Osmanlıda kadın şairler kadar, kadın şairler uzerine yapılmış araştırmaları da gozden gecirmek isteyen bir araştırmacı hayal kırıklığına uğramayı peşinen goze almak zorundadır. Sozunu ettiğim hayal kırıklığı kadın şair sayısının azlığı gibi bunlar uzerine yapılan araştırmaların sayısının da azlığından kaynaklanmaktadır. Geleneksel donemde edebiyat tarih ve tenkidinin yerini tutan tezkirelerle sınırlı kalan edebî araştırmalarda adı gecen kadın şair sayısı iki elin parmaklarından cok az fazladır. Tezkirelerin sınırlı ifade kalıplarına sıkışmış olarak birbirine benzer cumlelerle tanıtılan, bir coğunun eserleri dahi elimize ulaşmış olmayan bu şairler hakkında doyurucu araştırmaların yapılmış olmasını zaten bekleyemeyiz. Tanzimat sonrasında sayılarında artış gorulen kadın şairler uzerinde ise munferit ve ciddi birkac calışmanın varlığına rağmen; kadın şairlerimizi başlangıctan itibaren ele alarak ortaya gercek bir panorama cıkaracak sistemli bir calışmanın henuz yapılmadığı aşikÂrdır.
Osmanlı kadın şairlerini gozden gecirmemize yarayacak zaman cizgisi, Tanzimat zihniyeti ile ikiye bolunmek zorundadır. Ancak Tanzimatın eksen aldığı zihinsel duzlem uzerinde yenileşen ve Batı etkisine giren edebiyatın başlangıcından, yani Tercuman-ı Ahval’in neşir tarihi olan 1860’dan sonra da geleneksel cizgide şiir yazmaya devam eden, bir başka deyişle tipik Divan şairi gibi davranan kadın şairlerden soz edilebilir. Bu bakımdan kadın şairlerle ilgili soz konusu bolumlenme yatay bir bolumlenme olmaktan ziyade duşey bir bolumlenme olmak zorundadır.
Divan edebiyatı ve bunun Tanzimat yılları icindeki uzantısı, yani XV. ve XIX. yuzyıllar arası, kadın şair kronolojisinin ilk bolumunu teşkil eder. Zaman bakımından uzun fakat kadın şair sayısı bakımından az bir niceliğe sahip olan bu donemi Geleneksel donem olarak adlandıralım. Tanzimat hamlesinin getirileri ile bicimlenen ve Cumhuriyete (1923) veya daha doğrusu harf inkılÂbına (1928) kadar suren bolumu ise Yenileşme donemi olarak adlandıralım. Kendi icinde Tanzimat yılları ve Meşrutiyet sonrası olarak ikiye ayırabileceğimiz bu donem ise zaman itibarıyle daha dar olmasına rağmen kadın şair sayısı bakımından yoğundur. Bir başka deyişle Geleneksel donem ile Yenileşme doneminin kadın şairlere yuklediği yoğunluk, sure ve sayı arasındaki ters bir orantıyı işaret etmektedir. Tasvir ve tarihce cihetinde ortaya cıkan bu ters orantının yorumu uzerinde bu yazının son bolumunde durulacaktır. Once Osmanlıda yetişmiş kadın şairleri kısaca gozden gecirelim:
A-GELENEKSEL DONEM
Anadolu sahasındaki ilk şuara tezkiresi sayılan Sehi Bey Tezkiresi’nden başlayarak tum tezkirelerde Divan edebiyatının bir mensubu olarak yer tutan kadın şair sayısındaki urkutucu tenhalık Osmanlı edebiyatından kadınlara duşen pay hakkında fikir vericidir. Ve topluca gozden gecirildiğinde geleneksel donemde yetişen kadın şairler arasında bazı ortak hususiyetler dikkat ceker:
Coğu İstanbul, Trabzon (Fıtnat, Saniye, Mahşah) ve Amasya (Zeynep, Mihrî, Hubbî

Bu kadın şairlerin hemen tumu baba ya da eş vasıtasıyla, genellikle de her iki taraftan, sosyal statusu ve refah duzeyi yuksek ailelere mensupturlar. Vali, kadı, kazasker, şeyhulislÂm veya paşa kızıdırlar. Bir başka deyişle hepsi “Babasının kızı”dırlar. Zeynep bir kadı’nın kızıdır, Mihrî bir şairin. Sıtkî ve Leyl kazasker, Fıtnat şeyhulislÂm, Munire sadrazam kızı olarak gelirler dunyaya. Trabzonlu Fıtnat’ın babası vali, Leyl Saz’ın babası hekimbaşıdır. (Esasen Yenileşme doneminde de durum değişmeyecektir. NigÂr Hanım, Fatma Aliye ve Emine Semiye birer paşa kızıdırlar, Makbule Leman’ın babası V. Murad’ın kahvecibaşıdır).
Coğu ilmiye sınıfına mensup babaların kızı olarak mureffeh bir aile yapısı icinde dunyaya gelen, konak veya yalılarda Osmanlı teşrifatının kendine ozgu buyusunu teneffus ederek buyuyen bu kızlar, kız cocuklarının eğitimi hususunda toplumun genel anlamda “yeterli” bulduğu tahsil tanımı ile yetinmeyen babalarının teşviki ve programı doğrultusunda, Osmanlı eğitiminin onemli bir kısmını teşkil eden “konak eğitimi” ile evde ve ozel hocalar elinde yetişmişlerdir. Bazılarının bizatihi ilk hocaları babalarıdır. Daha az sayıda olmak uzere ağabey ve eş ikliminden bilgi devşirdikleri de gorulur. Bu eğitim genellikle dinî bilgiler ile Arapca ve Farsca cevresinde genişletilen edebî bir program takip eder. (Yenileşme etkisine giren ailelerin kızlarına tedris ettirdikleri programda ise Fransızca baş koşeye oturacaktır).
Geleneksel donemde kadın şairlerin bir kısmının ehl-i tarik olduğu dikkat ceker. Bir kısmı Mevlevî (LeylÂ), Kadirî (Sırrî

Sosyal yapılanma itibarıyle devrinin uzerinde yer alan ailelerin ikliminde yetişen bu kadınlar, cocukluk ve genclik yıllarından itibaren aile cevresinde gercekleşen şiir-edebiyat sohbetlerine, meclislere, sanat cevrelerine katılma imkÂnı bulmuşlar, boylece kulturel anlamda hemcinslerinin onune gecebilmişlerdir.
Evlilik hayatlarında coğunun mutlu olamadığı dikkat ceker. Kimi hic evlenmemiş (Mihrî, Nakıye), kimi boşanmış ve tekrar evlenmiş ya da evlenmemiş (LeylÂ, Trabzonlu Fıtnat), kimi de kendilerini mutlu etmeyen bir evliliği surdurmuşlerdir (Fıtnat). Şiir onlar icin bir bakıma mutsuzluklarının hem sebebi, hem neticesi olan bir hitap alanı oluşturmuştur.
Bir kısmı guzel sanatların birkac dalına aynı anda ilgi gostermiş, şairliğin yanı sıra musıkişinas ya da bestekÂr (LeylÂ, Zeynep, Mahşah) ve hattat (Ani, Feride, Trabzonlu Fıtnat) olarak da isim yapmıştır.
Ancak soyledikleri şiir, kısmen Mihrî haric tutulursa, bir kadın kalbinde mevcut bulunabilecek duyguların ifadesi olmaktan ziyade donem edebiyatının klişeleşmiş mazmunlarıyla terennum edilen bir erkek kalbinin yansımalarını verir. Rağbet ettikleri şiir turunun daha ziyade gazeller, en cok da nazireler olduğu duşunulurse, Geleneksel donemde kadın şairlerin, erkek duyarlığı etrafında klişeleşen bir edebiyatın ağırlığı altında varlık gosteremedikleri fark edilir.
Zeynep Hatun:
Fatih donemini Mihrî Hatunla birlikte temsil eden Zeynep Hatun, adı bilinen ilk Turk kadın şairi olup, kaynaklarda Amasyalı ya da Kastamonulu olduğu ifade edilmektedir. Divan edebiyatının şekillenme doneminde Fatih cevresinde hissedilen verimli sanat iklimi, sanata ve sanatcıya hasredilen teşvik bu iki kadın şairin varlık gostermesinde de etkili olmuş olmalıdır. Asıl adı Zeynunnisa olan Zeynep Hatun bir kadı kızıdır. Bir kadı olan ve şiir calışmalarını anlayışla karşılayan İshak Efendi ile evlenmiştir. Kulturlu bir muhitte yetişmiş, Arapca, ve şiirler soyleyecek olgunlukta Farsca oğrenmiş, Mihrî Hatun ile tanışıklık kurmuştur, Şiirin yanı sıra beste yapabilecek olcude musıki calışmaları da olan Zeynep Hatun 1563’de Amasya’da olmuştur.
Fatih adına tertip edilmiş bir Divan sahibi olup, eldeki şiirlerine bakılırsa acık ve sade bir soyleyişin sahibidir. Bir kıt’asının,
Senin husnun benim aşkım senin cevrin benim sabrım
Cihanda dem-be-dem artar tukenmez bî-nihÂyettir,
beyti unludur.
Mihrî Hatun:
Fatih donemi şairlerinden olan Mihrî Hatun, Zeynep Hatunla birlikte adı bilinen ilk Turk kadın şairlerindendir. Amasyalıdır. Asıl adı Mihrunnisa ya da Fahrunnisa olup, 1460 ya da 1461 yılında doğmuştur. Mihrî mahlasını kendisi de bir şair olan babası Mehmet Celebi bin Yahya (BelÂyî

Dillere destan bir guzelliğin, hayranlık uyandırıcı bir kultur ve birikimin sahibi olmasına rağmen kendisine yoneltilen butun evlilik tekliflerini geri cevirerek omru boyunca bekÂr kalmıştır. Donemine gore serbest bir yaşantının sahibi olan Mihrî, tarihci Hammer tarafından “Osmanlılar’ın Sapho’su” olarak isimlendirilmiştir. Cevresinde platonik aşklarına dair fısıltılar daima mevcut bulunan Mihrî’nin, MuyyedzÂde Abdurrahman Celebi ve Sinan PaşazÂde İskender Celebi’ye duyduğu aşka dair ipuclarına şiirlerinde de rastlamak mumkundur. Evinde duzenlediği edebî meclisler gibi, samimi kadın duygularını cekinmeksizin şiirinde terennum etmiş olması cihetiyle de, kendisinden sonra yetişenler arasında en cok XIX. asır şairi NigÂr binti Osman’a benzetilebilir. Ona erken bir NigÂr Hanım olarak bakmak mumkundur.
Kolay soyleniyormuş izlenimi veren sade bir şiiri vardır ve bunlar arasında en başarılı bulunanları nazireleridir. Donem şairlerinden Necati’nin etkisinde kalan Mihrî’nin, şiirlerini Necati’ye gonderdiği ve onun şiirlerine nazireler yazdığı bilinmektedir.
Necati’nin unlu Done Done redifli gazeline nazire olarak yazdığı ve;
Âteş-i gamda kebÂb oldu ciğer done done
Goklere cıktı duhÂnımla şerer done done
matlalı gazeli bunlardan biridir.
1506 yılında Amasya’da olen Mihrî Hatun’dan geriye eser olarak Divan’ı kalmıştır.
Hubbî Hatun:
Hubbî Hatun bir XVI. asır şairi olup Divan şiirinin zirvesini teşkil eden Kanuni donemini kadın şair olarak temsil etmektedir. (Aynı asırda, Baki’nin hanımı Tutî Kadın’ın da şiir yazdığı soylenmektedir). Asıl adı Ayşe olan Hubbî Hatun da Mihrî ve Zeynep gibi Amasyalıdır. Kanuni’nin sut kardeşi Şemsi Celebi’nin Hanımıdır. Bu yakınlık Hubbî Ayşe’nin saraya intisabına zemin hazırlamış, onceleri II. Selim’in, sonra da III. Murad’ın nedimesi olarak saray muhitinde şiiri icin gerekli kultur atmosferini bulmuş, zamanın hocalarından dersler almış ve Arapca’yı cok iyi oğrenmiştir. Şuara tezkirelerinde kendisinden evvelki kadın şairlerden daha kuvvetli olduğu ifade edilirse de, kadın duygularını terennumu ve lirizmi bakımından Mihrî’nin onune gecemediği fark edilir. Erkeksi bir duyuşu vardır.
Gazel ve kasideler yazan, Hurşid ve Cemşid adlı uc bin beyti aşkın bir mesnevisi olan Hubbî Hatun 1590 yılında İstanbul’da olmuştur.
Sıtkî Hatun:
XVII. asrın ikinci yarısında yaşayan Sıtkî Hanımın asıl adı Ummetullah olup, bir kazasker kızıdır. Kardeşi Faize Hanım da şairdir ancak Sıtkî kadar tanınmış değildir. Bayramiye tarikatıne mensup olan Sıtkî Hanım gazel ve ilÂhiler yazmıştır. Divan’ı ile Genc-i EnvÂr ve Mecmuau’l Hayal adlı basılmamış tasavvufî şiir mecmuaları bulunmaktadır. 1703 yılında olmuştur.
Ani Hatun:
Ani Fatma kulturlu bir ailenin kızı olarak İstanbul’da doğmuştur. Akıllı, bilgili ve eğitimli bir kadın olup, “Hace-i Zenan (Kadınların Hocası)” lÂkabıyla anılmıştır. Arapca bilen, doğu ve Batı edebiyatlarını oğrenmiş bulunan Ani Hatun’un bir Divan teşkil ettiği soylenmekteyse de bu eser ele gecmiş değildir. Ani Hatun bir hattat olarak da un yapmıştır. Hattatlığının şairliğinden ustun olduğu bazı tezkirelerde ifade edilmektedir. 1710 yılında olmuştur.
Fıtnat Hanım:
Asıl adı Zubeyde olan Fıtnat Hanım bir şeyhulislÂm kızı olup adı bize kadar gelen kadın şairler arasında en dikkat cekicilerden birisidir. Aydın ve şairi bol bir cevrede yetişmiş, edebî muhitlere girip cıkmıştır. Şiirleri kadar nukteleri ve kendisi ile Koca Ragıp Paşa ve şair Haşmet cevresinde teşekkul eden latifelerle de tanınmıştır. Ancak bunların bir kısmı kaba olup, orijinal yazılı kaynaklarda mevcut bulunmadığına bakılırsa uydurmadır. Fıtnat Hanım kendisini anlamayan, ruhuna denk duşmeyen, şiirle uğraşmasına bir anlam veremeyen bir zÂt olan Derviş Mehmet Efendi ile yaptığı evlilikte hic mutlu olamamıştır. Bir Divan teşkil etmişse de şiirlerinde kadın kalbinin samimiyetini bulmak zordur. 1780 yılında olmuştur.
Guller kızarır şerm ile ol gonce gulunce,
mısraı ile başlayan şarkısı cok unludur.
__________________