Şu soz yanılmıyorsam Sait Faik'e aittir. "Cicek ve balık adlarını bilmeyen hikÂye yazamaz. Bu cok doğru sozdeki "cicek" kavramı "bitki" olarak genişletilip renk adları da ilÂve edilirse, bence daha kavrayıcı bir prensip elde edilmiş olur.

Kırsal bolgelerden şehirlere doğru gittikce hızlanan goc ve buna paralel olarak yaşanan şehirleşme, toprakla aramızdaki ilişkileri iyiden iyiye bozdu. Cocuklar bir tutam yeşilliğe ve "bir avuc gokyuzu"ne hasret, daracık apartman dairelerinde şuuruna varamadıkları bir kÂbus yaşıyorlar. Ne bitkileri tanıyorlar, ne bocekleri, ne kuşları, ne de birkacı dışında-diğer hayvanları. Bırakın kırlarda yetişen binlerce bitki ceşidinin adlarını, bir anket yapılsa , bir cırpıda beş-on cicek adı sayan kac kişi cıkar merak ediyorum. Elbette bu olumsuz gelişmede Turkcedeki daralmanın ve fakirleşmenin payı da buyuktur. Hadi itiraf edelim; artık cocuklarımız ana dillerini de oğrenemiyorlar. Konuştukları, Turkcenin karikaturunden başka bir şey değil.

Bana oyle geliyor ki, bitki, bocek, kuş ve renk adları, dillerin gizli hazineleridir; onlara bakarak bir halkın hayal gucu, tabiatla ilişki bicimi dunya goruşu ve realite kavranışı hakkında acık secik fikirler edinilebilir. İnanmazsanız, Turhan Baytop'un Turkce Bitki Adları Sozluğu'nu acıp bakın. Turkiye'de yetişen bitkiler, Turkce bitki adları ve bitkiler etrafında oluşan kultur hakkında onemli araştırmaları olan Baytop Hoca 1994 yılında Turk Dil Kurumu Yayınları arasında cıkan (yeni baskılarının yapılıp yapılmadığı bilmiyorum) bu nefis sozlukte buyuk bir boşluğu doldurmuştur.

Turkce bitki adları başlığına bir Âlem; cok zekice hatt muzipce olanları var. Turhan Baytop'un sozluğunu gozden gecirirken, once hÂfızamda yer etmiş, benim icin hÂtıra değeri taşıyan bitkilerin adlarını aramış ve hepsini de bulmuştum. Bana ozel bir dunyayı bir duyum bicimini ve bir nağmeyi veren Evelik, Yemlik ve Madımak bitkilerinin LÂtince adlarını oğrenince bir tuhaf olduğumu soylesem inanır mısınız? Sanki bu uclu birden benim dunyamın malı olmaktan cıkmıştı. Mayhoş tadını hÂl damağımda hissettiğim kuzukulağı meğerse evelik otunun da dahil olduğu rumex alt cinsine bağlı bir otmuş, bazı bolgelerde Ekşimenek, Ekşimik, Ekşimcik ve Ekşincik de deniliyormuş. Aynı aileye mensup bircok otun genel adı lÂbada imiş. Bahar mujdecileri olan Nevruz ciceğini, Ciğdemi ve Kardeleni unutmadım; cocukluğumda, Zara'da bahara doğru bu ciceklerden toplamak icin kırlara cıktığımızı iyi hatırlıyorum. Cok zaman ellerimiz boş donerdik; cocuklar bunları nevruz ve ciğdemi iştahla yerlerdi. Nevruz toplamanın, bazı zamanlardan kalma bir ceşit toren olduğunu biliyor muydunuz?

Baytop Hocanın sozluğune gore, Nevruz (navruz) Hermodactyloides Spach ve Scorpiris Spach alt cinslerine bağlı iris turlerine verilen genel isim. Kazakistan'da Bayeşek, Kırgızistan'da Baycecek, Ozbekistan'da ise Baharkız adlarıyla bilinen Nevruz ciceği, Turk dunyasında diriliğin, tazeliğin, yenilenmenin, gencliğin, bekÂretin, saflığın, masumiyetin ve temizliğin sembolu imiş, Kırgızistan'da bunun icin evlenmemiş genc kızların kupe, kolye gibi takılarında ve gelin başlıklarında tek motif olarak yer alıyormuş.

LÂtince ası Crosus olan Ciğdeme gelince; Karlar erimeye başlar başlamaz acan bu aceleci cicek baharın mujdecileri sayılır. Orta Anadolu'da bahar başlangıcında oynanan "Ciğdem Eğlencesi" adlı bir de cocuk oyunu vardır. Ellerinde sivri sopalarla tepelere tırmanıp ciğdem toplayan cocuklar, bunları iğne yahut karacalı dalına asarak sokak sokak, ev ev dolaşır ve bir tekerleme tutturarak baharın gelişini mujdelerler.

Tekerlemedeki Turkcenin guzelliğine bakınız:

Ciğdem ciğdem cicecik
Ali Baba gokcecik
Ciğdem geldi kapıya
Yağ cıkarın yapıya
Yağ olmazsa bal olsun
Oğlum, uşağın sağ olsun

Topraktan başını uzatır uzatmaz, koyun ve keci gibi hayvanlar tarafından yenildiği icin beyaz ciğdeme halk arasında Oksuzoğlan da denir. Aynı cicek Bektaşilikte Ehlibeyt'in sembollerinden biridir. Ve nefis bir halk turkusunde ciğdem ve nevruz şoyle dile gelirler.

Ciğdem der ki ben elÂyım
Yiğit başına belÂyım
Hepisinden ben Âlayım
Benden Âl cicek var mı
Al baharlı mavi dağlar
Yarim gurbet elde ağlar

Nevruz der ki ben nazlıyım
Sarp kayalarda gizliyim
Mavi donlu goz gozluyum
Benden Âl cicek var mı
Al baharlı mavi dağlar
YÂrim gurbet elde ağlar

LÂtince adı Papaver olan "Gelincik"i etimolojik acıdan ele alıp inceleyen rahmetli Ali Fehmi Karamanlıoğlu, bu kelimenin Turkcenin en eski kelimelerinden bir olan ve Gokturk kitÂbelerinde gecen "gelin" kelimesine kucultme ve sevgi ifade eden -cik ekinin ilÂvesiyle meydana geldiğini soyluyor. Kısacası halk dağ lÂlesini kucuk bir geline benzeterek adlandırmıştır. Turk toresinde gelinlik rengi beyaz değildir, kırmızıdır. Baytop Hocanın sozluğune gore, gelinli adları taşıyan başka cicekler de var; Gelinfeneri, Gelingobeği (Kara hindiba), Gelin Gulu (Cuha ciceği), Gelinkupesi (Tavan kirazı), Gelinparmağı, Gelinsacı, Gelinteli vb.

Baytop Hocanın sozluğunde cocukluğumun sonbaharında iplere dizilmiş o sarı-kırmızı-yeşil alıcları, karamukları, boğurtlenleri birer tutam koparıp birbirimizi daladığımız ısırgan otlarını da aradım. Bircoğunun ne cok eşanlamlısı varmış. Mesel alıcın eşanlamlıları; Geyik dikeni, Halıc, Havuc, Kızlar yemeşi, Yemişen, Yemişken vb. Ceşitli bolgelerde ısırgana verilen adlar da ilgi cekici; Ağdalak, Cuncar, Cizlagan, Cincar, Dakırdalak, Dalağan, Dalayan diken.

Bir de "gul"u merak ettim; yabanî gulun Asker Gulu, İt Gulu, Kopuk Gulu gibi adları varmış. Eskilerin "gul-i sadberg" dedikleri gulun Turkce adları da hoş; Hokka Gulu, Katkan Gulu, Okka Gulu, LÂtince adı rosa hemisphaerica olan bir gul ceşidine Sivas cevresinde Kadıngobeği deniliyormuş. Ancak halkımızın gul adını cok sevdiği anlaşılıyor. Gullu birkac bitki adı zikretmekle yetiniyorum; Gulburnu, Gul Elması (Yabani Gul), Gulfatma, Gulgulum, Gullugondurme, Gulgulu (Hatmi, Boynuzlu Gelincik), Gulluk (Eğrelti)

Turkce renk adları da bitki adları gibi gitgide unutuluyor. Son zamanlarda yavruağızı, hÂki, tirşe, ebruli gibi renk adlarını kullanan birine rastladınız mı? Prof. Dr. Beynun Akyavaş bir yazısında şikÂyet ediyordu;

"Kırmızının bir tonuna siklÂmen, yeşilin bir ceşidine petrol, sarının portakal rengine calanına da oranj diyoruz. "Rubi"lerimiz, "turkuvaz"larımız, "lilÂ"larımız da var. Erbabı, onları yÂkuti firuze ve leylÂk rengi olduğunu anlıyor. SiklÂmen de, petrol de, oranj da, rubi turkuvaz, lil da Fransızca oz Turkce değil. Tunuslu bir dostla konuşuyordum. Narenc'i Arapca'da hangi mÂnÂda kullanıyorsunuz dedim. Narenc, 'greypfrut'tur dedi. Portakala bortugal derlermiş. Demek ki Fransızlara bir narenc vermişiz. Portekiz'i almışsınız dedim. Bilindiği uzere, "Portugal", Fransızca Portekiz'dir ve evvel 'Cin elması' denilen portakalı Cin'den alıp Avrupa'ya getirenler de Portekizlilerdir. Portugal; Arapca portugal, Turkce portakal olmuş"

Aslında diller buzdağları gibidirler, suyun altındaki buyuk kısmı keşfetmeye başladığınız zaman o dile nufuz edebilir şair, yazar veya duşunur olabilirsiniz. Turhan Baytop Hoca, derin sulara dalarak buzdağından kucuk bir parcayı su yuzune cıkarmış. Orada kim bilir daha ne hazineler yatıyor. Turkcenin dalgıcları haydi iş başına!

KAYNAK:Beşir Ayvazoğlu

__________________