Ehl-i sunnet Âlimleri buyuruyor ki:

Nakil yolu ile anlaşılan, yani Peygamberlerin soyledikleri şeyleri, akıl ile araştırmaya uğraşmak, duz yolda guc giden, yuklu bir arabayı, yokuşa cıkarmak icin zorlamaya benzer. Yokuşa doğru at, kamcılanırsa, cabalaya cabalaya, ya yıkılıp canı cıkar, yahut, alışmış olduğu duz yola kavuşmak icin sağa sola ve geriye kıvrılarak arabayı yıkar ve eşyalar harap olur. Akıl da, yuruyemediği, anlayamadığı ahiret bilgilerini cozmeye zorlanırsa, ya yıkılıp insan aklını kacırır veya bunları alışmış olduğu, dunya işlerine benzetmeye kalkışarak, yanılır, aldanır ve herkesi aldatır. Akıl, his kuvveti ile anlaşılabilen veya hissedilenlere benzeyen ve onlara bağlılıkları bulunan şeyleri birbirleri ile olcerek, iyilerini kotulerinden ayırmaya yarayan, bir miyardır, bir alettir. Boyle şeylere bağlılıkları olmayan varlıklara eremiyeceğinden, şaşırıp kalır. O halde, Peygamberlerin bildirdikleri şeylere, akla danışmaksızın inanmaktan başka care yoktur.



Peygamberlere tÂbi olmak, aklın gosterdiği bir luzumdur ve aklın istediği ve beğendiği bir yoldur. Peygamberlerin, aklın dışında ve ustunde bulunan sozlerini, akla danışmaya kalkışmak, akla aykırı bir iş olur. Gecenin koyu karanlığında bilinmeyen yerlerde, pervasızca yurumeye ve engin denizde, acemi kaptanın, pusulasız yol almasına benzer ki, her an ucuruma, girdaba duşebilirler. Nitekim, felsefeciler ve tecrubeleri hayalleri ile izaha kakışan maddeciler, akılları dışında bulunan sozlerinin coğunda yanılmış, bir yandan bircok hakikatleri meydana cıkarırken, bir taraftan da, insanların seadet-i ebediyyeye kavuşmalarına mani olmuşlardır. Tecrubelerin dışına taşmayan akıl sahipleri, bu acıklı hali, her zaman gormuş ve bildirmiştir.



İslamiyet’te aklın ermediği şeyler coktur. Fakat, akla uymayan bir şey yoktur. Ahiret bilgileri ve Allahu teÂlÂnın beğenip beğenmediği şeyler ve Ona ibadet şekilleri, eğer aklın cercevesi icinde olsalardı ve akıl ile doğru olarak, bilinebilselerdi, binlerce Peygamberin gonderilmesine luzum kalmazdı. İnsanlar, dunya ve ahiret saadetini kendileri gorebilir, bulabilirdi ve Allahu teÂlÂ, hÂşÃ‚ Peygamberleri boş yere ve luzumsuz gondermiş olurdu. Hicbir akıl, ahiret bilgilerini bulamayacağı, cozemeyeceği icindir ki, Allahu teÂlÂ, her asırda dunyanın her tarafına, Peygamber gondermiş ve en son ve kıyamete kadar değiştirmemek uzere ve butun dunyaya, peygamber olarak, Muhammed aleyhisselamı gondermiştir. Butun Peygamberler, akıl ile bulunacak dunya işlerine dokunmayıp, yalnız bunları araştırmak, bulup faydalanmak icin calışmayı emir ve teşvik buyurmuş, kendileri dunya işlerinden herbirinin, insanları ebedi saadete ve felakete nasıl surukleyebileceklerini anlatmış ve Allahu teÂlÂnın beğendiği ve beğenmediği şeyleri acık olarak bildirmişlerdir.



Allahu teÂlÂ, insanı yaratınca, ona hakkı bÂtıldan, iyiyi kotuden, faydalıyı zararlıdan ayırabilmesi icin aklı verdi. Akıl bir olcu aletidir. Allahu teÂlÂya ait bilgilerde olcu olmaz. Mahluklara ait bilgilerde olcu olur. Akıl, insandan insana değiştiği icin, bazı insanlar mahluklara ait bilgilerde isabet ettiği halde, bazıları yanılabilir. Acaba insan, bir yol gosterici, bir kılavuz olmadan aklı ile Allah’ın bildirdiği doğru yolu bulabilir miydi? Tarih incelenirse, insanların kendi başlarına gittiklerinde, hep yanlış yollara saptıkları gorulur.



İnsan, kendini yaratan buyuk kudret sahibinin var olduğunu, aklı sayesinde duşundu. Fakat, ona giden yolu bulamadı. Bunu once etrafında aradı. Kendine en buyuk faydası olan guneşi, yaratıcı sandı ve ona tapmaya başladı. Sonra buyuk tabiat guclerini, fırtınayı, ateşi, denizi, yanardağları gordukce, bunları yaratıcının yardımcıları sandı. Herbiri icin bir suret, simge yapmaya kalktı. Bundan da putlar doğdu. Bunların gazabından korkarak kurbanlar kesti. Her yeni olayla, o olayı simgeleyen putların miktarı da arttı. İslamiyet başladığı zaman, KÂbe’de 360 put vardı. Bugun bile guneşe, ateşe tapanlar vardır. Rehbersiz karanlıkta doğru yol bulunamaz.



Akıl, goz gibidir, din bilgileri de ışık gibidir. Gozumuz, maddeleri, cisimleri karanlıkta goremez. Allahu teÂlÂ, gorme aletimizden faydalanmamız icin, guneşi, ışığı yaratmıştır. Guneşin ve ceşitli ışık kaynaklarının nuru olmasaydı, gozumuz işe yaramazdı. Tehlikeli cisimlerden, zararlı yerlerden kacamaz, faydalı şeyleri bulamazdık. Evet, gozunu acmayan veya gozu bozuk olan, guneşten faydalanamaz. Fakat, bunların guneşe kabahat bulmaya hakları olmaz.



Akıl da, yalnız başına maneviyatı, faydalı-zararlı şeyleri anlayamaz. Allahu teÂlÂ, akıldan faydalanmak icin, peygamberleri, dinin ışığını yarattı. Peygamberler, dunya ve ahirette rahat etmek yolunu bildirmeseydi, akılla bulunmazdı. Tehlikelerden, zararlardan kurtulamazdık. İslamiyet’e uymayan veya aklı az olan, Peygamberlerden faydalanamaz. Zararlardan kurtulamaz.



Peygamberlere tÂbi olmak, aklın istediği ve beğendiği bir yoldur. Peygamberlerin, aklın dışında ve ustunde bulunan sozlerini, akla danışmaya kalkışmak, akla aykırı bir iş olur.



Akıl cok şeyi anlar. Fakat her şeyi anlayamaz. Anlaması da kusursuz, tam değildir. Cok şeyleri, peygamberler bildirdikten sonra anlamaktadır. Akıl, dunya işlerinde bile cok kere yanılmaktadır. Boyle olduğunu bilmeyen yoktur. Din bilgilerini, boyle bir akıl ile tartmaya kalkışmak doğru olamaz. Din bilgilerini akıl ile inceleyip, akla uygun olup olmamasına kalkışmak, aklın hic yanılmaz olduğuna guvenmek olur ve peygamberlik makamına inanmamak olur. Dinin temeli, Peygambere inanmaktır. Akıl, bu temel bilgiyi kabul edince, Peygamberin bildirdiklerinin hepsini kabul etmiş olur.



Allahu teÂlÂ, aklımızdan istifade edebilmemiz icin peygamberler ve kitaplar gonderdiğine gore, artık bunlara inanmamak icin bir mazeret ileri surulemez. Bugun Kur’an-ı kerimin buyuk bir mucize olduğunu batılı bilginler bile itiraf etmektedir. Ayrıca tecrubi ilimlerle de ispat edilmiştir. Bir kelimesi değişse, insan sozu karıştığı ehlince kolay anlaşılır. Allahu teÂlÂyı kabul edip de, emir ve yasaklarını kabul etmemek akla uygun değildir. Guneşe inanıp da, ışık ve ısısına inanmamak, doğuma inanıp da olume inanmamak gibi abestir.



Akıl herkeste eşit değildir. En yuksek akıl ile en aşağı akıl arasında binlerce derece vardır. Her işte ve hele dini işlerde akla guvenilemez. Din işleri, akıl uzerine kurulamaz. Cunku akıl, bir kararda kalmaz. Herkesin aklı, birbirine uymadığı gibi, selim olmayan akıl, bazen doğruyu bulur, bazen da yanılır ve yanılması daha cok olur. En akıllı denilen kimse, mutehassıs olduğu dunya işlerinde bile, cok hata eder. Hele ahiret bilgilerinde akla nasıl guvenilebilir?



İnsanların şekil ve ahlakları gibi, akıl ve ilimleri de, farklıdır. Birinin aklına uygun gelen bir şey, başkasının aklına uygun gelmeyebilir. O halde, din işlerinde, akıl, tam bir olcu olamaz. Ancak, akıl ile din birlikte, tam ve doğru bir vesika ve olcu olur.



Selim olmayan akıl, bir gerceği kabul etmezse, bunun ne kıymeti vardır? Selim olan akıl, din hukumlerinin hepsinin pek yerinde ve doğru olduğunu acıkca gorur.



Bid’at fırkalarından mutezileye gore aklın yolu birdir. Akıl, herkeste eşittir. Akıl şaşmaz bir huccettir. Akıl ile Allah’ın varlığını bilme mecburiyeti olduğu gibi, haram ve helal olan şeyleri de akıl ile bilme mecburiyeti vardır. Halbuki, haram, helal ancak nakil ile anlaşılır. Ehl-i sunnete gore edille-i şeriyye dorttur: Bunlar; Kitap, Sunnet, İcma ve Kıyas-ı fukahadır. Şia’da dorduncusu akıldır. Ehl-i sunnette ise akıl, edille-i şeriyyeden değildir.



Her ne kadar akıl, iyiyi kotuden ayıran bir kuvvet ise de, her işte olcu olmaz. Allahu teÂlÂya ait bilgilerde akıl senet olmaz. Akıl, kendi başına dinin emir ve yasaklarını bilseydi, peygamberlere, Âlimlere luzum kalmazdı.



İbni Sakka isimli bir Âlim, akla cok onem verirdi. Her şeyi akılla ispata kalkardı. Allah’ın varlığını, birliğini 99 delil ile ispat eder ve hep bu konu uzerinde calışırdı. Zamanla aklının almadığı konular da cıktı, şupheleri arttı, bocalamaya başladı. Yusuf-i Hemedani hazretlerine bir şey sordu. O da (Otur, senin sozunden kufur kokusu geliyor) buyurdu. İstanbul’a elci olarak gidince, hıristiyan oldu. Hıristiyan olduktan sonra da, 100 delil ile Allah’ın 3 olduğunu ispata kalkıştı. (F. Hadisiye)



Dinimizin bildirdiği iman, acaba doğru mu diye tahkik edilmez yani araştırılmaz. İman, Muhammed aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği şeyleri, tahkik etmeden, akla, tecrubeye ve felsefeye uygun olup olmadığına bakmadan, tasdiktir. Akla uygun olduğu icin tasdik etmek, aklı tasdik etmek olur, Resulu tasdik etmek olmaz. Yahut Resulu ve aklı birlikte tasdik etmek olur ki, o zaman Peygambere itimat tam olmaz. İtimat tam olmayınca, iman olmaz. Allahu teÂlÂ, (Onlar gayba iman ederler) buyurdu. (Bekara 4)

Resulu de, (Dini aklı ile olcen kadar zararlı kimse yoktur) buyurdu. (Taberani)



Allahu teÂlÂnın Peygamberler gondermesi, butun mahluklara rahmet ve ihsandır. Allahu teÂlÂ, kendi varlığını ve sıfatlarını, bizim gibi aciz insanlara, bu buyuk Peygamberleri ile haber verdi. Beğendiği şeyleri, beğenmediklerinden bunlar vasıtası ile ayırdı. İnsanlara dunya ve ahirette faydalı şeyleri zararlılarından, bunların aracılığı ile ayırt etti. Eğer Peygamberler gonderilmeseydi, akıl, Allah’ın varlığını anlayamaz, Onun buyukluğunu kavrayamazdı. Nitekim, kendilerini akıllı sanan eski Yunan filozofları, Allahu teÂlÂnın varlığını anlayamadılar. Yaratanı inkÂr ettiler. Kısa akılları herşeyi zaman yapıyor sandı. Nemrud’un, Hz. İbrahim ile cekişmesi Kur’an-ı kerimde bildirilmektedir. Firavun da "Benden başka tanrınız yoktur" demiş ve Hz. Musa’yı "Benden başka tanrıya inanırsan, seni hapsederim" diye korkutmak istemişti. Demek ki, insanların kısa akılları, bu en buyuk nimeti anlayamaz. Bir Peygamber olmadıkca, bu sonsuz saadete kavuşamaz.



Eski Yunan felsefecileri, "Akıl hic şaşmaz, her şeyin doğrusunu anlar" diyor, aklın her şeye erdiğini sanıyorlar. Aklın eremediği şeyleri de, akıl ile cozmeye kalkışıyorlar. Halbuki akıl, dunya bilgilerinde bile yanılıyor. Ahiret bilgilerini ise, hic anlayamıyor. Akıl, duygu organları ile anlaşılamayan şeyleri bulabildiği gibi, aklın eremediği şeyler de Peygamberlerin bildirmeleri ile anlaşılır. Akıl, his organlarının ustunde olduğu gibi, Peygamberlik de, akıl kuvvetlerinin ustundedir. Akıl kuvvetlerinin varamadığı şeyler, Peygamberlerin bildirmeleri ile oğrenilir.



Peygamberlerin haber verdikleri, Allahu teÂlÂnın ustun sıfatlarının var olduğu, Peygamber gonderdiği, meleklerin gunahsız olduğu, oldukten sonra herkesin dirileceği, Cennette sonsuz nimetler ve Cehennemde azaplar bulunduğu ve İslamiyet’in bildirdiği daha nice şeyler, akıl ile anlaşılamaz.

Bunlar, Peygamberlerden işitilmedikce, insanların kısa akılları ile bulunamaz.



[Lise, universite dersleri, matematik, madde, fen bilgileri, elbette faydalıdır. Bunlar, aklı kendi sınırı icinde yanılmaktan korur. Dunyada insanların rahat yaşamalarını sağlayan yeni şeyler bulunmasına yararlar. Dunya işlerinde, akıl ile bulunabilecek şeylerde bu bilgilerden istifade edilir. Bunların yardımı ile televizyon, elektronik beyin, radyo, sesten hızlı ucak, nukleer denizaltıları ve casus peykler ve ay yolculuğu gibi nice başarılı şeyler bulunabilir.



Bunlar, İslamiyet’e karşı değil, İslamiyet ile beraber olan ve imanı kuvvetlendiren şeylerdir. Cunku İslamiyet, aklın sınırı icinde olan butun bilgilerde fenne uygundur. Akıl, bu bilgilerin doğrusunu bulabildiği icin, İslamiyet’e uygun olur. Muslumanların bunları da oğrenmesi, istifade etmesi gerekir.]



Fen bilgilerinden dunya işlerinde faydalanıp da, Ahiret bilgilerini anlamakta bunlardan faydalanamamak, hatta bunları oğrenince, kendini beğenip, aklına uyup, ahiret bilgilerini de akıl ile cozmeye kalkışarak dinden cıkmak, insanlar icin yuzkarasıdır. Butun fen bilgileri, aklın erdiği şeylerde işe yaramaktadır. Ebedi saadete ve felakete sebep olacak işleri, bu bilgilere dayamak ve ahiret işlerini bu bilgilerle cozmeye kalkışmak doğru olmaz. Bu en muhim işler aklın ve fen bilgilerinin sınırı dışındadır. Bu en luzumlu bilgileri, Peygamberlerden oğrenmeyip, yalnız dunya bilgileriyle cozmeye uğraşmak, luzumsuz vakit gecirmek olur. Cunku o bilgiler, aklın ermediği işlerde faydalı olamaz, bunlar ancak Peygamberlerin bildirmeleri ile anlaşılabilir.



İslam bilgileri fen ve din bilgileri olmak uzere ikiye ayrılır. Din bilgileri, yalnız nakil ile anlaşılır.



His organları ile anlaşılan şeylerin bir sınırı vardır. Bunun dışında olan bilgiler his organları ile anlaşılamaz veya yanlış anlaşılır.



Bundan başka, insanların hissetme kuvvetleri cok yerde hayvanlardan daha zayıftır. His organlarımız ile anlayamadığımız şeyleri, akıl ile bulur, anlarız. Bunun gibi aklın da bir anlayış sınırı vardır. bu sınırın dışında olan bilgileri, akıl bulamaz ve anlayamaz. Akıl, erişemediği şeyleri anlamaya kalkışırsa yanılır, aldanır. Boyle bilgilerde akla guvenilemez. Mesela, Allahu teÂlÂnın sıfatları, Cennet ve Cehennemde olan şeyler, ibadetlerin nasıl yapılacağı ve din bilgilerinin coğu boyledir. Akıl bunlara eremez. Bu bilgilerde akıl ile nakil catışırsa, nakle uyulur, aklın yanıldığı anlaşılır.



Kur’an-ı kerimde dort şey bildirilmektedir: İman, ahkam, kıssalar ve haberler.



İmanda, inanılması gereken bilgilerde hic değişiklik olamaz. Her peygamberin, her ummetin inanışı hep birdi. İnanışları arasında insanlar tarafından bozulmadan once hic ayrılık yoktu.



İkincisi olan ahkam, Allah’ın emirleri ve yasaklarıdır. Yapılması ve sakınılması emredilen ahkamda değişiklik olabilir. Fakat, bu değişikliği yalnız Allahu teÂl yapmış ve Peygamberleri ile değiştirmiştir.

Kıssalar, gecmiş insanların, ummetlerin hallerini, yaşayışlarını anlatmak demektir.



Haberler, gecmişte olmuş ve gelecekte olacak şeyler demektir. Mesela, kıyamet alametleri, Cennette akarsuların bulunduğu haber verilmiştir. Kıssalar ve haberlerde değişiklik olmaz. Din bilgileri arasında birbirleri ile catışır gibi olanları gorulurse, bunlar yine akla uydurulmaz. Birbirlerine uydurulmaya calışılır.



Bunlar arasında, birkac turlu anlaşılabilen bilgiyi, acıkca bildirilmiş olan başka bilgi ile catışmayacak şekilde anlamalıdır. Burada akla duşen vazife, boyle bilgileri, acıkca anlaşılabilene uygun anlamaktır.

İslam ilimlerinin ikincisi olan fen bilgileri, his organları ile ve bunlara yardımcı aletlerle gozetleyerek, inceleyerek, hesap ederek ve deneyerek anlaşılır. Hepsi akıl ve zeka ile yapılır.

Hepsinde aklın bulduğuna guvenilir. Nakil ile fen bilgisinde catışma olduğu zaman, akla uyulur. Yani nakil, akla uygun olarak acıklanır.



Akıl mutevati midir, yoksa muşekkik midir? Mutevati, bir cins icinde bulunan fertlerin hepsinde eşit miktarda bulunan sıfat demektir. En yuksek insan ile en aşağı insan, insan olmakta eşittir. Âlim ile cahilin insan olması aynıdır.



Muşekkik, bir cins icindeki fertlerin hepsinde eşit miktarda bulunmayan sıfattır. İlim sıfatı boyledir.

Mesela bir Âlim ile bir cahilin ilmi eşit değildir. Akıl da insan gibi mutevati değil, ilim gibi muşekkiktir. Yani fertler arasında eşit olarak bulunmaz. En yuksek akıl ile en aşağı akıl arasında binlerce dereceleri vardır. Şu halde "Aklın yolu birdir" demek cok yanlıştır.



Her işte ve hele dini işlerde akla guvenilemez. Din işleri, akıl uzerine kurulamaz. Cunku akıl, bir kararda kalmaz. Herkesin aklı, birbirine uymadığı gibi, bir adamın, selim olmayan aklı da, bazen doğruyu bulur, bazen da yanılır ve yanılması daha cok olur. En akıllı denilen kimse, din işlerinde değil, mutehassıs olduğu dunya işlerinde bile, cok hata eder. Cok yanılan bir akla nasıl guvenilebilir? Devamlı, sonsuz olan ahiret işlerinde, nasıl olur da, akla uyulur?



İnsanların şekil ve ahlakları başka başka olduğu gibi, akıl, tabiat ve ilimleri de, ayrı ayrıdır. Birinin aklına uygun gelen bir şey, başkasının aklına hic de uygun gelmeyebilir. Birinin tabiatına uygun olan bir şey, başkasının tabiatına uymaz. O halde, din işlerinde, akıl, tam bir olcu, doğru bir senet olamaz. Ancak, akıl ile din birlikte, tam ve doğru bir vesika ve olcu olur. Bunun icin, (Dinini ve imanını, insan duşuncelerinin neticelerine bağlama ve akıl ile inceleyerek varılan sonuclara uydurma) buyurmuşlardır.



Selim olmayan akılların, yanıldıkları icin, bir hakikati kabul etmemeleri, uygun bulmamaları, bir kıymet bildirmez. Selim olan akıllar, yani Peygamberlerin akılları, din hukumlerinin hepsinin pek yerinde ve doğru olduklarını acıkca gorur. İslamiyet’in her hukmu, bu akıllar icin, pek meydanda, aşikÂr ve apacıktır. Senede, ispat etmeye luzum olmadığı gibi, tembih etmeye, haber vermeye de luzum yoktur. (Mektubat-ı Rabbani, Seadet-i Ebediyye, Faideli Bilgiler, Mizan-ul kubra)
__________________