DİL
Dil, yeni Turk Edebiyatında bir taraftan malzeme olarak gorulmuş ve sanatcıların edebi goruşlerine paralel olarak değişiklik arzedilmiştir. Bu anlamda ilk zamanlar sosyal fayda guden sanatcılar sadece bir dil mucadelesi vermişler , gittikce ferdileşen edebiyat anlayışıyla birlikte bu sade dil anlayışından uzaklaşmış ve Ekrem ile başlayan bu uzaklaşış Servet-i Funûncularda doruk noktasına ulaşmıştır.
Diğer taraftan yeni medeniyet anlayışının ve yeni bir AvrupÂi edebiyat kurmak hedefinin getirdiği zorunlulukla eski edebiyattaki kelime kadrosu yerini batılılaşma surecindeki toplumu ve edebiyatın hedeflerine uygun kelimelere bırakmıştır. Bu noktada eski edebiyatın dil anlayışı oldukca eleştiri almıştır. Başka bir taraftan ise gazetecilik ve gazete makaleleri sade bir dilin gelmesi icin zemin hazırlamıştır.
Gerek Tercuman-ı AhvÂl on sozunde gerek Mecmua-i Funûn’un ilk sayısında her gun sade yazılacağı teyit edilmiştir.
Bu donemde eserler veren Namık Kemal eski edebiyatı ve dili ağır bir şekilde eleştirerek onun yeni hayat karşısında şansı olmadığını vurgulamıştır. Namık Kemal, LisÂn-ı OsmÂn-i’nin Edebiyatı Hakkında Bazı MulÂhazatı ŞÃ‚mildir başlıklı yazısında okur – yazar olan insanların bile yazı yazmakta ve okumakta zorlandıklarını belirtir. Bu zorluğa neden olan Lisan-ı Osmani’dir ona gore.
Namık Kemal bundan sonra yazdığı “BahÂr-ı DÂniş Mukaddimesi”inde de yazı dili ve konuşma dili arasındaki ucuruma dikkat cekerek;
“Her nedense lisÂnen soylediğimiz şiveyi beğenmeyip de kaleme başkabir Lisan-ı Edeb icad etmeye calışan muelliflerimizin tuttukları tarz-ı ifÂde, tekllumumuze kıyasen mesel Arabiye nispetle Borno lisanı kadar sakindir” der.
Turk dilinin sadeleşmesi gereğine inanan ve bu yolda – ozellikle gazeteler aracılığıyla – caba gosteren Ali SuÂvi de anlatılmak istenen duşuncenin dolaylı yollardan soylenilmesine karşıdır. Bu konuda;
“Haydi ittifak edelim. Mesela “şarap” diyecek yerde “Âteş - Renk” demiyelim. Duzce “şarap” diyelim vesselam”dır.
“Eğer imlamız carpaşıklıktan kurtulmak ihtimali yoktur derseniz, yine bu usulumuzu bozmayarak işaret gibi yeni bir iş daha cıkarmayarak şu elimizdeki lisanı ıslah mumkundur.” Sozleriyle de Ali SuÂvi dilin sadeleşmesi yolunda iml meselesinin onemine dikkat cekmiştir.
Bu devirde dil ve edebiyat hakkındaki goruşlerini kesin olarak ortaya koyan sanatcılardan biri de Ziya Paşa’dır.
“Hayır, bunların hicbiri Osmanlı şiiri değildir. Zira goruluyor ki, bu nazımda Osmanlı şairleri şuarÂ-yı İran ve İranlılar dahi Arablara taklit ve melez bir şey yapılmıştır. ” diyerek bir Osmanlı dili ve şiiri olmamasından, bu konuda calışmalar yapılmamasından şikayet etmiştir. Ziya Paşa katiplerin herhangi bir konu hakkında yazı yazarken oldukca yorulduklarını bunun sebebi olarak sozlukte yer alan kelimelerin değişmediği halde kurulan tamlamalar sebebiyle mananın bir turlu anlaşılamamasını gosteriyor. (Levend, 1960:118).
Ziya Paşa; “evvela Turkce iml bilinmelidir. Halbuki en guc şey budur. Zira vaktiyle Turkce’ye mahsus lugÂt kitabı yapılmamış ve Osmanlılar milel-i sÂireyi dÂire-i hukumetlerine aldıkca, herbirinde gordukleri yeni şeylerin isimlerini ol milletin lisanından olup, az cok bozarak kullanmış ve her kÂtip bir lugÂti sukunu harekÂtının zihnince uyan bir şekliyle yazıp, şÃ‚ireleri dahi diğer surette zabdetmiş olduklarından, iml oğrenecek kimse evvel-i emirde bunların hangisine tÂbi olacağında mutehayyir olur.” Diyerek dilin ıslahı meselesinde imlanın ne derece onemli olduğuna dikkat cekmiştir.
Turk dilinin sadeleşmesi uğrunda pek cok calışması olan Ahmet Mithat Efendi de;
“Eğer lisanımızı sadeleştirirsek, şimdiki gucluğun gosterdiği icbar ile bir takım kuyruklu kulaklı yanlışlıkları kabul etmeyerek, hic olmazsa kaidece yanlışlığına hukm olunmayacak bir yolda yazı yazabildik” (Levend, 1960:127) der.
Muallim Naci eserlerinde temiz ve sade bir dil kullanarak lisan-ı Osmani’nin sadeleşmesi gereğine inanmakla kalmayıp bunu yazı hayatına aksettirmiştir.
Saydığımız bu isimler her ne kadar dilin sadeleşmesini savunsalar da zaman zaman kararsızlığa da duştuklerine rastlanır. Bahar-ı Daniş mukaddimesinde İran şivesinden rahatsız olduğunu belirten Namık Kemal yine aynı yazıda bundan kacınılmayacağını belirtir.
Batılılaşma surecindeki Edebiyat ortamında dil, ayrıca imla kuralları ile de gundeme gelmiştir. Hatta kelimelerin yazımıyla ilgili gazete sutunlarında bazı tartışmalar yapılmıştır.
O donem gazeteciliğine baktığımızda gazete dilinin de halkın rahatlıkla okuyup anlayabileceği bir seviyeye cekilmeye calışıldığını goruyoruz.
Dil uzerine yapılan calışmalar bir sure sonra resmi kimlik kazanmıştır. Zira halk kendisi icin cıkarılan kanunlardan, tuzuk ve yonetmeliklerden bir anlam cıkaramıyordu. Devletin ticaret duzenini vergi sistemini anlayamıyordu. Butun yazışmalar halk icin değil, katiplerle onların ust makamları icin birer şifre huviyeti kazanmıştı. II. Abdulhamit doneminde Sadrazam Sait Paşa, resmi yazışma dilinin yalnız yazarların tartışmalar ile duzenlenemeyeceğini, bu hususta hukumetce gayret gosterilmesi gerektiğini one surmuştur. Hatta uzun cumlelerin kısaltılmasını, gereksiz edat ve deyimlerin bırakılmasını emretmişti. (Karal, 1985:318).
__________________