HADİSİN KAYNAGİ ONEMİ VE GELİSMESİ

Hadisin lugat ve istilah (terim) manasi

Gerek lugat ve gerekse ıstılah yonunden hadis kelimesinin arzettığı manalar arasında bir hayli farklılıklar mevcuttur Lugat yonunden kadım (eski) 'in zıddı cedıd (yeni) manÂsına gelen hadis, aynı zamanda haber manÂsına da gelir ve bu kelimeden muştak bazı fuller, haber vermek, tebliğ ve nakletmek gibi manÂlarda kullanılır "Bu soze inanmayanların ardından uzulerek neredeyse kendini mahvedeceksin" (Kehf suresi 6) mealindeki Kur'Ân Âyetinde gorduğumuz "hadis" kelimesi, soz veya haber manÂsında kullanılmış ve bununla Kur'Ân-ı Kerim kastedilmiştir Bir başka Âyette ise, bu kelimenin muştakkı olan bir fiil, "haber ver", "tebliğ et" manÂsında kullanılmıştır "Rabbının nimetlerini detÂhdıs et (haber ver)" (Duha suresi 11)

Daha sonraları, kelimenin istimalinde bazı inkişaflar gorulmuş, umumî manÂsında herhangi bir değişiklik olmamakla beraber, dini cevrelerde bazı haber nevilerine ıtlak olunan hususî bir man kazanmıştır Ibn Mes'ud'tan nakledilen bir haberde bu man acıkca gorulur "Muhakkak ki sozun en guzeli Allah'ın Kitabıdır "

Istılah yonunden hadis, genellikle Hazretı Peygamberin sozlerine ıtlak (soylemek) olunmakla beraber, İslam alimleri arasında yine aynı mÂnada kullanılan kelimenin medlulunu (delil) tarif bahis konusu olduğu zaman, bazı farklı goruşler ortaya cıkmıştır Buna gore, bazı usûl ulemasının tarifinde hadis, Hazretı Peygamberin soz, ful ve takrirlerine ıtlak olunmuştur, bu bakımdan kelime, aynı mÂnada kullanılan sunnet'ın muradıfıdır Bazı hadis alimleri ise hadis kelimesini, yalnız Hazretı Peygamberin sozlerine değil, sahabe ve tabiinden nakledilen mevkuf ve maktu haberlere de ıtlak etmişlerdir, buna gore kelimenin ifade ettiği mÂna, haber kelimesiyle kasdolunan manÂnın muradıfıdır Bu man icerisinde Hazretı Peygamberin, peygamberlikten onceki sozleri de bulunmaktadır Bazıları da, hadisi yalnız Hazretı Peygamberin sozlerine tahsis etmişler, başkalarından gelen sozlere de haber demişlerdir Bu takdirde hadisle haber arasında belirli bir farkın mevcudiyeti kolayca anlaşılır Nitekim Hazretı Peygamberin hadıslenyle meşgul olanlara muhaddıs denildiği halde, başkalarından gelen tarih, kısas ve benzen nakillerle uğraşanlara da ahbarıl denilmiştir

Diğer bazıları ise, haberle hadis arasında umum husus mutlak bulunduğunu soyleyerek, her bir hadisin haber olduğunu, fakat her ceşit habere hadis denılemıyeceğını belirtmişlerdir Bu goruşe gore, haber daha genel bir mÂna taşımakta ve Hazretı Peygamberin sozleriyle birlikte sahabe ve tabiinden yahut da başkalarından nakledilen sozler de bu mÂnanın kapsamına girmektedir

Hadisin tarifiyle ilgili bu goruşler ne kadar değişik bir mahiyet arzederse etsinler, şurası muhakkaktır ki, hadis denildiği zaman, daima hazretı peygamberden nakledilen bir soz, yahut bir fiil, yahut ta bir takrir akla gelmiştir Bu bakımdan hadisin, soz, ful ve takrirden ibaret olan sunnetin muradıfı olması keyfiyeti, bu konuda kuvvet kazanan başlıca man olarak tezahur etmiştir Şurasını da hatırdan uzak tutmamak gerekir ki, hadisin, sunnetin muradıfı olarak kazanmış olduğu bu manÂnın tarihi, Hazretı Peygamberin hayatta bulunduğu devreye kadar iner Mesel meşhur sahabf Ebû Hureyre tarafından sorulan bir soruya Hazretı Peygamberin vermiş olduğu cevabta gecen hadis kelimesi, bunun en acık delilini teşkil eder Ebu Hureyre bu sualinde şoyle demiştir

"Kıyamet gunu senin şefaatine nÂıl olacak en mes'ûd kimse kimdir, y Resulullah?>" Hazretı Peygamber, Ebu Hureyre'nın bu sorusuna şu cevabı vermiştir

"Senin hadise karşı olan iştiyakını bildiğim icin, bu hadis hakkında hic kimsenin bana senden evvel sual sormıyacağını tahmin ediyordum Kıyamet gunu benim şefaatime nÂıl olacak en mes'ud kimse LÂ ılÂhe ılla'llah diyen kimsedir "

HADİSİN DEGERİ

Hadisin sunnete muradıf bir manÂya sahip olarak sahabe devrinde ve ondan sonra gelen nesiller arasında rivayet edildiği kabul edilirse, İslÂm dininde onun kazandığı onemin derecesini ve dinin tekemmulunde oynadığı rolu tayın ve tesbıt etmek cok daha kolaylaşmış olacaktır Cunku İslÂm teşrii`nde sunnetin, kitap (Kur'an) dan sonra ilk kaynağı teşkil ettiği, bu konuya eğilmiş olanlarca bilmen hususlardandır Bu bakımdan, onun fıkıh uleması yonunden İslÂm teşnındekı değen, (bir bakıma, hadisin aynı sahada sahip olduğu değer manasındadır). Bu değer, Hazretı Peygamberin rısalet goreviyle birlikte ortaya cıkmış ve yine bu gorevin değen nısbetınde yukseklik kazanmıştır Hadisin kazandığı bu yuksek değen tesbıt edebilmek icin, Hazretı Peygamberin rısalet gorevini ve bu gorevin ehemmiyet derecesini daima gozonunde bulundurmak lÂzımdır

Hazretı Peygamberin gorevi, genel mÂnada ve İslÂm'ın koyduğu prensipler cercevesi icinde, insanları tek Allah inancına davetten ibarettir Bir bakıma bu gorev, kendisinden once gelmiş gecmiş peygamberlerin gorevlerinden farklı değildir Bununla beraber gorevin yurutuluşu yonunden diğerlerinden ayrılan pek cok noktalan bulunduğuna da şuphe yoktur.Bu ayrılığın muhım bir kısmı, ona inzal olunan Kur'an cihetinden gelir.
Filhakika Allah Ta'ÂlÂ, Hazretı Peygamberi, Kur'an-ı Kerimi tebliğ etmekle gorevlendirmiş ve bu hususta ona şu emri vermiştir
"Ey Peygamber, Rabbından sana indirileni tebliğ et, eğer (bunu) yapmazsan O'nun peygamberliğini yapmamış olursun," (Maıde suresi 70)

Bu acık emirden anlaşıldığına gore, Hazretı Peygambere tevdi olunan tebliğ gorevinin taalluku, kendisine inzal olunan Kur'an-ı Kerimin insanlara duyurulması veya oğretilmesi ve dolayısıyle onların, Kur'anın emir ve nehıylenne uymalarının sağlanmasıdır Cunku Kur'an dinin esasadır ve dinin hayatiyeti, ancak, onun getirdiği emir ve nehıylere ittiba etmek suretiyle gercekleşir

Hazretı Peygamber Rabbından aldığı emre uyarak, Kur'an'ı Kerimden kendisine inzal olunan ayetleri rnuslurnanlara tebliğ etmiş ve bu suretle peygamberlik gorevini yerme getirmiştir Ancak, bu gorevin mucerred tebliğ gurevıne munhasır kalması halinde, muslumanların buyuk muşkıllerle karşılaşmış olacakları hatırdan uzak tutmamak gerekir Cunku Hazretı Peygamber tarafından tebliğ olunan ve tatbiki istenen bazı Âyetler, mucmel gayrı mufassal, yahut mutlak gayrı mukayyed olarak nÂzıl olmuştur Mesel namaz kılınmasını emreden Âyetler mucmel olarak gelmiş, fakat rek'atlarının adedi, şekil ve vakitleri Kur'an'da beyan edilmemiştir Keza zekÂt verilmesini emreden ayetler mutlak olarak gelmiş, zekÂtı gerektiren malın asgari haddi takyıd ve tahdıd, miktarı ve şartları beyan edilmemiştir.Kur'an-ı Kerimde bunun gibi, şekli, şartı ve erkÂnı beyan edilmedikce tatbiki mumkun olmayan daha bir cok hukumler vardır ve bunların beyanı icin yine Hazretı Peygambere başvurmaktan başka care yoktur.
Nitekim Allah TeÂl da bu yonden Hazretı Peygambere ikinci bir gorev vermiş ve şoyle demiştir
"İnsanlara, kendilerine indirileni beyan edesin diye sana zıkr (Kur'Ân)'ı indirdik Ola ki onlar da duşunurler " (Nahl suresi 44)

Goruluyor ki, Hazretı Peygamber bir taraftan kendisine indirilenleri insanlara tebliğ etmekle, diğer taraftan da tebliğ ettikleri arasında rnuslurnanlar icin anlaşılması ve tatbik edilmesi guc olanları acıklamakla gorevlendirilmiştir.
Onun bu gorevi, şu ayette daha acık bir şekilde gorulur
"Avah, mu'mınlere Âyetlerini okuyan, onları teskıye eden, onlara kitap ve hikmet oğreten kendi aralarında bir peygamber gondermekle lutufta bulunmuştur, halbuki onlar onceden apacık sapıklıkta idiler (Al-i Imran 164)

Bir cok İslÂm uleması, zikrettiğimiz bu Âyette gecen Hikmet kelimesinin buradaki manÂsı uzerinde durmuşlar ve Allah'ın isminden sonra Peygamberin zıkredılışıne ve Allah'a imandan sonra Peygambere imanın şart koşulusuna kıyasla, Kur'an'dan sonra Hikmetin zikre dilişini gozonunde tutarak bunun Sunnetten başka bir şey olmadığı goruşu uzerinde ittifak etmişlerdir Eş-ŞÃ‚fıî bu hususta şoyle demiştir Kur'an ilmine vÂkıf kimselerden işittiğime gore, Hikmet, Hazretı Peygamberin Sunnetidir, cunku, once Kur'an zikredilmiş, onu Hikmet takıp etmiştir Allah, insanlara kitap ve hikmeti oğretmek suretiyle onlara yaptığı buyuk lutuftan bahseder Bu bakımdan Hıkmet'ın Sunnet'ten başka bir şey olduğunu soylemek mumkun değildir Zira Hikmet, kitapla birlikte zikredilmiştir Aynı zamanda Allah, Peygamberine itaati ve emirlerine ıttıbaı farz kılmıştır Peygamberine imanı, kendisine İman ile birlikte farz kılınan şeyin de Peygamberin Sunnetı'nden başka bir şey olmadığı anlaşılır

Gerek yukarıda zikrettiğimiz Kur'an Âyetinden ve gerekse eş-ŞÃ‚fıı'ın bu ayetle ilgili acıklamasından anlaşılıyor ki, Hazretı Peygambere kitapla birlikte Sunnetle ifade edebileceğimiz bir de Hikmet verilmiş ve bu muslumanlar, her ikisine de ittiba ile emrolunmuşlardır Cunku Allah'a ıttıb , bir bakıma O'nun kitabına ıttıbadır Peygamberine ıttıba da, ona verilmiş olan hem kitaba ve hem de Hikmet veya Sunnete ıttıbadan başka bir şey değildir Kur'an-ı Kerimde de acıklandığı gibi Hazretı Peygamber

"Kendisine tÂbi olanlara marufu emreder, munkerden nehyeder, temiz şeyleri helÂl murdar şeyleri haram talar, yuklerini indirir, ağırlıklarını hafifletir (A'raf 156)

Hazretı Peygamberin bu Âyet mealinde belirtilen gorevlerinin kaynağı kitap (Kur'an) olduğu kadar Sunnet veya Hikmettir de Nitekim bir hadisinde Hazretı Peygamber, kendisine kitapla birlikte ittiba yonunden kitap ayarında olan bir başka şeyin daha verildiğini acıklamıştır ki, bunun Sunnetten başka bir şey olması mumkun değildir Kendisine kitapla birlikte bir de Sunnet verilmiş olan Hazretı Peygambere itaate emreden Kur'an Âyetlerinin sayısı pek coktur Biz, bunlardan bir kacını misal olarak zikretmeyi faydalı buluyoruz

"Allah'a ve Peygambere itaat ediniz, ola ki rahmet olunursunuz " (Al-ı Imran 132) "Kim Peygambere itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur"(Nisa 80)

"Ey Peygamber, de ki Eğer Allah'ı seviyorsanız bana ittiba ediniz ki Allah da sızı sevsin ve gunahlarınızı affetsin " (Al-ı Imran 31)

"Ey Peygamber, de ki Allah'a ve Peygambere itaat ediniz, eğer yuz cevirirseniz (biliniz ki) Allah kÂfirleri sevmez " (Al-ı Imran 31)

"Peygamber size neyi getirmişse onu alınız, neden sızı nehyetmışse ondan da sakınınız " (Haşr 7)

Bir kacını misal olarak zikrettiğimiz bu Âyetler Hazretı Peygambere itaatin zorunlu olduğunu acık bir şekilde ortaya koymaktadırlar Bu, IslÂmın ve imanın bir gereğidir Bu olmaksızın ne IslÂmdan ve ne de imandan eser kalmaz Hazretı Peygambere itaat ise, onun sunnetine ıttıbadan başka bir manÂya gelmez Binaenaleyh sunnete ıttıbaın, IslÂmın ve imanın bir gereği olduğu anlaşılır İşte bu sebepledir ki, o henuz hayatta iken sahabe, Kur'an ahkÂmının tefsirinde, muşkılının beyanında, aralarında meydana gelen fıkır ayrılıklarının ve husumetlerin hallinde ona başvurmayı dinin bir gereği saymışlar, dm işlerinde onun "namazı benim kıldığım gibi kılınız" emrine uyarak namazın şeklini, vaktini, rek'atlarının adedini ondan almışlar, onun "hacc menÂsıkını benden alınız" emrine uyarak menÂsıkın şartlarını ondan oğrenmişler, keza sÂhıp oldukları maldan verecekleri zekÂtı, onun tayın ettiği miktarlar uzerinden odemişlerdir Bu bakımdan Hazretı Peygamber, en geniş manÂsıyla teşrı'ı kuvveti elinde bulunduran yegÂne otorite olarak kabul edilmiştir Kitap ve Sunnet ise, yukarıda da belirttiğimiz gibi bu teşriin ıkı kaynağı olmuştur Cunku her hangi bir ihtilÂf veya bir hadise, yahutta bir sual veya fetva talebiyle teşrii gerektiren bir şey zuhur etse, Allah TealÂ, elcisine, hukmu bilinmek istenen mesele hakkında hukum getiren bir veya bir kac ayet indirmiş, Hazretı Peygamber de vahyedılen bu Âyetleri uyulması gerekli (vÂcıb) bir kanun olarak muslurnanlara tebliğ etmiştir Eğer teşrii gerektiren bir hadise olmuş, fakat Allah TeÂl bu hadise ile ilgili hukmu beyan edecek bir Âyet vahyetmemışse, Hazretı Peygamber, bu hukmun bilinmesi icin ıctıhadda bulunmuş ve bu ictihadın ona sağladığı netice ile hukum vermiş, yahut sual veya istifaya icabet etmiştir Ictıhad esen olarak ondan sadır olan bu hukum veya cevap, ilÂhı vahye ıstınad eden hukumler gibi, uyulması gereken bir kanun olmuştur.

Hazretı Peygamberin, dinin ceşitli meselelerine taallûk eden ıctıhadtan, cok defa ilÂhî ilhamın bir neticesidir.Bu bakımdan bunları ittiba yonunden Kur'anla sabit olmuş diğer ahkÂmdan ayırt etmek mumkun değildir Her ne kadar kaynağı ilÂhı ilham olmayan bazı soz ve ıctıhadlar da mevcut idiyse de, Hazretı Peygamberin bunlardaki isabeti vahiy yolu ile teyid, bir beşer olması sebebiyle hataya duştuğu noktalar olmuş ise, yine vahiy yolu ile tashih edilmiştir (12) Bu itibarla, ılham-ı ilÂhiden sadır olma-

(12-) Hazretı Peygamberin bir beşer olarak bazen hata yapabileceği, bizzat kendisinden rivayet olunan hadislerle de sabittir Muslim'in Sahıh'ınde (IV 1835) nakledilen bir hadisten anlaşıldığına gore Hazretı Peygamber şoyle buyurmuştur "Ben de bir beşerim Size dininizden bir şeyi emrettiğim zaman onu alınız Fakat reyimle size bir şey emredersem, (biliniz ki) ben de bir beşerim" Bedr savaşında esir edilen muşriklerin akıbetlerıyle ilgili olarak, Ebû Bekr ve Omer ıbnul-Hattab'la istişarede bulunan Hazretı Peygamber, kendi ictihadına istinaden esirlerden fidye almış ve sonra onları serbest bırakmıştı Fakat bunu muteakip nazil olan bir Âyet, Hazretı Peygamberin, ictihadında hata yaptığını ortaya koymuş olduğu gibi, hatayı tashih etmiştir "Peygambere, harbedıp zafer kazanmadıkca esir almak yaraşmaz Sız dunya malını istiyorsunuz, Allah ise Âhıretı istiyor " Bir başka habere gore, Hazretı Peygamber, ozur beyan ederek Tebuk gazvesine iştirak etmek ıstemıyenlere izm vermişti Fakat nazil olan bir Âyet, onun bu hareketini tashih etmiştir "Allah seni affetsin, doğruyu soyleyenler sence belli olmadan, yalancıları bilmeden (seferden gen kalmak isteyenlere) nicin izin verdin ")

yan ıctıhad-ı nebevf hukmu ile ılham-ı ilÂhiden sadır olan ıctıhad-ı nebevf hukmu arasında tefrik yapmağa mahal yoktur

İşte, ilk devirde soz, ful ve takrir olarak Hazretı Peygamberden sadık olan her şey, Kur'an-ı Kerimin " (peygamber) kendi nevasından konuşmaz, (o her ne soylemışse) kendisine vahidir " ayetıyle de şehadette bulunduğu gibi, yukarıda izahını verdiğimiz şekilde kabul edilmiş ve sahabe, dinî ve dunyevî yaşayışlarına duzen veren sunneti buyuk bir titizlikle muhafaza etmeğe koyulmuşlardır Sunnet ise, daha onceki bahiste de acıkladığımız gibi, soz, ful ve takrir olarak Hazretı Peygamberden rivayet edildigi muddetce hadisin isim yonunden bir baska ifade sekli olmustur.

HADİSİN SAHABE TARAFINDAN RİVAYETİ
İnsan, yaradılışı itibariyle kendisine değer kazandıran ve toplum icerisinde yuksek mertebelere ulaştıran şeylere karşı sıkı bir bağlılık duyar Bu bağlılık, cok defa aşın derecedeki tutkulara kadar varır Eğer bu tutkuyu, bir şeye karşı sonsuz derecedeki bağlılık ve ona sahip olma duygusu manÂsına gelen "hırs" kelimesiyle acıklayacak olursak, bu duygunun , insanı bazan kotu, bazan da iyi akıbetlere sevkettığı muşahede olunur Mesela para ve mal mulk sevgisi, insanın benliğini kaplar ve onlara sahip olma arzusu "hırs" dediğimiz dereceye yukselirse, bu arzunun insanda hasislik vasfının belirmesi bir yana, bazan onu hırsız, hatt katıl bile yaptığı gorulur Bunun aksine insanda iyilik etme arzusunun veya ılım oğrenme isteğinin "hırs" haline geldiği de olur Bu takdirde insanın ne kadar yuksek mertebeler kazanabileceğini tasavvur etmek guc değildir Toplumlar da boyledir ve cok defa, onları teşkil eden ferdlenn, ceşitli değer olculen karşısındaki temayullerinin vasfını taşırlar Yukarıda verdiğimiz misali toplum icin de tatbik edecek olursak, diyebiliriz ki, ferdlen madde hırsıyla yanıp tutuşan toplumlar, ne kadar maddeci olurlar ve onu elde etmek icin nasıl her turlu careyi mubah sayarak bu carelerin tatbikinde ustalık kazanırlarsa, ferdlen iyilik etme ve ılım oğrenme arzusunu "hırs" haline getirmiş toplumlar da, bu sahalarda temayuz eder ve başarı sağlarlar

Filhakika, Hazretı Peygambere ve onun tebliğ ve beyan ettiği Kuran-ı Kerime buyuk bir imanla bağlanmış olan ilk muslumanlar "De ki Hic bilenlerle bilmeyenler eşit olur mu?" (Zumer 9), "Allah, icinizden iman etmiş olanları ve kendilerine ılım verilenleri derece derece yuceltsin "(Mucadele -11), "Mu'mınlenn hepsi birden sefere cıkacak değiller, fakat her fırkadan bir grup bir araya gelseler dinde dennleşıp, sefere cıkanlar gen donup geldiklerinde, kavimlerini uyarsalar Boylece onlar da belki sakınırlar " (Tovbe-123) ayetleriyle ifade edilmek istenen manÂyı anlamakta gucluk cekmemişler, dinle ilgili bilgilerini artırmak ve onda derinleşmek icin Hazretı Peygamberin etrafında daha sıkı bir ılım halkası vucuda getirmişlerdir Onların oğrenmek arzusunu bizzat Hazretı Peygamber de "her kim ılım elde edeceği bir yola girerse, Allah bununla, onu cennete goturen yolu kolaylaştırır ", "Allah her kim hakkında hayır m ura d ederse, onu dinde fakıh kılar" gibi sozleriyle teşvik ve tahrik etmiştir

Hazretı Peygamberin, ashabına oğretim yapacağı bir medresesi veya bir okulu yoktu Bununla beraber o, seferde hem ordusunun kumandanı, hem oğretmeni ıdı Va'z ve ırşadlanyla bir taraftan askerlerinin hasamet duygularını harekete gecirirken, diğer taraftan cihadın hukumlerini ve dindeki yerini onlara oğretiyordu Hazarda ise, hem ev halkının, hem diğer muslumanlann imamı ve muallimi ıdı Evde ve sokakta, ihtiyac sahibi herkes onu durduruyor, soruyor ve oğreniyordu Evinin bitişiğinde olan mescıd, hem beş vakit namazın eda edildiği ve hem de ılım meclislerinin akdedildiği bir yerdi ve bu meclisler cok defa vakit namazlarının kılınmasından sonra akdediliyor, sahabe yorgunluk ve usanc hissetmeden Hazretı Peygamberi dinliyor, Hazretı Peygamber de aynı şekilde sahabenin suallerine cevap veriyordu El-Buharının ıbn Mes'ud'dan naklettiği bir haberden de oğrendiğimiz gibi,

"Hazretı Peygamber, va'zlarla ashabını usandırmamak icin uygun ve belirli gunleri kolluyordu "

Hicretten sonra Medine'de inşa edilen mescidin gen bir koşesinde ustu ortulu bir golgelik daha yapılmıştı Hazretı Peygamberin ashabından bir coğu ziraat veya ticaretle uğraşırlar, gerek kendilerinin ve gerekse ailelerinin maişetlerini kazanırlardı Fakat bunların arasında hayatlarını ılım ve irfana vakfeden sahabıler de vardı Bunlar daima Hazretı Peygamberin refakatinde bulunurlar, onun ilminden istifade ederlerdi Gecimlerini temin edecek her hangi bir işlen de bulunmadığı icin ashabın en fakır kimseleri idiler İşte, mescidin gen bir koşesine inşa edilen bu golgelik bunlara tahsis edilmişti Bu sahabıler, "Suffe" denilen bu yerde barınırlar ve diğer sahabılenn verdikleri yiyeceklerle gecinirlerdi.Hazretı Peygamber, el-Buhan'nın bir rivayetinden Oğrendiğimize gore, "ıkı kişilik yiyeceği olan bir kimsenin (onlardan) ucuncusunu, uc kişilik yiyeceği olan kimsenin dorduncusunu, beş kişilik yiyeceği olan kimsenin de onlardan altıncısını alıp evine goturmesini" emretmiş, bir defasında Ebu Bekr de Şuffe ehlinden ucunu, Hazretı Peygamber ise onunu alıp evlerine goturmuşler ve onların karınlarını doyurmuşlardı

Hazretı Peygamberi dinlemek ve dinin hukumlerini oğrenmek yalnız erkeklere has bir iş değildi Kadınlar da onun va'z ve ırşadlarından istifade ediyorlar, luzum hissettikleri zamanlarda muşkıllennın halli icin ona başvuruyorlardı Nitekim bir defasında toplu olarak ona muracaat etmişler ve erkeklerin kendilerine galip gelip daima onu meşgul ettiklerinden şikÂyetle, bir gununu de kadınlara ayırmasını istemişlerdi Hazretı Peygamber onlara soz vermiş, tesbıt edilen gunlerde de va'z ve nasıhatlarda bulunmuştur

İslÂm, ılım elde etmek ve dinden bir şeyi oğrenmek bahis konusu olduğu zaman hayÂ'a yer vermemiştir Bunu bilen musluman kadınlar, herhangi bir rnuşkılle karşılaştıkları zaman, Hazretı Peygambere başvurmuşlar ve hic cekinmeden muşkıllerını ona arzetmışlerdır Filvaki, Ummu Suleym, bir gun "YÂ Resulullah, Allah hakkı acıklamaktan haya etmez Acaba bir kadın ıhtılÂm olursa gusletmesi gerekir mı"
diye sormuş, Hazretı Peygamber de onun bu sualine şu cevabı vermiştir
"Suyu gorduğun zaman (evet) "

Kadınların Hazretı Peygambere yonelttikleri bu ceşit sualler pek cok olacaktır ki, el-Buharı'nın tÂ'lık ettiği bir haberden anlaşıldığına gore Hazretı Aışe, Ensar kadınlarını medhetmış ve "ne guzel, onların dini meselelerde derinleşmelerine haya engel olmuyor," demiştir

Yukarıdan ben birer misal vererek zikrettiğimiz bu acıklama, İlk muslumanların, butun yaşayışlarında Hazretı Peygamberi ornek aldıklarını ve bu Hayatlarını onun talimatına uygun olarak duzenlediklerini gostermeğe kÂfidir Şuphesiz bu yaşayış, ona olan inanclarının bir neticesidir Bu inanc olmaksızın ona tabı olmak dinî işlerinde olduğu kadar dunyevi işlerinde de onun direktiflerine gore hareket etmek mumkun değildir İşte, gerek bu inanc ve gerekse bu inancın gereği olan hayat tarzı, sahabeyi, Hazretı Peygamberden gorup işittikleri ful ve sozleri, buyuk bir titizlikle muhafaza etmeğe sevketmıştır Bu, aynı zamanda hadisin, Hazretı Peygamber devrinde başlamış olan toplanması faaliyetinin en acık delilini teşkil eder

Hazretı Peygamberin sağlığında, hadisleri uzerinde koruyuculuk gorevi yaptığını yukarıda kaydettiğimiz ikinci husus da vahyin devam edişidir Filhakika daha sonraki devrelerde gorulen hadis metinleri uzerindeki tahrif ve tasniflere, yahut vaz hareketlerine, Hazretı Peygamberin hayatta bulunduğu devirlerde rastlanmaz Esasen bu hareketleri, Peygambere inanmış ve onun etrafında bir ılım halkası meydana getirmiş olan sahabılerden ummak mumkun değildir Bununla beraber, bu gibi hareketlere tevessul edebilecek kimselerin bulunabileceği ve bunun da, sayıları fazla olmasa bile, muslumanları bir hayli uzuntuye sokmuş olan munafıklar cihetinden geleceği duşunulebilir Fakat şurası muhakkaktır ki bu munafıklar, muslumanlar tarafından ferden tanınmış ve onların hadis alış verışıyle ilgilenmelerine meydan verilmemiştir Esasen onlardan dm ve toplum aleyhine sadır olan veya olması muhtemel bulunan her turlu hareket vahiy yolu ile teşhir edilmiş ve munafıklar, daima korku ve endişe icerisinde yaşamak zorunda kalmışlardır Onların bu haleti ruhiye icinde iken hadise musallat olup ona yalan karıştırmaya cur'et edemıyeceklerı mantıkî bir neticedir ve Kur'an-ı Kerimde onlarla ilgili olarak yer alan şu Âyet de, bu neticenin en acık delilini teşkil eder

"Munafıklar, kalplerinde [gizledikleri) şeyi haber verecek bir sûrenin indirilmesinden korkarlar " (Tovbe-65)

İşte bu korkudur ki, munafıkların dinî meselelere el atmalarına ve bilhassa Hazretı Peygamberin hadisleri uzerinde keyıflerınce tasarrufta bulunmalarına engel olmuştur.
__________________