Âlemlerin Efendisine bir mektup



Bismillahirrahmanirrahim.

EsselÂtu vesselÂmu aleyke ya Resulullah! EsselÂtu vesselÂmu aleyke ya Habibullah! EsselÂtu vesselÂmu aleyke ya Seyyide’l-evvelîne ve’l-Âhirin, veselÂmun ale’l-murselîn.


Ey sevgililer sevgilisi, Habibullah, Resûlullah,

Rahman’ın gunahkÂr, aciz, gafil, gozu yaşlı kulundan sana sunulan bir aciz namedir bu yazılan satırlar. Sana bir mektup yazmak; bir kÂğıt parcasının uzerinde parcalanan yureğimi sana sunarken senin sohbetine dahil olma arzusuyla yanmak! Sana hasret cekmeyi unutmuş, sana lÂyıkıyla ummet olamayan, gunahlarıyla seni uzen, yaratılan her zerrenin senin aşkınla yandığını idrak edemeyen benim şu kucuk namemi kabul edersen eğer, bir salÂvat-ı şerifle sana sesleniyorum bu satırlardan... Affet ya Resullullah (asm)! Affet sultanım. Curetimi bağışla.

Ne kadar sana lÂyık bir ummet olamasam da seninle yaşıyorum saatlerimi Rabbimin huzurunda… Bir gun seni ozlemiş, sana olan hasretiyle yanmış tutuşmuş bir guzel kul tanıdım. Yuzundeki o parlaklık ne guzeldi. Ama gozlerinin altındaki kızarıklık, alnındaki kıvrımlar, sakalındaki bembeyaz kıllar, şakaklarına yağan karlar bir şeyler haykırıyordu ya Resulullah (asm)! Ummetinden bir kul, Rahman’ın guzel bir kulu. Guluyordu cehresi. Nur sacıyordu. Benden bir bardak su istedi. Koştum, bir bardak su getirdim ona… Suyu aldı. Rabbim’e hamd ederek uc yudumda suyu icmeye calıştı. Dudaklarında daima bir kıpırdanma vardı, suyu icerken zorlanıyor, zor yutkunuyordu, dertliydi bu mutebessim kul. Yuzune her bakışımda gozlerinin daima artan ışıltısı dikkatimi cekiyordu... Ve birden ak duşmuş sakallarının iki damla gozyaşıyla ıslandığını gordum. Ağlıyordu o ihtiyar amca ve gozyaşlarını saklama ihtiyacı hissediyordu. Ama gozleri coşmuştu bir kere, uzattığı bardağı bir kenara bırakıp yanına yaklaştım.

-Amca, dedim:

-Rahatsız mısınız? Bir şeyiniz mi var?

-Hayır evlÂdım iyiyim sağol, dedi.

-Peki amca, niye ağlıyorsun, dedim.

-Peygamberimiz (asm) aklıma geldi birden. Onu duşundum ve ağlayıverdim kusura bakma.

Gozunun yaşını sildi. Elhamdulillah dedikten sonra… Kenarda bucakta bir yere oturdu. Elinin tersiyle gozlerini siliyor ve cebindeki mendilini arıyordu. Ben de mutfağa gidip yeni demlenmiş caydan bir bardak cay getirdim ihtiyar amcaya. Cayı karıştırırken elleri titriyor, dudakları buzuluyordu. Mendiliyle tekrar sildi gozlerini. Cayını icti ve Rabbim’in selÂmı ile musaade isteyerek ayrıldı yanımızdan.

Duşunce idrakini yitirmiş bir hal icinde duşunmeye calışıyordum. Adamcağız su icerken, cayını yudumlarken hep seni anıyor, seni arıyordu adeta. Sana olan hasretinden ağlıyordu ya Resulullah (asm)! Sana kalben de olsa yakın olmanın verdiği o eşi benzeri olmayan coşkuydu belki de bu gozyaşları. Senin ummetinden bir kul, nasıl oluyor da seni gormeden, kokunu almadan, mubarek ellerini opmeden sanki yanı başındaymış gibi seninle yaşıyor. Ben de anlamalıydım bu hakikati, duştum bu sırrın peşine....

Seni ya Resûlullah (asm), evet seni daha iyi tanımanın yollarını arıyordum. Ashab-ı Kiram’ın hayatından başladım işe. Onların hayatlarını okuyarak sana ulaşmalıydım ya Resulullah (asm)! Değil mi ya onlar seninle yaşamıştı, seni ornek almışlardı. Okudum. Ebû Bekir Sıddık, Hz. Omer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Talha, Hz. Bilal, Sa‘d bin Ebi Vakkas, Hz. Hamza, Abdullah bin Revaha, Ebû Hureyre, Muaz bin Cebel... Hepsini okudum ya Resulullah (asm). Şimdi seni okuyorum. Halık-ı Zu’l-CelÂl Rabbim’in sevgilisi, Âlemlere Rahmet olan kulu, senin nurunun hurmetine varolan ben, seni arıyorum ya Resulullah (asm)! Omrumun sonuna kadar her nerede ve ne zaman olursa olsun seni hakkıyla tanıyamayacağımı keşfettim. Hayatım senin hayatını idrak etmeye kÂfi değil, affet beni, seni ancak ebedî Âlemde temaşa ile teselli buluyor gonlum.

Onlar seninle aclığa dayanmışlardı. Sen Hendek’te karnına iki taş bağlamıştın! Sa’d bin Ebî Vakkas bir deri parcasını kızartıp aclığını gidermeye calışırken, Ebû Hureyre kendisi acken bir hurma tanesini annesine saklarken, sen bir avuc arpa ekmeği ile yetinirken biz midemizin doluluğu ile sarhoş olup seni unuttuk coğu zaman ya Resûlullah (asm)! Affet bizleri… Sen gunlerce ac kalarak aclıktan zayıf duşerken, biz aclığın ne olduğunu unuttuk! Hz. Bilal, o kayaların altında yeri goğu Ehad diye inletirken, bizlere ne oluyor ki, senin ummetine yakışmayan sozleri doluyoruz dilimize… Affet bizi ya Resulullah (asm.)!

Senin doğumun kÂinata bir işaretti, bir şerefti. Senin doğumun Ashab-ı Kiram icin yeniden doğuştu. Eski ve kokuşmuş Âdetlerini bırakıp sana koşmuşlardı. Biz onlardan yıllar sonra geldik, ama biz de sana koşuyoruz, kavuşmak dileğiyle…

Bu Âlemde aradım, ancak Nuruna rastlayabildim ey Nurlar Şahı Resûlullah (asm)! Sen Hatemu’l-Enbiya’sın diye akın akın insanlar sana koşarken, bazı yolcular var tahta gemilerle cıkmışlar yola, sana ulaşmak uzereler. Kıskandım ya Resûlullah (asm)! Rabbime ve sana giden bu yolun yolcusu olmak bizlere de nasip olsun inşallah! O yolcuyu gorunce titredi gonlum. Kalbim haykırdı o vakit: Ey dunya! Peygamber sana veda ederken cektiğin ızdırabı anlat. “Vağlemu enne fikum Resûlullah” de!.. Sen ne haldeydin soyle ey dunya! Her zerre onunla vefat etmek isterken? Guneş bile kıskanmıştı seni, KÂinatın Efendisi uzerinde geziyor diye… Denizlerin bir ayrı guzeldi o (asm) varken değil mi? Suların daha bir tatlıydı, daha berrak. Ağaclar, dağlar, ovalar, bitkiler, kuşlar ve sen ey dunya ne kadar bahtiyardınız!

Usame (ra) seferden dondu, zafer mujdesiyle kavuşacaktı sana ya Resûlullah (asm)! Hz. Fatıma senin icin once ağlamış, sonra senin verdiğin mucizeyle sevinmişti ya Resûlullah! Bizleri de o mujde ile mujdele. Sana kavuşalım ya Resûlullah (asm)! Olum, sana o kadar yakışmıştı ki, “vuslat” seninle guzel oldu. Kusva gozyaşlarıyla inlemekteydi. Hz. Ebû Bekir (ra) geldi sana vefÂkÂrca son bir kez baktı derinden, icinde bu hicretinde seninle olamamanın elemiyle....

Yokluğun acısıyla yanan gonuller ve ummetinin en son halkaları olarak seni cok ozledik ya Resûlullah (asm)! Ey Habîb-i Zîşan! Sen de bu Âciz kulu bahtiyar et! Yuzunu gormeyi nasip et! Ruyalarda teselli bulan bu ummetine şefaat eyle ey Sevgili…

Gunahlarımın derdiyle, hasretinin yangınıyla, aşkının ateşiyle, sana ummet olmanın sevinciyle arz ediyorum halimi... Sana gelmek var olmeden once. Senin şehrinde nÂrına yanıp kul olmak var. Sana geldikten sonra bir daha donmemek var (inşallah). Yanında kalmak var. Ayak bastığın yerlerde olmak var, bastığın yer olmak var. Kıyamete kadar yanında olmak var. Toprağın altından dahi olsa, kokunu almak var ya Resulullah (asm)!

Bu Âciz kul sana halini boyle arz etti. Sen, senin ummetine lÂyık olmadığı halde bu şekilde senden şefaat dileyen bu Resulullah Âşığının nÂmesini geri cevirme. Bu nÂme mahşerde senden şefaat isterken dilimdeki Salavat-ı Şerif’in nişanı olsun. Rabbim senin şefaatinle gunahlarımı affederse, seninle Cennette vuslata ermek arzusuyla yanıyor şu yureğim.

EsselÂtu vesselÂmu aleyke ya Resulullah! EsselÂtu vesselÂmu aleyke ya Habibullah!

EsselÂtu vesselÂmu aleyke ya Seyyide’l-evveline ve’l-Âhirin, veselÂmun ale’l-murselin.
__________________