Değerli kardeşimiz,

- Bu sorunun mantıkla celiştiğini fark etmemek de tuhaf kacmaz mı?

Cunku, “Allah insanları yaratmadan once, imtihan etmeden once insan olmak isteyip istemeyeceğimizi sordu mu?” sorusu temelden bozuktur. Zira, “Allah insanları yaratmadan once..” ifadesinden de anlaşıldığı gibi, insan yaratılmadan once yoktu. Peki yok olan bir şeye nasıl soru sorulur? Var olmayan bir şey nasıl cevap verebilir?

Demek boyle bir soru, mantık suzgecinden gecirilmeden hayal aynasında boy gosterdiği gibi seslendirilmiştir..

- Araf suresinin 172. ayetine gelince; bu ayetin meali şoyledir:

Alıntı:
“Hani Rabbin, Âdem oğullarının bellerinden zurriyetlerini/soylarını cıkarmış ve onları kendilerine karşı şahit tutmuştu. 'Ben sizin Rabbiniz değil miyim?' diye sorunca, onlar 'Evet, Rabbimizsin, buna şahitlik ederiz' dediler. O sizi boylece şahit tuttu ki, kıyamet gununde 'Biz bundan habersizdik' demeyesiniz.”

Gorulduğu uzere, bu ayette soz konusu gaybi olay, insanların -soy olarak-varlığından sonra gercekleşmiştir.

Burada Allah, insanların imtihan olmak isteyip istemediklerini sormuyor. Bilakis hayatları boyunca karşılaşacakları imtihanın en buyuk sorusu olan Allah’ın varlığı ve birliğiyle ilgilidir. Burada “Ben Rabbiniz değil miyim?” diye soruyor. Bu soru “Tevhid-i rububiyet” ile ilgilidir. Rab demek, yaratan, yaşatan, terbiye eden demektir. Tevhid-i rububiyet ise, tevhid-i uluhiyeti gerektirir. Yani, insanları yaratan, yaşatan terbiye eden kim ise, onların hakiki mabudu, ilahi da yalnız odur.

Alıntı:
- “Biz emaneti goklere, yere ve dağlara sunduk. Onlar korktular ve yuklenmekten kacındılar; insan ise onu yukleniverdi. Doğrusu o cok zalim, cok cahildir.” (Ahzab, 33/72) mealindeki ayette ise, mahiyeti bizce mechul bir diyalogdan bahsedilmiştir.

Ancak, bu diyaloğun hikmet cercevesinde ontolojik bir tarzda cereyan ettiğini duşunmek bu gunku insanların daha kolay anlayabilecekleri bir şeydir. “Allah her goğe işini vahyetti.” (Fussilet, 41/12) mealindeki ayette ifade edildiği uzere, Allah canlı cansız butun varlıklara hikmet lisanıyla hitapta bulunmuş ve onlara ozel işlerinde uygun bir istidat ve kabiliyet verilmiştir.

Bu fıtri donanımlar bazen vahiy/ilham olarak da ifade edilmiştir. Orneğin, ARI gibi bir boceğin bal gibi harika bir sanatı icra etmesi, elbette “Kun fe yekun” emrine malik olan Allah’ın emriyledir. Bu emir, bir yandan maddi-manevi kabiliyetler suretinde kendisine verilen donanımlar, diğer yandan da o işini nasıl yapacağına dair kendisine verilen fıtri bir feraset ve maharet şeklinde tezahur eder.

Bunun ozeti şudur:

Kainatın yaratılmasının en buyuk hikmeti, yaratıcı olan Allah’ın varlığını isim ve sıfatlarını tanıtmaktır. Bu tanıtma işi bir emanettir. Gokler, dağlar ve diğer kevni varlıklar, bu emaneti hakkıyla yerine getirmekten cekindiler. Yani yapıları bu işi tamamen yerine getirmeye elverişli değildi. İnsan ise, ruhani ve cismani mekanizmalarıyla, taşımış olduğu maddi-manevi donanımlarıyla, bu emaneti hakkıyla yerine getirebilecek bir kıvamda olduğuna işareten, “insan bunu ustlendi” denilmiştir.

İnsana verilen emanetin bircok yonlerinden birisi, belki de sorumluluk cihetiyle en buyuğu “ene” namıyla, onun nefsine takılan benliktir.

Ene, oyle bir ozelliğe sahiptir ki, Cenab-ı Hakkın isimlerinin ve sıfatlarının her turlu hakikatlerini gosterecek ornekler ve işaretler kendisinde mevcuttur. İnsan; sınırlı ilmiyle Cenab-ı Hakkın Alim ismini, gecici hayatıyla hayat sıfatını ve evini idare etmesiyle kainatı zerreden galaksilere kadar mukemmel bir duzen ve denge icinde idare eden Allah’ın Rububiyetini anlayabilmektedir.

Fakat, bu vazifesini yapması esnasında, goklerin ve yerin korktuğu farazi bir şirki uzerinde taşımaktadır. Cunku, insan Allah’ın isim ve sıfatlarını anlayabilmesi icin, kendinde bir tasdik edici gormesi gerekir. İşte, ene bunu sağlamaktadır. Ama insan; “ene”sinin cuz’i olculeriyle hakikatleri anladıktan sonra, kendindeki bu ozelliklerin Allah’tan geldiğini, aslında kendisinde bulunan hicbir şeye hakiki sahip olmadığını bilerek, enaniyetinden vazgecmesi gerekmektedir.

İşte, kendisine verilen emanete hurmet etmek ve hıyanet etmekten kurtulmak, ancak boyle mumkundur. (bk. Sozler, 536-37)

- Haşir suresinin 21. ayetinin meali şoyledir:

“Eğer Biz bu Kur'Ân'ı bir dağa indirseydik, sen onu Allah korkusundan baş eğmiş, parca parca olmuş gorurdun. Bu misalleri Biz insanlara tefekkur etsinler diye veriyoruz”

Burada konumuzla ilgili hususlara işaret eden bir ifadeyi goremiyoruz.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

https://sorularlaislamiyet.com/allah...i-sormus-mudur

__________________