Modern zamanlarda bilincimize musallat edilen viruslerden birisi de, Kur’an’ın korunacağının Allah Teala tarafından garanti edildiği, buna mukabil Sunnet’in ilahî korumanın dışında kaldığı iddiasıdır. Bu iddia ayağına yer edindiğinde kacınılmaz olarak sadece Kur’an, 6 bin kusur ayetten ibaret bir metin olarak itimada şayan olacak, onun dışındaki her şey modern muslumanın şuphe oklarının hedefinde bulunacaktır.
Bilincimize bu virusu musallat edenler, “uydurma hadis” diye bir vakıa bulunduğunu herkesin itiraf ettiğini, ancak “uydurma Kur’an” diye bir şeyin hicbir zaman soz konusu olmadığını, olamayacağını kabul etmemizi isterler.
Evet, Kur’an’ın ilahî garanti altında olduğunda şuphe yok. Ancak bu gercek iki noktada manipule ediliyor:
1. Kur’an’ın korunmuşluğu, “Kur’an” adı altında birtakım metinlerin uydurulmadığı/uydurulmayacağı anlamına gelmez. Birkac yıl once “el-FurkÂnu’l-Hakk” isimli uydurma bir kitabın ABD’de peydahlanıp piyasaya surulduğu haberi hafızalarımızdaki tazeliğini henuz kaybetmiş değil. (Kur’an surelerine nazire tarzında kaleme alınmış sureler ve pasajlar ihtiva eden bu muzevver kitap, bekleneni vermemiş olacak ki, gundemden cabuk duştu!)
Daha onemlisi var: Hindistan’ın Bankipore şehrindeki Genel Şark Kutuphanesi’nde bulunan nusha, tam anlamıyla bir “uydurma Kur’an”dır. Nuzul sırasına gore tertip edilmiş bulunan bu nusha, sadece kimi ayetlerin icine serpiştirilmiş eklemelerle temayuz etmez; sonunda bulunan iki “sure” de onu farklı kılmaktadır. Bu “sure”lerden birisi, “Sûretu’n-Nûreyn” adını taşımaktadır. Kırk bir cumleden muteşekkil olan bu “sure”, Efendimiz (s.a.v) ve Hz. Ali (r.a)’den bahsetmektedir. Diğeri ise, Şii Huseyin b. Muhammed Takî en-Nûrî et-Tabersî’ye ait Faslu’l-HitÂb fî İsbÂti Tahrîfi KitÂbi Rabbi’l-ErbÂb’da zikredilen Sûretu’l-VelÂye’dir.[1] (Bu “sure”, Şah VeliyyullÂh ed-Dihlevî’nin oğlu Şah Abdulazîz’in kaleme aldığı Muhtasaru’t-Tuhfeti’l-İsnÂaşeriyye isimli eserde de zikredilmiştir.)
Şu halde, nasıl ki “Kur’an” adı altında uydurulmuş birtakım metinlerin mevcudiyeti Kur’an’ın korunmuşluğuna golge duşuremezse, “hadis” adı altında uydurulmuş birtakım metinlerin bulunması da butun olarak Hadis sahasını itham altına sokmaya yetmez!
2. Kuran’ın korunmuşluğu, ne dediği okuyana gore değişen 6 bin kusur cumlenin korunmuşluğu değildir. Bilakis Kur’an’ın korunmuşluğu, Kur’an’ın bizden ne istediği konusundaki netliğin de korunmuşluğu demektir. Yani Allah Teala Kur’an’ı gondermekle iman, ahlak, tefekkur, tasavvur ve amel olarak nasıl bir cizgi izlememiz gerektiğini biz kullarına iletmiştir. Eğer Kur’an’daki 6 bin kusur cumle muradullahın tecellisi icin bu noktalarda yeterli olsaydı, “Kur’an’ın beyanı” gibi hayatî bir rolun Sunnet’e –yine bizzat Kur’an tarafından– verilmesinin hicbir anlamı olmazdı!
Kur’an, Efendimiz (s.a.v)’e iki gorev yuklemiştir: Tebliğ ve Beyan. Ve bize de ihtar etmiştir ki, Kur’an, Sunnet’in beyanına/acıklamasına ihtiyac gosteren ayetler ihtiva etmektedir.
Oyleyse şunu soylemek zorundayız: Eğer Allah Teala’nın bizden ne istediğini Efendimiz (s.a.v)’in beyanı olmadan anlayamıyorsak, Kur’an’ın sadece “tebliğ”inin değil, aynı zamanda “beyan”ının da korunmuş olması gerekir! Aksi halde Kur’an’ın sadece “tebliğ”inin korunmuş olmasının pratik hicbir anlamı olmayacaktır.
Butun bunlar şu noktayı acık bir şekilde onumuze koyuyor: Tarih icinde şu veya bu cevre tarafından şu veya bu gerekceyle hadis uydurulmuş olmasından hareketle hadislerin tamamını “şupheli” gormek ve tohmet altına sokmak, bir sonraki adımda Kur’an’ı da aynı tohmet tavrının hedefine koyacaktır.
Burada denebilir ki: “Sunnet başka, Hadis başkadır. Sunnet, Kur’an’ın beyana muhtac ayetlerinin fiilî/amelî olarak tefsir edilmesiyle oluşur ve Ummet tarafından nesilden nesile “amelî olarak” aktarılmıştır. Burada herhangi bir şuphe yoktur. Ancak hadisler “amelî” olarak değil, “kavlî” olarak nakledilmişler ve nakledilirken de unutmak, yanılmak, eksik ya da fazla nakletmek… gibi birtakım ravi tasarruflarına maruz kalmışlardır. Dolayısıyla Sunnet’in korunmuşluğundan soz edebiliriz, ama hadislerin korunmuşluğundan soz edemeyiz!
Bu yaklaşım ilk bakışta makul gibi gorunmektedir. Ama birkac noktada problemlidir:
A. Guvenilirliği, amelî olarak aktarılan namaz, oruc… gibi bazı temel ibadetlere indirgemek, dinin buyuk bir kısmını bize aktaran hadisleri devre dışı bırakmak demektir. Bu da dinin buyuk kısmının fiilen lağvedilmesi anlamına gelir.
B. Pek cok alanda “amelî rivayet” ile “kavlî rivayet”i birbirinden ayırmak mumkun değildir. Soz gelimi feraiz, alım-satım, nikÂh-talak… ile ilgili rivayetler bu kapsamdadır. Hatta oruc, zekÂt gibi temel ibadetlerin de bu kapsamda olduğunu soylemek gerceğin ifadesi olacaktır. Acıktır ki yuzyıllar boyunca Ummet bunlar ve benzeri konularda “gorerek” değil, “işiterek”, yani “amelî” nakle değil, “kavlî” nakle dayanarak amel etmiştir.
C. Bu Ummet’in ulemasının sıhhati uzerinde soz birliği ve gereğince amel ettiği rivayetler, guvenilirlik bakımından “amelî nakil”den aşağı değildir.
Şu halde hadisleri –hangi gerekceyle olursa olsun– toptan zan ve tohmet altına alan herhangi bir yaklaşımın sahih bir din tasavvuru ile alakası kurulamaz!
Yazının başında zikrettiğim “sadece Kur’an metninin korunduğu” tezi de aslında havadadır. Zira Allah Teala Kur’an’ı gokten indirdiği melekler vasıtasıyla ya da bir başka şekilde korumuyor. Bu ummetin hafızları ve hafgızası vasıtasıyla koruyor. “Kavlî nakil” de tıpkı Kur’an gibi,t tıpkı “amelî nakil” gibi bu ummetin hafızları ve hafızası vasıtasıyla korunarak bize kadar intikal etmiştir.
Ote yandan şunu da gozden kacırmayalım: “metnin/delilin korunması”, “muradın/medlulun korunması” anlamına gelmemektedir.
Cebrail (a.s), Efendimiz (s.a.v)'e bir tek din getirmiştir. Efendimiz (s.a.v) de bu dini Cebrail (a.s)'dan aldığı gibi ashabına aktarmıştır. Daha oncede altını cizdiğim gibi bu "aktarış"ın iki boyutu vardır: "tebliğ" ve "beyan."
Bu din Sahabe'ye gereği gibi hem tebliğ hem de beyan edilmiş, onlar da Efendimiz (s.a.v)'den aldıklarını kendilerinden sonraki kuşağa aktarmışlardır. Sahabe kuşağı henuz hayattayken zuhur eden birtakım fırkalar, yeni ve farklı din telakkileri ile ortaya cıkmışlardır.
Bu noktaya dikkatinizi ozellikle cekmek isterim. Bu fırkalar bu din telakkilerini Sahabe'den almamışlardır. "İ'tizal" kelimesinin ilk defa kim tarafından ve hangi bağlamda kullanıldığı konusunda Kelam Tarihi kitaplarında okuduğumuz nakillerden birisi şudur: el-Hasenu'l-Basrî'nin ilim meclisinde buyuk gunah işleyen kimsenin durumu tartışma konusu olmuş, talebelerinden VÂsıl b. AtÂ, boyle kimselerin dinden cıkacağını, ancak kufre de girmeyeceğini, yani mu'min de kÂfir de sayılmayacağını soylemiştir. el-Hasenu'l-Basrî'nin Sahabe'den devralınan din telakkisine uymadığı icin reddettiği bu goruş neticesinde VÂsıl b. AtÂ, onun meclisinden ayrılarak (i'tizal ederek) kendi halkasını oluşturmuştur.
Bu olay bize, sadece "i'tizal" kelimesinin kavramsal menşei hakkında bilgi vermekle kalmıyor; aynı zamanda "i'tizal"in "nev-zuhur" bir hareket olarak Sahabe'nin dunyasında yerinin bulunmadığını da anlatıyor.
Nitekim TabakÂtu'l-Mu'tezile yazarlarının, i'tizal anlayışını gerilere atfetme gayretinin, sadece birkac sahabî ismine ve zorlama yorumlara dayandığını acık bir şekilde goruyoruz. İlgili eserlerde Sahabe'nin ileri gelenlerine dayandırılan goruşler kısaca şoyledir: Hz. Ebû Bekr, Abdullah b. Mes'ûd gibi sahabîlerin, hakkında nass bulunmayan bazı konularda ictihad ederken, "Kendi goruşumle hukmediyorum; doğruysa Allah Teala'dan, yanlışsa benden ve şaytandandır" demeleri, Hz. Omer'in, hırsızlık yaptıktan sonra "Allah'ın bana yazdığı kaderle hırsızlık yaptım" diyen birine, el kesme cezasının ustune kırbac vurdurması ve elinin kesilmesinin hırsızlık sucunun, kırbaclanmasının ise Allah Teala'ya iftira etmesinin cezası olduğunu soylemesi, Hz. Osman'a ok atanların "Allah attı" iddiasına karşılık, "Yalan soyluyorsunuz, Allah atsaydı ok hedefini şaşırmazdı" demesi, Hz. Ali'nin Sıffin sonrası Şam'a gitmelerinin de gitmemelerinin de Allah'ın kaderiyle (takdiriyle) olduğunu soylemesi, Abdullah b. Omer ve Abdullah b. Abbas'ın da bunlara benzer tarzda Cebriye'nin goruşlerini cağrıştıran iddiaları reddetmeleri…
Bu argumanların, bu sahabîlerin (Allah hepsinden razı olsun) Mu'tezile'nin ilk tabakası olarak zikredilmesi icin kesinlikle yeterli ve tatmin edici olmadığı acıktır. Yine acıktır ki, "Zikredilen bu ornekler neden Mu'tezile'nin goruşlerine delildir de Ehl-i Sunnet inancına delil değildir?" sorusunun cevabı yoktur…
Bu zorlama yorumları bir yana bırakacak olursak, şu nokta gun gibi aşikÂrdır ki, Mu'tezile'ye karakterini veren "el-menzile beyne'l-menzileteyn" (buyuk gunah işleyenin mu'min de kÂfir de olmayacağı, bu ikisi arasında bir yerde bulunacağı), Allah Teala'nın ahirette gorulmesinin soz konusu olmayacağı, (ozellikle bazı ilk mu'tezilîlerden sadır olan) şefaat, kabir azabı… gibi hususların inkÂrı noktasında Sahabe'den tek bir nakil bulmak mumkun değildir.
Oyleyse i'tizal tavrının da, haricîliğin de, diğerlerinin de Sahabe'den devralınan İslam'dan kaynaklanmadığını soylemek gerceğin ifadesi olacaktır. Bid'at fırkaların bu noktada Sahabe ile kendi aralarında kurduğu ilişki, "gecmişi kurgulamak"tan başka bir şey değildir.
Bu gercek bizi kacınılmaz olarak şu noktaya goturecektir: Bid'at fırkaların her biri Sunnet'le ve Sahabe nesli ile şu veya bu olcude/şekilde catışma icindedir. Zira bid'at fırkalar ancak Sunnet ve Sahabe unsurlarını devre dışı bırakarak ya da istismar ederek bid'at goruşlerini savunma/tervic etme şansına sahip olabilmişlerdir.
Efendimiz (s.a.v) bu fırkaların savunduğu farklı din telakkilerinin hepsini Sahabe'ye aktarmış/oğretmiş olamayacağına gore, soru şudur: Efendimiz (s.a.v)'den Sahabe'ye (Allah hepsinden razı olsun) intikal eden din nerededir?
Mu'tezile'nin tasavvurundaki Allah ile Cebriye'ninki, Haricîler'in Sunnet tasavvuru ile Şia'nınki… birbirine uymadığına gore, Efendimiz (s.a.v)'den Sahabe'ye intikal eden İslam'ı nerede arayacağız? "Bunlar bizim zenginliğimizdir" absurtluğune prim vermeden hakikati nerede aramalıyız?
Kur'an'ın 6 bin kusur cumleden oluşan bir "metin" olarak korunmuşluğu bu probleme cevap teşkil etmediğine gore, ya ayağımızın altındaki zeminin hangi ayak oyunlarıyla kaydırılmakta olduğunu acilen fark edeceğiz, ya da tarih bir kere daha ve korkunc bicimde tekerrur edecek…
__________________
Dinin Ana Kaynaklarından Sunnet'in Bağlayıcılığına Dair
Dini Bilgiler0 Mesaj
●30 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Dinin Ana Kaynaklarından Sunnet'in Bağlayıcılığına Dair