
“Ey iman edenler! Hep birden barışa girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin.
Cunku o, apacık duşmanınızdır.” (Bakara, 2/208.)
İslam, barış anlamına gelen “silm” kokunden turemiştir.Bu noktada Musluman, başta Rabbiyle olmak uzere, kendi şahsıyla, ailesiyle, milletiyle, ummetiyle,tum insanlıkla ve icinde yaşadığı butun evrenle barış ve mutluluk icinde olan; bunu hedefleyen ve misyon edinen kimsedir: “Ey inananlar! Allah'tan, sakınılması gerektiği gibi sakının, sizler ancak Musluman olarak can verin.” (Âl-i İmran, 3/102.)
Kur’an-ı Kerim’de bildirildiğine gore Allah Teala tarafından secilerek insanlığa gonderilen butun risaletelcileri Musluman’dır: “İbrahim, ne Yahudi ne de Hristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir Musluman idi; muşriklerden de değildi.” (Âl-i İmran,3/67.)
Buna gore butun ilahî risalet elcilerinin gonderiliş gayesi, oncelikle insanlar arasında İslam’ın; yani barış ve mutluluğun hÂkim olmasını engelleyen unsurları ortadan kaldırmak, ardından da onların yerine İslam’ın teminatı olan temel inanc, ibadet ve ahlak esaslarını bildirmek suretiyle insanlığın vahdetini; yani birlik, beraberlik ve kardeşliğini sağlamaktır: “Mujdeleyici ve sakındırıcı olmak uzere peygamberler gonderdik ki insanların onlarden sonra Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın! Allah izzet ve hikmet sahibidir.” (Nisa, 4/165.)
Bu bağlamda insanlığın atası Hz. Âdem (a.s.), oncelikle bizlere ilk olarak insanın hata ve gunaha acık bir varlık olduğunu, dolayısıyla İslam’ın; yani barış ve mutluluğun onundeki en buyuk engelin insanların elinde meydana gelen hata ve gunahlar olduğunu oğretmiştir: “Âdem, Rabbinden emirler aldı; onları yerine getirdi. Rabbi de bunun uzerine tovbesini kabul etti. Şuphesiz o tovbeleri daima kabul edendir, merhametli olandır.” (Bakara, 2/37.)
Yeryuzunde barış, ilk once haset nedeniyle bozulmuştur.Zira Hz. Âdem’in buyuk oğlu Kabil, kardeşi Habil’i sırf onu kıskandığı icin sucsuz yere oldurmuştur.
Yeryuzunde barışı bozan onemli bir husus, insanların sahip oldukları guc ve servete guvenerek taşkınlık yapmalarıdır. Nitekim Hz. Hud (a.s.),yeryuzunde inşa ettikleri yuksek binalarla haksız yere buyukluk taslayarak; “Bizden daha kuvvetli kim var?” diye insanlığa meydan okuyan Ad kavmine gonderilmiş, onları Allah’a kulluktan ve adaletten ayrılmamaya davet etmiştir: “O muazzam yapıları dunyada ebedî kalmak gayesiyle mi inşa ediyorsunuz? Başkalarının hukukuna karşı hic sınır tanımadan hep boyle zorbalık mı yapacaksınız?” (Şuara, 26/129-130.)
Barışın onundeki bir diğer engel, insanlığı kendi icat edip uydurdukları putlara ve yıldızlara taptırmak suretiyle Hak yoldan cıkararak madden ve manen somurmektir. İşte Hz. İbrahim (a.s.), boyle bir millete gonderilmiş, onları boş yere anlamsız şeylere değil, bilakis yegÂne Yaratıcı olan Allah’a kulluğa davet etmiştir: “İbrahim gelince, ona: «Ey İbrahim, bunu tanrılarımıza sen mi yaptın?» dediler. İbrahim: «Belki onu şu buyukleri yapmıştır, konuşabiliyorlarsa onlara sorun» dedi.” (Enbiya,21/62-63.)
Yeryuzunu fesada boğan bir diğer husus, insanlar arasında şehevi yonden gorulen sapkınlıklardır. Nitekim Hz. Lut (a.s.), cinsel sapkınlığa duşen kendi kavmine elci olarak gonderilmiş, onları iffet, namus ve hay gibi insanı insan yapan temel ahlaki değerlere donmeye davet etmiştir: “Lut’u da gonderdik, milletine «Dunyalarda hic kimsenin sizden once yapmadığı bir hayÂsızlığı mı yapıyorsunuz? Siz kadınları bırakıp erkeklere yaklaşıyorsunuz, doğrusu cok aşırı giden bir milletsiniz» dedi.” (A’raf,7/80-81.)
Yeryuzundeki barışın bir diğer duşmanı, ticarete hile karıştırmak suretiyle kul hakkı yemektir. Hz.Şuayp (a.s.), yaptıkları alışverişe her turlu hileyi karıştırarak kul hakkına giren bir kavme gonderilerek onlara alın terine dayalı emeğin değer ve onemini hatırlatmaya calışmıştır: “Ey milletim! Olcuyu ve tartıyı tamamı tamamına yapın; insanlara eşyalarını eksik vermeyin; yeryuzunde bozgunculuk yaparak karışıklık cıkarmayın. İnanıyorsanız, Allah'ın geri bıraktığı helal kar sizin icin daha hayırlıdır. Ben size bekci değilim.” (Hud, 11/85-86.)
Yeryuzundeki barışın en buyuk duşmanı, insanlık sucu olan ırkcılıktır. Nitekim Hz. Musa (a.s.) kardeşi Hz. Harun (a.s.) ile birlikte, ırkcı bir yaklaşımla İsrailoğullarını ezip somuren ve onlara soykırım uygulayan zalim Firavun ve avanesine karşı gonderilmiş, milletini onun zulmunden kurtararak ozgurluğune kavuşturmuştur: “Size işkence eden, kadınlarınızı sağ bırakıp oğullarınızı boğazlayan Firavun ailesinden sizi kurtarmıştık; bu Rabbinizin buyuk bir imtihanı idi. Denizi yarıp sizi kurtarmış ve gozlerinizin onunde Firavun ailesini batırmıştık.” (Bakara, 2/49-50.)
İnsanlar arasındaki barışın baş duşmanı ise, cehalettir. Hz. Peygamber (s.a.s.), her turlu kotuluğun kol gezdiği Arap Cahiliyesine gonderilmiştir. O, Mekke ve Medine’de başlattığı ilahî mucadeleyle bolgesini her turlu şirk unsurundan temizleyerek İslam barışını tesis etmiş ve bunu Arap’ı, Acem’i, Turk’u,Kurt’u, Laz’ı, Cerkez’iyle dalga dalga dunyanın dort bir yanına yaymıştır: “Ey Peygamber! Biz seni (insanlığa) bir şahit, bir mujdeleyici ve bir uyarıcı olarak; Allah’ın izniyle, bir davetci ve nur sacan bir kandil olarak gonderdik.” (Ahzab, 33/45-46.)
Butun bu hususları goz onunde bulundurduğumuzda, Allah Teala tarafından pek cok peygamber aracılığıyla insanlığa gonderilen ilahî risalet misyonu hakkında şu onemli tespiti yapmamız gerekir: Şayet bir soz, eylem veya tutum kısa, orta ve uzun vadede insanlar arasındaki mevcut sorunları ortadan kaldırarak onları barıştırıyorsa İslam’a o olcude uygun, tam tersine insanlar arasındaki barış ve huzuru tehdit edip ortadan kaldırıyorsa İslam’a o olcude aykırıdır.
Bu noktada en buyuk yanlış, ilahî risalet elcilerinin adını kullanarak insanlar arasındaki barış ve huzuru bozup ortadan kaldıran dinî cekişmeler ve kavgalar cıkarmaktır. Cunku butun peygamberlerin temsilcisi oldukları ilahî risaletin ortak adı, barış ve kardeşliği ifade eden İslam’dır. Ve İslam’a gore Allah katında en buyuk gunah, O'nun yarattığı bir cana haksız yere kastetmektir: “Kim bir kimseyi bir kimseye veya yeryuzunde bozgunculuğa karşılık olmadan oldururse, butun insanları oldurmuş gibi olur. Kim de onu diriltirse (olumden kurtarırsa) butun insanları diriltmiş gibi olur.” (Maide, 5/32.)
Şuurlu bir Musluman, İslam adına hic kimseye bağırıp cağırma, aldatıp kandırma veya hakaret edip saldırma hakkı olmadığını bilmelidir.
Cunku ne iman ettiğimiz peygamberler, ne de ummeti olduğumuz Hz. Muhammed (s.a.s.), hayatları boyunca boyle bir tutum icinde olmuştur. Aksi takdirde uzerimizde taşıdığımızı iddia ettiğimiz Musluman kimliğimizle celişmiş oluruz. İnancımız odur ki Allah Teala, tarih boyunca din adına değişik ummetler arasında haksız yere savaş cıkaran ve yuzlerce masum insanın kanına giren kimseleri asla affetmeyecektir. Ve yine Rabbimiz, İslam adına Muhammed ummeti arasında fitne veya catışma cıkararak Musluman kanı ve gozyaşı akmasına sebep olan gunahkÂr zalimleri ebedi Cehennem yurdunda ağırlayacaktır: “Kim bir mumini kasten oldururse cezası, icinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lanetlemiş ve buyuk azap hazırlamıştır.” (Nisa, 4/93.)
Diyanet Aylık Dergi / Nisan 2017
__________________