Moskova’dan bir hidayet hikÂyesi
Hira Hanım, once bize kısaca kendini tanıtır mısın?
Eski adım, Aksana Sigacova... 25 yaşındayım. Rus bir anne ve Yahudi bir babanın ikinci kızı olarak İjevsk’te doğdum. Evli ve bir cocuk annesiyim. Aynı zamanda tıp fakultesi oğrencisiyim. 4 yıldır Moskova’da yaşıyorum. Musluman olduktan sonra “Hira” adını aldım.

Bize, seni adım adım hidÂyete sevk eden hÂdiseleri anlatır mısın?
5 yaşımdayken annem ve babam ayrıldılar. Ben ve diğer iki kız kardeşim, cok iyi bir insan olan anneannemin himayesinde buyuduk. Cocukluğumda ne sık sık bizi ziyaret ederek ilgilenen annem, ne anneannem, ne akrabalarım, ne de okuduğum okul bana bir din eğitimi verdi. Zaten din eğitiminin yokluğu, insanların coğunun dînî esasları dikkate almayan ve nefislerini tatmin etmeye donuk bir hayat tarzı benimsemelerine yol acmış idi. Hatta okulda Sovyet rejimi, “ateizm” ve “sosyalizm” propagandası yapmakta, insanları ve kÂinÂtı AllÂh’ın yarattığını inkÂr eden Darwin Teorisi okutulmakta idi. Darwin Teorisi, biyolojiye olan olağanustu merakımdan dolayı beni derinden etkilemişti. 15 yaşıma kadar ateist olarak yaşadım.
1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla oluşan serbest ortamda, gerek Hıristiyanlar ve gerekse Muslumanlar dinlerine sahip cıkmaya ve sarılmaya başladılar. Annem de bizi zaman zaman Pazar Âyinleri icin kiliseye goturmeye başlamıştı. Yine bir Pazar gunu kiliseye gitmiştik. Ben dinimi bilmediğim icin gitmekte isteksiz davranıyor, fakat annemi de kıramayacağım icin onunla beraber gitmek zorunda kalıyordum. Annem, kilisede mum yakıp teslis inancını sembolize eden ikonların onune koymamı istediğinde, ona bunu ne icin yaptığımızı ve hangisinin onune koymam gerektiğini sordum. Bana tam bir cevap veremedi. Bunun uzerine annemin de dinimiz hakkında bir şey bilmediğine kanaat getirdim. Ve bu sorunun cevabını duşunerek kendim bulmaya karar verdim. Duşundukce daha farklı sorular cıkıyordu karşıma. Mum yakıp kilise ikonlarının onune koymadan yapılan bir du kabul olamaz mı idi? Kilise olmayan yerlerdeki Hıristiyanlar ne yapacaktı? Âcilen yapılması gereken duÂlar icin Pazar gununu beklemek, ya da mutlaka kiliseye mi gitmek gerekliydi? Allah ile kulları arasında direkt bir bağlantı olması daha doğru değil miydi? Hıristiyanlar olarak neden Muslumanlar gibi evimizde ibÂdet yapamıyorduk? Bu gibi sorular, cocuk aklımı kurcalamaya başlamıştı. İşte Hıristiyanlığı ilk sorguladığım an, bu an idi. Aklıma, diğer dinlerin bu hususlarda ne icerdiği sorusu da gelmişti.
Aslında aklımı kurcalayan birkac husus daha vardı: AllÂh’ın cocuğu olabilir miydi? O zaman Allah, bir anne olmalı değil miydi? Papazların, bizlerin gunahlarını bir cırpıda affetmesi kabul edilebilir bir şey miydi? Yani daha işlemediğimiz bir gunah icin bile affedilme garantisi vardı. Bu nasıl bir adÂletti? (...)
2001 yılı yazında, kız kardeşim Natalya ile beraber Turkiye’ye tatile gitmiştim. İstanbul’da tanıştığım bir Turk ile evlendim. Evleneceğim zaman kayınvalidem, nikÂh oncesi Musluman olmamı istedi. Benim icin Hıristiyan ya da Musluman olmak hicbir şey ifade etmiyordu. Musluman olmak icin ne yapmam gerektiğini sordum. Kelime-i şehÂdet getirmemin yeterli olacağını soylemeleri uzerine kelime-i şehÂdeti, mÂnÂsını dahî bilmeden telÂffuz ederek Musluman oldum. Sadece adım Musluman olmuştu. Yaşantımızda değişen bir şey yoktu. Acıkcası ben, bu durumu biraz yadırgamış idim. Biz Hıristiyanlar ile eşimin Âilesinin yaşantısı arasında orf, Âdet ve toresel birtakım farklar dışında, cok buyuk bir fark goremiyordum. Kısacası eşim ve Âilesi, Turk toplumunun coğunluğunun aksine dindar değillerdi. Tabiî ki, bu donemde kocamın dine yakın veya uzak olması, benim icin bir onem arz etmiyordu.
Musluman oluşumla birlikte yeni dinimi merak etmeye başladım. Bu merakım, bu dini yaşamak isteyişimden değil, sadece buyuk ve kadîm bir din olan İslÂm hakkında hicbir şey bilmememden kaynaklanıyordu. Bize misafirliğe gelen komşu, akraba ve tanıdıklar bu konulara girmiyor, daha ziyade Rusya’yı, Rusya’daki hayatı ve Sovyetler Birliği doneminin komunist rejimini merak ediyorlardı. Fakat komşularımızdan Sumeyra cok farklı idi. O, diğerlerinin aksine başortuluydu. Ben, hÂlinden ve kıyafetinden onun İslÂmî esaslara uygun bir hayat surdurduğunu anlamıştım. Onceleri onun bana başımı ortmem, namaz kılmam ve İslÂmî olculere gore yaşamam gerektiği konularında sıkıcı telkinlerde bulunacağını sanmıştım. Hatta onun soyleyebileceklerine karşı kendimi savunmak hususunda hazırlanmıştım. Fakat Sumeyra ornek bir tebliğ uslûbu kullanarak, oncelikle AllÂh’ın varlığı ve birliği konusunu duşunmemi onerdi. Bunu aklımı kullanarak bulabileceğimden, buna tam olarak inanmadan ibadet yapmak konusunda bir motivasyonumun olamayacağından bahsediyordu. Haklıydı da... Aklı iknÂ, kalbi tatmin olmamış bir insan, yuzde yuz saflıkta inanmadığı bir şey icin birtakım fedÂkÂrlıklar gerektiren ibadetleri yapamazdı. Sumeyra İslÂmiyet’e başka bir acıdan bakmamı sağladı. Daha ziyÂde ben sordukca anlatıyor, beni urkutmemeye gayret ediyordu. Bana, duşunerek AllÂh’ı bulmayı oğretti. KÂinÂttaki her şey, nicin ve kime hizmet icin yaratılmıştı? Kime hizmet etmekteydi? Biz ne icin yaratılmış idik? Bu soruları soruyor ve cevaplandırıyordu. İzahları, bana mantıklı ve tutarlı geliyordu. Artık ben de duşunmeyi oğrenmiştim. Oğrenmiştim, zira hicbir canlıya verilmeyen akıl, biz insanlara verilmişti. Aklımı kullanmamın zamanı geldiğini duşunuyordum. Artık İslÂm, benim icin basit ve faydasız bir din olmaktan cıkmıştı.

Hira Hanım, seni İslÂma tam olarak ısındıran, yonunu İslÂma ceviren hÂdise ya da donum noktası neydi?
Musluman olmuş idim, ama tam bir Musluman değildim. Anladığım kadarı ile Sumeyra kendisini sorumlu hissetmiş ve benimle ilgilenmeye başlamıştı. Hayatın amacının ne olduğunu duşunmemi istiyordu. Bana, duşunduğum takdirde hakikati kendimin de bulabileceğini soyluyordu. Bana Kur’Ân’da bircok yerde akletmemiz, duşunmemiz ve tefekkur etmemiz gerektiğinin bildirildiğini soylemişti. Yine Kur’Ân’da kÂinÂtın ve canlıların akıl sahipleri icin AllÂh’ın varlığı ve birliğine işaret eden delillerle dolu olduğunun yazıldığını soyluyordu.
Bir ara kendimi duşunceye verdim. Bir nevi inziv sureci başlamıştı. Beni ve bu kÂinÂtı kim yaratmıştı? Yaratmasının sebebi neydi? Oldukten sonra bir hayat var mıydı? Âhiret hayatı olmayacaksa, bu bazı insanlar icin bir haksızlık, bir adÂletsizlik değil mi idi? Tum hayvanlar, bitkiler, guneş, denizler, yağmur, ruzgÂr... yani Kur’Ân’ın ifÂdesiyle “yer, gok ve her ikisi arasındakiler” insanlara hizmet etmekte ve insandan daha ustun bir canlı bulunmamaktaydı. Bu nimetleri verenin, gelecekte bizlerden hesabını sormaması mumkun muydu?
Artık zaman buldukca Sumeyra’ya gidiyor, bulamadığım cevapları ondan dinleyerek rahatlıyor ve tatmin oluyordum.
Bir ara Kur’Ân-ı Kerîm’de neler yazılı olduğunu merak ettim. Acaba bizi yaratan, bize ne soyluyordu? Sumeyra aradığım cevapları orada bulabileceğimi soylemişti. Bazı komşular aralarında zaman zaman toplanıp Kur’Ân okuma toplantıları yapıyorlardı. Onlara, “Okuduğunuz bu sûrede ne anlatılıyor?” dediğimde bana bilmediklerini soylemeleri beni cok şaşırtmıştı. İnsanlar neden bilmedikleri bir şeye, bu derece hurmet etmekte ve değer vermekteydiler? (...)
2 yıldır Turkiye’deydim ve Rusya’daki Âilemi cok ozlemiştim. Kocamın da rızÂsını alarak kısa bir sureliğine Rusya’ya dondum.
İcimdeki ateş hÂl dinmemişti. Hemen bir cÂmiye giderek Rusca Kur’Ân meÂli aldım ve okumaya başladım. Annemin beni delirmiş olarak nitelemesine yol acacak derecede Kur’Ân meÂli okuyordum. Ozellikle kimleri, hangi amellerinden dolayı Âhirette ne gibi bir akıbetin beklediğini anlatan cehennem ile ilgili Âyetler beni derinden sarstı. Cok irkildim. Artık bir karar vermem gerektiğini duşundum. Annemin tepkisinden cok cekinsem de, bu ikileme bir son vererek AllÂh’ın istediği şekilde yaşamayı sectim. Rusya’dan, Turkiye’deki eşime telefon acarak yeni tercihimi kendisine bildirdim. İslÂmî bir hayat tarzı surdurmemesi hÂlinde kendisiyle olan evliliğimizin surmesine pek sıcak bakmadığımı anlattım. Musluman’ca bir yaşantıyı reddettiği icin onunla ayrılmak zorunda kaldık.
Ayrıca senin gibi İslÂmiyet’i sonradan tercih eden iki kız kardeşin var. Natalya ve İlona’nın Musluman olmasında senin İslÂmiyet’i secmiş olmanın tesiri var mı?
Turkiye’den dondukten sonra İslÂmiyet’i kabul ettiğimi, ilk olarak kardeşim Natalya’ya anlattım. Ona, Allah ve Âhiretten bahsettim. Ozellikle “Esmau’l-Husn” denen AllÂh’ın 99 sıfatının her birini ona şerh ettim. Yani onun aklındaki “Allah cok buyuk ve yucedir.”den oteye gecmeyen “Allah” kavramını daha acık ve net bir şekle sokmak istedim. AllÂh’ı, ona hic anlatılmayan yonleriyle tanıttım. Yaratıcısının kim olduğunu ve O’nun nelere muktedir olduğunu anlamasını istedim. Ufkunun acılması ve hakîkati gormesi icin calıştım. Geleceğini duşunmesi gerektiğini soyledim. Kardeşim Natalya (Medine) Hazret-i Ebubekir misÂli bir teslimiyet ile bana guvendi ve itirazsız İslÂmı kabul etti.
Natalya’nın İslÂmiyet’i secmesi, bana diğer kardeşim İlona’yı da (Meryem) bu guzel yola dÂvet etmem noktasında guc verdi. Ama kardeşim bu dÂvete icÂbet etmedi. Bir sure sonra evlendim ve Moskova’ya taşındım. Kocam Andrey (Abdullah) benden 10 yıl once Kur’Ân meÂli okurken etkilenerek Musluman olmuş biriydi. Kardeşim İlona’nın neler kacırdığının bilincinde olmamasına uzuluyordum. Onun da hidÂyete ermesi icin kendisine Moskova’dan defalarca mektup gonderdim. Fakat yine bir netice alamamıştım. Bizde misafir olarak kaldığı bir haftalık ziyÂreti esnasında İslÂmî yaşantımız ve değişen Âile ortamımızdan etkilenerek, o da kendiliğinden Musluman oldu.

Peki anne, baba, kardeş ve akrabaların Musluman olmanı nasıl karşıladılar? Onlarla şimdiki ilişkilerin ne durumda?
Annem; ben ve kardeşim Natalya’nın Musluman olmasına cok ciddî reaksiyon gosterdi. Annem bir muddet diretti, fakat ucuncu kardeşim İlona da İslÂmı tercih edince, kararlılığımızı gorup bizi yolumuzdan ceviremeyeceğini anladı. Artık bundan sonra bizi kendi hÂlimize bıraktı. Ben ve Natalya, Musluman eşlerle evlenip annemden ayrıldıktan sonra ise, aramızdaki bu gerginlik azaldı. Onun bu durumu kabul etmesinin kendi acısından ne kadar zor olduğunu anlıyorum. Annem ile hÂl goruşmekteyiz. Ben, onu cok seviyorum. Onun da bir vesîle ile hidÂyete ermesi icin cok du ediyorum.

Hira Hanım, Musluman olmayan bir toplum icerisinde Muslumanların dinlerini yaşamaları noktasında karşılaştığın zorluklar nelerdir?
Rus halkının pek de alışık olmadığı İslÂmî giyim tarzı ve başortulu hanım imajı, buradaki Muslumanların en buyuk meselesi!.. Halkımızda bu konuda eskiden bu yana devam eden bir onyargı mevcut!.. Bunu kırmak sanıldığı kadar kolay değil... Caddede, metroda ya da markette tum gozlerin devamlı size cevriliyor olması, rahatsız edici elbette. Fakat buna alıştık. Her gecen gun insanların da buna alışacaklarını duşunmekteyim. Aslında bircok mesele, her buyuk şehirde karşılaşılan meselelerden... Zorluk olmadan kolaylık da olmuyor. Sabretmek gerekiyor. Bildiğiniz gibi Kur’Ân’da “Ey inananlar! Sabır ve namazla yardım dileyin. Allah, muhakkak ki sabredenlerle beraberdir.” (el-Bakara, 153) ve “Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.” (el-İnşirah, 6) buyrulmakta...

İslÂmın hangi yonunu en cok beğendin?
Bu hususta uc şey soyleyebilirim: Musluman olduktan kısa bir sure sonra Ramazan ayı girmişti. Muslumanlar hic beklemediğim şekilde birbirine yardım ediyor, ikramda bulunuyor, derdi olana care olabilmek icin aralarında organizasyonlara gidiyor, hayırda Âdet yarışıyorlardı. Bir coğunun durumu, pek de iyi olmamasına rağmen elindekinin bir kısmını ihtiyacı olan bir diğerine gozunu kırpmadan veriyordu. Kendi nefsi icin yaşamaya alışmış bir toplumdan gelmiş olmam munasebeti ile bu bende cok buyuk bir şaşkınlık ve hayret uyandırmıştı.
İkinci olarak; gunahları affeden, ama kendileri de insan olan ve gunahlar işleyebilen papazların, Allah adına bu bağışlamayı yapmalarını hic kabul edemiyordum. Bunun aksine İslÂm dininde “zerre kadar da olsa yapılan her hayır ve şerrin hesabının gorulecek olduğunu” (el-ZilzÂl, 7-8) oğrenmek, bende AllÂh’ın ne kadar Âdil ve yuce bir yaratıcı olduğu noktasında derin bir hayranlık duygusu uyandırmıştı. Artık bir kez daha kesinlikle doğru yolda olduğumu duşunmuştum.
Son olarak Muslumanların devamlı olarak, AllÂh icin bir şeyler yapmaları beni cok etkilemişti. (...) Yani İslÂm, hayatın en ince anlarına kadar yayılmış durumda... Kucucuk şeyler dahî AllÂh’ın rızasını kazanmaya endekslenmiş. Yoldaki bir taşı, insanlara eziyet vermesin diye kaldırmak veya bir hanımın akşamları kocasını guleryuzle karşılayıp onune guzel bir sofra kurması dahî AllÂh’ın rÂzı olması icin yapılıyor. Bu ve benzerleri de beni etkileyen şeyler arasında... Boyle bir din, hangi insanı etkilemez. Akıllı bir insan, İslÂmdan nasiplenmemişse, bence bunun sadece bir acıklaması vardır; o insana ulaşılıp bu guzellikler kendisine guzelce anlatılmamıştır.
Hıristiyanlarda boyle bir yaşantı, maalesef yok. Herkes, kendi menfaati icin yaşıyor. Diğerinin derdiyle pek ilgilenen yok.

Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz hakkında neler soylemek istersin?
Oncelikle O’nu cok sevdiğimi soyleyeyim. Cunku kendimi sorumlu hissederek kardeşlerim ve annem başta olmak uzere bircok kişinin hidÂyete ermesi icin calıştığım ve bunun ne kadar zor olduğunu anladığımda hep O’nu duşundum. O yuce insan, hayatı boyunca bu zor vazifeyi icraya calışmıştı. Size bu dÂvetler esnasında karşılaştığım tahammulu zor guclukleri anlatmayacağım. Ama O’nun bu yolda cektiklerini okurken hep gozlerim dolar. O’nu anlayabilmenin, O’nun yolundan gitmekle daha kolay anlaşılacağını soylemek isterim.
Duşunebiliyor musunuz? Hayatınızda ornek alabileceğiniz, hayran kalarak değer verdiğiniz, kendisi gibi olmak istediğiniz hicbir insan yokken, karşınıza hayal dahî edemeyeceğiniz derecede mukemmel bir insan bir “usve-i hasene” cıkıyor. Bunu kelimelerle anlatmak, sizce ne kadar mumkun? O bizim icin bir ideal olcu!.. Bence O’nu Kur’Ân’dan sormalı. Kur’Ân’da O’nun hakkında soylenenleri duşunursek, O’nu ne kadar sevmemiz gerektiğini daha iyi anlayabiliriz.

Kur’Ân-ı Kerîm’in meÂlini defalarca okuduğunu soylemiştin. Seni en cok etkileyen Âyetler ya da sûreler hangileri oldu?
Belirli bir Âyet ya da sûre ismi zikretmek, Kur’Ân’ın butunune saygısızlık olur. Onun her Âyeti birbirinden etkili... Fakat FÂtiha Sûresi’nin benim uzerimdeki tesiri bambaşka olmuştur. O bir oz!.. Her şeyi ozetliyor. Bir de Allah -celle celÂluhû- kimlerin Âkıbetinin ne olacağını belirtirken, cehennemden ve oraya girenlerin hÂllerinden bahsediyor. Bu da beni hep urpertmiştir.
Evet, gercekten film gibi bir mÂceran var. Allah bundan sonraki hayatınızda da muvaffakiyetler ihsÂn eylesin.
Âmin. Doğru yolu sectiğimi duşunuyor ve diğerlerinin de bunu yapmasını arzu ediyorum. İlginize teşekkur ederim.
Muslumanlar ‘duşunmek’te gevşek davranıyorlar.

Onceki hayatın mÂlûm... İslÂma da sonradan katıldın. Her iki dine ve bu dinlerin insanlarına Âşin birisi olarak Muslumanlara ve Hıristiyanlara neler soylemek istersin?
Cok onemli bir meseleye değindiniz. Bu konu, ozellikle Rusya gibi Hıristiyan ve Muslumanların ic ice yaşadıkları ulkeler icin cok şey ifÂde ediyor. Aslında bu, başlı başına ayrı bir roportaj konusu olabilir. Ama kısaca ifÂde edecek olursak, Muslumanlar Kur’Ân’ın meÂlini okumakta ve AllÂh’ın -celle celÂluhû- Kur’Ân’da buyurduğu gibi “akletmek”te, “duşunmek”te gevşek davranıyorlar. İdrÂk yeterince gercekleşmeyince amel de eksik oluyor. İnsanlar, hayatın akışı icerisinde durup duşunebilme fırsatı bulamıyorlar. Bunun icin de bazı hakîkatleri yeterince idrak edemiyorlar. Hayat bir “oyun ve eğlence”!.. Sanırım tek bir gun de olsa dunyevî işlerimizin tamamını bir kenara bırakıp îtikÂf benzeri bir seans yapmalı... Bir gun tefekkur etmeli!.. Sadece bir gun!.. Sanırım tefekkur sonrası, kişi dunyaya, hayata ve her şeye farklı bir acıdan bakar hÂle gelecektir. İdrÂk buyuk bir kavram!.. Anlamak değil, idrÂk etmekten bahsediyorum. Zihnî değil, hissî bir şey bu. Derinlemesine duyulan, yaşanan bir duygu...
(Altınoluk, Şebnem eki,Kasım 2006
sayısından alınmıştır)
__________________