"Gece karanlığında alevler semaya yukseliyordu. Buyuk bir yangın vardı. Medine'de Peygamber Efendimiz s.a.v.'in mescidine ortalama bir saatlik mesafede. Kuba mescidinin tam karşısında…
Butun Medine halkı Tebuk gazvesinden donmekte olan orduyu bekliyordu. Yangın haberini alan oraya koştu. Herkeste bir telaş vardı. Yanan bir cami idi. Yeni yapılan bir cami. Herkes bu yangının sebebini merak ediyordu.
Yangın yerine gelenler, alışılmadık bir durumla karşılaştı. Yangına hic kimse mudahale etmiyordu.
Bir tarafta kızgınlıklarını saklamayan bir grup, obur tarafta Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz'in iki gorevlisi. Malik b. Duhşum ile Asım b. Adiyy r.a... Camiyi kendilerinin yaktıklarını, bunun Rasulullah s.a.v.'in emri olduğunu soyluyorlardı. Bu sozun karşısında akan sular dururdu. Acaba Efendimiz s.a.v. bu camiyi neden yaktırmıştı?
Karanlık bir adamın sinsi plÂnı
Medine'deki buyuk kabilelerden birisi Hazrec kabilesiydi. Rasulullah s.a.v. Efendimiz hicret etmeden once, Hazrecliler arasında saygı duyulan bir adam vardı. Ebu Amir er-Rabih ismindeki bu adam, Cahiliye Donemi'nde hıristiyan olmuştu. Kitap ehlinin sahip olduğu bilgileri okumuştu. Efendimiz s.a.v.'in hicretinden sonra Hazreclilerin coğu musluman oldu. Rasul-i Ekrem s.a.v., bizzat Ebu Amir'i musluman olmaya davet etti. Fakat o kabul etmedi.
Bedir Harbi'nde Yuce MevlÂ'nın yardımıyla Rasulullah s.a.v. muzaffer olunca, Ebu Amir icindeki kinini ortaya cıkardı, İslÂm'a cephe aldı. Mekke'ye kacarak, oradaki muşrikleri muslumanlarla savaşa kışkırttı. Uhud Harbi'ne buyuk umutlarla geldi ama arzu ettiği sonucları elde edemeyince, Bizans kralı Heraklius'un yanına gitti. Kral onu ceşitli hediyelerle ağırladı ve bazı vaatlerde bulundu. Bu vaatler uzerine Ebu Amir, Medine'deki muslumanlar arasında bulunan ve gercek yuzlerini gostermeyen munafıklara mektuplar yolladı. Heraklius'un vaatlerini bildirerek yakın bir zamanda bir ordu ile geleceğini haber verdi. Bir de harekÂt merkezi olarak bir yer hazırlamalarını istedi.
Gorunuşte cami ama...
Medine'de bulunan munafıklar, Ebu Amir'in talimatı uzerine, organizasyon merkezi olarak bir cami inşa etmeye başladılar. Gorunurde cami ama aslında Rasulullah s.a.v.'e ve muminlere karşı bir harekÂt merkezi!.. Hem de Efendimiz s.a.v.'in hicreti esnasında, Medine'nin kenar semtinde kurmuş olduğu Kuba Mescidi'nin hemen yakınında. Niyetlerini soranlara da “karanlık gecelerde, aşırı yağmurlarda Kuba Mescidi'ne gidemeyenlerin rahatlıkla namaz kılmaları icin” inşa ettiklerini soyluyorlardı.
Hicretin dokuzuncu yılında yapımına başlanan bu cami, Tebuk Gazvesi hazırlıkları esnasında tamamlandı. Camiyi yaptıranlar, Rasulullah s.a.v. Efendimiz'i ziyaret ettiler, camilerine davet ettiler ve orada namaz kılmasını istediler. Efendimiz s.a.v. savaş hazırlığı ile meşguldu ve Tebuk donuşunde Allah dilerse oraya gideceğini ifade buyurdu.
Tebuk donuşunde Medine'ye bir gunluk mesafe kalmışken, Cebrail a.s. yucelerden haber getiriyordu. Efendimiz s.a.v., ayetleri tek tek okuyordu:
“(Munafıklar arasında) bir de (muminlere) zarar vermek, inkÂr etmek, muminlerin arasına ayrılık sokmak ve daha once Allah ve Rasulu'ne karşı savaşmış olan adamı beklemek icin bir mescid kuranlar ve ‘iyilikten başka bir şey istemedik' diye yemin edecek olanlar da vardır. İşte Allah, onların kesinlikle yalancı olduğuna şahitlik eder.
Onun icinde asla namaz kılma! İlk gunden takva uzerine kurulan mescitte (Kuba Mescidi'nde) namaz kılman elbette daha doğrudur. Orada arınmayı seven kişiler vardır. Allah da cok arınanları sever.
Binasını Allah korkusu ve rızası uzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa bir ucurumun kenarına kurup, onunla beraber kendisi de cokup cehennem ateşine giden kimse mi? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.
Yaptıkları bina, kalpleri parcalanıncaya kadar yureklerine devamlı bir kuşku (sebebi) olacaktır. Allah cok iyi bilendir, hikmet sahibidir.” (Tevbe, 107-110)
Hz. Peygamber'in verdiği yıkım emri
İşte bu ayetlerin nuzulunden sonra Efendimiz s.a.v., emrini verdi.
Ayette “dırar” yani “zararlı” diye tanımlanan bu sozde cami yıkılmalıydı. Malik ile Asım r.a. bu iş icin gorevlendirildi. Onlar da -ellerine sağlık- o fitne yuvasını, Dırar Mescidi'ni yaktılar. İki yuzlulerin zaten zayıf olan hileleri başarıya ulaşamadı. Ama şurası bir gercek ki, bu iki yuzluler Efendimiz s.a.v.'in arkasında senelerce fitne kazanını kaynatmaya muvaffak oldular.
Muhacir ve Ensar gibi gelmiş gecmiş en fedakÂr, en samimi insanların arasına onlardanmış gibi karıştılar. Onların imanına, onların anlayışına ve onların yaşantısına sahipmiş gibi davrandılar.
Muhacir ile Ensarın fedakÂrlığı, samimiyeti ve dostluğu, bir anlayışın, bir kavrayışın sonucuydu. Onlar gonullerini acıyorlardı, Allah da o gonullere bir anlayış ikram ediyordu. İşte bu anlayışa el-fıkh (fıkıh) deniyordu.
Mekke'den hicret edenlerde bu fıkıh vardı; onlara Medine'de kucak acanlarda da bu fıkıh vardı. Buraya kadar herkes bu anlayışla Efendimiz s.a.v.'in yanında yer aldı. O'nun yanına gelmek, insana bir dunyalık sağlamıyordu. Aksine Medine'ye hicret edene kadar O'na inanmak demek, sıkıntılarına ortak olmak, zorluğu satın almak, bircok kimsenin duşmanlığını kazanmak, itilip kakılmak, hatta canından bile olmak demekti. Onun icin Medine'ye hicrete kadar Efendimiz s.a.v.'in yanında ikiyuzluluk ve munafıklık olmadı.
O anlayış olmayınca
Ne olduysa işte buradan sonra oldu. Medine'de muslumanlar coğunluğa gecti. Efendimiz s.a.v. artık sadece bir peygamber değil, aynı zamanda bir lider, bir başkandı.
Samimi olarak gonlunu acanlarda sıkıntı yoktu. Gonlunu acmayanlara gelince, bir kısmı eski inancında kaldı ve hayatını acıktan oyle yaşamaya devam etti. Hıristiyan ve yahudilerin buyuk bir kısmı ile putperestlerin bir bolumu boyle yaptı. İman etmediler ama ikiyuzluluk de yapmadılar.
Gonlunu o nura acmayanlardan diğer bir kısım ise ikiyuzlu davrandı. İnanmadılar ama inanmış gibi gorunduler. Rasul-i Ekrem s.a.v.'in yanına geldiler, şehadet getirdiler, mescitlere girdiler, namaz kıldılar, hatta savaşlara bile katıldılar. Kendi başlarına kaldıklarında ise, muslumanlarla dalga gectiklerini, onları kandırdıklarını soylediler. Bir fırsatını bulduklarında da asıl yuzlerini gosterdiler, hep zararlı işler işlediler. Nifak ehli oldular, munafık oldular.
Onların butun yaptıkları, menfaatlerinin icabıydı. Muhacir ve Ensar'ın yaptıklarının kaynağı ise, Yuce MevlÂ'nın nasip ettiği o derin anlayış, yani fıkıhtı. Sahabe-i Kiram yaşantılarını hep bu fıkıhla kontrol etti. Nifaka, ikiyuzluluğe duşmekten hep endişe etti.
İnanmak ve yaşamak, Allah'ın lutfettiği bir derin bir kavrayışın, bir anlayışın urunudur. Tekrar soyleyelim, bunun adı fıkıhtır. Bu anlayış, gonlumuzun icine iman ile birlikte konulur, fedakÂrlıklarla guclenir, derinleşir. Efendimiz s.a.v.'in buyurduğu uzere, Allah her kime iyilik dilerse, işte bu anlayışı ihsan eder
MEHMET IŞIK
Semerkand Dergisi'nden Alınmıştır"
__________________
bir caminin golgesindeki iki yuzluler!!
Dini Bilgiler0 Mesaj
●47 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- bir caminin golgesindeki iki yuzluler!!