamamen umidini kesmiştir. Tam bu esnada bineğinin karşısında durduğunu gorur, hemen yularını yakalar. O kadar sevinir ki sevincinden şaşırıverir ve "Ey Allahım! Sen benim Rabbimsin, ben de senin kulun" diyeceği yerde, "Ey Allahım! Sen benim kulumsun, ben de senin Rabbinim!" deyiverir. İşte bir kul tevbe yaptığında, Allah, şu insanın sevincinden daha fazla sevinir. (Buharî, Muslim, Tirmiz&#238

Allah'ı memnun etmek istemez misiniz?

Kemal SULEYMANOĞLU

__________________