~Bilimsel Metodoloji Nedir? ~









Bir bilginin (knowledge) bilimsel olabilmesi icin nesnel (objective) bilgi olması gerekir. Bunın icin de once tasvir edilmesi (betimleme: description), sonra tarif edilmesi (tanımlama: definition), akabinde olculmesi (measurement) ve nihayette tasnif edilmesi (sınıflama: classification) gerekir. Bu şekilde elde edilen bilginin bir "bir işe yarama potansiyeli" olması gerekir ki uzerinde calışılmaya değsin.

Bu safhalardan gecmeyen bilgiler ve onların temsil ettiği varlıklar ozneldir (subjective), dogmatik vasıflıdır ve bilmin tarifi ve metodolojisi dışındadırlar. Bunlar inanc, itikat veya iman konusudur; değiştirilemez, tartışılamaz cunku aşağıda anlatacağımız şekilde sınanamazlar. Dini, metafizik ve mistik bilgiler bu ozelliktedir. Bunların bilime enjeksiyonu ancak kaos yaratır.

Daha sonra bu bilgiden hareketle bir on fikir (assumption: zan) uretilir; yani "zannedilir". Bu on fikir mevcut bulgular, teoriler (theory: kuram) ve varsayımlarla mukayese edildikten sonra bir varsayım (hypothesis) ortaya atılır. Bu hipotezi test edip gecerli (valid), guvenilir (reliabl) kılabilmek icin bir araştırma deseni (design) inşa edilir. Eğer bu iş icin kullanacağımız gerecler (tool) gecerli ve guvenilir değilse, once bunlar tasarlanıp gecerlilik ve guvenilirlik analizleri yapılarak kullanılabilir hÂle getirilir. Onceden bu aşamalardan gecmiş araclar mevcut ise tabii ki kullanılabilir.

Araştırmanın gecerliliğini ve guvenilirliğini en onemli olarak belirleyen hususlardan bir tanesi de tarafsızlık (non-biasedness) ilkesidir. Hipotezimizi sınamak istememiz, araştırmamızın veya deneyimizin tarafgir olmasını asla gerektirmez, hÂtt doğrusu olmamasıdır. Bu sebeple de, deseni hazırlarken yanlış pozitif (false positive) veya yanlış negatif (false negative) sonuclardan bizi koruyacak butun bulaşıklıklardan (contaminations) arınmış olmalıyızdır. Sonucu bu yonlerde etkileyebilecek butun harici veya dahili etkileri olabildiğince asgariye duşurmemiz gerekir.

Daha sonra araştırma veya deney yapılır. Sonuclar dunyaca kabûl gormuş istatistiksel analizlerden gecirilir. Bunu yaparken şuurdışı veya şuurlu tarafgirlikten kacınmak icin konuya kor (blind) bir istatistikci tarafından da sonuclar gozden gecirilir.

Yayın aşamasında, sonucların anlamlılığı (significance), bunun derecesi ve varsayımın haklılık derecesi tartışılır. Calışmanın kısıtlılıkları (limitations) varsa (yeterince orneklem olmaması, kacınılmaz bulaşıklıkların muhtemel etkileri vs.) bunlar durustce belirtilir.

Daha sonra bu yazı guvenilir ve hakemli bir dergiye gonderilir. Hakemlerden gelen eleştiriler sebebiyle gerekirse 10-15 kere gozden gecirilir (revision).

Sonunda da yayınlanır. Buna rağmen ciddi eleştiriler gelebilir ve teyit calışmaları (replication studies) yapılmadıkca 1. dereceden kanıt olarak kabûl edilmez.

Bu na kanıta (delile) dayalı bilim (evidence based science) denir.

Masaru Emoto'nun suyun duadan etkilerini anlatan "calışması" da, duanın kalb krizinden veya başka bir illetten koruyucu etkisiyle ilgili calışmaların coğu da bu sebeple kÂzip bilim (sham science) veya yalancı bilim (pseudoscience) duzeyindedir ve itibarlı cevrelerce kaale alınmazlar. Daha cok halkı oyalayan sansasyonlar veya spektakuler oyalamalar hÂlinde ortada dolanırlar.

Ve.... Bunca zahmetle elde edilen bilgi daha yayınlandığında eskimiştir ve yeni bilgilerce curutulecek veya değişecektir.

Bu da Sir Karl Popper'ın ortaya koyduğu yanlışlanabilirlik ilkesinin (falsifaibility principle) vazgecilmezliğinin bir gostergesidir.

Tabii ki butun bunlar somut sistemlerle uğraşan doğabilimlerinde, tıpta, biyolojide, jeolojide vs. daha bir gecerlidir. Anlam sistemleriyle uğraşan teorik fizik ve matematik gibi bilimlerde işler daha da karışır ve devreye diyalektik mantık, puslu (fuzzy) mantık ve Heisenberg'in belirsizlik ilkesi girer. Kuantum araştırmalarında ise ucuş serbestcedir ama once butun temel bilgilere ileri derecede vakıf olmayı gerektirir.

Tarih bir bilim midir dersek, daima galiplerin yazdığı bilgiler yumağından bitaraf hakikati yakalamak cok zordur. Soykırım "keşifleri", ceşit ceşit icatlar goz onune alındığında, tarih aslında ideolojidir; dolayısıyla da bilim değil bilgidir. Bu bilginin ne kadar nesnel (objective), ne kadar oznel (subjective) olduğu tam bilinemez.

Peki, psikiyatri bilim midir? Biyolojik, psikofarmakolojik, sinirbilimsel, deneysel psikolojiden mulhem alt dallarıyla bir bilim dalı olduğu kesindir. Buna karşılık, yanlışlanabilme ilkesine ters duşen ve varsayımlarını a priori doğru kabûl ederek sonucları ona gore yordayan (prediction) psikanalitik ve sair teoriler bilimsel değildir; bilimselleşmek icin bilimsel olan dallarla işbirliğine giderek doğru iş yapmaktadır. Klinik psikiyatri ise yanlışlanabilme ve gelişebilme ilkelerine uyduğu icin bilimseldir.

Parsimoni İlkesi Nedir?

Eskiden "postuladan tasarruf kaidesi" de denen parsimoni (parsimony) ilkesi, "iki kabûl edilebilir izah varsa, en basit olanı en doğrusudur" dusturudur. Bu ilkenin guclu yanı gereksiz ve fuzuli araştırmaları ve ayrıntıda boğulmayı onlemesi, zayıf yanı ise komorbiditeyi gozardı etmesidir.

Peki, Bir İnsan Hem Bir İnanca (Dini, İdeolojik veya Mistik) Sahip Olup, Hem de Bilim Adamı Olamaz mı?

Tabii ki olabilir. Dunyada gecmişte ve hÂlde bunun pek cok ornekleri mevcuttur. Muhtemelen artarak da olacaktır. Onemli olan sapla samanı karıştırmamayı, bilim adamı kimliğiyle (scientist identity) kendini aşan kimliğini (self-transcendent identity) karıştırmamaktır. Dini-mistik rituelik davranışlar ta hayvanlar aleminden insan turune kadar devam eden bir sureklilik gosterirler. Kurumsallaşma ve bilincli inanc (iman) ise Homo sapiens sapiens'te gercekleşmiştir. İnsan turu kendini aşmaya muktedir hÂtt mahkûm olan tek turdur. Adam gibi adamlar hem ilmi hem de imanı aynı yurek ve dimağda taşıyabilirler ve asla ikisinin de mutaassıbı olmazlar.

"En doğrusu, halen en doğru bildiğimizi yanlışlayacak yeni varsayımlar yaratmaktır".
Sir Karl Popper

"Hayatta en hakiki murşit ilimdir, fendir".
Gazi Mustafa KemÂl Ataturk
__________________