İslÂm felsefesi, Yunan felsefesinin bir uzantısıdır. Bu nedenle Musluman filozoflar coğunlukla Platon , Aristoteles ve Plotinos'un kurmuş olduğu felsefi dizgelerden etkilenmişler ve Kuran-ı Kerim'deki inanc onermeleriyle bu dizgelerde bulunan felsefi onermeleri uzlaştırmaya calışmışlardır. FÂrÂbî , İbn SînÂ, İbn Ruşd ve Gazzalî bu donemin en onemli duşunurleridir.
* FÂrÂbî
Felsefenin Muslumanlar arasında tanınmasında ve benimsenmesinde buyuk gorevler yapmış olan Turk filozoflarının ve siyasetbilimcilerinden FÂrÂbî'nin (874-950), fizik konusunda dikkatleri ceken en onemli calışması, Boşluk Uzerine adını verdiği makalesidir. FÂrÂbî'nin bu yapıtı incelendiğinde, diğer Aristotelesciler gibi, boşluğu kabul etmediği anlaşılmaktadır.
FÂrÂbî'ye gore, eğer bir tas, ici su dolu olan bir kaba, ağzı aşağıya gelecek bicimde batırılacak olursa, tasın icine hic su girmediği gorulur; cunku hava bir cisimdir ve kabın tamamını doldurduğundan suyun iceri girmesini engellemektedir. Buna karşılık eğer, bir şişe ağzından bir miktar hava emildikten sonra suya batırılacak olursa, suyun şişenin icinde yukseldiği gorulur. Oyleyse doğada boşluk yoktur.
Ancak, FÂrÂbî'ye gore ikinci deneyde, suyun şişe icerisinde yukarıya doğru yukselmesini Aristoteles fiziği ile acıklamak olanaklı değildir. Cunku Aristoteles suyun hareketinin doğal yerine doğru, yani aşağıya doğru olması gerektiğini soylemiştir. Boşluk da olanaksız olduğuna gore, bu olgu nasıl acıklanacaktır? Bu durumda Aristoteles fiziğinin yetersizliğine dikkat ceken FÂrÂbî, hem boşluğun varlığını kabul etmeyen ve hem de bu olguyu acıklayabilen yeni bir varsayım oluşturmaya calışmıştır. Bunun icin iki ilke kabul eder:
1. Hava esnektir ve bulunduğu mekanın tamamını doldurur; yani bir kapta bulunan havanın yarısını tahliye edersek, geriye kalan hava yine kabın her tarafını dolduracaktır. Bunun icin kapta hic bir zaman boşluk oluşmaz.
2. Hava ve su arasında bir komşuluk ilişkisi vardır ve nerede hava biterse orada su başlar.
FÂrÂbî, işte bu iki ilkenin ışığı altında, suyun şişenin icinde yukselmesinin, boşluğu doldurmak istemesi nedeniyle değil, kap icindeki havanın doğal hacmine donmesi sırasında, hava ile su arasındaki komşuluk ilişkisi yuzunden, suyu da beraberinde goturmesi nedeniyle oluştuğunu bildirmektedir.
Yapmış olduğu bu acıklama ile FÂrÂbî, Aristoteles fiziğini eleştirerek duzeltmeye calışmıştır. Ancak acıklama yetersizdir; cunku havanın neden doğal hacmine donduğu konusunda suskun kalmıştır. Bununla birlikte, FÂrÂbî'nin bu acıklaması, sonradan Batı'da Roger Bacon tarafından doğadaki butun nesneler birbirinin devamıdır ve doğa boşluktan sakınır bicimine donuşturulerek genelleştirilecektir.
* İbn Haldûn
İbn Haldûn (1332-1406) Hadramut'tan Endulus'e goc edip daha sonra Tunus'a yerleşen asil bir aileye mensuptur. Maceralı bir hayat surmuş, hem memleketinde hem de Endulus'te bulunan kucuk sultanlıklarda vezirlik de dahil olmak uzere cok onemli idarî gorevlerde bulunmuştur. Bu sırada muhtelif toplulukları yakından gozleme olanağını elde etmiş ve Berberî tarihini konu edinen yedi ciltlik meşhur yapıtı KitÂbu'l-'İber'i 1380 tarihinde tamamlayarak ilk nushasını Tunus sultanına sunmuştur.
İbn Haldûn, KitÂbu'l-İber'in meşhur Mukaddime'sinde, yani girişinde, tarih disiplinini bilimleştirmeye calışır. Bilindiği gibi, Aristoteles tarihî araştırmayı bilimin dışında bırakmış ve bilimlerin, insanların neden oldukları değişken olaylarla değil, değişken olmayan olaylarla ilgilenmesi gerektiğini soylemişti. İbn Haldûn oncelikle bu goruşe karşı cıkarak tarihin bilimleştirilebileceğini savunmuştur.
İbn Haldûn'a gore, tarih Yunan tarihcileri ile bunlardan sonra gelen Musluman tarihcilerinin duşundukleri gibi, bir takım dinî, siyasî ve askerî olayları, oluş anlarına gore arka arkaya sıralamaktan veya peygamberlerin ve hukumdarların hayatlarını anlatmaktan ibaret değildir. Bir tarihcinin, oncelikle tarihî olaylardaki benzerlikleri ve farklılıkları saptayarak, bunlar arasındaki zaman ve mekan dışı nedensel ilişkileri belirlemesi gerekir; tarih, ancak bu duzeye ulaştırıldığında bilimleşebilir.
* İbn Ruşd
Endulus'un yetiştirmiş olduğu en buyuk filozoflardan ve hekimlerden birisi olan İbn Ruşd (1126-1198), Aristoteles'in yapıtlarına yapmış olduğu yorumlarla Aristotelesciliğin dirilmesini ve guclenmesini sağlamıştır.
Felsefecilerle kelamcılar arasında cereyan eden tartışmalarda, İbn Ruşd, felsefecilerin tarafını tutmuş ve GazÂlî'nin TehÂfutu'l-FelÂsife (Filozofların Tutarsızlıkları) adlı yapıtındaki goruşleri eleştirerek akıl yoluyla ulaşılan bilgilere guvenilebileceğini savunmuştur. İbn Ruşd'e gore, akıl ile vahiy catışmaz ve bu nedenle, İlahî Hakikat'ın bilgisine goturen yollardan birisi de akıldır. İbn Ruşd'un bu yaklaşımı, felsefecilerle kelamcılar arasındaki catışmayı giderecek nitelikte olmasına rağmen, İslÂm Dunyası'ndan cok Hıristiyan Dunyasında etkili olmuştur.
İbn Ruşd idarî gorevlerinin yanında saray hekimliği de yapmış ve 1162-1169 yılları arasında yazmış olduğu el-KulliyÂt fî't-Tıb adlı yapıtıyla tıbbın butun konularını bir araya toplamıştır.
* İbn SînÂ
Felsefe, matematik, astronomi, fizik, kimya, tıp ve muzik gibi bilgi ve becerinin muhtelif alanlarında seckinleşmiş olan, İbn Sîn (980-1037) matematik alanında matematiksel terimlerin tanımları ve astronomi alanında ise duyarlı gozlemlerin yapılması konularıyla ilgilenmiştir. Astroloji ve simyaya itibar etmemiş, Donuşum Kuraminın doğru olup olmadığını yapmış olduğu deneylerle araştırmış ve doğru olmadığı sonucuna ulaşmıştır. İbn SînÂ'ya gore, her element sadece kendisine ozgu niteliklere sahiptir ve dolayısıyla daha değersiz metallerden altın ve gumuş gibi daha değerli metallerin elde edilmesi mumkun değildir.
İbn SînÂ, mekanikle de ilgilenmiş ve bazı yonlerden Aristoteles'in hareket anlayışını eleştirmiştir; bilindiği gibi, Aristoteles, cismi hareket ettiren kuvvet ile cisim arasındaki temas ortadan kalktığında, cismin hareketini surdurmesini sağlayan etmenin ortam, yani hava olduğunu soyluyor ve havaya biri cisme direnme ve diğeri cismi taşıma olmak uzere birbiriyle bağdaşmayacak iki gorev yukluyordu. İbn Sîn bu celişik durumu gormuş, yapmış olduğu gozlemler sırasında hava ile ruzgÂrın guclerini karşılaştırmış ve Aristoteles'in haklı olabilmesi icin havanın şiddetinin ruzgÂrın şiddetinden daha fazla olması gerektiği sonucuna varmıştır; oysa mesel bir bir ağacın yakınından gecen bir ok, ağaca değmediği surece, ağacta ve yapraklarında en ufak bir kıpırdanma yaratmazken, ruzgar ağacları sallamakta ve hatta kokunden kopartabilmektedir; oyleyse havanın şiddeti cisimleri taşımaya yeterli değildir.
İbn SînÂ, her şeyden once bir hekimdir ve bu alandaki calışmalarıyla tanınmıştır. Tıpla ilgili bircok eser kaleme almıştır; bunlar arasında ozellikle kalp-damar sistemi ile ilgili olanlar dikkat cekmektedir, ancak, İbn Sîn dendiğinde, onun adıyla ozdeşleşmiş ve Batı ulkelerinde 16. yuzyılın ve Doğu ulkelerinde ise 19. yuzyılın başlarına kadar okunmuş ve kullanılmış olan el-KÂnûn fî't-Tıb (Tıp Kanunu) adlı eseri akla gelir. Beş kitaptan oluşan bu ansiklopedik eserin Birinci Kitab'ı, anatomi ve koruyucu hekimlik, İkinci Kitab'ı basit ilaclar, Ucuncu Kitab'ı patoloji, Dorduncu Kitab'ı ilaclarla ve cerrÂhî yontemlerle tedavi ve Beşinci Kitab'ı ise ceşitli ilac terkipleriyle ilgili ayrıntılı bilgiler vermektedir.
İbn SînÂ'nın soz konusu eseri incelendiğinde, konuları sistematik bir bicimde incelediği gorulur. Tarihte ilk defa, tıp ve cerrÂhîyi iki ayrı disiplin olarak değerlendiren İbn SînÂ, cerrÂhî tedavinin sağlıklı olarak yurutulebilmesi icin anatominin onemini ozellikle vurgulamıştır. Hayatî tehlikenin cok yuksek olmasından oturu pek gozde olmayan cerrahi tedavi ile ilgili ornekler vermiş ve ameliyatlarda kullanılmak uzere bazı aletler onermiştir.
Gozle de ilgilenmiş olan İbn SînÂ, doneminin seckin fizikcilerinden İbn Heysem gibi, Goz-ışın Kuramı'nı savunmuş ve ust goz kapağının dışa donmesi, surekli beyaz renge veya kara bakmaktan meydana gelen kar korluğu gibi daha once soz konusu edilmemiş hastalıklar hakkında da ayrıntılı acıklamalarda bulunmuştur.
* Yusuf Has HÂcib
11. yuzyılın başlarında Balasagun'da doğmuş olan Yusuf Has HÂcib asil bir aileye mensuptur. Balasagun'da yazmaya başladığı Kutadgu Bilig (Mutluluk Bilgisi) adlı yapıtını 1069 yılında Kaşgar'da tamamlayarak Karahanlı hakanlarından Ebû Ali Hasan ibn Suleyman Arslan Hakan'a sunmuştur.
Kutadgu Bilig, her iki Dunya'da da mutluluğa kavuşmak icin gidilmesi gereken yolu gostermek maksadıyla yazılmıştır. Yusuf Has HÂcib'e gore, oteki Dunya'yı kazanmak icin bu Dunya'dan el etek cekerek yalnızca ibadetle vakit gecirmek doğru değildir. Cunku boyle bir insanın ne kendisine ne de toplumuna bir yararı vardır; oysa başkalarına yararlı olmayanlar olulere benzer; bir insanın erdemi, ancak başka insanlar arasındayken belli olur. Asıl din yolu, kotuleri iyileştirmek, cefaya karşı vefa gostermek ve yanlışları bağışlamaktan gecer. İnsanlara hizmet etmek suretiyle faydalı olmak, bir kimseyi, hem bu Dunya'da hem de oteki Dunya'da mutlu kılacaktır.
Yusuf Has HÂcib bu yapıtında bilimin değerini de tartışır. Ona gore, alimlerin ilmi, halkın yolunu aydınlatır; ilim, bir meşale gibidir; geceleri yanar ve insanlığa doğru yolu gosterir. Bu nedenle alimlere hurmet gostermek ve ilimlerinden yararlanmaya calışmak gerekir. Eğer dikkat edilirse, bir alimin ilminin diğerinin ilminden farklı olduğu gorulur. Mesela hekimler hastaları tedavi ederler; astronomlar ise yılların, ayların ve gunlerin hesabını tutarlar. Bu ilimlerin hepsi de halk icin faydalıdır. Alimler, koyun surusunun onundeki koc gibidirler; başa gecip suruyu doğru yola surerler.
b. Matematik
İslÂm Dunyası'nda başta aritmetik olmak uzere, matematiğin geometri, cebir ve trigonometri gibi dallarına onemli katkılarda bulunan matematikciler yetişmiştir. Ancak bu donemde gercekleşen gelişmelerden en onemlisi, geleneksel Ebced Rakamları'nın yerine Hintlilerden oğrenilen Hint Rakamları'nın kullanılmaya başlanmasıdır. Konumsal Hint rakamları, 8. yuzyılda İslÂm Dunyası'na girmiş ve hesaplama işlemini kolaylaştırdığı icin matematik alanında buyuk bir atılımın gercekleştirilmesine neden olmuştur.
c. Astronomi
Ceviriler yoluyla Yunanlılardan alınan bilimlerden birisi de astronomidir. İslÂm Dunyası'nda astronomi, Aristoteles'in bilim anlayışının etkisi ile matematiğin bir dalı olarak benimsenmiş ve bu nedenle Guneş, Ay ve diğer beş gezegen ile yıldızlara ilişkin gozlem verileri hareketli geometrik duzeneklerle anlamlandırılmaya calışılmıştır.
İslÂm Dunyası'nda astronomlar birbirleriyle bağlantılı olan iki tur etkinlik uzerinde yoğunlaşmışlardır: hem gozlem aletleriyle gokyuzunu gozlemlemişler ve hem de gozlem verilerini hareketli geometrik duzeneklerle anlamlandırmaya calışmışlardır. Bunlardan ilki gozlemsel astronominin alanına girmektedir ve bu konuda İslÂm astronomları, belki de gozleme daha yatkın olan bilim anlayışlarının bir sonucu olarak Yunanlılardan daha derin izler bırakmışlardır. İlk gozlemevleri onlar tarafından kurulmuş, gozlemlerin dakikliğini arttırmak icin yeni gozlem aracları ve gozlem teknikleri geliştirilmiştir; hatta bu amacla, acıların olcumunde kirişler yerine yeni bulunan trigonometrik fonksiyonlar kullanılmaya başlanmıştır. Ancak kuramsal astronominin alanına giren ikinci etkinlikte aynı olcude başarılı olduklarını soylemek olanaksızdır. Musluman astronomlar, Aristoteles'in yolundan giderek, Yer'in hareket etmeksizin evrenin merkezinde durduğuna ve Guneş de dahil olmak uzere diğer butun gok cisimlerinin onun cevresinde dairesel yorungeler uzerinde sabit hızlarla dolandığına inanmışlardır. Bu konuda, Ptolemaios tarafından onerilen eksantrik ve episikl duzenekleri onemli değişiklikler yapılmaksızın benimsemişlerdir.
Astroloji ise, Hellenistik Donemi bilginlerinde olduğu gibi, astronominin bir dalı olarak gorulmuş ve bir iki istisna dışında hemen butun astronomlar tarafından benimsenmiştir. İslÂm Dunyası'nda Ptolemaius'un Tetrabiblos (Dort Kitap) adlı meşhur eseri ile yaygınlaşan astroloji, yıldızlar ve gezegenlerin, insanların mizacı ve geleceği uzerinde etkili olduğu ilkesine dayanmaktadır. Bu donem astronomisinin geniş kitlelere nufuz etmesinde kısmen yararlı olmuşsa da, bu dalın bilimsel hicbir değeri yoktur.
d. Fizik
Yunan Dunyası'nda olduğu gibi, Ortacağ İslÂm Dunyası'nda da, bugunku fizik bilimine karşılık gelen bağımsız bir disiplin yoktur ve fizik araştırmaları doğa felsefesinin sınırları icinde yurutulmuştur. Bu anlayış, aslında yakın donemlere kadar gelmiştir. Mesela, fizik tarihinin en buyuk bilginlerinden birisi olan Newton, temel yapıtını Doğa Felsefesinin Temel İlkeleri olarak adlandırmıştır ve dolayısıyla kendisini bir doğa filozofu olarak gormuştur.
İslÂm Dunyası'ndaki fizik calışmaları, hareket ve boşluk gibi, Aristoteles'in belirlediği konular cercevesinde kalmıştır ve onun goruşlerine dayanmıştır. Oluş ve bozuluşa uğrayan her şey, Aristoteles metafiziğinin temelini oluşturan dort nedensel ilke doğrultusunda anlamlandırılmaya calışılmıştır. Hareket, belirli bir cismin, belirli bir bicimde gercekleşen deviniminden oluşmuştur ve bu devinimin hem bir yapıcısı ve hem de bir amacı bulunmaktadır.
e. Kimya
İslÂm Dunyası'ndaki kimya calışmaları, daha once Hellenistik Cağ'da İskenderiye'de yapılmış olan simya calışmalarından yoğun bir bicimde etkilenmiştir. Bu calışmalar sırasında yavaş yavaş belirginleşmeye başlayan Yapısal Donuşum Kuramı'na gore, doğadaki butun metaller, aslında bir kukurt-civa bileşimidir; ancak bunların ic ve dış niteliklerinde farklılıklar bulunduğu icin, kukurt ve civa kullanmak suretiyle istenilen metali elde etmek mumkundur. Bilindiği gibi, simyagerler, tarih boyunca, bu kurama dayanarak, kurşun ve bakır gibi nisbeten daha az kıymetli metalleri, altın ve gumuş gibi metallere donuşturmek istemişlerdir. İslÂm Dunyası'ndaki kimya calışmaları da genellikle bu doğrultuda surdurulmuştur.
Yine Musluman simyagerlerin maksatlarından birisi de bu donuşumu gercekleştirecek el-İksir'i, yani mukemmel maddeyi bulmaktır. Mukemmele en yakın metal altın olduğu icin, genellikle bu calışmalarda altının kullanıldığı gorulmektedir. İksir, aynı zamanda sonsuz yaşamın kapısını aralayacak bir anahtar olarak da duşunulmuştur.
Simyagerler, Yeryuzu'ndeki metallerle Gokyuzu'ndeki gezegenler arasında da ilişki kurmuşlardır. Orneğin altın Guneş'le ve gumuş ise Ay'la eşleştirilmiş ve bu metalleri gostermek icin Guneş ve Ay'a benzeyen simgeler kullanılmıştır. Bu simgeler, on sekizinci yuzyıla kadar pek fazla değişmeden gelmiştir; gunumuzdeki simgeler ise on sekizinci yuzyıldan itibaren şekillenmeye başlamıştır.
Ortacağ İslÂm Dunyası'nda, simyayı benimseyenlerle benimsemeyenler arasında suregelen tartışmaların, kimyanın gelişimi uzerinde cok olumlu etkiler yaptığı gorulmektedir. Cunku bu tartışmalar sırasında, taraflar, goruşlerinin doğruluğunu kanıtlamak icin, cok sayıda deney yapmış ve bu yolla deneysel bilginin artmasında onemli bir rol oynamışlardır.
f. Biyoloji
Ortacağ İslÂm Dunyası'ndaki biyoloji araştırmalarını, bitkibilim ve hayvanbilim cercevesinde değerlendirilecek olursa, bu alanların daha cok Aristoteles ve Dioscorides gibi Yunan bilginleri tarafından derlenmiş olan bilgi birikimine dayandırılmış olduğunu soylenebilir. Ancak, bu birikime Musluman araştırmacıların yaşamış oldukları cevreden edinmiş oldukları bilgilerle kişisel gozlemleri de eklemek gerekir.
Erken tarihli biyoloji yapıtları genellikle ansiklopedik bir nitelik taşır. Bunlarda, bitkilerle ve hayvanlarla ilgili yuzeysel gozlemlerin yanı sıra, hikayelere ve hadislere de yer verilmiştir. İncelenen bitkiler daha cok tıbbî bitkilerdir. Hayvanlara ilişkin acıklamaların ise, ozellikle at, deve ve koyun gibi gundelik yaşantıyı doğrudan doğruya etkileyen canlılar uzerinde yoğunlaştığı gorulmektedir.
Bitkibilimle ilgilenenler genellikle doktorlardır; bunlar tedavi sırasında daha cok bitkilerden yapılan ilaclar kullanılmaktadır.
g. Coğrafya
Ortacağ İslÂm Dunyası'nda, coğrafyacılar, Dunya'nın capının veya cevresinin hesaplanması, haritaların duzgun bir şekilde cizilebilmesi icin uygun izduşum yontemlerinin geliştirilmesi, enlem ve boylam cizgilerinden oluşan bir konuşlandırma sisteminin kurularak Yeryuzu'ndeki onemli noktaların enlem ve boylamlarının belirlenmesi gibi matematiksel işlemlere dayanan matematiksel coğrafya ile bilinen Dunya'nın beşerî ve fizikî ozelliklerini betimlemeyi hedefleyen tasvirî coğrafyanın gelişimi yolunda onemli girişimlerde bulunmuşlar ve ozellikle tasvirî coğrafya alanına değerli katkılarda bulunmuşlardır.
h. Tıp
Yunan hekimleri tarafından yazılmış olan bilimsel yapıtlar Arapca'ya cevrilmeden once, Ortacağ İslÂm Dunyası'ndaki tıp bilgisi, geleneksel anlayış ve uygulamalar ile Hz. Muhammed'in beden ve ruh sağlığının korunmasına ilişkin onerilerinden oluşuyordu. Peygamber Tıbbı olarak adlandırılan bu birikim, Muslumanlar arasında yaygın bir bicimde benimsenmiş ve kullanılmıştır.
Cevirilerden sonra, Musluman hekimler arasında ozellikle Galenos'un goruşlerinin yaygınlaştığı gorulmektedir; ancak Musluman hekimler Yunan birikimini yeterli bulmamışlar ve yaptıkları araştırmalar sırasında edinmiş oldukları kişisel gozlemleri ve deneyimleri bu birikimle kaynaştırarak tıp biliminin gelişimine onemli katkılarda bulunmuşlardır. RÂzî, Ali ibn AbbÂs, İbn SînÂ, ZehrÂvî ve İbn Nefis gibi isimler, bu donemin onde gelen hekimleri arasında bulunmaktadır.
* Ali ibn AbbÂs
10. yuzyılda yaşayan Ali ibn Abbas Ortacağ'ın onde gelen hekimlerinden biridir; KitÂbu's-Sınaat (Tıp Sanatı) adlı kitabı tıpla ilgili butun konuları icermektedir ve İbn SinÂ'nın el-Kanun fî't-Tıb (Tıp Biliminin Kanunu) adlı yapıtı yazılıncaya kadar İslÂm Dunyası'nda el kitabı olarak kullanılmıştır.
Ali ibn AbbÂs bu yapıtında baştan ayağa doğru, butun beden hastalıklarını sırasıyla konu edinmiş ve bunların belirtileri ile teşhis ve tedavileri hakkında ayrıntılı bilgiler vermiştir. Yaralar, tumorler ve taşlar gibi cerrÂhî mudahale gerektiren durumlarla karşılaşıldığında, cerrahların şu koşulları goz onunde bulundurmaları gerektiğini savunmuştur:
1. Cerrahın anatomi bilgisi yeterli olmalıdır.
2. Ameliyat oncesinde, aletler temizlenmelidir.
3. Ameliyat sonrasında, hastanın bakımına onem verilmelidir.
Yapıtın başlarında bulunan anatomi bolumunde, damarlara ilişkin yapılan acıklamalar tıp tarihi acısından onem taşımaktadır. Damarları iki ana grupta inceleyen Ali ibn AbbÂs, bunlardan atar damarların ceperinin toplar damarlara oranla cok daha kalın olduğunu belirtmiştir.
l. Tarih
İslÂm tarihciliğinin başlangıc donemlerinde, tarihî yapıtların, tefsir ve hadis gibi dinî ilimlerin gereksinimlerini karşılamak maksadıyla, Hazret-i Muhammed'in hayatı ve savaşları gibi iki konu uzerinde yoğunlaştıkları gorulmektedir. Sonradan bu konulara, Kuran-ı Kerim'de gecen kavimlere ve peygamberlere ilişkin olaylarla Dort Halife, Emevîler ve Abbasîler doneminde yaşanan gelişmeler eklenerek, tarihî yapıtların kapsamı genişletilmiştir. Evrenin yaratılışından tarihcinin yaşadığı doneme kadar İslÂm dinî ve siyasî tarihinin işlendiği tarihlerin ozellikle Abbasîler doneminde belirdiği ve yaygınlaştığı soylenebilir. Mesela Arap tarihciliğinin babası olarak gorulen Taberî'nin Resuller ve Melikler Tarihi adlı yapıtı bu plana uygun olarak yazılmış ilk Arapca kitaptır. Bu yapıtın en onemli yanlarından birisi, bilimsel tarafsızlığı ilke edinmiş olması ve olayları gorgu tanıklarının sozlerine ve guvenilir belgelere dayandırarak anlatmasıdır. Fetihlerle birlikte İslÂm Dunyası giderek genişleyince ve Arapların diğer milletlerle siyasî, ticarî ve kulturel munasebetleri artınca, İslÂm tarihinin genel tarih icerisine yerleştirilmesi gerektiği anlaşılmış ve tarih yapıtlarının kapsamları buna uygun duşecek bicimde biraz daha genişletilmiştir
Ortacağ İslÂm Dunyası'nda cok değerli kent tarihleri de yazılmıştır; Bağdad ve Şam gibi onde gelen medeniyet merkezlerinin tarihleri anlatılırken, buralarda yetişen buyuk şahsiyetlerin hayat oykuleri ve eserleri de tanıtılmış ve boylece biyografya ve bibliyografya bilimlerinin temelleri atılmıştır.
__________________
Felsefe / Psikoloji / Sosyoloji Doğa ve Bilgi Felsefesi
Üniversite Ders Notları0 Mesaj
●77 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- Üniversiteler
- Üniversite Ders Notları
- Felsefe / Psikoloji / Sosyoloji Doğa ve Bilgi Felsefesi