OĞRENME BOZUKLUĞU (DİSLEKSİ)
"Haftanın gunlerini oğrenebilecek mi?", "Mars’ta yaşam uzerine konuşabiliyor, ama 2 ile 2’yi neden toplayamıyor?", "Niye okulda iyi değil?", "dede"yi neden "bebe" diye okuyor?", " b ve d harfleri arasındaki farkı goremiyor mu?", "Anlamını bildiği bu kelimeleri neden okuyamıyor?" "Neden aklı kadar başaramıyor?", "Dort farklı aritmetik probleminin hepsine birden neden aynı cevabı veriyor?", "Cok iyi bir cocuk, cok calışıyor ama neden yapamıyor?", "Her yıl aynı noktada, sanki yalnızca yaşı buyuyor". Anne babalarda bu soruları uyandıran cocuk kimdir? Onlar okulda başarısız, ama zeki cocuklardır. Bu cocuklar "cini"yi "icin" diye okurlar. 41’i 14 yazarlar, p’yi d, d’yi b yazarlar ve bir kelimeyi oluşturan harflerin sırasını hatırlayamazlar. Odevlerini tahtadan alamazlar, kaybederler, kitaplarının yerini unuturlar, eşyalarını kaybederler, icinde bulundukları yılı, gunu ve mevsimi ayırt edemezler. Kahvaltıya oğle yemeği diyebilirler; dun, bugun ve yarını karıştırabilirler. Gorduklerini hatırlayamazlar ya da zihinlerinde canlandıramazlar. Bu cocuklar sınıfta oğrenemezler. Bu cocuklar, bir cumle ya da fikrin ortasından başlayabilirler ya da bir cumlenin ortasında durabilirler. Bazı durumlarda toplama, carpma yapabilirler; ama cıkartma ya da bolme yapamazlar. Kimi zamanda matematiği yalnızca zihinden yapabilirler, ama yazamazlar. Kelimeleri yuksek sesle okurken harfleri ve heceleri atlayabilirler ya da ekleyebilirler.
ALTI YAŞINA GELEN tum normal cocuklar artık bir eğitim alabilecek zihinsel gelişim duzeyine gelirler. Okula giderler ve ilk oğrendikleri şey okumaktır. Oğrenme bozukluğu adı verilen sorunu yaşayan cocuklarda ise bu hazırlık henuz tamamlanmamıştır. Oğrenmeye yardım eden zihinsel organizasyon bazı bakımlardan yeterli değildir. Okuyamazlar, yazamazlar, matematikte zorluklar yaşayabilirler; ancak zek duzeylerinde bir sorun yoktur. Bu cocuklar, ozellikle oğrenme bozukluğunun tanınmadığı toplumlarda okulda ve ailelerinde "anlaşılamama" sorunu yaşarlar. Okuyamadıkları ya da yazamadıkları icin zek duzeylerinden kuşku duyulur. Aileler paniğe kapılır, oğretmen oğretememenin sıkıntısını duyar ve giderek buyuyen bir sorunlar yumağıyla coğunlukla herkes cocuğa yuklenir durur. Tabii bu yuklenme biraz boşadır, cunku cocuğun bu farklı durumuna ilişkin pek bir şey bilinmiyordur. Yalnızca oğretmek vardır. Bu tablonun sergilendiği bir cocuk icin bir doktor "norolojik bir olgunlaşmamışlık" ya da "minimal beyin disfonksiyonu"; bir eğitimci "oğrenme bozukluğu" adlandırmalarını kullanır.
Oğrenme bozukluğunun son yıllarda en cok kabul goren tanımı 1988 yılında ABD Ulusal Oğrenme Bozukluğu Birleşik Komitesi (NJCLD) tarafından yapılmıştır. Bu tanıma gore, "Oğrenme bozukluğu genel bir terimdir ve dinleme, konuşma, okuma, yazma, akıl yurutme ile matematik yeteneklerin kazanılmasında ve kullanılmasında onemli gucluklerle kendini gosteren heterojen bir bozukluk grubudur". Bu bozuklukların bireyin yapısıyla ilgili olduğu ve merkezi sinir sistemindeki işleyiş bozukluğuna bağlı olduğu varsayılıyor. Ayrıca kendini idare etme, sosyal algılama ve sosyal etkileşim sorunları da birlikte gorulebilir. Bu tanım, sorunun yaşla birlikte duzelmediğini ve oğrenme bozuklukları ile oğrenme sorunlarının farklı olduğunu vurgulamaktadır. Oğrenme bozukluğu, genel kapsamlı bir terim; cunku, cok sayıda sorunu iceriyor. Orneğin, okuma sorunları icin disleksi (dyslexia), yazı sorunları icin disgrafi (disgraphia), matematik sorunları icin diskalkuli (dyscalculia) terimleri kullanılıyor ve oğrenme bozukluğu bu sorunların tumunu iceriyor. Oğrenme sorunlarından diğer bir grup da hiperaktivite ve dikkat eksikliği bozukluğu gibi terimlerle adlandırılıyorlar.
Oğrenme bozukluğunun ortaya cıkmasının tek bir nedeni yok. Doğum oncesi (yetersiz beslenme, annenin gecirdiği enfeksiyonlar, ilac kullanma...), doğum sırasında (uzun ve zor doğum, plasenta ve gobek kordonu anomalileri...), doğum sonrası (doğumdan sonra nefes alana kadar gecen surenin uzunluğu, erken yaşta ateşli hastalık, başa hızlı darbe...) ve kalıtsal (ailelerde oğrenme bozukluğu olan başka kişilerin de olması) etmenlere bağlı olarak ortaya cıkabilir. Oğrenme bozukluğunun ortaya cıkma nedeni ne olursa olsun, onemli olan ailelerin ve eğitimcilerin sorunun varlığını kabul edip cozume yonelmesidir. Bu cocukların aileleri doğal olarak diğer anne babalara gore farklı duygular yaşarlar. Kimisi sorunun nedenini dışarıda gorur ve cozumu, okul-oğretmen gibi dış etmenleri değiştirmekte arar. Kimisi sucluluk duyar, kızgınlık hisseder. Endişe veren bu durum, anne babaları depresyona kadar surukler. Tum bunlar, aslında sorunun varlığını kabul edememeyle ilgili tepkilerdir. Cocuk ve anne baba acısından en olumlu yaklaşım, anne babanın sorunun varlığını kabul ederek, cocuğa yardım yoluna gecebilmesidir. En uygun ve yeterli yardımın verilebilmesi şansı "Evet, benim cocuğumda oğrenme bozukluğu var." diyebilmeyi yurekten başarmayla artar.
Oğrenme bozukluğu olan cocuk neler hisseder, neler yaşar? "Hicbir şeyi doğru yapamıyorum.", "Ben yeterince iyi değilim.", "Ben aptalım.", "Ben geri zekÂlıyım.", "Kimse beni sevmiyor." gibi duygu ve duşunceler oğrenme bozukluğu olan ve psikolojik destek almayan cocukların hissettiklerinden yalnızca bir kısmı. Bu cumlelerden de anlaşılacağı gibi oğrenme bozukluğu nedeniyle yaşantısının ona sunduğu deneyimler, onun kendine ilişkin olumsuz duşunceler geliştirmesine yol acar. Cunku, ailesi ya da oğretmeni coğunlukla yalnızca olumsuz yonleriyle ilgilenir; olumlu yonleriyle ilgilenen pek olmadığından kendini sevmemesine ve kabul etmemesine yol acan duygu ve duşuncelere sahip olur. Kendi dunyasını hep yanlışlardan (yanlış yazan, yanlış okuyan, yanlış hesaplayan) oluşan bir dunya olarak algılar ve sonucta kendini "yanlış" bulur hale gelir.
"Benim neyim var?" sorusunu cok sık sorar. Bu noktada ozellikle anne baba ve oğretmenin cocukla etkili bir iletişim icinde olması cok onemlidir. Duyulmaya ve anlaşılmaya cok gereksinimi vardır. Gercekte zeki olduğunu, ama oğrenmek icin diğerlerine gore daha cok zaman harcaması gerektiğini ve yavaş da olsa bir gun mutlaka yapacağını bilmeye cok gereksinimi vardır. Benlik algısının guclenmesi icin kendiyle ilgili olumlu mesajlara da cok gereksinim duyar. Coğunlukla diğerlerinin beklentilerini karşılayamadığı icin kızgındır. Kendine kızgındır. Gec olgunlaştığı icin bağımsız bir birey olmak adına kazanacağı becerileri daha gec kazanır. Toplu taşım araclarını kullanmak, para hesabı yapmak, basit yemekler pişirmek, saati anlamak, masa hazırlamak, yatak toplamak, telefon kullanmak gibi işleri kendi başına başarmayı oğrenmek ona iyi gelir. Cunku, bağımsızlığa gecişte bu becerileri kazanmış olmak oldukca onemlidir.
Akıllıyım, Yaratıcıyım, Disleksiliyim
En sık rastlanan oğrenme bozukluklarından olan disleksi ile ilgili ilk bulgular, 1896 yılında bir İngiliz doktor olan W. Pringle Morgan tarafından elde edildi ve British Medical Journal’da yayınlandı. Morgan makalesinde 14 yaşında olan Percy adındaki erkek cocuğunun her zaman akıllı ve zeki bir tutum icinde olduğunu, yaşıtlarıyla kıyaslandığında oyunlarda hızlı olduğunu ve arkadaşlarından geride kalan hicbir yonu olmadığını, ancak okuyamadığını belirtiyordu. Bu donemlerde disleksinin gorme sistemiyle ilgili olduğu duşunuluyordu. Cunku, disleksinin en belirgin ozelliklerinden biri harflerin ve kelimelerin karıştırılması ve tersten algılanmasıydı. Bu bakış acısından yola cıkan bir duşunceyle disleksiyle baş etmek icin goz eğitimleri yaptırılıyordu. Daha sonra yapılan calışmalar ise disleksinin gormeyle ilgili bir bozukluk olmayıp dil sistemiyle ilgili bir bozukluk olduğunu ortaya koydu. Bugun goz eğitiminin disleksiyle yaşamayı kolaylaştırmadığı da artık kesinlikle kabul goren bir gercek. Bugunku bilgilerin ışığında, disleksi, fonem adı verilen dil birimlerinin birbirinden farklılıklarının ayırt edilmesi sırasında ortaya cıkan bir bozukluk.
Disleksi, genellikle cocukluk doneminde, okumaya başlama aşamasında fark ediliyor. Bir hastalık değil, ama okumayla ilgili zihinsel sureclere ilişkin bir farklılık. Bozukluğun bilim adamlarına en cok zorluk cıkaran yonlerinden biri de bu ozelliği taşıyan cocukların hicbirinin birbiriyle tam bir benzerlik icinde olmaması. Bu bozukluğu taşıyanların en belirgin ozelliği aynı yaş ve zek duzeyindeki diğer cocuklara kıyasla okuma duzeylerinin daha duşuk olması. Okuma duzeyinin duşukluğu orneğin, ilkokul dorduncu sınıftaki bir cocuğun okuma duzeyinin ikinci sınıftaki bir cocuğunki gibi olması anlamına geliyor. Bu durumdaki bir cocuk "okumada iki yıl geride" olarak adlandırılıyor. Boyle bir cocuğun okuma duzeyinin duşuk olmasının nedeni her durumda disleksi olmayabiliyor. Disleksi olmayıp okuma sorunları yaşayan cocukların olduğu da unutulmaması gereken bir konu. Okumayı sınıf duzeylerine gore değerlendirmek bazı yonlerden yeterli olabilir; ancak yanıltıcı da olabilir. İlkokul dorduncu sınıftayken iki yıl geride olan bir cocuk, lise ikinci sınıfta olup, iki yıl geride olan bir cocuğa gore buyuk zorluklar icindedir. İlkokul dorduncu sınıftaki cocuk ilk sınıflarda oğretilen okuma becerilerinin az bir kısmını oğrenebilmiştir; ancak bu olcuye gore lise ikinci sınıftaki oğrenci aradaki 3 yıllık zaman icinde iyi bir okuyucu olmak icin gereken becerilerin % 80’ini kazanmış olur.
Samuel T. Orton, disleksi uzerinde ilk calışan norologlardan biri olup, 1920’lerde disleksinin sık karşılaşılan ozelliklerini şoyle belirlemişti:
* Yazılı kelimeleri oğrenme ve hatırlamada zorluk.
* b ve d, p ve q harflerini, 6 ve 9 gibi sayıları ters algılama; kelimelerdeki harfleri ya da sayıları karışık algılama, ne’yi en; 3’u E; 12’yi 21 olarak algılamak gibi.
* Okurken kelime atlamak.
* Hecelerin seslerini karıştırmak ya da sessiz harflerin yerini değiştirmek, sıklıkla yazım hatası yapmak.
* Yazı yazmada zorluk.
* Gecikmiş ya da yetersiz konuşma.
* Konuşurken anlama en uygun kelimeyi secmede zorluk.
* Yon (yukarı, aşağı gibi) ve zaman (once, sonra, dun, yarın gibi) kavramları konusunda sorunlar.
* Elleri kullanmada hantallık ve beceriksizlik; okunamayan el yazısı.
Disleksili cocukların coğunda bu sorunların birkac tanesi var; ancak bunlardan yalnızca bir tanesinin var olması bile cocuğun ozel eğitim gereksinimi duymasına yeterli. Bir de disleksiyle ilgili yanlış kanılar var. Ayna yazısı adı verilen yazıyı tersten yazma,
harf ya da kelimelerin yerini değiştirme durumunun yalnızca disleksililerde gorulduğu goruşu bunlardan biri. Oysa, yazmayı yeni oğrenen her cocukta ayna yazısı yazma durumu ortaya cıkabiliyor. Ayna yazısı, yazmayla ilgili acemilik doneminin olağan goruntulerinden biri; ancak acemilik doneminden sonra da surerse, disleksiden şuphelenilmesi gerekiyor. Disleksililer kelimeleri kopyalarken değil, adlandırırken zorluk cekiyorlar. Disleksinin yaş ilerledikce gectiği duşuncesi de artık kabul gormuyor. Bozukluk yetişkinlikte de suruyor. Disleksililerin coğu yetişkinliklerine kadar okumayı oğrenmiş oluyorlar, ancak yavaş okuyorlar. Disleksiyle ilgili yanlış kanıların en onemlilerinden biri de bu bozukluğun zek duzeyi yuksek olanlarda gorulemeyeceğine ilişkin olanı. Oysa, disleksililer zek duzeyleri duşuk olmadığı gibi ozel yetenekli de olabiliyorlar. Buna en onemli kanıt, disleksili olduğu bilinen bilim adamları ve sanatcılar: Albert Einstein, William Butler Yeats, George Patton, Harry Belafonte, Leonardo da Vinci, Auguste Rodin ve Cher gibi.
Yukarıdaki bulguların da ortaya koyduğu gibi disleksi bir hastalık değil. Disleksililer de toplumların ilgilenip destek vermesi gereken "farklı"lardan. Onları kelime dunyalarında zorlukları olan bireyler olarak gormek gerekiyor. Gunluk yaşamda dile ve kelimelere dayalı bir kultur soz konusu. Boyle bir kultur icinde yaşam disleksililere bircok gucluk sunuyor. Adres yazmak ya da tren tarifesi okumak onlar icin cok zor oluyor. Gunumuzde toplumlardaki bilgi paylaşımı giderek daha dile dayalı hale geldiği icin disleksililere destek vermenin onemi de artıyor.
Beyin uzerinde yapılan calışmalar normal bireylerde sağ beyin yarımkuresinin sol beyin yarımkuresine gore daha kucuk, disleksililerde ise eşit buyuklukte ya da sol beyin yarımkuresinin daha kucuk olduğunu ortaya koyuyor. Disleksililerin sol beyin yarımkuresindeki farklılıkların bu bozukluğun nedeni olduğu duşunuluyor. 1978 ve oncesine kadar bu alanda birbirine cok ters duşen duşunceler vardı. Disleksililere sanat eğitimi vermemek gerektiği, cunku sağ beyin yarımkuresinin daha da gelişeceği ve sol beyin yarım kuresinin daha zayıf kalacağı gibi. Bu duşunce de artık terk edildi. Davranış bozukluklarıyla disleksililere ozgu dil bozuklukları arasında da ozel bir ilişki olmadığı belirlenmiş. Davranış bozukluklarının olma sıklığı normal insanlarda ne kadarsa, disleksililerde de o kadar. Bu cocuklarda yaratıcılığın oldukca yuksek olduğu da belirlenmiş.
Disleksililerde, dikkat eksikliği ve hiperaktivite gibi diğer sorunlar da olabiliyor, ancak koşul değil. Disleksi bir lanet (!) değil de, bir takdir gibi yaşandığında, diğer insanların okuma duzeyini yakalamak ve yetenek sahibi olduğu diğer ozelliklerini de ortaya koyabilmek şansı doğuyor. Disleksinin tanınmadığı aile ve okul ortamlarında yetişen cocuklarda okuyamamak ve varsa diğer oğrenme bozukluklarını da yaşamak yuzunden guven kaybı oluyor ve bu temel guvensizlik duygusu yaşamın her alanına yansıyor. Başarılı oldukları kabul edilen disleksililerin ozguven sahibi oldukları, benlik algılarının olumlu olduğu, kim olduklarının ve nasıl duşunduklerinin farkında oldukları da belirlenmiş. Fikirlerinin ve yaklaşımlarının genelden değişik olduğunu fark ettiklerinde zihinsel becerilerinin yetersiz olduğu duşuncesinden vazgecip, yaratıcılıklarını yaşamlarında kullanma yonunde gudulendikleri de ortaya konmuş.
Okuma Nasıl Gercekleşiyor?
Disleksinin fonemleri birbirinden ayırt etmeyle ilgili bir bozukluk olduğunun kabul edilmesi ve bunu acıklayan modeller, zek duzeyi yuksek bazı insanların okumayı oğrenmede ve dille ilişkili bazı işleri yapmada neden zorluk cektiklerini de acıklayabiliyor. Son 20 yıl icinde, disleksinin fonolojik (sese ilişkin) sureclerle ilgili olduğu model kabul goruyor. Fonolojik model, disleksinin klinik belirtileriyle ve norologların beynin fonksiyonu ve organizasyonuna ilişkin bulgularıyla da tutarlı gorunuyor. Fonolojik modelin nasıl olduğunu anlamak icin once dilin beyinde nasıl bir surecten gectiğini bilmek gerekiyor. Araştırmacılar, dil sistemini her biri dilin belirli bir yonuyle ilgili olan bileşenlerin aşamalı dizilişi olarak kavramsallaştırıyor. Bu aşamalı dizilişin en alt basamağında bir dilin icerdiği ayırt edici ses parcacıklarını (fonemleri) surecten geciren fonolojik moduller var. Linguistik sistemin temel oğesi de fonemler. Kelimelerin tanınması, anlaşılması ve hafızada depolanması ya da gramer acısından incelenmesi icin beynin fonolojik modulu tarafından fonetik birimlerine ayrılması gerekiyor. Bu surec konuşma dilinde otomatik olarak gercekleşiyor.
Okuma, konuşma dilini yansıtıyor, ancak dil psikoloğu Alvin M. Liberman’ın belirttiği gibi okuma kazanılması daha zor olan bir beceri. Liberman, konuşma ve okumanın her ikisinin de fonolojik sureclerle ilgili olduğunu, ama aralarında onemli bir fark olduğunu belirtiyor. Bunu "Konuşma doğal, okuma değil. Okuma bir buluş olduğundan, bilinc duzeyinde oğrenilmesi gerekiyor." diye ifade ediyor. Okuyan kişinin gorsel alfabetik yazıyı dille ilgili kavramlara cevirmesi gerekiyor. Bu da harfleri (grafemleri) ilgili fonemlere cevirmek anlamına geliyor. Bunun icin, okumaya yeni başlayan birinin konuşma sırasında kullanılan kelimelerin fonolojik yapısının farkında olması gerekiyor. Bundan sonra ise, bu fonolojiyi temsil eden harflerin kÂğıttaki dizilişini (ortografi) anlaması gerekiyor. Bir cocuk okumaya başlarken olan şey bu; ancak disleksili bir cocukta, dil sisteminde fonolojik modul duzeyindeki bir eksiklik, yazılı bir kelimenin fonolojik bileşenlerine parcalanmasına engel oluyor ve yazı butununun anlaşılmasını onluyor. Kavrama ve anlamlandırma ile ilgili surecler bu işe dahil değil, cunku bunlar ancak kelime tanındıktan sonra devreye giriyor. Fonolojik modul eksikliğinin etkisi en acık okuma sırasında ortaya cıkıyor, ancak bazı durumlarda konuşmayı da engelliyor. Disleksililerin coğu icin okumak son derecede zor ve cok buyuk enerji gerektiren bir işlem.
fMRI (fonksiyonel manyetik rezonans goruntuleme) ile beyin uzerinde yapılan calışmalar, harflerin tanınmasının (occipital lob’daki extrastriate cortex’te), fonolojik sureclerin (inferior frontal gyrus’te), anlama gecişin (orta ve superior temporal gyri’de) beynin farklı bolumlerinde gercekleştiğini ortaya koyuyor. Okumak icin gereken fonolojik sureclerin gercekleştiği yerler kadınlar ve erkekler arasında da farklılık gosteriyor. Fonolojik model ve deneyler ezberlemenin ve ezberlenenlerin geri cağrılmasının disleksililer icin cok guc olduğunu ortaya koyuyor.
Umut Veren Calışma
Disleksiyle baş edebilmek icin ozel eğitim desteği gerekiyor. Bugune kadar disleksililerin eğitiminde kullanılan klasik yontemlerin yetersiz kaldığını duşunen San Francisco’daki California Universitesi’nden Michael M. Merzenich ve William M. Jenkins ile New York’taki Rutgers Universitesi’nden Paula Tallal, dil oğrenme bozukluklarını tedavi etmek amacıyla bilgisayar oyunları geliştirdiler ve Ocak ayının Science dergisinde geleceğe donuk umut veren bu calışmalarını yayımladılar. Bazı araştırmacılar bu yeni tedavi yonteminin cocuklarda olduğu kadar yetişkinlerde de disleksiyle baş edebilmeye yardım edeceğini duşunuyorlar. Bu araştırmacılar, fonemleri bazı sureclerden geciren bilgisayara dayalı bir teknik oluşturarak bilgisayar oyunları geliştirdiler. Bu calışmada kelimeleri oluşturan hecelerin % 50 oranında uzatılarak soylendiği ve sessiz harflerin duzeyinin yukseltildiği bilgisayar oyunları urettiler. Bilgisayar oyunlarında duşsel yaratıklar, can ve ıslık sesleri ile odul niteliğinde uygulamalar da var. Bir monitorun karşısına kulaklıklarla oturan cocuk da, ba, ta, ka gibi birbirine benzeyen hecelerin seslerini duyuyor. Cocuğun oyunu kazanabilmesi icin zevkli, dikkat cekici goruntulere eşlik eden seslerin şaşırtıcı parcalarını birbirinden ayırması gerekiyor. Doğru cevap verdiğinde ise odul alıyor. Duyduğu sesleri doğru ayırt edince ucan inekleri yakalayabiliyor, sirk akrobatlarının ipe tırmanmasını sağlıyor ve palyacoları su kovalarına duşurebiliyor. Başında kolay olan oyun, giderek zorlaşıyor. Araştırmacılar hazırladıkları bu oyunları zekÂları en az ortalama duzeyde olan, işitme sorunu olmayan, ancak fonemleri birbirinden ayırt etmede sıklıkla gucluk ceken cocuklar uzerinde denediler. Dort haftalık bir sure icinde, cocukların neredeyse tumunun kayıp yıllarını tamamlayabildiğini belirten araştırmacılar, bu tedavi yonteminin butun disleksililere hitap edip edemeyeceği konusunda henuz bir calışma yapmadıklarını soyluyor. Oyunların amacı heceleri anlaşılabilir hale getirmek.
Gelelim Yapabileceklerimize
Oğrenme bozukluğuyla ilgili sorunların gorulme sıklığı % 8-10 arasındadır. 40-50 kişilik bir sınıfta 3-4 cocukta oğrenme bozukluğu sorunlarının olduğu duşunulebilir. Bu oran oldukca duşundurucudur, cunku bu kadar cocuk, bugunku eğitim sistemine gore, gozden cıkarılmış gorulmektedir. Bu cocuklar bazen yok olup gitmekte, bazen de okulda başarısız, yaramaz, aşırı hareketli ve dikkatsiz olarak adlandırılan ozellikleri nedeniyle uzmanlara goturulmektedir. Uzmanlara goturulenler biraz daha şanslı, ama onlara gereken ozel eğitim merkezleri henuz Turkiye’de bulunmuyor. Gelişmiş ulkelerde oğrenme bozukluğunun daha okuloncesi donemde belirlenebilmesine yonelik calışmalar yurutulurken, Turkiye’de pek cok kimsenin oğrenme bozukluğunun bir sorun olduğunu anlamaya yetecek olcude bile bilgisi yoktur. Sorun genellikle okula başlandığında fark edilmektedir. Ancak, sorunun eğitimciler ve anne babalar tarafından yeterince tanınmaması nedeniyle cocuklar bazen okuma yazma becerisini ilkokul birinci sınıf duzeyinde bile kazanamadan ilkokul beşinci sınıfa kadar ilerleyebilmektedir. Fark edildiği durumlarda da cocuğun okuldan alınması ya da alt ozel sınıfa verilmesi gibi yaklaşımlar da olabilmektedir. Ayrıca, bu cocuklara % 6,6 kadar duşuk oranda doğru tanı konulduğu gereksiz ilac kullanımı ve yanlış yonlendirmelerin de yapıldığı belirlenmiştir. Konuyla ilgili tanı-terminoloji karmaşası nedeniyle tanı konmadan once oldukca uzun ve incelikli uygulamalar yapmak gerekmektedir. Konunun en onemli yonu ise oğrenme bozukluğu tanısı konmuş cocuklara yaşadıkları sorunlar doğrultusunda eğitim programlarının hazırlanmasıdır.
__________________
Felsefe / Psikoloji / Sosyoloji OĞrenme BozukluĞu (dİsleksİ)(Odev Tİmİ)
Üniversite Ders Notları0 Mesaj
●52 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- Üniversiteler
- Üniversite Ders Notları
- Felsefe / Psikoloji / Sosyoloji OĞrenme BozukluĞu (dİsleksİ)(Odev Tİmİ)