(1909 – 1913)


Otuz yıl suren buyuk bir siyasî baskıdan sonra aydınların dayanılması zor sıkıntılar sonunda getirebildikleri meşrutiyet devri, ne yazık ki, Turkiye tarihinin en talihsiz donemlerinden biri olmuştur. Koca bir imparatorluğun idaresinden ve dunya politikasından habersiz birkac maceracının elinde kalıveren ulkenin, icinde bulunduğu gulcukler ve buyuk sıkıntılar yetmiyormuş gibi tamamıyle yok yere ve akıl almaz maceralara suruklenmesi ve altı asırlık bir devletin bir anda ve hic de şerefli olmayan bir şekilde yıkılıp gitmesi ile sonuclanmıştır.
Butun bu maceraların sonucu en buyuk faktoru her zaman olduğu gibi, şuphesiz, yonetici kadrosundaki yetersizliktir. Ayrı ayrı mesleklerden gelme, devlet yonetiminde ve politikada bilgisiz ve tecrubesiz bir avuc gencin sırf olcusuz ihtirasları ve ataklıkları yuzunden cok kısa bir sure icinde ulkenin mutlak hakimi durumuna gelmeleri ile, yonetimde buyuk karışıklıklara, dengesizliklere ve tutarsızlıklara yol acılması kacınılmazdı. Devlet yonetimindeki apacık bilgisizlik ve tecrubesizliklerini kendileri de fark ettikleri icin, başlarda, işlere hemen el koyamayarak, devirdikleri yonetimin tecrubeli politikacılardan yararlanmaktan başka care bulamadılar. Bu sebeble, II. Abdulhamid devrinin Said Paşa ve KÂmil Paşa gibi hukumet başkanlarını yonetimin başına getirmek zorunda kaldılar.
1908 yılına kadar II. Abdulhamid saltanatının cok ağır baskısı altında sosyal meselelerle uğraşmaktan uzak kalmış olan Turk halkı, bu tarihten sonra, otuz yılı aşkın bir sure icinde yaşadığı kabuğundan cıkararak, gozlerini yeni bir hayata acmıştı. Gercekten, parlamenter rejimin sağladığı imkÂnlar dahilinde, sosyal hayatın hemen her alanında cok hareketli bir donem başlamış ve istibdÂd idaresi altında butun bu alanlarda cok yavaşlamış olan batılılaşma calışmalarına yeniden hız verilmişti. Ayrıca, dunya politikasının cok karışık bulunduğu bu sıralarda – gerek iceriden ve gerekse dışarıdan – imparatorluk bircok gucluklerle karşı karşıya idi. 1911’deki Trablusgarb ve 1912’deki Balkan savaşları ile bu guclukler daha da arttı. Memelekt meselelerinin bu kadar ağırlık kazandığı yıllarda, edebiyatın, butun bunlara tamamıyle ilgisiz kalarak, sanatcıların yalnız kendi hayatlarını aksettirmekte devam etmelerinin kamuoyunca iyi karşılanamayacağı muhakkaktı. Servet-i Funun devrinde, edebiyatın bu tutumu hoş gorulebilirdi.
1908’den sonraki hareketlere katılarak şohret yapacak olan Ahmed HÂşim, Enis Avni (Aka Gunduz), Ali CÂnib (Yontem), Mehmed Behcet (Yazar) ve Tahsin NÂhid gibi adlar, 1901-1908 arasında, Edebiyat-ı Cedîde’den sonra yeni bir edebî neslin yetişmiş olduğunu gosterir.
Gercekten bu neslin, 1908’de yeniden ortaya cıkan Edebiyatt-ı Cedidecilerin karşısına dikilerek, onları red ve inkÂr ettiğini ve onların boş bıraktıkları yerlere gecmek icin şiddetli bir mucadeleye giriştiğini goruyoruz. Bu tarihten sonra, bu genc neslin arasına Yakub Kadi (Karaosmonoğlu), Şehabeddin Suleyman, Cemil Suleyman (Alyanakoğlu), Koprulu-zÂde mehmet Fuad, Mufid RÂtib, Refik Halid (Karay) gibi yeni imzalar da karıştı. Onceleri turlu edebiyat ve sanat dergilerinde dağınık bir şekilde yazıları cıkan bu gencler, nihayet bir araya gelerek edebi calışmalarını bir duzene koymak ihtiyacını duydular. Toplu bir hale gelmek, kendilerini kamuoyuna daha kuvvetle kabul ettirebilmek icin de gerekli idi. Boyle bir duşunce ile hareket eden gencler, 20 Mart 1919 tarihinde, İstanbul’da cıkmakta olan HilÂl gazetesinin matbaasında ilk toplantılarını yaptılar. Aralarına Edebiyatt-ı Cedide’nin en genc uyeleri olan CelÂl SÂhir, Faik Ali ve Ahmed Samim’i de almışlardı. Bu toplantıda, kendi edebiyat ve sanat eğilimlerini temsil edip kamuoyuna acıklayacak bir edebi topluluk kurulmasına karar verildi. Topluluğa ad olarak teklif edilen SînÂ-yı Emel beğenilmeyerek, Faik Ali’nin teklif ettiği Fecr-i Âti kabul edildi ve başkanlığa da Faik Ali secildi. Aynı toplantıda, bu yeni topluluğun yayın organı olarak yine Fecr-i Ati adında bir derginin cıkarılması da karar altına alındı ise de, Servet-i Funun bu yeni edebi nesile de sayfalarını actığı icin, ayrı bir dergi yayımlanmasına luzum kalmadı. Fecr-i Ati şair ve yazarlarına sayfalarını acınlar arasında devrin tanınmış dergilerinden Resimli Kitap (1908), ŞehbÂl (1909) ve RubÂb (1912) da sayılabilir. İlk toplantıdan sonra, Fecr-i Ati Encumen-i Edebisi’nin kadrosu yavaş yavaş genişledi. Nihayet encumen, 24 Şubat 1910 tarihli Servet-i Funun (C. 38, sayı: 977) da yayımladığı bir beyanname ile, kendisini kamuoyuna da resmen tanıttı.
__________________