Minarelerin Sesi

Minarelerin sesi asırlardır milletimizin sesi olagelmiştir. Biz, o seslerin cağlayanlar gibi uzerimize dokulduğu bir dunyada doğup buyuduk. O altın seslerle gune başladık, onlarla gun boyu yaşadık, onlarla oturup kalktık ve hÂl onlarla oturup kalkıyoruz. Aslında o sesler, gunde beş defa bize, kim olduğumuzu ve nasıl bir konumda bulunduğumuzu hatırlatır; biz de onlarla derlenir-toparlanır ve varoluş gayemize, gercek insanî ufka yoneliriz.

Bu semÂvî cağrı bizim dunyamızda, gokten indiği andan itibaren hep kendi orijiniyle gurleyip durdu, asla susmadı ve onca munasebetsiz hırıltıya rağmen ona icabet de hic mi hic kesilmedi. Her şeyin kunde kunde ustune devrildiği dar bir zaman diliminde, bir kısım alafranga duşuncelerin tesiriyle onda da muvakkaten bir alaturkalaşma oldu ise de, o hemen butun zaman ve mekÂnlarda kendine has orgusu ve şîvesiyle hep devam etti ve gelip bugunlere ulaştı. Bundan sonra da -inşaallah- "ebed muddet" boyle surup gidecektir.

Her zaman gurul guruldur minarelerin sesi bizim dunyamızda. Bu ses, her gurleyişinde pek cok mu'min gonlu ÂbÂd, bir hayli şeytanî hÂnumÂnı da tÂrumÂr etmiştir.. evet minarelerin sesi duyulunca, Arz'a ruhÂnîlerle beraber itminan ve sekine iner, bu esnada habis ruhlarsa kuyruklarını kısar ve saklanacak yer ararlar. Arz u semÂda bir velvele olur minarelerin sesi duyulunca; kimileri ona koşar, kimileri de ondan kacar. Yarasalar rahatsız olur, guvercinler ona dem tutmaya durur. Gonuller pur heyecan şahlanır, nefislerse yeisle yutkunur.

Minareler bazen bulundukları yer itibarıyla yalnızdırlar, tek başlarına soze başlarlar. Ne var ki, sağa-sola doğru bir kac adım atınca, daha başka seslerin de onlara eşlik ettiği duyulur. Bazen de minareler birbirlerine yakın bulunuyor olmanın hakkını eda sadedinde, vakit "tık" deyince hepsi birden gurler.. ve ayrı ayrı enstrumanlar gibi birbirinden farklı sesler cıkarırlar. Sesler birbirinden farklıdır ama yine de bir korodaki Âhenk butunluğu icinde hep bir beraberlik arz ederler. En azından biz onu oyle duyar, oyle hisseder ve oyle anlarız.

Sabah ayrı, oğlen ayrı, akşam ayrıdır minarelerin o ince, o narin ve o icten sesleri. Ruh ve gonuller uzerindeki fusunlu tesirleriyle her zaman farklı birer musıkî faslı gibi boşalır başımızdan aşağı bu lÂhûtî sesler ve soluklar. Onları duyar duymaz da -en azından inanan gonuller icin bu boyledir- ayaklarımız yerden kesilir gibi olur, derken bulunduğumuz zaman ve mekÂnla alÂkamız kalmamışcasına yururuz bir sihirli derinliğe doğru. Yururuz o sesleri mırıldana mırıldana Firdevslere yuruyor gibi mÂbede... Varıp Hak karşısında el-pence divan duracağımız Âna kadar da gonullerimiz hep bu seslerle carpar, dil ve dudaklarımız da surekli onlara eşlik eder.

Minarelerin sesleri, bir yandan kulaklarımıza carpıp bizi semÂvîliğe cağırdıkları aynı anda, diğer yandan da goklerin derinliklerine doğru yankılanarak "Sozlerin en temiz ve en guzel olanı O'na yukselir." fehvasınca sem kapılarını aşar ve gider t otelere, otelerin de otesine ulaşırlar; ulaşırlar da gectikleri her kapı ve ulaştıkları her noktada hummalı bir faaliyet başlar: İnsanlar fevc fevc abdeste koşar, tÂzim u tekrîmle namaza yurur ve herkes bir ceşit vuslat yaşar; buna karşılık gok ehli de ihtimal, safvetlerinin derinliğiyle mutenasip, olabildiğine bir temkin ve huşû icinde, ona yonelir ve kendilerince Hakk'a tebcîlÂt ve tekrîmÂtlarını arz ederler.. evet, bu seslerin buyusuyle hemen herkes, olduğundan ve bulunduğundan daha farklı yeni bir duruşa gecer; yeni bir duyuş, yeni bir sezişle oteleri daha anlamlı bir temÂşÃ‚ya koyulur. Oyle ki, bu seslerin ulaştığı hemen her yer Âdeta ruhÂnîlerin metÂfı hÂline gelir. Herhalde sem sakinleri de yerdekilere gıpta etmeye dururlar.

Minarelerden yukselen o lÂhûtî Âvaz, bazen bize bir sûr sesi gibi gelir, uyarır hepimizi icinde bulunduğumuz dunyevîlikten; akseder dil ve dudaklarımıza o buyulu kelimeler; mırıldanırız aynı şeyleri hep beraber ve sihirli bir koro oluşur bulunduğumuz kuşakta. Şehbal acar peygamber unvanı Hakk'ı yÂd etmenin yanında. Dalgalanan bir bayrağa donuşur gokyuzunde bu altın sesler; onların golgesinde otelere acılma hissi belirir sinelerimizde; belirir de, ne zaman mÂbede yurusek, kanatlarını germiş, semÂnın derinliklerine doğru acılan kuşlar gibi sanırız kendimizi.

Minarelerin sesini bazen yitirdiğimiz Cennet'e bir cağrı gibi duyar ve koşarız binlerce yıllık yitiğimizi bulmaya, o olduren hasretten kurtulmaya doğru: Minareler "Allah buyuktur" der, biz de Firdevs'e gidiyor gibi mÂbede yururuz. Onlar gurler "kelime-i şehadet"le, biz de "İşte hedef bu" der kopururuz gonulden. Onlar haykırır o Sonsuz Nur'u, ışık yağar oteden gozlerimize, gonullerimize. Ardından "Yuruyun Hakk'ın rahmet ufkuna, meleklerin istiğfar sağanağına" diye inler minareler; coşarız purheyecan bir kere daha ve gunahlardan arınmaya yururuz. Urpeririz "Haydin kurtuluşa" sesleriyle, duyarız duyulmadık neşe ve inşirahı, koşarız namazgÂha cocuklar gibi sevincle...

Minareler hep aynı şeyleri soyleseler de, değişik kesimlerce birbirinden cok farklı algılanır bu sesler: Cocuklar, bir ninni gibi dinler; hasta ve alîller, Hakk'a teveccuh daveti şeklinde yorumlar; yaşlılar, rahmetle tullenen bir Âleme hazırlanma tenbîhi olarak algılar; gencler, iradelerini hatırlatma cağrısı gibi duyarlar bu sesleri. Evet, kelimeler-sesler aynı olsa da duyup değerlendirmelere gore farklı farklıdır minare seslerinin ruhlara carpıp yankılanışı. Anne sesleri gibi rikkatle okşar-gecerler korpe dimağları; şefkatle kucaklarlar dertle kıvrananları; yıldırımlar gibi gurlerler feverandaki duyguların tepelerinde ve herkese onların ufku itibarıyla demet demet mesajlar sunarlar; onlar, gonullere sundukları bu şeyleri bir daha kimsenin sokup atamayacağı şekilde de Âdeta altın civilerle mıhlarlar. Fecrin ışıktan sinyalleriyle başlayıp t yatma zamanına kadar devam eden bu uhrevî nağmeler, inanan gonullere kÂse kÂse musıkî kevserleri sunar durur ve ust uste zevk fasılları yaşanır butun bir gun...

Bazen minarelerin sesleri, birer kıvılcım gibi gonullerimizin uzerine sacılır ve ardından hayallerimizde sonmeyen birer meş’aleye donuşur.. bulunduğumuz yerle varacağımız ufuk arasındaki butun mesafeleri aydınlatarak, korku ve endişelerimizi siler, supurur, goturur ve gonullerimizde apak yol mulÂhazaları ve hedef iştiyakı uyarır. Hatta, bazen alır bizi t teşrî cağında gezdirir; Nebi (sallÂllahu aleyhi ve sellem) mescidine ulaştırır; BilÂl'in (radıyallahu anh) sesiyle buluşturur ve bize Âdeta zaman ustu olmanın hazlarını duyurur; duyurur da ilklerle ezan seslerini paylaşır gibi olur ve kendi kendimize: "Bu ses onların sesi, bu velvele de onların velvelesi; oyle ise butun bunların bir arkası da olmalı..." diye mırıldanır; "tayy-ı zaman" "tayy-ı mekÂn" yapmış gibi o aydınlık gunleri butun tarÂvetiyle şu yaşadığımız zamanla ic ice duyar ve boyle bir bahtiyarlığa bir kere daha "eyvallah" cekeriz.

Minarelerin sesi cok defa bize, bezm-i ezeli, "bîkem u keyf" Hak'la muhavereyi, ruhlarımızın O'na verdiği sozu hatırlatır; hatırlarız "Elestu bi Rabbikum = Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" istintÂkını; cevaplarız fiilen "Evet Rabbimizsin" diyerek. Sonra da O'na en yakın duracağımıza inandığımız bir rasat noktasına koşar, en icten inleyiş ve sızlanışlarla yenileriz ahd u peymanlarımızı, bir kere daha yeni bir vefa faslına "vira bismillÂh" diyerek.

Bazen minarelerin sesi, o kadar dokunaklı, o kadar derin ve o denli buyuleyici bir ahenge ulaşır ki, en katı kalbler bile dayanamaz da muvakkaten dahi olsa onlar da kapı aralayıverirler.. ve akar butun teşne gonullere en guzel semÂvî kelimelerle orgulenmiş ses hevenkleri; akar ve birer ruh gibi butun insanî duyguları tesiri altına alır. Sûr sesi almış gibi canlanır vicdanlarımız, dirilir iradelerimiz ve koşarız boyle bir imtiyazla serfiraz olmanın hakkını eda etmeye.

Bazen minarelerin sesi bir meltem yumuşaklığıyla dalga dalga her yana yayılır; derken ustumuzde yağmur yuklu bulutlara donuşur. Sonra da "ciy" noktasına ulaşmış nem habbecikleri gibi dokulmeye durur başımızdan aşağı. Meleklerin kanat seslerine karışmış gibi başımızdan aşağı boşalan bu nağme ve ışık tufanı karşısında kendimizi Âdeta bir ziya cağlayanı icinde sanırız. Alır goturur bu ışık cağlayanı bizi yolların Cennet'e acıldığı kavşağa. Tetikler iştiyaklarımızı, heyecan salar sinelerimize; benliğimizin hudutlarını aşıyor gibi oluruz ve kanatlanırız mevcudiyetini vicdanlarımızda duyup hissettiğimiz Firdevslere doğru.

Minarelerin bu olabildiğine tatlı, icli ve biraz da "dÂussıla" edalı seslerini her duyuşumuzda, annelerimizin şefkat kokan nefeslerini ve o yumuşaklardan yumuşak ninnilerini duyar gibi olur, kendimizi hulyalarımızın oluşturduğu o engin şefkate salar; sonra da gonullerimizin derd u hicranını dokmeye durur; cocuklar gibi icimizi ceker ve ne hulyalara dalarız!

Bizim icin ezanlar her zaman, gonullerimizle konuşan sihirli birer beyan olmuştur. Minareler ne zaman onlarla gurlese, ruhlarımızı kendi iklimlerine ceker, onları kendi dunyalarında dolaştırır, herkesle, onların anlayabilecekleri bir dil kullanarak konuşur ve ne yapıp yapıp kendilerini onlara ifade ederler. Bu seslerin ne mÂnÂya geldiğini, neye cağırdığını, niye cağırdığını bilenler bilir ve her zaman onu/onları severler; bu itibarla da minareler o lÂhûtî sesleriyle ne zaman gurleseler, onlar da soluklarını tutar ve derin bir haşyetle o sesleri mırıldanmaya dururlar. Bu seslerin aynı olcude onlara Âşin olmayanlar uzerinde de ciddi tesirleri soz konusudur. Hele onlar icten, samimi, usta bir sesle ve gonul-dil uyumuyla icr ediliyorlarsa.. evet, işte o zaman:

Gok nura gark olur nice yuz bin minareden,
Şehbal acarak (acınca) Ruh-u RevÂn-ı Muhammedî..
Ervah cumleten gorur "Allahu Ekber"i,
Akseyleyince arşa lisan-ı Muhammedî.
(Yahya Kemal)
mazmununca arz u sem inler o soluklarla; inler de cok defa biz bu fani seslerin otelere bir şeyler ifade etme gayretiyle insan ustu bir hÂl aldıklarını tahayyul eder ve bu nefeslerde Âdeta birer sermediyet şîvesi duyar gibi oluruz. Bu ses ve bu mutasavver şîve uykuda olan butun hislerimizi uyarır; bizi lezzetten haşyete, vazife şuurundan haz alaşımlı mehabet ufkuna ceker, gonullerimize beşiklerin başında mırıldanan ninniler safvetinde en masum zevkleri duyurur.

Bir Ân gelir ki, bizim bulunduğumuz zaman dilimi itibarıyla butun minareler seslerini keser; ama muezzin, uhrevî heyecanlarımızın biraz daha devam etmesi icin farklı fasıllarla gonlunun dilinden daha değişik şeyler meşk etmeyi surdurur: Kametle bizi Hak karşısında divan durmaya cağırır.. yeri geldiğinde "tekbir" ve "tahmîd"de imama eşlik eder.. "Allahumme Ente's-SelÂm"la, mu'minlerin herkese esenlik vÂdettiklerini haykırır.. gonullerimizi, tesbih, hamd u sen ve tekbirle son bir kez daha şahlandırır ve bize başlarımızı dondurecek yeni yeni uhrevî pencereler acar; hem oyle bir acar ki, kendini bu cağlayana kaptırmış pek cok kimse, ic insiyaklarıyla Kudreti Sonsuz karşısında hemen diz coker ve yakarışa gecer.

Kametten, boyle bir yakarış faslına kadar mÂbedin icindeki ses-soz, harem dairesinde bulunuyormuşcasına olabildiğine yumuşak, ince, narin, haşyet edalı ve edep televvunludur. Hele bu sesler ve sozler huşyar ruh ve otelere acık gonullerin iniltisi ise...

Biz ne zaman yer yer cemaatin de ses kattığı bu nazlı nağmeleri dinlesek, goklerin ruh ve mÂnÂsının tıpkı şelaleler gibi uzerimize dokulduğunu ve bu hamd u senÂ, tesbih u tekbir zemzemesiyle banyo yapmış gibi arınmış ve hiffet kazanmış olduğumuzu sanırız.

Ezanla, kametle Hakk'ı ilana doymamış gibi surekli bir şeyler bulup soyleyen bu sesler, bazen okudukları evrÂd u ezkÂr, munÂcÂt u naatlar ve bunların her birine gore başvurdukları eski-yeni makam ve usullerle her ağızlarını acışlarında bize dunyalar dolusu altın mulÂhazalar bahşetmiş gibi olurlar; bizi şanlı gecmişimizin yamaclarında dolaştırır; kendi duşunce dunyamızın mefkûre atlasında konuk eder; bugunku şîveyi dunku uslûbuyla harman yaparak bize gonullerimizi buyuleyen değişik ses ve soz demetlerinden ne buketler ne buketler sunarlar.

Evet biz, bu ses ve bu sozlerde mubarek bir milletin butun bir gecmişini, bu koskoca gecmişte oluşup gelişen değişik değerler manzumelerini gorur, duyar, dinler; o dağlar cesametindeki millî vÂridatımızın -hayallerimizde olsun- temÂşÃ‚sıyla Âdeta mest olur ve kendi kendimize: "Meğer ne Âlî bir kavimmişiz!" diye mırıldanırız; mırıldanırız zira, minarede başlayıp mÂbedin icinde noktalanan bu sesler bazen o kadar mazi televvunlu, o kadar millî ve o kadar bizden birer nağme gibi duyulur ki, bu ses ve bu sozlerin her bir demetinde butun tarihimizi ve onun arkasındaki atalarımızın o enginlerden engin his ve heyecanlarını duyuyor gibi olur ve kendimizi onların arasında sanırız; sanırız da bu seslerin ve bu sozlerin bitmesini hic mi hic istemeyiz
.

ALINTIDIR
__________________