Knight Online Hikayesi
Knight Online0 Mesaj
●59 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Oyun Forumları
- Online Oyunlar
- Knight Online
- Knight Online Hikayesi
-
02-10-2019, 20:52:17Arkadaşlar 2006 yılınca acılan bir konuda paylaşılmış. Vakti olup canı sıkılan varsa okuyabilir KNIGHT ONLİNE'IN HİKAYESİ Giriş : Carnac Dunyası Milenya donemi oncesinde, zamansız enerjiler maddeleşmeye başladı ve kilden bir yapılanma oluşturarak, onu hayata gecirecek sihirli sozu bekleyerek uzayın sonsuz boşluğunda dalgalanmaya başladı. Bu yapılanmanın dış tarafındaki, kucucuk bir guc yumağı cozuldu ve tek başına bilinc kazandı. Amacsızca etrafta dolaşan bu kutle, cozulmeden sonra bir yıldız haline gelmişti; bilincli Logos, hayat yaratmak icin onu kendine aldı. Gunlerce ona şekil verdi ve Canac’ı oluşturmak icin derin vadiler, yuksek dağlar ve masmavi gokyuzu yaptı. 49 gun icerisinde kayaları yararak akan su yarattı, vadileri onunla doldurdu ve okyanusları yarattı. Kısa surede Carnac Turkuaz renkli mucevhere benzeyen gorkemli bir dunyaya donuştu. Her halukarda Logos fark etti ki, gorkemli nehirler, okyanuslar ve goller canlı gibi hareket edebiliyordu fakat taşlar, kayalar, dağlar cansızdı. Logos, kil kumesinden kalan enerji ile, dağlara şekil vererek hayatı yarattı. Yarattığı balıkların suda yuzmesi cok hoşuna gitti ve ağaclar onun favorisi olan nemli ortamı sağladı. Ve sonunda kendisine benzeyen insanlar yaratmak istedi ve cok fazla gucc harcayarak Carnac’ı onların ihtiyacına cevap verecek şekile getirdi ve daha sonra muhteşem nehirlerin kenarına insanlığı oluşturacak tohumlar bıraktı. Orada istedikleri herşeyi bulmakta başarılı olacaklardı. Bir sure icin herşey yolundaydı. Logos artık hoşnut bir tanrıydı. Yarattıkları ise mutlu ve onlara bağışlanan topraklarda başarılıydı. Oysa cozulmenin başlangıcı cok yakındaydı Hayalindeki insanlığı yaratmanın telaşı icerisinde bir parca kili kullanmayı unutmuştu. Unutulmuş kil parcası guzel bir şeye donuşturulmeyi duşleyerek karanlık vadilerin kuytuluklarında asırlarca bekledi. Başlangıcta cok sabırlıydı. “Logos’un benim icin ozel planları olmalı” diye duşunuyordu. Belkide beni neye donuştureceğine henuz karar vermedi". Ancak her bilincli varlık gibi onun da sabrı gun gectikce tukendi ve her tukenişte bir parca buyudu. Dunyanın geniş catısı altında, Logosunkinden cok farklı olmayan bir bilinc verilerek yaratılmıştı ve o kil parcası kendisinin de mevcut olan yaş**ın icerisine katılmasını istiyordu. Unutulmuş olmanın verdiği ofke ile her gecen gun parca parca biraz daha buyudu ve şekillenerek gelişti. Zaman icerisinde Logos unuttuğu o parcayı hatırladı ve kendisine cağırdı ancak cok gecti cunku kendisini Patos olarak isimlendiren bağımsız bir varlık oluşmuştu. Bu bağımsız varlık kendisini Patos olarak isimlendirdi ve kendisinin hissettiği terk edilmişliği ve acıyı Logosun da yaşamasını istedi. Artık Logosa rakip olmuştu ancak Logosun dikkatlice yarattıklarının tam tersine icerisinde aşk, arzu ve merhamet duygularından yoksundu. Patos ilk intikam olarak Logosun ilk başlangıcta yarattığı doğal oluşumu değiştirdi. Patos’un bu ilk intikamı nedeni ile 4 mevsim, gece ve gunduz, yaş** ve olum gercekleşti. Patos icin bu yeterli değildi. Bir avuc dolusu kum alarak bunları icgudu, his ve gunah duyguları ile doldurarak Logos’un yarattığı dunyaya doğru savurdu ve savurduğu her bir zerre insanların icerisinde tohumlandı. Bunun sonucunda insanlar Logos’a yuz cevirerek ondan uzaklaşmaya başladı. Gunahı, şehveti oğrendiler ve yok etme ve hukmetme duyguları ile doldular. Logos’un Patosu durduracak gucu kalmadı Bolum I : Kaosun başlangıcı Patosun dunyayı değiştirmesinden bir sure sonra, iki tanrı arasındaki bu oyun nedeniyle Logosun başta arzuladığının dışında olum ve yaş**ın başlaması olumsuz bir ortam geliştirdi cunku olum yokken Logosun yeni yaşamlar yaratmasına gerek yoktu. Bu Logosun yaratıcılığının, sonsuzluğunun ve gorkeminin kabul edilmesiydi. Ancak bu gidişatın kotu bir şekilde değişmesi sonucunda, kaybolan hayatların yerine yenisinin getirilmesi gibi bir iş cıkmıştı. Halbuki Logos yaş**ı yaratırken bunu kontrol altına almamıştı. O nedenle butun bu gorevleri yerine getirmesi icin yeni bir tanrı, hayat Tanrıcası Akara’yı yarattı. Birbirinden iki farklı ve birbiri ile cekişen tanrı Logos ve Patos’un aksine, Akara sakin, kararlı ve yaşayan her canlı ile ilgilenen bir tanrıcaydı. Yaşlanıp yok olanların yerine yenilerinin gelmesini ve buyuyup onların yerini almasını sağladı. Onların yeryuzunde yaşamaları gerektiğini anladı, gercek yaratıcıları kendisi olmadığı ve yarattıkları kendisine saygı gostermediği halde onları sevmeyi oğrendi. Akara bu gorevi ustlendikten bir sure sonra Logosun eski keder ve uzuntusunden uzaklaştığını, yarattıkları uzerindeki sorumluluk ve gorevlerini savsaklamaya başladığını fark etti. Halbuki yaratıcının rehberliği olmadan yaş**ın başarılı olması mumkun gorunmuyordu oysa Akara canlıları cok sevmişti. “Belkide” dedi kendi kendisine “Bunların hepsini kendi cocuklarım gibi benimsemeliyim.” Akaranın, Alın yazısı gibi butun yaratıkların varlığını koruma niyeti karşısında Logos yarattıklarını tamamen kaybedeceği korkusuna kapıldı ve Akaraya, yaratıcı olarak kendi gorev ve sorumluluklarını tekrar yerine getirmeye başlayacağına dair soz verdi. Tanrıca bu soz karşısında gecmişte yaşadığı zorluk ve sorunları unuttu. Logos tekrar her şeyle ilgilenmeye ve yaratıcı gorevlerini yerine getirmeye başladı. Akara kendisini yardımcı dadı gibi hissetmesine rağmen, dunyadaki yaş**ın devam ettirilmesi icin ustlendiği rolun onurunu icinde hissediyordu. Fakat Logosun gorevlerini yapmaya başlaması ile birlikte, Patos yeniden ortaya cıktı. Bu defa, Logosun ruzgarlarını ve ağaclarını cok sevdiği, bulutlarına dokunduğu ve ilk yarattıklarından olan dağların yapısını bozmaya karar verdi. Carnac’ın cekirdeğindeki deliklerden alevleri cağırdı. Hapsedilmiş ateş, o guzelim dağların zirvesinden alevli kraterler acarak erimiş lavlar şeklinde yeryuzune doğru puskurmeye başladı. Cok sevdiği dağlarının ve ormanlarının korkunc bir şekilde yok edilişi esnasında ,Logos lavların etrafını guclu bir ruzgar ile cevirip soğutmak ve cevresinde yarıklar oluşturup icerisine hapsetmek icin cok gec kalmıştı. Butun ormanlar ve yerleşim yerleri yok oldu, nehirler kaynadı ve insanlar hayatlarını kaybetmeden once korkudan donakaldılar. Kuşaklar sonra, akara yok edilen ormanların yerine yenilerini yeşertti. Hayvanlar yeniden yeryuzunde dolaşmaya, nehirler tekrar kaynaklarından akmaya başladı. Onceki atalarının başlarına neler geldiğini bilen insanlar da kayıplarını telafi ederek yeniden coğaldılar. Sessiz dağlar sık, sık lavlar puskurtmeye devam ettiler ancak insanlar onu yeryuzundeki değişik bir guzellik olarak algılamaya başlamıştı. Halbuki onların coğu bir dağın zirvesine cıkıp, Logosun daha once yaptığı gibi oradan yeryuzune bakıp dunyanın guzelliğini zirveden seyretmemişti. Buna karşılık Logos tekrar o umutsuzluğuna geri cekildi ve sanki kendisinin yarattığı dunya değilmiş gibi hic ilgilenmedi. Bu defa Akara, Logosun sorumluluklarını kendi uzerine almaya karar verdi fakat Logosun bunu kendisine kolaylıkla vermeyeceğini de biliyordu. O nedenle yureksiz Logos ve Bolucu Patos’tan dunyayı kurtarıp temizlemek icin plan yaptı. Diğerlerinin bilmediği ve tanımadığı başka bir tanrı biliyordu. Tanrı Cypher’i. Cypher bilgisizin tekiydi ancak yok etme ve duzenbazlık tanrısıydı. Carnac’a bilinen veya bilinmeyen her turlu yok edici belanın gelmesine Cypher in yol actığı inancı vardı. Aslında onun yokediciliğine, Patosun neden olduğu konusunda tarihciler cok tartışmıştır. Cypher’in ortaya cıkması konuşulmaya başlayınca, Logos temkinli davranarak Akaraya bu yeni tanrının kimliğini sordu. Akara dedi ki “Cypher’i bende tanımıyorum ancak tanrı olmadığı kesin ayrıca yaratıcılık gucu olmadığını da biliyorum. Yağmuru kara ceviremez, insana can veremez, ruzgarı estiremez. Onun tek yapabileceği dağları aşındırmak, karları buhara cevirmek ve canlılara darbe vurmak. Sadece yok etme, zarar verme gucu var ne daha fazla, ne daha az. Biz onu kullanarak gucunu Patostan kurtulmak icin kullanabiliriz.” Bunu duyan Logos, dunyasının ilk yarattığı gunlere doneceğinin hayali ile mutlu bir şekilde bu yeni tanrı Cypher’i aramaya giderken Tanrıcanın yuzundeki hafif gulumsemeyi fark etmedi bile. Logos, Cypheri bulduğunda duşunduğu gibi bir tanrı bulmadı, sanki azametin anti tezi gibi zayıf, bitkin, yıpranmış ve tukenmiş gibi duruyordu. Diğer tanrıların yapısından cok uzaktaydı. Buna rağmen Hayat Tanrıcasına hurmeten de olsa, Cypherden destek istemeye karar verdi. Ancak onun bilmediği şey, Akaranın ondan once geldiği ve Cypher’e fırsatını bulduğu zaman atalarını yok etmesini istediği idi. “Once Patosu oldurmelisin” demişti Akara, “Logos ise idealist ve zayıf, onu daha sonra boş bir zamanında oldurebilirsin”. Cypher hic şeytanca duşunmeden saflıkla inanmıştı, hayatın yoneticisi Tanrıcaya. Patos ile karşılaşmasından once, Logos, Patosun gormesini engellemek icin Cypherin etrafını bulutlarla cevirerek ona olumulluğunu gizleyen cok guzel bir kılıc verdi ve Patosun hukum surduğu derin vadiye doğru yola cıktılar. Vadinin tam ağzındaki buyuk ağaclarca oluşmuş ormana bakınca, değişikliğin tanrısının orada bulunduğuna dair en ufak bir tahmin bile yurutmek mumkun olamazdı. Ancak onlar iyice yanaştıklarında, Patos golgelerden dışarıya cıktı. Elinde sağa sola savurduğu yeşil renkli, en iyi ağactan yapılma bir mızrak vardı. Mızrak sanki barış dolu yeşil ormanlardaki huzurun ve hayatın ışığını yansıtıyor gibiydi. Bu silahı sadece bir tek kişi yapabilirdi. O kişi ise diğerlerinin gelişini Patosa onceden haber veren kişiden başkası değildi. Tanrıca Akara. Gizli bir koşede Logos, Patos ve Cypherin kacınılmaz sonlarının gelmesini sabırla bekliyordu. Savaş hızlı ve ofke doluydu. Cypher’ın yukarıda tuttuğu ışıltılı kılıc ile yaptığı atağı goren savaşcılar soyleyecek hicbir soz bulamazdı. Patos sadece ust uste gelen darbelerden elindeki mızrak ile korunmaya calışıyordu. Logos ise yalnızca onunde suregelen dovuşu seyrediyor ve Patos'un hak ettiği sonu bulması icin dua ediyordu. Sonunda dovuş tanrıların savaşına donuştu. Patos, guneşi kapatarak dunyayı karanlık hale getirdi. Cypher kendisini derin ve karanlık vadinin icerisinde kor olmuş gibi hissetti. Patos mızrağı ile saldırarak rakibinin omuzunda bir sıyrık actı. Bunun uzerine ofkelenen yaralı tanrı yokedici gucunu vadinin uzerine yağdırdı. Kayalar alevlenerek yurumeye başladı ve Patos'u cepecevre kuşattılar, Cypher kılıcını savurdu ve Patos’un sol elini kopardı. Patos acı icerisinde gokgurultusu gibi haykırırken kanı dışarıya puskuruyordu. Cypher ve Logos zafer sevinci ile onu seyrederken birşeyler oldu. Patos ve Cypher'ın bedenleri değişmedi ama zihinleri yer değiştirdi. Sanki Patos, Cypher'ın bedeni icerisine girmişti ve Cypher de az once olumcul yara actığı bedene hapsolmuş gibiydi. Acı icerisindeki Cypher'ın ruhu olmeyi reddederek, refleks bir hareketle elindeki mızrağı kendisinden calınan ve icine Patosun ruhunun girdiği bedene fırlattı. Cypher/Lord of Destruction tarafından fırlatılan bu mızrağı Patos savuşturamadı. Patos artık olu vaziyette yerde uzanıyordu, Cypher'da neredeyse ona katılmak uzere idi. Zorlukla yerden doğruldu ve biraz once kendi bedeni icerisindeki iken cağırdığı yok edici alevden taşların yanına giderek, kesik kolunu dağladı ve kanamayı durdurdu, daha sonra sahip olduğu guc ile kesik parcayı eski yerine koyduğunda, kolu sanki hic kesilmemiş gibi oldu. Tamamen duzeldikten sonra yenilenen gucu ve enerjisi ile herkesin duyabileceği şekilde haykırdı. “Yeniden doğdum, benden korkun, artık rakipsizim” Bir guc gosterisi olarak vadiyi darmadağın ederek taş yığınlarından, taşa benzeyen ancak camdan bir anıt yarattı. Her yone uzanan kesitleri ile anıt guzel değildi ancak muhteşem gorunuyordu. İnsanlar anıtın yapımındaki mucizevi şekli gormek ve onun yapıcısı tanrı Cypher'a saygı gostermek icin uşuştuler Bolum II : Pianna Savaşcıları Yıllar sonra insanlık altı buyuk krallığa bolundu.. Collerin **ıncıları Hellsgarem, Celikten gemileri ve limanları ile Buegrant, Arrdeam'ın beyaz şehri, Muhteşem ormancıları ile Planisad Ticaretin merkezi Brisbia ve Batı sahilinde El Morad. Yaratılış, kırılgan bir seydi. Patos ve yeni Patos-Cypher mevcudiyeti arasında yaşananlardan sonra Carnacta kademe kademe değişiklikler olmaya başladı. Başlangıctaki değişiklikler onemsizdi, cicekler yavaşca soluyorlardı, mevsimler onceden tahmin edilemiyordu ve sular bazen paslanmış gibi kahverengiye donuşuyordu. Bu tur ufak tefek şeyleri insanlar sadece gozlemliyordu ancak “Olay” diye ilan edecek bir durum yoktu.Bunları Cypher'da yapmıyordu zaten, o kendisi ile ilgili yeni konuları incelemekle meşguldu. Acaba Patos yeniden mi canlanmıştı? Bu defa Carnac’ın her yerinde tuhaf yaratıklar dolaşmaya başlamıştı. Başlangıcta bunları zarar verebilecek vahşi kurtlar, ayılar olarak duşunduler fakat değillerdi, değişik yaratıklardı ve yıllar gectikce değişiklikler buyudu de buyudu. Bazılarının taşa donuştuğu goruldu, bunlardan kotusu arkadaşlarına buyu yapılanlar oldu ve şimdi bildikleri ve anladıkları olum seviyesinin otesinde canlanmış cesetler ortaya cıktı. Bu cehennemi yaratıklar sayıca oyle coğaldılarki, insan şehirleri ve onların etrafına cevrilen yuksek kale duvarları ve surlar bile yaratıkları geri puskurtmeye yetersiz kalmaya başladı. Yiyecek stokları tukendiği icin ilk yıkılan krallık Planised oldu. Kısa sure icerisinde Brisbia ve Arrdeam devrildi. Kanlı Barbarların krallığı Hellsgarem bile duvarların yıkılarak krallığın yok olmasını engelleyemedi. Canlı kurtulan azınlık, kendi krallıklarından sağ kurtulmayı başaran Buegrants’ların gemileri ile deniz uzerinden El Morad’a kactı. El Moradın yoneticisi Kral Manes, gocmenleri hicbir on yargı gostermeksizin kabul etti ve orduda gorev almalarını sağladı. Henuz saldırı yaşamayan şehrin etrafını desteklemek ve kuvvetlendirmek icin yeni siperler ve mazgallar inşa ettirdi. Saldırganlar gelmeden once ihtiyaclar temin edilerek stoklandı, silahlar guclendirildi, zırhlar cilalandı. Eğer El Morad yıkılırsa, yeni duzen oluşturmak icin, krallığa ve El Morada bağlı sadakatli siviller tespit edilerek kacış yonleri ve planları hazrılandı. Olaylar oyle gelişmişti ki, El Morad artık insan neslinin en son kalesi durumuna gelmişti. Eğer o da yıkılırsa, insan soyunun yeniden turemesinin onu kesilmiş olacaktı. Cok gecmeden yaratıkların saldırıları başladı. Başlangıctaki dağınık ve duzensiz ataklar, savunmacıların başarılı defansı sayesinde geri puskurtuluyordu ancak saldırılar her gecen gun artıyor ve surekli yineleniyordu. Bu saldırılar yedi yıl boyunca surdu. Kral Manes, yedi yıl boyunca halkının cektiği acı ve sıkıntılara karşı kor ve sağır duran tanrılara surekli dua etti. Eğer ilk iki yıllık saldırılara alışan ve savaştaki tarz ve yontemleri ile başarılı olan El Moradlılar, cesaret edip surların altında tuneller acarak dağların arasına giden yollar yapmasalardı, bu hikaye cok kısa surecekti. Dağlara kazdıkları tuneller boyunca metal madenleri buldular ve bunlarla daha fazla silah yapıp, mevcut silahlarını geliştirdiler. Yiyecek buyuk sorun olmaya başlamıştı ancak tunellerden dağların arasındaki ormana bant yaparak, ağacları işlediler ve El Morada getirdiler, kazanılan arazide yeterince urun ekip yetiştirmeyi başardılar. Ucuncu yılda, tecrubeli askerler bu yaratıkları avlayıp oldurmeye başladılar. Kucuk gruplar halinde partiler oluşturarak, ana gurubun dışında gezinen nispeten zayıf yaratıklara arkadan saldırıyor ve olduruyorlardı. Bu savaşcılar geri donduklerinde bircok zafer ve macera hikayeleri de getiriyorlardı. Kısa sure icerisinde birbirinden bağımsız hareket eden bu partiler, kendi iclerinde organize oldular ve Pianna Şovalyeleri ortaya cıktı. El Morad'dan bağımsız yaşayan bu şovalyeler hayatlarını işlerine adamışlardı. Bazıları buyu sanatlarını ve guc vermeyi bile oğrendiler. Yedinci yılın son gununde, hic beklenmedik tuhaf bir şey oldu. El Moradın her yanına kırmızı bir yağmur yağdı. Uzaktan koyu bir yeşil sis perdesi gittikce yaklaşıyordu. Bir uyarı yankılandı ve yıllardan sonra ilk defa herkes kacmak icin kapılara koştu ve ilk defa bu kadar korkmuşlardı. Kral Manes, kendisini duyacak herhangi bir tanrı icin yine dua ediyordu ve bu defa Cypher'ın goruntusundeki Patos yanıt verdi. Manes “Uzun yıllardır surekli sana yalvarıyorum, neden şimdiye kadar bekledin?” diye bağırdı. “Gerek yoktu” diye cevap geldi. “Hergun insanlarım oluyor bundan daha gerekli ne olabilirdi ki?” dedi Manes. Yine “Gerek yoktu” yanıtı geldi. Kral kurtarıcıya yalvarması gerektiğine karar vererek “ Senin gucun var, sadece kullanman yeterli biz senin alcakgonullu hizmetkarlarınız. Tam şimdi bizi kurtarabilirsin” “Bugun hizmetcilerin **ıbeti yok artık. Sonun yaklaştığı anda kendimi gostermek istedim. İsteseydim gururlandığım bu yıkımı sahip olduğum gucle ta başlangıcında durdurabilirdim.” Kral ofke ile doğrularak kılıcını sesin geldiği yone doğrulttu ve haykırdı “ Sen bir tanrı olabilirsin Cypher ancak kolayca yıkıp gecemeyeceksin. Eğer bize yardım etmeyeceksen, sende bizimle aynı sona katlanacaksın.”. Fakat Patos coktan gitmişti bile. "Konsul uyelerinden birisi, alnından akan teri silerken “ Yapabileceğimiz bir şeyler olmalı diyordu”. Onun hemen yanındaki diğer bir uye esnemesini gizlemeye calışıyordu. Vakit oğleden sonra olmuştu. Lordlar ve liderler Cypher’ın gorunduğu gece yarısından bu yana tartışıyorlardı. Bir Planisadian lordu ayağa kalkarak, yaklaşan koyu yeşil sisten kacmak icin yaptığı planı tekrarladı. Sisi keşfe gidenlerden hicbiri donmemişti ve ona gore koşulları yeniden değerlendirebilmek icin oncelikle kacıp uzaklaşmaları gerektiği idi. Sis hızla yaklaşıyordu ve herkesin kacıp uzaklaşması gunler alacaktı. “Hayır, kalacağız ve direneceğiz, sonrada Cypher’ı oldureceğiz boylece her şey yoluna girecek” diye gurledi elleri ile okunu okşamakta olan yan taraftaki Erenion lideri, “Yeterince kactık”. Konsul gurultu ve yaygaraya boğuldu, daha once de bircok ucuk oneriler getirenler olmuştu ancak boyle bir cozum herkesi hayrete duşurmuştu. Birisi haykırdı “Sen delimisin? Cyhper bir tanrı. “ “Gerekirse burada kalacağız ancak Cypher'a karşı savaşmayacağız” Oda birden sessizliğe burundu. Kalmak ancak savaşmamak ? Sonra ne olacaktı ? Sadece olum ? Kral Manes sukunetle konuştu “ Pianna Şovalyelerini cağırın”. Bazıları Kralın aklını yitirdiğini duşundu, bazıları da aslında Cypher’ın kralla konuştuğuna inanmamaya başladı. Pianna Şovalyeleri butun populerlikleri ile kale kapısının onune doğru at surduler. İşte herkesi koruyacak efsanevi kahramanlar buradaydı. Yeni dizayn edilmiş zırhları ve parlak silahları icerisinde, eski kahramanlık kitaplarından canlanıp gelmiş gibi gorunuyorlardı. Hic kimse onların kaybedeceğini duşunmuyordu. Yaklaşık ikiyuz guclu asker, efsane haline gelen Camdan Abidenin bulunduğu yone doğru Cypher'ı bulmak icin at surduler. Onlerinde hicbir rehber olmadan, insan yerleşimi kalmamış cılgın topraklarda at surduler. Ormanların icerlerinde onlerine cıkan her yaratığı oldurerek ilerlediler. İclerinden tek bir tanesi bile kacamadı. Gece karanlığında gelip zarar vermesinler diye uyku bile uyumadılar.Fakat bir gece aşırı bir yorgunluk dalgası hepsini kapladı ve derin bir uykuya daldılar. Ruyalarında bir vadinin kenarındaki bir alanda bir suru insan gorduler. Başlangıcta insanların gorunuşleri mutlu gibi geldi ancak yanlarına yaklaştıkca o insanların yuzundeki umutsuzluğu, yorgun bakışları ve ruhlarındaki mutsuzluğu gorduler. Halbuki ruyalarındaki bolge gayet huzurlu ve abidenin camından yansıyan gokkuşağını yansıtan ışıklar sayesinde apaydınlıktı. Tan yeri ağarırken gercekler ortaya cıktı, Cypher’ın ini de oradaydı ve butun o insanlar ona tapmaya gelmemişlerdi, onun esiri olmuşlardı. Abide ise, onların bilincini yutan siyah bir taşa benziyordu. Yapıya yaklaşınca kendilerini insanlara bakarken hissettiklerinden daha kotu hissettiler ve birden bir kol uzanarak goruşlerini kapattı. Ruya sona ermişti ancak gun doğana kadar yattıkları yerden kıpırdayamadılar.Gordukleri ruya yuzunden etkilenseler dahi, kararlarından en ufak bir eksilme olmadan ve kendilerini neyin beklediğini bilerek batıya doğru at surmeye devam ettiler. **ıllarında ve kalplerindeki ayetten bir dua ile; Uzun sure Unutulmuş Biz senin cocuklarınız Uzun sure Unutulmuş olsan dahi Bizi Terk etme Daha once hic hissetmedikleri gibi bir şevkle ruzgar gibi batıya doğru at surmeye devam ettiler. Gunlerce hic durmadan ilerlediler, ne onlar nede atları aclık veya yorgunluk hissetmediler. Gozleri bir işaret yakalayana kadar hic durmadılar. Elmas gibi ışıklar sacan Devasa bir Abide millerce otede duruyordu. Daha once gordukleri ruya bile onları boyle bir manzara ile karşılaşınca duştukleri hayrete hazırlamamıştı. Atlardan birinin kişneyerek bağırması, onları bu hayretten uyandırdı ve tekrar devam ettiler. Ertesi gun şafak vakti abideye ulaştılar ancak sanki onlerinde gecilemez bir bariyer vardı. Gorunurde hic bir şey yoktu ancak atlar gorunmez bir cizgiden oteye gitmeyi reddediyorlardı. Binicileri aşağı inip cektikleri halde ilerlemeyi reddediyorlardı. Sonunda atları bırakarak ilerlemeye karar verdiler fakat onlar da ilerleyemediler. Oğlene kadar uğraşmalarına rağmen hicbiri o gorunmez engeli gecemedi fakat arazinin yapısı gittikce değişiyordu. Ağaclar ve cimenler kapanan zarflar gibi goz onunde katlanarak yok olmaya başladılar, zemin birden kurudu ve ve toprakta catlaklar oluşmaya başladı ve birden catlaklardan birisi genişce bir yarığa donuşerek şovalyeleri icine cekti. Bircoğu yaralandı, bazıları ise hayatını kaybetti fakat coğu kurtuldu ve kurtulanlar kendilerini etrafında daha once hic karşılaşmadıkları turden yaratıkların cevirdiği buyuk bir mağaranın ortasında buldular. Onlerindeki uzun ve kol yuksekliğindeki sarkıtların altında ise Cypher'ın ta kendisi duruyordu. Onu tanımıyorlardı ancak karşılaştıklarının kim olduğunu tahmin ediyorlardı. Bir baş hareketi ile, Pianna şovalyeleri her yana saldırdılar. Guc veren buyuculerini, sihirbazlarını ve yaralıları ortalarına alacak gibi bir halka oluşturdular. Savaşcılar dovuş sanatında ustaydılar ve 7 yıl boyunca hayvanlara karşı verdikleri onlarca savaşta sadece bir kardeşlerini kaybetmişlerdi fakat savaş alanındaki sayıdan daha azdılar ve gorunduğu kadarı ile duşmanları yorulmak bilmeyecekti. Elliden daha az sayıya duştuklerinde, yaratıklar saldırmayı bıraktı ve geriye cekilerek Cypherin şovalyelere doğru ilerlemesine olanak sağladılar. Şovalyeler Cypher'ın gercek yuzunu ilk defa gorduler. Devasa yapısı dışında yaşlı bir adama benziyordu. Rivayetlerdeki gibi acımasız bir savaşcı goruntusunden cok uzaktaydı. ”Hoşgeldiniz, Pianna Şovalyeleri, yorulmuş olmalısınız” diye alay ederek konuştu. Şovalyeler cevap vermek yerine kılıclarını sıkıca tutarak sectikleri hedeflere doğru kaldırdılar ve dosdoğru uzerlerine saldırdılar. Sihirbazlar onlara ateş ve yıldırım ile eşlik etti ve bu saldırının odulu olarak birkac yuz yaratığı oldurduler. Cypher sadece yaratıklarının acımasızca olduruluşunu seyretti. Şovalyeler coğu adamlarını kaybettiler ancak her şey sona ermişti. Tek bir yaratık bile ayakta kalmamıştı. Mağaranın zemininde, kendi kanlarından oluşan bir golde yatıyorlardı. Hemen Cypher'ın etrafını cevirdiler. Fakat bir tanrıyı basit buyuler ve fiziki guc ile yenmeyi duşunmek saf aptallık demekti. Cypher de bunu bildiği icin sakin ve korkusuzdu. Hali hazırda, arkadaşlarının cesetleri kıpırdamaya başlamıştı. Yakında tekrar ayağa kalkacaklardı fakat karşısındaki kişi arkadaşımı veya kardeşimi anlayamayacaktı. İlk zombinin elleri kılıcı kavradığı anda, hayattaki şovalyelerin aklına birden o dua geldi. Sebebini bilmeden duayı haykırmaya başladılar Biz senin cocuklarınız Uzun sure Unutulmuş olsa dahi Bizi Terk etme Olen arkadaşları dirilip ayağa kalktıkca ve silahlandıkca, Pianna şovalyeleri daha once hic hissetmedikleri bir korkuya kapıldılar, buna rağmen haykırmaya devam ettiler. Biz senin cocuklarınız Uzun sure unutulmuş olsan dahi Bizi Terk etme Gittikce guclenen haykırdıkları bu cumleler mağara boyunca ilerledi ve tarih oncesi duvarlarda yankılanarak sarkıtları titretti. Daha fazla ayet dokuldu ağızlarından Seninle birlikte olan yine biziz Sen bizi duyabilirsin Yalvarışlarımızı duy Cypher onların bu dualarını onemsemeden alayla izlerken, mağaranın tavanı sarsılmaya başladı ve tavandaki granitler kahramanlarmızın uzerine dokuldu, birden fazlası duşen granitlerin altında ezildi. Onlar halen devam ediyordu. Bu bir son. Geri donmek istiyoruz Bizi evimize ulaştır. Şimsek gibi bir ışık cennetten fırladı. Logos, yaratıcı tanrı guclu yayını cekti ve gecmişten bu gune soylenen uzun duaların verdiği enerji ile yuklu oku fırlattı. Ok yıldırım gibi bulutların arasından indi ve Cypher'ın omuzlarının uzerindeki mağaranın tavanını gecerek Cypher'a saplandı. Logos kutsamış olmasaydı, okun parlaklığından hepsi kor olacaklardı. Cypher yani Patos artık yoktu. Sadece olmeden onceki zayıf final cığlığı titredi mağaranın icinde. Cok yumuş**, cok net ve sevgi dolu bir başka ses dedi ki.. "Evinize hoşgeldiniz" Bolum III : Bir Kez Daha Diriliş Cypher'ın yokedilmesinden sonra yeşil sis kayboldu ve sağ donen Pianna Şovalyeleri, El Moradlılar tarafından kapıda buyuk kutlama ve sevinc gosterileri ile karşılandılar. Onların kahramanlık oykuleri, pınardan akan sular gibi El Moradın her tarafına yayıldı ve tapınaklarda Logos’un heykelleri yukseldi. İnsanlık yeniden başarılı oldu ve gelişti. Zaman ilerledikce tek bir kişi bile Cypher'ın yaptıklarını hatırlamaz oldu.Bircok kişi şehir duvarları dışına cıkarak yeni keşifler yaptı, insanlar mantar gibi coğalarak yeni bolgelere yerleşti, El Moradın dışında bir cok koy, kasaba ve şehirler inşa edildi. Logos'un kutsadığı tarlalar ekildi urunler bicildi. Ancak barış El Morad icin sonsuza kadar surecek değildi. Cpherin yokedilişinin uzerinden 20 yıl gecmişti ve El Morad insanlığın baş şehri olmuştu. Barış ve huzurun getirdiği başarılı ortam sayesinde guzel bulvarlar, muhteşem binalar ve karanlık donemlerde hayatını kaybedenleri yaşatmak icin, yenilenen ve genişletilen şehir surlarına isimleri yazıldı. Şehir etrafındaki bircok koy ve kasabada yaşayan bir takım kişiler bu zenginlikten haksız kazanc elde etmek icin eşkiyalığa ve saldırılara başladılar. Bircok konvoy saldırıya uğradı ancak Kral Manes halen yaşarken bunlar cok fazla değildi. Kral Manesin uykusunda aniden olumunden sonra yerine gecen oğlu Paul cok genc ve tecrubesizdi, ulkeyi guvenlik altında tutan Pianna Şovalyelerine kumanda etmekten acizdi ve o nedenle Konsulun lordlarının yetkilerini artırdı ancak lordların cerisinde ulkede daha cok soz sahibi olmak isteyenler vardı ve bunların bir kısmı baskınları yapan eşkiyalar ile işbirliği yaptılar. Bazıları vergilerin yukselmesine neden oldu ve bazıları da baskı yaparak orduyu dağıttılar. Ulkenin kotu durumundan mutlu olmayan ve konsulun kararlarına karşı cıkan klan liderleri idam edildi. Kargaşa ve duzensizlik ulkenin her yanını kapladı. Konvoylar daha cok saldırıya uğradı, maskeli katiller her yerde insanları oldurmeye başladı ve kadınlar kocalarının, oğullarının yanında tecavuze uğradı. El Moradın merkezinde kotuluk yuvaları yapılanmaya başladı. Tuccarlar şehire giremez oldu, dukkanlar kapandı. İnsanlar gunluk ihtiyaclarını karşılayamaz oldular. Yerleşik halkın coğunluğu evlerini ve eşyalarını geride bırakarak kactılar. Ciftciler tarlalarını ekemediler. Urunlerini toplayamadılar.Huzur ve barışın yerini cok kısa surede kotuluk ve kargaşa aldı ve bircok ceşitli hastalık baş gosterdi. Butun bu yıllar boyunca Paul ulkede neler olduğunu bilmeden, hizmetcileri ile sarayında yaşayarak gecirmişti. Her şeyin yolunda gittiğini zannediyordu. Konsulun ulkeyi iyi yonettiğini duşunuyor ve insanların arasına karışmaya gerek gormuyordu. Lordlar ona şehirde bir hastalık olduğunu ve doktorların tedavi ettiğini, Paul un saraydan ayrılmasının tehlikeli olacağını soylemişlerdi. Dignar, ulkesine sadık klan lideri, konsule karşı geldiği icin oldurulemsine karar verilen klan lideri, canlı kurtulan az sayıdaki klan savaşcısı ile El Moradın 2 gunluk mesafesinde saklanmıştı ve ulkede yaşananları uzuntu ile takip ediyordu. “Kral Paul artık 19 yaşında neden bunları durdurmuyor, acaba o da onlarla birliktemi” diye duşundu ve bunu araştırmaya karar verdi. Eşkıya kılığına girerek bir gece El Morada girdi ve saraya ulaştı. Paul'un nerede olduğunu ararken, konsul uyesi lord Bero'nun soylediklerini dinledi “ Kralım konsul ulkeyi cok guzel yonetiyor, halk cok mutlu ancak pis taşralılardan tuhaf bir hastalık geldi, siz sarayda bir sure daha bulunun biz hastalık gecince size kutlama toreni yapacağız ve şenlikler duzenlenecek” . Dignar bir sure daha gizlendi ve Bero gider gitmez krala koşarak onunde diz coktu. “Kralım Bero yalan soyluyor. Sarayın duvarlarına cıkın ve El Moradı seyredin” dedi. Paul bir merdiven yaptırarak sarayın duvarındaki surların uzerine cıktı ve gorduğu şey, pislik, yangın ve haydutların sarhoş naraları oldu. Dignara “seni oldurtecektim ama gorduğum manzara korkunc, ulkeme ne oldu, bu hangi şehir, sanki başka bir yer, burası El Moradmı” dedi. Sonra Dignarı kolundan tutarak gel bana herşeyi anlat” diye saraya goturdu. Yaşlı klan lideri Manes'in olumunden sonra yaşananları bir, bir anlattı. Paul başını ellerinin arasında tutarak ağlamaya başladı. Babasının sevgili şehri kaousun tam merkezi olmuştu. “Pianna Şovalyelerini yeniden goreve cağırın” dedi Dignar, “ben de klanımı ve bana uyan klanları toplayıp geleyim. Butun umudumuz bu.” Genc kral, yaşlı klan liderini doğru bularak soylediklerini yapmaya karar verdi. Cypher'a karşı kazanılan zaferden sonra, kendilerine tahsis edilen arazide inşa edilmiş buyuk kalenin icerisinde yaşayan Pianna Şovalyelerinin reisi Mutro idi. Kotuluğe karşı yapılan savaştan sonra gecen zamanda eski şovalyelerin hemen hepsi olmuştu ve yaşlı Mutro reis secilmişti. Dignarı tanıyordu, anlattıklarını dinledi ve şovalyelere doğru bağırdı. “Hepiniz ihtiyac kalmayana veya olene kadar , halkınıza hizmet etmek icin hazır olun”. “Bu cağrıya kulak verecek misiniz?”. Şovalyelerden gurultulu bir onay bağırışı yukseldi. “O halde demirci ocakları yansın, zırhlarınızı parlatın, silahlarınızı bileyin ve yağlayın, atlarınızı ağıllarından cıkarın” Şehrin merkezinden alevler ve dumanlar yukseliyordu. Cansız bedenlerden akan kanların keskin kokusu yuzunden atları zaptetmek zorlaşmıştı. Konsule bağlı askerler ve haydutlar başlangıcta cok direnmişlerdi ancak hemen hepsi yanlış tarafta bulunduğunu anlamadan can vermişti. Az sayıdaki haydut canlı esir alınmış, Logos’u ululamak icin yaptırılan anıtın dibinde toplanmıştı. Dignar ve ona katılan uc klan lideri can verinceye kadar carpışmışlardı ve Pianna şovalyelerinden geriye ise kucuk bir gurup kurtulmuştu. Paul, anıtın merdivenlerinin en ustundeki rahipler icin yaptırılmış adak taşının uzerine cıkarak, karşısındaki manzaraya baktı. Cocukluğunun tertemiz yolları, balkonlarından ceşitli cicekler sarkan, sokaklarında cocukların neşe ile oyunlar oynadığı, mutlu ve guler yuzlu insanlar ile dolu El Moradı şimdi harabeye donmuştu. Yaşanan ic savaşta olenlerin cesetlerinden yayılan koku halen duruyordu. Kendisini dinlemeye hazırlanan yorgun, bitkin insanların yuzlerinde buyuk bir keder okunuyordu. “El Moradın halkı” diye gur bir sesle başladı konuşmasına. “Bugun yıllar suren gaflet uykusundan uyanışımın ilk gunu, sizi bu zalimlerin eline bırakmakla buyuk bir hata etmişim” derken sol kolu ile anıtın yan tarafında, askerlerin arasında elleri ve ayaklarından zincirlenmiş konsul lordlarını işaret ediyordu. Devam etti “Ancak beni de kandırdılar. Zaten cocuktum bir şey anlamıyordum. Ulkemde her şey cok guzel sanıyordum. Bana hep oyle anlattılar. Beni bağışlayın, bundan sonra babamın yolunu takip edeceğime soz veriyorum. Logos şahidim olsun”. O caresiz bitkin ve yorgun kalabalık sanki bir enerji dalgasının etkisine girmiş gibi canlandı ve yuzlerindeki bitkinlikten eser kalmadı, sevincle haykırdılar “selam sana Kral, selam sana Logos”. Paul devam etti ve “bugunden itibaren vergileri duşuruyorum, artık tarlanızdaki urunleri vergi diye vermeyeceksiniz. Evsizler El Morad surları dışında sahipsiz kalmış yerlerde kendilerine ozgurce kulubeler inşa etsin, etrafını cevirsin, eksin bicsinler. Surların icerisinde evlerinden yerlerinden kovulanlar artık donsun. Komşular el ele vererek evlerini tamir etsin. Sokakları, caddeleri temizlesin. Klanlar bir araya gelsinler ve ulkemizi haydutlardan, katillerden temizlesinler ve bugunden itibaren eski konsulleri gorevlerinden aldım. Yerlerine sizin sececeğiniz konsulleri koyacağım. Eski konsuller ulkemize ihanet ettikleri icin en ağır şekilde cezalandırılacak. ”Ertesi sabah kent merkezi tertemizdi, Kraliyet sarayına giden yolun başlangıcında yukselen bir platform yapılmıştı ve 12 konsul uyesi boyunlarında “suclu” yazan tabelalar ile cezalarının bedelini odemeyi bekliyordu. Şovalyelerin liderinin el hareketi ile bir gorevli platformun uzerine cıkarak konsul lordlarının suclarını halka duyurdu. Cellatlar sıra ile lordları yere yatırarak başlarını kutuklerin uzerine yatırdılar. 12 balta aynı anda kalktı ve guneşin ışıklarını yansıtarak hızla indi. Boylelikle uzun yıllardır suren ic savaşın bittiği ilan edilmişti. Paul’u izleyen ve dinleyen sadece El Morad halkı değildi, Logos yuzunde bir tebessumle yarattığı insanların yeniden derlenip, toparlanmasından gayet hoşnuttu ancak oğulları ve kızlarının artık ilk yarattığı zamanki gibi saf ve temiz olamayacaklarını anlamıştı. Patos/Cypher’in uğursuz golgeleri cocuklarının uzerinden asla yok olmayacaktı. İnsan ırkı yaşanan kargaşadan sonra yeniden birleşti ve normal hayatlarına donmeye başladı. Fakat Patos’un unutulmuş laneti insanlar uzerindeki tuhaf etkisini bir kez daha gostermeye başladı ancak bu defa sebep olacağı değişiklik onceki nesillerin hic rastlamadığı turdendi Bolum IV : Tuareklerin Efsanesi El Morada, altı gun altı gece gemi yolculuğu ve bir gun, bir gece at surumu mesafede, Karus diye adlandırılan geniş colleri, yuksek dağları ve sayısız mağaraları ile tanınan bolgenin kuzeyindeki yuz kişiden biraz daha fazla sivilin yaşadığı kucuk Breth koyunde bir kısım cocukların kaos doneminde koyde konaklayan klanlardan ve askerlerden yakalandıkları hastalıktan dolayı vucutlarının ceşitli yerlerinde oluşan bozukluklar nerede ise butun vucutlarını kaplamıştı. Koyun doktorları ve şifacıları bu hastalığa care bulamıyorlardı ve genclerde de bu hastalık gorunmeye başlamıştı. Hastalığın bulaştığı yerlerde deri sertleşiyor, yeşile yakın renge donuşuyordu. Dişlerin ve kemiklerin yapısını da bozuyordu. Ağır hasta cocuklar, diğer cocuklar korkmasın diye evlerin mahzenlerinde, etraftaki mağaralarda tutuluyordu. Hastalığı durduramayan koyun ileri gelen klan başkanı, El Morad’a giderek Konsulden yardım istemeye karar verdi. Koyluler bu haberi sevincle karşıladılar ve cocuklarını kurtarması icin Logos’a daha fazla adak adadılar. Klan lideri konsul uyelerine konuyu acıkladığında, yaşlı bir konsul uyesi soze girerek ulkenin bircok yerinde bu hastalığın gorunduğunu ancak henuz hekimlerin care bulamadığını soyledi. Klan liderine koyune donmesini ve iyi haberi beklemesini tavsiye etti. Paul yaşlı lord sarayına geldiği zaman onu karşılamak icin acele etmedi. İc barış sağlandıktan sonra bir cok konu ile uğraşmıştı ve aradan gecen 2 yıl icerisinde artık o cevik ve kararlı Kral rehavete kapılmıştı. Bir cok konuyu danışmanlarına havale ediyordu. Gencliğin verdiği enerjiyi partiler, eğlenceler duzenleyip sabahlara kadar eğlenerek harcıyordu. Bir gece oncesinde de boyle bir davet sabaha kadar surmuştu ve uykusundan uyandırıldığı cok onemli konuyu kendisine getirdikleri icin de kızgındı. Yaşlı konsul uyesi kendisini nerede ise azarlayan kralın tavrından mutsuz bir şekilde kaos doneminde baş gosteren fakat tedavi edilemediği icin coğalan hastalığı anlattı. İnsanlık nesli bir kez daha tehdit altındaydı ancak bu tehdit silahların, zırhların yenemeyeceği turdendi. Paul ulkesindeki insanların hastalığa yakalandıklarını ic savaş zamanında da duymuştu ancak bu konuda hicbir şey yapmamıştı. Danışmanları bircok defa bunu dile getirmeye calışmışlardı fakat o bunu basit bir hastalık diye duşunuyor ve hekimler care bulur diyordu. Oysa şimdi duyduklarından korkmuştu. Ya bende hastalanırsam halkın arasına nasıl cıkarım. Nasıl davetler duzenlerim diye duşunmeye başlamıştı. Kralın cağrısı uzerine danışmanlar toplandı ve fikir yurutmeye başladılar. Ulkenin dort bir yanındaki hekimleri ve rahipleri toplayarak bu hastalığa şifa bulunması icin calışmalarına karar verdiler. Kralın sarayına bundan sonra hic kimsenin giremeyeceğini, saraya girmesi gerekenlerin once kontrolden gecirileceğini hastalık belirtisi taşıyanların derhal kovulacağını duyurdular. Boylece aradan 4 yıl daha gecti. Logos icin yaptırılan yeni tapınaklar, hastalığa yakalananların adakları ile dolup taşıyordu. Hekimler ve Rahipler hicbir başarı sağlayamamıştı. Kral artık sarayından hic cıkmıyordu. El Morad surlarının icerisinde hastalık her gecen gun artıyordu. Konsulun kararı ile hangi sebepten olursa olsun olenler surların bitişiğinde yaptırılan buyuk odun fırınlarına atılarak yakılıyordu. Logos evlatlarına gelen bu bela nedeni ile kendisine yakaran binlerce rahibin cağrısını duyuyor ancak kendisinin de durduramadığı bu lanetli hastalık karşısında sessizce izlemekle yetiniyordu. Ey Logos duy bizi. Evlatlarını terk etme Unutulmuşun lanetinden kurtar Sen bizimlesin biz seninle Hastalığa yakalananlara, sağlıklı olanlar tarafından yapılan saldırılar o kadar coğalmıştı ki, hasta diye işaret edilen her insan diğerleri tarafından dovuluyor, işkence ediliyor, evlerinden, yuvalarından atılıyorlardı. Bu yuzden hastalığa yakalananlar yer altındaki buyuk kanalizasyon kanallarına kacıyor diğerlerinden kurtulmaya calışıyorlardı. Kargaşa artınca konsulun lord’ları bir araya gelerek karar aldılar. El Moradın icerisinde ve yakın koylerinde bu belaya yakalananlar, Karus bolgesine surgun edildiler. Bolgenin arazisi cok buyuktu ve El Morad bolgesinden ayıran buyuk Carnac denizi nedeni ile geriye donmeleri cok zordu. İnsanlık icerisinde bolunmenin başlangıcı. Zorla evlerinden koylerinden ailelerinden koparılarak yollara surulen yedi binden fazla genc ve cocuk, klan savaşcıları ve şovalyelerin alt tabaka askerleri gozetiminde 2 hafta yurutuldu. Hastalıktan olen olmadı ancak zorlu yuruyuşe dayanamayan bir coğu oldu. Ey Logos duy bizi. Evlatlarını terk etme Unutulmuşun lanetinden kurtar Sen bizimlesin biz seninle Karus bolgesine ulaştıklarında geriye uc yuzden azı sağ kalmıştı. Bu kıyım katiller ve haydutların hukum surduğu kaos doneminde bile yaşanmamıştı. Yıllardır bekledikleri “iyi haber” yerine, hastalığa yakalanmış ve coğu olmek uzere olan gencleri sevgi ile kabul eden Breth koyu sakinleri hastalığa yakalananların sadece dış gorunuş formlarının değiştiğini biliyorlardı. Başlangıcta mahzenlerde, mağaralarda gozlerden uzak tuttukları cocuklar evlerine doneli cok olmuştu. İnsan formundan hicbir değişiklik kaybetmemiş yaşlılar ile, gorunuşu değişmiş cocukları ve onların cocukları bir arada huzur ile değirmenlerine ekinlerini goturuyor, hayvanlarını otlatıyor, su başlarında keyifli sohbetler ediyorlardı. Yeni gelen bu zavallı surulmuşleri de aralarına aldılar. Hepimizi Logos yarattı diyordu koyun en bilgesi. Lanete uğratılmışları da. Hastalığın iyileştirilmesi icin yıllardır uğraşan hekimler ve şifacılar bircok ilac geliştirmişti. Bunlar lanetli hastalığı yok etmemişti ancak hastaları guclendirmiş, geliştirmişti. Bu guclu nesil icin tarlaları ekmek ve bicmek, yetiştirdikleri hayvanları idare etmek cok kolay oluyordu. Zaman icerisinde birbirleri ile evlenen hastalığa uğramış genclerin cocukları sokaklarda dolaşmaya başladığında Breth artık buyuk bir kasabaydı. Bu yeni nesil ırk anne ve babalarından daha gucluydu. Aralarından bir kısmı, hayvancılık veya ciftcilik yapmak istemediklerinden, geniş Karus topraklarında avlanmaya, Patos’un meydana getirdiği yaratıkların soylarından kalanları avlamaya başladılar. Karuslular bu savaşcı ırka Tuarekler demeye başladı. Dovuşmekte cok buyuk maharetler ve tecrubeler kazandılar. Buyuklerinin geleneklerinden gelme alışkanlıkla, kucuk savaşcı grupları bir araya gelerek Klanlar oluşturdular. Sayıca kucuk klanlar gozculuk yaparken, buyuk klanlar birleşerek yaratıklara saldırıyor ve her defasında başarılı oluyorlardı. Boylece Brethin dışında da yaratıkların saldırısından korkmadan yaşanabilecek bolgeler oluştu. Buralara aileler yerleşti Bellua ve Linate. Bu iki kasabanın arasında da Tuarek’lerin mola verdiği Roan Kamp. Breth artık Karus bolgesinin merkez şehri olmuştu. Klan liderleri ve şehrin ileri gelenleri haftada bir toplanıyor, ortaklaşa kararlar alarak uyguluyorlardı. Bir sure sonra bazıları denizin karşı yakasını merak ederek oraya gecmek istediklerinde, idareciler buna karşı cıktılar. Karşı yakadaki eski akrabalarının onlara yaptıkları bir coğu tarafından hatırlanıyordu ancak gencler inatcılıkla ısrar ediyorlardı. Bunun uzerine yoneticiler toplandı. Bir konsey oluşturdular ve karşı yakaya giderek eski bağlarını yeniden canlandırmak istediler. Yirmi kişilik heyet El Morad bolgesine geldiklerinde karşılaştıkları koyluler cığlıklar atarak kactı. Askerler ve savaşcılar geldi. İnsana benzeyen bu yeşil derili, iri yarı ve guclu yaratıklardan daha once hic gormemişlerdi. Konsey uyeleri biz dostuz yoneticilerinizle goruşmeye geldik dediklerinde hepsi bu yaratıkların konuştuğuna hayret ettiler ancak hemen uzerlerine cullanıp ellerinden ve ayaklarından zincirlere vurdular. Askerlerin başındaki Klan lideri, atının uzerinde El Morad’ın surlarına geldiğinde, bu olayın haberi coktan duyulmuştu. Bircok insan ve konsul uyesi şehrin girişinde bekliyordu bile. Onlerinden gecirilen prangalı Karuslulara iğrenerek ve tiksinerek bakıyorlardı. İclerinden bazıları kendi torunlarıydı ancak bunu bilenler bile onlardan yuzunu ceviriyordu. Kent meydanındaki buyuk Logos anıtı yakınında durduruldular. İtile, kakıla hepsi bir araya getirildi. Kral Paul bir takım konuşan yaratıkların esir alınıp kente getirildiğini haber verdiklerinde, beyazlaşmış saclarını taratmakla meşguldu. Hemen adamları ile birlikte saraydan cıkarak anıtın yanına gitti. "Patos’un yaratıkları artık konuşmayı mı oğrendi" diye konuştu. Karus heyetinin başkanı Gringod, kan revan icerisinde guclukle doğrularak, "Ey kral Paul. Ben senin hastalıklı diye kovduğun insanlardanım. Benim cocukluğum burada gecti ancak sen ve bu kendini beğenmiş halkın bizi dışladınız, bize eziyet ettiniz, bizi kovdunuz. Benim gibi hastalığa uğrayanlar olmedik. Cocuklarımız ve onların cocukları doğdu. Bunun artık bir hastalık olmadığını gor. Bu bir lanet ve laneti getiren biz değiliz. Barış ve huzur icerisinde cocuklarımızın buraya girip cıkmasına izin vermenizi istemeye geldik" dedi. Kendini beğenmiş bir konsul lordu hemen soze girdi. "Siz mi bizimle aynı nesildensiniz. Siz sadece pis, yeşil, ilkel yaratıktan başkası değilsiniz. Bir bize bak bir kendinize." Heyet başkanı yine konuşarak, "bugun burada benim yerimde sende olabilirdin veya senin yanındaki lordlardan birisi de" ve eli ile etrafını işaret ederek "buradakilerden birisi de. Biz de bir zamanlar sizin durduğunuz yerdeydik. Bunu anlamıyor musunuz" dedi. Kral Paul konsule donerek "Ne yapmamı istiyorsunuz" diye sordu. Kovalım, oldurelim, parcalayıp kanallara atalım cevapları gelince şovalyelerine işaret etti ve "bunları goturun yakaladığınız yerde oldurun, cesetlerini de parcalara ayırıp nehire atın" emrini verdi. Dragnon.... Yaşlı heyet uyesi, oldurulecekleri yere goturulurken yorgunluk ve ızdıraptan bayıldığı icin şovalyeler oldu sanarak duştuğu yerde "bunu kopekler parcalasın biz şunları halledelim" diye guluşerek bırakmışlardı. Guclukle doğrularak bir ağaca yaslandı. Karanlık yuzunden nerede olduğunu bilmiyordu. Biraz sola donunce, dolunayın deniz uzerinde meydana getirdiği yansımayı fark ederek o yone ilerledi."Karus'a kadar dayanmalıyım" diye duşunuyordu sadece. Tuarekler yaşlı Dragnon’un anlattıkları karşısında silahlanmış ve Roan Kamp ta buyuk gruplar halinde toplanmışlardı. En buyuk klanın başkanı ve en itibarlı savaşcı yenilmez Masthar yuksekce bir kayanın uzerinde, mızrağının ucunu sahilde demirlemiş heybetli Karus gemilerine doğru yonelterek bağırdı. “Kardeşlerim, bugun bizi dışlayan, eziyet eden, olduren ve sevgi ile uzattığımız eli kesip paramparca eden insanlara bedel gunu. Bir tekiniz bile geri kacarsa onu kendi ellerimle cezalandıracağım. Haydi” Patos’un laneti o gun yerine geldi. İnsanlık artık bir daha birleşemeyecek gibi ikiye bolundu. Logos mahzun gozlerini yarattıklarından kacırarak gokyuzune cevirdi. El Morad ve Karus’un sonsuza kadar surecek savaşı başladı. __________________