19. yuzyilin en tipik ozelligi siyasi ideolojiler cagi olmasidir.
18.yy.da aydinlanma sadece dine ve gelenege degil,
siyasi otoriteyede baskaldirarak devletin gucunu azaltip bireyin gucunu arttirmayi amaclamistir.
O yuzden de siyasette ve ekonomide liberalizmin yildizi parlamistir.
Ancak arzu edilen esitlik, guvenlik yine saglanamamistir. Buna tepki olarak 19.yy.da sosyalizm ortaya cikmis ve esitlik kavramina onem vermistir.
19.yy liberalizm ile sosyalizmin cekistigi bir ideolojiler cagi olmustur.
genel ozellikleri
Sosyal ve siyasal sorunlara yonelme
ideolojilerin one cikmasi
Olgulara dayali biim anlayisi
Din ve gelenege karsi olma
Yeni kultur ve insan tipi arayislarina yonelmedir
SAINT-SIMON
Dusunce tarihinde, toplumun bilimi olarak gordugu sosyolojinin dusunce babasi olarak taninan Fransiz filozof ve iktisatcisi. Temel eserleri: De la Reorganisation de la Societe europenne [Avrupa Toplulugunun Yeniden Orgutlenmesi Uzerine], Du Systeme industriel [Sanayi Sistemine Dair], Cateschisme des Industriels [Sanayicilerin Ilmihali].
Saint-Simon, toplumda bir reforma gitmeyi amaclamis, toplumun endustri caginin, endustrinin gereklerine gore duzenlenmesi gerektigini savunmustur. Bilimsel dusunceye dayanan bir toplum bilimi kurmanin zamaninin geldigini, artik pozitif bilim caginin baslamis oldugunu one surdugu icin, ayni zamanda pozitivizmin de kurucusu olarak da bilinen Saint-Simon’un en buyuk dusu, insan toplumunun reformdan gecirilmesi olmustur. Ona gore, Fransiz Devrimi mutluluk getirmemistir. Evrensel insan haklarinin ilani, Saint-Simon’a gore, asagi siniflarin cehaletini ve yoksullugunu ortadan kaldirmamistir. Toplumdaki tum insanlarin mutlulugunun yeni bir toplumsal duzenleme, bir sosyal reformla saglanabilecegine inanan Saint-Simon, toplumda gerceklestirilecek reformun toplumsal yasalarin bilgisi-ne dayandigini ve bunun bilimlerde de bir reformu gerektirdigini dusunmustur.
Bundan dolayi, onun felsefesi oncelikle toplum konusunu ele alir ve bir toplum felsefesi olarak ortaya cikar. Toplumu bir organizma olarak goren ve bu organizmanin evrimini inceleyen Saint-Simon’a gore, toplumun kokeninde cikar ogesi vardir. O, bir toplumun insanlarinin birbirlerine gelisiguzel yaklasmadigini soyler. Insanlar, ancak bir cikar durumu ortaya cikinca, bir toplum halinde bir araya gelirler. Toplum, Saint-Simon’a gore, cikar ogesinin bir sonucu olarak uzlasmayla kurulur. Bir toplumun kurulabilmesi, cikarin sonucu olan bir toplumsal bagin var olmasina ve dolayisiyla kollektif bir vicdanin olusmasina baglidir.
Saint-Simon’a gore, insanlar kendileri ne ozgu orijinal varliklar olmanin yaninda, dogada hukum suren determinizme tabi olan varliklardir. Fizik ve kimya alanindaki agirlik merkezi yasasi gibi, toplumlari yoneten bir ilerleme yasasi vardir. Sosyoloji biliminin gorevi, bu yasanin varligini gosterip, insanlara bu yasaya itaat etmeyi ogretmektir. Zira, Saint-Simon’a gore, bu yasayi insanlar koymus degildir. Biz, bu ilerleme yasasini, siyasi, ahlÂki, ekonomik, vb, olaylar icinde goruruz. Sosyolojinin tarihsel yontemi benimseyen bir gozlem bilimi olmasinin nedeni budur. O, bu ilerleme yasasini duzenli bir yontemle aciklayarak, Avrupa Uygarliginin toplumsal ve siyasi evriminin genel yasalarini elde etmeye calismistir.
Insanin toplumsal tarihinin kendilerine ayri dusunce tarzlarinin karsilik geldigi uc ayri asamadan, yani sirasiyla coktanricilik/ kolelik, teizm/feodalizm ve pozitivizm/endustriyalizm evrelerinden gectigini one suren Saint-Simona gore, toplumsal degisme ve duzenin yasalari, pozitivizmin marifetiyle, bulunabilir. Toplumun, ona gore, baslica gorevi, yasamak icin gerekli nesneleri cogaltan uretimi gelistirmektir; cunku mutluluk ancak bu sekilde saglanir. Yeni duzende toplumu anlar, yani endustri alaninda calisanlar yonetecektir. Endustri alaninda calisanlarla, o zanaatlarla ugrasanlari, ciftcileri, fabrikatorleri, yatirima actiklari kredilerle uretime katilan bankerleri, turlu uretim dallarindaki uzmanlari anlatmak ister. Toplumu endustri alaninda calisanlarin yonetmesi. yoksullari yoksulluklarindan kurtaracaktir; ona gore, bilimle, akla uygun olarak duzenlenecek uretim, butun calisanlari her bakimdan yukseltecektir. Herkes calistigi, gorevini yerine getirdigi olcude, uretimden payina duseni alacaktir. Uretimi yonetenler, Saint-Simon’a gore, halki keyiflerine gore degil, fakat uretimi gelistirmenin gereklerine gore yoneteceklerdir. Bu yoneticilerin gorevlerini kotuye kullanmalarina, halki aldatmalarina, halka odevlerini anlatacak yeni bir din ile toplumu aydinlatacak bilginler engel olacaktir.
Su halde, ekonomik ve siyasi yonetimin basinda banka, fabrika, maliye uzmanlarinin bulunmasina karsilik, inanc ve egitim gibi islerin basinda da bilim, sanat uzmanlari bulunacaktir. Yeni din, kardeslik ve sevgiye dayanan bir inanc olmali ve her turlu hurafeden arindirilmalidir. Baska bir deyisle, modern toplumun yon ve duzeninin, uretici olmayan burokratlar tarafindan degil de, bilim adamlari ve sanayiciler tarafindan belirlendigini one suren Saint-Simon’a gore, modern toplumdaki kriz de, pozitivizme dayanan yeni bir din ile cozulebilir.
O, bilim konusunda, tum bilimlerin simdiye dek bilimsel olmayan yontem ve adimlarla ise baslamis oldugunu soyler. Bundan baska, her bilim birtakim dini tasarimlar, metafizikle ilgili sanilarla yukludur. Baslangicta, teolojik bir temeli olan ve metafizik kavramlarla gelistirilen, gercek olmayan bir bilimin yerine, Saint-Simon’un caginda gercek bilim, pozitif bilim gecmistir. Ona gore, ilerlemeyi saglayan etken de bilimin, baslangicta onun icine karismis olan bu ogelerden temizlenmesidir. Saint-Simon, artik pozitif bilim caginin baslamis oldugunu soyler
AUGUSTE COMTE
Comte, Auguste 1798-1857 yillari arasinda yasamis olan, pozitivizmin kurucusu Fransiz filozofu. Temel eserleri: Course de Philosophie Positive (Pozitif Felsefe Dersleri), Systeme de politique positive (Pozitif Politik sistem).
Kartezyen veya Aydinlanma geleneginin en onemli temsilcilerinden olan Comte'un temel amaci, toplumun reformdan gecirilmesi, toplumun yeni bastan duzenlenmesi olmustur. Bu amac, ona gore, toplumu yoneten yasalarin bilgisini, toplumu konu edinen bir bilimi gerektirir. Bu bilim icin ise, yeni bir bakis acisina, yeni bir felsefe anlayisina gerek duyulur. Bu nedenle, Comte arzuladigi toplumsal reform ve duzenlemeyi bilimsel temelleri olan bir felsefe, pozitif felsefe ya da pozitivizm uzerine insa edilmis olan bir toplum bilimi gelistirerek gerceklestirebilecegini dusunmustur. O, pozitivizmi yalnizca yeni bir felsefe anlayisi, bir dusunce tarzi olarak degil, fakat toplum problemi icin temelli bir cozum olarak one surmustur.
Comte'a gore, inanclarin herkesce ortak olarak benimsenmedigi, dusuncelerdeki anarsinin toplumda anarsiye yol actigi bir cagda kurtulusu saglayacak tek cozum pozitivizmdir. O, tarihin akisini tersine cevirmenin ve toplumsal birlik ve duzeni, Fransiz Devriminden onceki dini ve manevi degerlerle saglamanin imkansiz oldugunu savunmustur. Esitlik, insan haklari ve halkin egemenligi gibi kavramlarin ise metafizikle ilgili ici bos soyutlamalar ve dogmalar oldugunu soyleyerek, demokrasinin yontemlerini savunanlara da karsi cikan ve pozitivizmi, bu cerceve icinde genel bir zihin hali, bir arastirma ruhu olarak tanimlayan pozitivist Auguste Comte'un soz konusu felsefe anlayisi, insan icin olumlu ve yapici olanin yalnizca olgulari gozlemleyerek tasvir etmek oldugunu one surer. Onun pozitivizminin en onemli ozelligi, doganin yuce ve mutlak bir amaci oldugu fikrini reddetmesinden meydana gelir. Comte'un pozitivizmi, ikinci olarak varliklarin ozunu ya da varliklarin gizli, icsel nedenlerini bulma cabasindan vazgecer. Bu felsefe yalnizca olgulari arastirmak, varliklar arasindaki sabit iliskileri gozlemlemek gerektigini one surer.
Comte'a gore, bilimin tek amaci olgular arasinda varolan sabit iliskileri belirlemek, doga yasalarini bulmaktir. Bu amac, yalnizca gozlem ve deney yoluyla gerceklestirilebilir. Baska bir deyisle, bilim deneysel yontemi kullanir ve bu sekilde, yani deneysel yontemle kazanilan bilgi, pozitif bilgidir. Comte, insanlarin zihniyetlerinin degistirilmesinde, toplumun yeni bastan duzenlenmesinde, soz konusu pozitif bilginin kullanilmasi gerektigini belirtir. Pozitif bilgi tarihsel bir evrimin sonucu olan bir bilgidir ve insan zihninin tarihsel olarak ulastigi en yuksek duzeyi gosterir.
Sosyolojinin bir anlamda kurucusu olarak gorulen Comte, toplumsal yapinin, bir ilerleme ortaminda varliklarini surduren nitelikleri ve organlari ile kendi basina var oldugunu soyler. Toplumun statik yonuyle dinamik yonunu birbirinden ayiran Comte'a gore, toplumun statik yonu mulkiyet, dil, din gibi toplumun belirli duragan yonlerinden olusur. Toplumun statik yonu, insanin dogal yapisina baglidir. O, toplumun dinamik yonunu, toplumun ilerleme gucu olarak tanimlamistir.
Ilerleme ise, dusuncedeki ilerlemedir, statik yapidan en yuksek olcude nasil yararlanmamiz gerektigi konusundaki kavrayisimizi gelistirmekle ilgili bir husustur. Yoksa, ilerleme toplumun statik yonunu olusturan ogelerin degisimiyle ilgili bir konu degildir. Ornegin, aile kurumu, insanlar metafizik evreden pozitif evreye gecerken degisiklige ugramaz. Fakat pozitivizmin dinamik etkisi, kadinlara yeni bir statu kazandirmaktan olusur. Ayni sekilde, yeni duzende mulkiyetten, tek bir insanin cikarini degil, fakat baskalarinin cikarini da hesaba katacak bir bicimde yararlanilacaktir.
Ote yandan, butun sistemin anahtari dindir; bununla birlikte, Comte'un yeni dini, insanliga inanmaktan olusacaktir. Buradan da anlasilacagi uzere, o bir tur insanlik dini kurtarmaya calismistir. Onun bu yeni dini, ayin ve torenlerine kadar, Hiristiyanligin butun inanclarina baglidir, fakat o Tanri'nin yerine insanligi, ermislerin yerine bilginleri gecirir. Bu insanlik dini, devletin yonetim sekline de yansiyacaktir. Artik, Comte'a gore, tek insan diye bir sey olmayacaktir. Tek insan kendi kisisel cikarini degil de, toplumun cikarini dusunecek, onu kendi cikarina ustun tutacak sekilde yetistirilecektir. Bu toplumda benciligin yerini, ozgecilik alacaktir.
KARL MARX
Karl Marx bir Alman filozofudur.Gunumuzde insanligi en cok etkileyen filozoflardan biridir.Dusuncelerinden dolayi ulkesinden ayrilmak zorunda kalmis , belli bir sure Belcika ve Fransa'da yasamis ve oralardanda surulerek Ingiltere'nin Londra kentine yerlesmek zorunda kalmistir , oradada olmustur.En onemli eseri '' Daskapital ( Kapital Sermaye )'' dir.
Marx'a gore gercek var olan maddedir , evren surekli bir degisim icinde olan maddeden baska bir sey degildir .
Ancak , degisim evrimsel degil devrimseldir. Madde , sicramalar ve niteliksel donusumler biciminde degistigi icin baslangica geri goturulemez.Var olan sey , maddenin degismis bir goruntusudur.Madde , degisik fiziksel ve kimyasal sureci baslatmistir .( cansiz doga ). O da sicrama ve niteliksel degismelerle biyokimyasal ( canli ) duzeye ulasmistir. Canli degiserek tekrar degiserek bilinc kazanmis ,boylece zihinsel surec baslamistir ( insan ) .
Tarihi ve toplumu yaratan insandir .Tarih , insanin dogayla verdigi mucadelenin bir oykusudur. Tarih ve dusunce uretim iliskilerinin bir sonucudur.Insan etkin bir varliktir.Hem kendini hemde dogayi degistirerek ona bicim kazandirir.
Marx herseyin temelinde maddeyi gorur. Ancak madde diyaletik bir degisim sureciyle diger varliklara donusur.Hic bir sey duragan degildirHersey degisir , olusur ve birbaska seye donusmek uzere yok olur. Insan etkin bir varliktir.dogayi ve kendini degistirme gucune sahiptir.Doganin edilgen ( pasif ) bir uyesi degildir.
Marx diyalektik yontemi gelistirirken Hegel'den etkilenmistir. Hegel ,idealist bir filozoftur. O , aklin ( idenin ) , kendine yabancilasarak ,kendini yadsiyarak doga haline geldigini , sonrada insan bilincinde kendine dondugunu soyluyordu. Hegelde , diyalektik aklin bir degisim surecidir. Oysa Marx , '' basinin uzerinde duran '' diyalektigi ayaklarinin uzerine oturtugunu soyleyerek diyalektik degisim surecini madde ile baslatir. Yani diyalektik ,Marx 'ta maddesel temele oturur.Marx'a gore diyalektik hem doganin hemde dusuncenin gelisim yasasidir.
Diyalektik maddecilik bes ilkeye dayanir .
BUTUNSELLIK :Var olanlarin hepsi birbiriyle ilintilidir.Herhangi bir nesne tek basina digerlerinden soyutlanamaz.
DEGISME :Var olan hersey bir durumdan baska bir duruma donuserek degisir.
NICEL DEGISMELERIN NITEL DEGISMELERE DONUSMELERI :Nicelik degisimleri belli ve yogunluga ulastiktan sonra bir nitelik degisimi gosterir ( Suyun 100 °C 'ye kadar kaynatilinca sivi halden buhar haline donusmesi gibi.)
CELISME

ASMA : Asma , varligin celisme ve olumsuzlanmalardan gecerek ilerleyisidir.
Toplumlarin en ilkel bicimlerinde mulkiyet ortaktir. Ortaklasa mulkiyet genellikle ozel mulkiyete dogru gelismis ve kapitalizmi dogurmustur.Kapitalizm, kendi celiskilerini icinde toplayarak karsitini yani SOSYALIZM'i ortaya cikarmistir.
Marx , insan varligini aciklarken de felsefenin temeline ''yabancilasma'' kavramini koyar. Insan, urunleri ortaya koyarken bircok zenginlikler yaratir.Bu zenginlikler onun karsisina para olarak dikilir.. Onu egemenligine alir. O, paranin oyuncagi haline gelir. Insanin yarattigi nesneler , kendi basina buyuk bir dunya kurarak onu yonetmeye kalkarlar. Iste insanin, bu durumun bilincine varmasi , yabancilasmasidir.Marx materyalizmi diyalektik materlalizmdir Bu ozelligiyle mekanik maddecilikten ayrilir ve onu reddeder.Mekanikcilere gore, hersey maddeden meydana gelmistir.Madde, dogada hep vardir. Degisim maddenin hareketi ve yer degistirmesidir. Tum varliklar, maddenin mekaniksel yer degismesiyle olusur ; doganin bir parcasidir. Insanda doganin edilgen bir urunudur.
19. Yuzyil boyunca, en azindan Kita Avrupasi’ndaki en etkileyici dusunur Karl Marx’ti. Marx, kapitalizm teorisinde insan toplumlarinin gelismelerinin tunc yasalarini kesfettigini ileri surdu. Marx’in teorisine gore, tarihi safhalarin birbiri pesisira akisi surecinde, kapitalizmin yeri, kacinilmaz olarak, once sosyalizm ve daha sonra tam-tesekkullu komunizm ve sinifsiz toplum tarafindan alinacakti. Marx’la sosyalizm “bilimsel”-sonun pesinen bilindigi ve surecin akisini degistirme tesebbuslerinin basarisizliga mahkûm oldugunu ongoren bir fikirler yapisi- oldu.
Butun sosyalist partiler Marx’in fikirlerinin etkisi altina girdi. Bugun dahi, Marksizm sol kanattaki pekcok kimsenin dusunce yapisinda onemli roller oynar. Baska bir degisle Marx olmemistir. Marx ve izleyicileri insanlik tarihi teorileriyle oylesine mesgulduler ki, kendi konumlarinin sosyalizmin etik bir sistem olma iddiasiyla bagdasmazligini kavramadilar. Eger tarih kacinilmaz olarak sinifsiz topluma dogru akis halindeyse, olaylarin gidisini degistirmek veya hizlandirmak yolundaki butun tesebbusler anlamsiz-faydasiz olacaktir. Marx’in teorisindeki kimi belirsizlik ve muglaklilara ragmen, sosyalist filozoflar arasinda tartisilan tek konu bir devrimin mi yoksa genel oy hakki tarafindan hizlandirilmis bariscil gelismenin mi tarihin sonuna ulasmak icin gerekli ve yeterli olduguydu. Bu mevzu etrafindaki tartisma, Avrupa kitasindaki sol siyasî hareketlerin bir tarafta komunist ve devrim taraftari bir kanada ve diger tarafta toplumun mesru amacina demokratik yollarla ulasmanin lehinde olan sosyal demokrat gruba bolunmesinin sebeplerinden birisidir.
Bunlara karsin gorusleriyle insanlik tarihinin degismesinde etkili olan en onemli dusunurlerden biridir.
SOREN KIERKEGAARD
Kierkegaard’a gore felsefe Aristoteles’ten bu yana hep ozlerle, idealarla, her turden mantiksal kurgularla ilgilenmistir. Bu yuzden bireyin gercek yasami gozden kacmistir.
Kierkegaard, ilk elestirilerini bu tutuma ve bu tutumun buyuk temsilcisi Hegel’e karsi yapar; ona gore soyut dusuncelere dalmak ile ya da doga bilimlerinde yapildigi gibi olcup bicmekle bireyin varolusu anlasilamaz. Varolus, “somut, oznel ve uyanik insanin yasamidir.”
Varolus terimini modern anlamda kullanan ilk filozoftur Kierkegaard. Varolus derken ne anliyor? Ilkin soyut dusunmeye karsi somut dusunuse yonelir o. Soyut dusunme de varolusla ilgili kaygilariyla birlikte tek kisi unutulmustur. Ikinci olarak nesnel dusunceye karsi cikar. Nesnel dusunce de kisisel tutkunun, sevgi ve nefretin, ilginin kisaca her icten olan seyin oldugune inanir. Nesnel dusunme karsisina, oznel dusunmeyi koyar. Oznel dusunen, kendi gecek varolusunun ic yonunu ortaya koyarak felsefe yapar en cok karsi ciktigi filozofta yukarida belirttigimiz gibi “soyut dusunur” Hegel’dir. Hegel’de oznel varolusu icinde tek kisinin ortadan kalkmasina dahinin bile dusuncenin surukledigi bos bir yaprak gibi olmasina karsilik, bu yeni felsefesi ile Kierkegaard tek kisiyi, kendi, asil varolusunu en uyanik bilinci icinde toplamak ister.
Bu felsefe dogrudan dogruya su cagriyi duyurmak ister: “yasamini bosuna harcama, gunlerini oldurme, uyku icinde gecirme, uyan ve insan ol!”
Kendisi “butun yasamini, doymuslugu icinde uyuklayan insanlari nasil uyandirabilecegini dusunmekle gecirdigini” soyler. Belki insanlari biri ciliz biri kanatli –esit olmayan- iki atin cektigi bir arabaya oturup yuru diye bagirsa! Belki o zaman uyanacaktir. Kanatli at sonsuzluk, ciliz at zaman, arabaci da icimizden her biri. Zaman icinde sonsuzlugun kendisine parildadigi kimse, kendi varolusunda uyanmis olan kimsedir. En iyi uyandirma araci da kaygili korku ya da ic-daralmasidir.
Her insanin icinde bu korku yerlesiktir. Ona gore dunya da yapa yalniz kalabilecegi, tanri tarafindan unutulmus olabilecegi, milyonlarca, milyonlarca is guc arasinda gozden kacmis olabilecegi korkusu. Ama korku, bu ic daralmasi korkak ruhlar icin degildir. Ancak korkuyu ta yureginde butun uyanikligi ile tutan ve bundan kacmayan kimse, bu korkuyla varolusunun uyanikligini surdurebilir. Boylece varolus sorusuna Kierkegaard’in verdigi yanit: varolus, somut, oznel ve uyanik insanin yasamidir. Varolus, uyanik insanin yasamini en acik sorumlulugu icinde surdurdugu bir bolumudur, bir parcasidir. Ancak varolus, uzerinde dusunmeye elverisli degildir, onu dusundugumuz anda onu ortadan kaldirmis oluruz. “kendisini dusundurmeyen bir sey vardi” diyebiliriz ancak, o da su: varolmus olan. Kavranamayan, olaganustu bir sey ona ancak sezerek ve inanarak yakinlasabiliriz. Varolus oyle ise irrasyonel yani us disidir. Onu kavramlarimizla kavramaya calisir calisilmaz kacip gider elimizden. Oyle ise varolus, paradoksal birseydir. Ancak dusunmeden once veya sonra, ancak tutkular ve eylemlerle bir an icin onu yakalayabiliriz, bir anlik, birden bire olan bir parlama icinde onu gorebiliriz. Buyuk ruh hareketlerinde ve tutkulu eylemlerde mantiksal dusunme cozulur, kaybolur. Dusunmek ve varolus-olmak birlesemez.
NIETZSCHE
Nietzsche(1844-25.8.1900) yasami bakimindan 19. Yuzyila, felsefesi ve yol actigi etkiler bakimindan ise hem 20. yuzyila hem de gelecege aittir. ‘Gelecek’ kavrami ve ‘insanin gelecegi’ sorunu, onun uzerinde en cok durdugu sorunlarin basinda gelir. Nietzsche, cok yonlu bir insandir: filolog, yazar, filozoftur. Ama ayni zamanda sairdir. Hemen hemen butun eserlerinde dusunsel yon ile edebi/sanatsal yonlerin ic ice gecmis oldugunu saptayabiliriz. Nietzsche’de felsefi ve estetik ogeler surekli birlikte, birbirini gerektiren bir bicimde bulunur. Yani felsefe ile siir arasindaki iliski, onun insan anlayisiyla bagintilidir. Nietzsche insani, yasama eylemleri icinde gerceklesecek, ortaya cikacak bir yetkin varlik (butunluk) olarak dusundugu icin, bu butunlugun gerek olusmasinda gerekse kavranilmasinda hem akilsal (felsefi) hem de coskusal (estetik) boyutlar ayrilmaz bicimde birbirine baglidir.
Insan ve kulturle ilgili problemler baslica ilgi konusunu olusturdugu icin, onu bir kultur filozofu olarak gorebiliriz. Bir kultur filozofu olarak Nietzsche, tum yasami boyunca, bir insan ve kultur felsefesi olusturmustur. (Bu felsefe ugrasinda ozellikle nihilizm problemiyle bir hesaplasma ve yine bununla bagintili olarak ustinsan kavrami ve dusuncesinin islenmesi soz konusudur.) Onun felsefesi ayni zamanda bir kultur elestirisi olma ozelligini tasimistir. Nietzsche'nin Avrupa kulturunun en guclu elestiricilerinden biri sayilmasi da, hakli nedenlere dayanmaktadir. Cunku onun kadar kendisiyle, toplumuyla, tarihiyle ve kulturuyle cesur bir sekilde hesaplasmayi deneyen kimse pek olmamistir. Avrupa kulturu ve felsefesinin karsimiza cikan en onemli sorunlarindan biri ve belki de baslicasi olan nihilizmden kurtulmak icin, aslinda ona neden olan seylere sarilma egiliminin agir basmasi da, insanlarin, gercek anlamda nihilizmle hesaplasmayi goze alamadiklarinin gostergesidir.
Nietzsche’nin adiyla birlikte cogu insanin aklina ilk gelen baslica bazi kavram ve deyimler mevcuttur: “iyinin ve kotunun otesi”, “degerlerin yeniden degerlendirilmesi”, “tanrinin olumu”, “ustinsan”, “guc istemi” vb. Gercekten de bu ve benzeri kavramlar/sozcukler Nietzsche’nin tum yapitlarinda sikca yer alirlar. Ancak insanlarin belleginde iz biraktigi anlasilan bu kavramlarin her zaman dogru bicimde ya da filozofun ongordugu bicimde anlasilmis oldugunu soylemek de mumkun gorunmemektedir. Yani Nietzsche’nin yanlis anlasilmasi da soz konusudur. Ozellikle “ustinsan” anlayisinin carpitilmasi, fasist bir ideolojiye malzeme yapilmasi soz konusudur. Ustinsanin ortaya cikmasini bekleyen Nietzsche, nasyonal sosyalizmin yol actigi soykirimdan degilse de, felsefi yanilgilarindan bir olcude sorumlu tutulabilir.
Nietzsche’nin Felsefe Anlayisi
Bazi filozoflar nufuzlarini korumak amaciyla bilimin arkasina saklanirlar. Nietzsche ise, felsefenin bilim yapilmasina karsidir. Ona gore, asil felsefe problemi: hala filozoflar var mi? olabilir mi? sorusudur. Cunku filozof bir birey olarak, bir yaratici olarak varolabilir. Nietzsche’ye gore, filozoflarin tarih duygusundan yoksun olmalari, bu ezeli hatalari, onlari oncesiz-sonrasiz olgulari ve mutlak hakikatleri aramaya yoneltmektedir. Felsefenin gercek karakterini Nietzsche soyle tanimlar: felsefe ancak kendine ozgu bir tasarima gore dunyayi yaratabilir. Felsefenin gercek karakterinin anlasilmasi sonucunda, oncesiz-sonrasiz degerler veya hakikatlere olan inancin yikilmasi da soz konusudur. Buna bagli olarak kavramlar ve tin alanina ait olan hersey, olus icinde gorulmeye baslanir. Bu konuda Nietzsche sunlari soyler: "sozde sorunlar ustune dusunmedim, -harcamadim kendimi. (..) “Tanri" “ruhun olmezligi”, “kurtulus”, “ote dunya”, daha cocukken bile ne dikkatimi, ne de vaktimi verdigim kavramlar hepsi, -belki de bunlar icin yeterince cocuksu olmadim hic.”
Nietzsche’nin yasama tarzi ile dusunme ve felsefe yapma tarzi birbirine baglidir. O, filozofun felsefesine gore, yani ona uygun bicimde yasamasini savunur. Bu nedenle, ifade ettigi felsefe yapma tarzi acisindan da “cagina aykiri” bir filozof konumundadir: “Baski yapilan, zorlanan ve distan tek bicimliligi olan bir dunyada, felsefe, tek basina, yalniz dolasanin bilgince bir monologu, tek tek kisilerin avda rasgele ele gecirdikleri av hayvanlari, akademik yaslilarla gencler arasinda gecen kapali kapilar ardindaki oda gizleri ya da zararsiz gevezelikler olarak kalir. Kimse felsefe yasasini kendinde gerceklestirmeye cesaret edemiyor, onu yasaminda uygulamayi goze alamiyor, kimse filozofca yasamiyor, antik insani, bir kez Stoa’ya baglilik sozu verdikten sonra, nerede olursa olsun, neyle ugrasirsa ugrassin, onu bir Stoa’li olarak davranmaya zorlayan o yalin erkek bagliligi ile yasamiyor. Butun modern felsefe yapmalar, politika ve polisce islerle sinirli yonetimler, kiliseler, akademiler, insanlarin toreleri ve korkakliklari araciligiyla bilgince bir gorunuse burunmuslerdir: bu felsefe boyuna ic cekisle “olsaydi” fisiltisinda ya da “bir zamanlar” bilgisinde kalir. (...) Gercekten filozofca dusunuluyor, yaziliyor, yayimlaniyor, konusuluyor, ogretiliyor –bu kadariyla az cok her seye izin verilmistir, ancak eylemde, davranislarda, adina yasama denilen seyde durum degisir: orada her zaman ancak tek bir seye izin verilmistir ve tum baska seyler de yalnizca olanaksizdir: tarih egitimi, kulturu bunu boyle istiyor. Iste o zaman insan, “acaba bunlar da insan midirlar, yoksa belki de yalnizca dusunme, yazma ve konusma makineleri midirler?” diye kendi kendine soruyor.”
Nietzsche, daha cok “aforizmalar” tarzinda yazan bir filozoftur. Onun icin sistemcilik ve “izmler” dar gorusluluk anlamina gelir. Ona gore, yarinin filozoflari denemelerin adami olanlardir. Cunku her felsefi dusunme yeni bir deneme demektir. Nietzsche’yle birlikte yeni bir felsefecinin ve felsefe yapma biciminin ortaya ciktigini soyleyebiliriz.
Nietzsche’nin gecmis felsefenin tarihcisi olarak tavri ile filozof olarak yarattigi felsefedeki tavri ortusur. Her iki acidan da goz onunde tuttugu, “ustinsan” kavramidir. Bu da onun insani, felsefesinin arka planindan ote, temelinde yer alan bir varlik olarak gordugunu ifade eder. Kendini “ilk trajik filozof” olarak gormekle birlikte, felsefenin gecmisinde kendilerinden esinledigi kisileri/kisilikleri de anar: “Bir tek Herakleitos uzerinde kuskum var; zaten onun yakininda kendimi her yerden daha sicak, daha rahat duymusumdur hep. Yok olusun, yok edisin olumlanmasi ki, Dionysosca bir felsefenin can alici noktasidir, -karsitliklara, savasa ve “varlik” kavramini kokunden yadsiyarak –olusa evet deyis.”
Iyinin ve Kotunun Otesi ya da Degerlerin Yeniden Degerlendirilmesi
Nietzsche, tum insanligi yasadigi bir yanilgidan uyandirmak, o gune kadar deger olarak taninan/bilinen seylerin hic de oyle olmadigiri gostermek ister. Geri kalan insanlikla onun arasindaki siniri cizen, ona ayri bir yer veren sey, “Hiristiyan ahlakini bulmus” olmasidir: “Hayatin en basta gelen icgudulerini kucumsemeyi ogretmeleri; bedeni haklamak icin bir “ruh” , bir “tin” uydurmalari; hayatin temel kosulunu, cinselligi ayip bir sey olarak duymayi ogretmeleri; (...) Surasi kesin ki, ona (insanliga) yalniz decadence degerleri en yuksek degerler olarak ogretildi. (...) Bu olcude yanilmak, hem de kisi olarak, ulus olarak degil, insanlik olarak. Simdiye dek ogretilen biricik ahlak, derinden derine yadsir hayati.” Bu nedenle, ahlakin kendisini decadence/cokus belirtisi olarak almak, cok onemli ve benzersiz bir yeniliktir. Nietzsche, ilk kez kendisinin bu gercek karsitligi gordugunu soyler: “Bir yanda, hayata karsi alttan alta oc guden o yozlasmis icgudu (ornekleri Hiristiyanlik, Schopenhauer felsefesi, bir anlamda daha o zamandan Platon felsefesi, idealizmin butunu); obur yanda doluluktan, dolup tasmaktan dogmus en yuksek bir olumlama ilkesi, sinirlama bilmeyen bir evet deyis, acinin kendisine, varligin sorunsal ve yabanci nesi varsa hepsine.”
Felsefe tarihine baktigimizda, Antik Yunanda degerler probleminin, bir erdem ve ahlak problemi olarak anlasildigini saptayabiliriz. Nietzsche de, Sokrates’ten beri Avrupa tarihinde ortak belirtinin, diger butun degerleri ahlaki degerlerin boyunduruguna sokma denemesi oldugunu soyler. Ona gore Sokrates’in dusuncelerinde temelini bulan Bati dunyasinin bu ahlak gorusu, insan hayatina ve insan dogasina aykiri bir degerler gorusu durumundadir. Bu nedenle Nietzsche, degerler ve degerlendirme problemini, ahlakin bir problemi olarak degil, insanin butun etkinlikleriyle ilgili bir problem olarak gorur ve bu bakimdan da bizzat ahlakin kendisini “problematik” olarak anlar. Baska bir deyisle degerlendirme sorunu, ahlakin bir sorunu degil, antropolojinin bir sorunu olarak anlasilmalidir.
Insani kurtarmaya calisan Nietzsche, onu anlam ve degerlerin yaraticisi olarak gorur. Ama bu bir humanizm degildir. Cunku humanizm, soyut ve genel bir insan sevgisinin ifadesi oldugu icin, Nietzsche’nin felsefi temelleriyle/ilkeleriyle uygun dusen bir sey degildir. Burada sunu ozellikle belirtmek gerekir ki, Nietzsche’nin asil basarisi ve ozgunlugu, yuzyillar boyunca, insan-ustu guclerde/ilkelerde aranan hayatin ve dunyanin anlamini, insanin kendi anlam verme gucunde bulunabilecegini gostermis olmasidir.
Nietzsche’nin yeniden degerlendirmek istedigi bir sey de, caginin “modern toplum”u, baska bir deyisle caginin kultur anlayisidir. Insanlarin seviyesinin yukselmesi: bu, onun insanlara koydugu “erek”tir. Cunku insan topluluklari degil, insan soz konusu oldugunda, kultur, insanin ve en basta onu ayakta tutan yaratici kisilerin seviyesi anlamina gelir. Bu nedenle, Nietzsche’nin insan anlayisina ve “ustinsan” kavramina deginmek yerinde olur. Cunku degerleri yeniden degerlendiren, eski degerlerin yerine yenilerini ortaya koyacak olan, yaratici insanlardan baskasi degildir.
Nietzsche’nin Insan Anlayisi ve Ustinsan Kavrami
Onun insan anlayisinin simgesi durumundaki “Ustinsan”(Zerdust) kavrami bircok tartismanin merkezinde yer almistir. Cunku Nietzsche yalnizca kendinden onceki insan anlayislarini elestirip asmaktan cok, “insani insan olarak asmak” istemini ifade eder: “Nasil katlanirdim insan olmaya, ayni zamanda ozan, bilici, rastlantinin kurtaricisi olmasaydi insan?(...) Zerdust baska bir yerde de, olabildigince kati yureklilikle, kendisi icin “insan” ne olabilir, bunu anlatiyor, -bir sevgi, hele acima konusu degil hic, -insandan o buyuk tiksinmeyi de yenmistir. Zerdust: Onun gozunde insan bicimlenmemis ozdektir, yontucusunu bekleyen cirkin bir tastir.”
Nietzsche’nin ortaya koydugu felsefi perspektifte, insana, gercekligi degerlendirmesi acisindan bakilmaktadir. Yani insanin dogayla iliskilerinde degil, insanlararasi iliskilerinde kavranilmasi soz konusudur. Nietzsche’ye gore insanlar, gercekligi gorebilme ya da gorememeleri ve bundan oturu de gercekligi baska tarzlarda degerlendirmeleri bakimindan uc tipe ayrilmaktadirlar: suru insani, ozgur insan ve trajik insan ya da ustinsan. Nietzsche’nin suru, kalabalik, yigin, halk, bilge olmayan, iyi insan, zayif insan ve buna benzer adlar verdigi insan tipi, gecerlikte olan ahlak icinde yasamini devam ettiren insandir. Bu insan tipi, kendi gozleriyle gormedigi gercekligi soz konusu ahlakin deger yargilarina gore degerlendirir ve ayni zamanda kendini ve kendine benzeyenleri ayakta tutan bir degerlendirme tarzini, cevresinin ve caginin ahlaki haline getirir. Suru insani ahlakli insandir. Nietzsche, suruden “yigin”i degil, aralarinda belli bir ahlakla bagli, o surunun bir zamanlar ayakta durmasini saglamis bir ahlakla bagli insan birliklerini anlamaktadir. Bunlar arasinda aile birlikleri, cemaatler,devletler, uluslar, kiliseler, partiler ve her turlu gruplasmalar sayilabilir. Bir suruyu o suru yapan, onun ahlakindan baska bir sey degildir. Ozgur insan ise, ahlakdisi insandir. Icinde yetistigi ve yasadigi suruden kopmus, kendi yolunu arayan, insanla ilgili seyleri, insanin herseyini kendi gozleriyle gormek isteyen insandir. Ama ozgur olma yolunda her kisi, birkac donem gecirmek, birkac basamak inip cikmak zorundadir. Gecerlikte olan ahlakin disina cikaran ilk adim, “buyuk kopma”dir. Ahlaki degerlerin ve deger yargilarinin havada kaldiginin farkina varan kisi, “buyuk kopma”nin sinirina gelmis demektir. Iste bu noktada insanin karsisina nihilizm sorunu cikmaktadir. Bu temel problem karsisinda ancak “etkin” (aktif) olan kisi, terkettigi degerlerin yerine yeni degerler yaratma/ortaya koyma imkani bulabilir.
Ustinsan yeni basarilar, “yeni degerler” ortaya koyan insandir. Yaratici insan bu yeni basarilariyla, bir yandan ‘gecmisi kurtarir’; ama diger yandan da gelecege, insanin gelecegine yon verir: onun asil islevi budur. Bu konuda Nietzsche sunlari soyler: “Odevim, insanligin en yuksek anlamda kendine donecegi, geriye bakacagi, ileriye bakacagi, rastlantinin, rahiplerin boyundurugundan kurtulup, nicin, neden sorularini ilk kez toptan ortaya koyacagi o ani, o buyuk ogleyi hazirlamak olan odevim, su kaninin zorunlu sonucudur: Insanlik dogru yolu bulmamistir kendi basina; yonetilisi hic de tanrisal degildir; tersine, o yadsiyan, bozucu icguduler, decadence icgudusu onu bastan cikarmis, hem de en kutsal degerleri arasinda hukum surmustur. Ahlaki degerlerin kaynagi sorusu bu yuzden benim icin en basta gelen sorulardan biridir; insanligin gelecegi bunun cevabina baglidir cunku.”
Yaratici insan yaptigi degerlendirmelerle olcu veren, “yasalar koyan”, “buyuran” insandir: onun isi budur, yalnizca degerleri saptamak degil. Ama bunu yaparken, ‘bu boyle olmalidir’ derken, bunun tehlikelerini de hisseder. Yaratici insanlar insanlik icin ortaya koyduklari amaclari ve degerleri, once kendilerinde denerler: kendileri, yapip ettikleri ve eserleri bunun gostergesidir. Bu acidan Nietzsche’nin “Zerdust” tipi ile yapmak istedigi sey, insani ayakta tutan ve ona degerini kazandiran, gelecege yon veren, hedef koyan ustinsanlarin ortaya cikisini rastlantinin elinden alip, insanlara “hedef olarak koymak”, yeryuzu kulturunun hedefi yapmaktir.
Filozoflarin kendilerini iyi ve kotunun otesindeki bir yere koymalarini, ahlaki yargi yanilgisinin ustunde olmalarini isteyen Nietzsche, “bugunku insanla yetinebilir miyiz” diye sorar. Zerdust adli eseri bir bakima, bu ve buna bagli baska sorularin yanitlarinin ortaya konulusudur. Ancak onu harekete geciren insanliga yeni bir yol gostermek, degerleri yeniden degerlendirmek istegi olmakla birlikte, yine de dusuncelerinin ve girisimlerinin “insanlik disi” olarak anlasilabilecegini de ongorur: “Simdiye dek kutsal, iyi, dokunulmaz, tanrisal bilinen her seyle bir cocuk gibi, yani bilmeksizin oyun oynayan, agzina dek guc ve bereket dolu dusuncenin ulkusu; uluslarin hakli olarak deger bildigi en yuce seyleri olsa olsa bir tehlike, cokme, alcalma ya da en azindan bir korluk, arada sirada kendini unutma sayan birinin ulkusu; insanca, ustinsanca bir iyiligin, iyilikseverligin ulkusu, ki cogu zaman insanlik disi gozukecektir.” Cunku Nietzsche’ye gore, insanin “her an asilmakta” oldugunun bir simgesi ve kisilesmesi olan Zerdust’te, “ustinsan kavrami en buyuk gercek olmustur burada, -simdiye dek insanda buyuk bilinen ne varsa, hepsi de sonsuz ucurumlar boyu asagida kalmistir.” Nietzsche, Zerdust’un kisiliginde Ustinsan’i bir varolus tarzi olarak sunmaktadir: “Bu mutlu sessizlik, bu tuy gibi ayaklar, bir an eksik olmayan bu hayinlik, bu kabina sigmazlik, Zerdust’un kisiligini yapan ne varsa, hicbiri buyuklugun ayrilmaz bir parcasi olarak dusunulmemistir daha once. Zerdust kendini iste bu yuzden, boyle genis uzaylarda yasayip, en celisik seylere boylesine acik oldugu icin, en buyuk varolus bicimi saymaktadir; kendisinin bunu nasil tanimladigini duyunca, onu baska bir seye benzetmekten vazgecer artik insan.”
Kendi doneminde yeterince anlasilmamis bir dusunur olan Nietzsche’nin gelecege (20 yuzyila) iliskin pekcok ongorusu gerceklesmistir. Yaklasan cagin savaslara, milliyetci asiriliklara ve tehlikeli gelismelere gebe oldugunu dusunen Nietzsche’nin insan ve degerler problemi uzerinde onemle durmasinin nedensiz olmadigi anlasilmaktadir. Evet, onun olumunden bu yana yuz yillik bir zaman gecti. Simdilerde yeni bir cagin baslangiclarinda bulunuyoruz. Ama gecmiste oldugu gibi bugun de gelecek, yani insanin/insanligin gelecegi problemi aklimzdan hic cikmayan onemli bir problem. Bu probleme yanitlar bulmada ve bulunan/verilen yanitlari degerlendirmede Nietzsche’den ogrenilecek seylerin oldugunu dusunuyorum. Ayrica kendi kulturel ve tarihsel gercekligimizi degerlendirme konusunda da onun felsefesinde yol gosterici unsurlarin fazlasiyla bulundugunu da soylemek yanlis olmasa gerek
HENRI BERGSON
1859-1941 yillari arasinda yasamis olan cagdas dusunur.
Temel Ilkeler: Temel eserleri arasinda Essais sur les Donnees immediates de la Conscience (Bilincin Dolayimsiz Verileri Uzerine Denemeler), Matiere et Memoire (Madde ve Bellek), Les Deux Sources de la Morale et de la Religion (Ahlak ve Dinin Iki Kaynagi) ve L'Evolution creatrice (Yaratici Evrim) gibi kitaplar bulunan Bergson, Almanya'da dogup gelismis olan idealist yasama felsefesinin Fransa'daki temsilcisi olarak taninir. Ayni zamanda, surec felsefesi adi verilen felsefe turunun de en onemli temsilcilerinden olan Bergson, pozitivizmin ya da oldukca dar bir cerceve icinde kalan bilimsel yorumlarin iddialarina siddetle karsi cikarken, insani ve tinsel degerlerin onemini vurgulamistir. O, iste bu cerceve icinde, 20. Yuzyilda gelisen akla karsi baskaldirinin onemli onculerinden biri olmak durumundadir.
Baska bir deyisle, ondokuzuncu yuzyilda ortaya cikan maddecilik dirimselcilik karsitligindan yogun bir bicimde etkilenen Bergson, bilimin bulgularini ozu itibariyle bilimsel olmayan bir gerceklik anlayisina ulasmak icin kullanmistir. Metafizigi, dinamizm ve surekliligin onemini vurguladigi, aklin gercekligin yapisini bilmeye yetili olmadigini dile getirdigi icin, Bergson Romantik gelenek icinde yer alir. Baska bir deyisle, diskursif dusuncenin ve dolayisiyla, tum determinizmi ve mekanizmiyle bilimin kapsami ve aciklama alaninin oldukca dar olduguna dikkat cekmis ve yasam fenomeni, bilinc ve ozgurlugun sadece ve sadece dolayimsiz sezgi ile anlasilabilecegini one surdugu icin, Bergson ayni zamanda yasam felsefesinin 20. Yuzyildaki en onemli temsilcisi sayilabilir.
Metafizigi:
Gercekligin sezgi yoluyla bilinebilecegini savundugu icin ondokuzuncu yuzyil Alman dusunuru Schopenhauer'a cok yaklasan Bergson, bununla birlikte, bir ilerleme ogretisi olarak evrim teorisini cok ciddiye alip metafizigine temel yaptigi icin, onun kotumserligini paylasmaz.
Ilk arastirmalarini zihin ve beden arasindaki iliski konusuna ayiran filozof, zamaninin bu konudaki gozde ogretisi olan psiko-fizyolojik paralelizme, yani her psikolojik olguya onu belirleyen fizyolojik bir olgunun karsitlik geldigini dile getiren ogretiye siddetle karsi cikmistir. Bergson, bu baglamda bellegin, ve dolayisiyla zihin ya da ruhun bedenden bagimsiz oldugunu ve amaclarini gerceklestirebilmek icin bedeni kullandigini one surmustur.
Yasam dusuncesini incelerken, evrimin gercekligini kabul eden, onu kesin olarak belgelenmis ya da kanitlanmis bir teori diye goren Bergson, evrimin mekanist bir tarzda gelismeyip yaratici oldugunu iddia etmistir. O, bu gelisme surecinde, biri icgudu, digeri de zeka yoluyla gelisen iki cizgi bulundugunu soylemis ve bunlardan her ikisinin de, evrenin her yerinde is basinda olan yasam atiliminin eseri oldugunu savunmustur.
Bilgi Gorusleri:
Bilgi gorusunde, rasyonel dusunceye guvenmeyen, kuru bir akilcilik ve bilimcilige karsi cikip, bunun yerine sezgiyi temel alan Bergson, bilincin her zaman bir seyin bilinci oldugunu, bizim dogrudan ve aracisiz olarak yalnizca kendi tecrubemizi bilebilecegimizi ve dolayisiyla en iyi ve en yetkin bir bicimde kendi bilinc akisimizi ve sureyi idrak edecegimizi belirtmistir. Bu ise, kavramsallastirilabilen bir bilgi degildir; yani, bu, akil ve analiz yoluyla degil de, ancak yasanarak, ve sezgi yoluyla bilinebilir.
Baska bir deyisle, Bergson felsefesinde oncelikle, kavramsal bilgiye siddetli bir elestiri yoneltmistir. Kavramlarin surekli ve dinamik bir gercekligi, onu statik hale getirmek ve bolmek suretiyle carpittigini one suren Bergson, 'biricik' olan gerceklikle ilgili hakikatlerin kavramsal yolla soze dokulemez, ifade edilemez oldugunu soylerken, bir yandan da bizi gercekligin ozune goturecek bilgi turu olarak sezgiden soz etmistir. Bilimi reddetmeyen, fakat bilimsel bilginin en onemli bilgi turu olarak gorulmesine karsi cikan Bergson'a gore, gerceklige nufuz eden, nesnelerle dogrudan ve aracisiz bir temas kuran baska bir bilgi turu daha vardir. Bu bilgi dile getirilemez, soze dokulemez. Bu bilgiye, en azindan bilimsel bilgi kadar onem ve deger verilmesi gerektigini one suren Bergson, analiz adini verdigi bilimsel, rasyonel bilginin karsisina, sozcuklerle dile getirilemez olan sezgiyi gecirmistir.
Bergson'a gore, sezgi bize, gercekligin semasini degil de, bizzat kendisini bilme olanagi verir. Su halde, Bergson bir seyi bilmenin iki yolunu birbirinden ayirir. Bu yollardan birincisi bizi bilinecek nesnenin cevresinde hareket ettirir, oysa ikincisi nesneye nufuz etmemizi saglar. Birincisinden elde edilen bilgi, nesneyi gozlemledigimiz bakis acisina baglidir; dolayisiyla, bu bilgi goreli bir bilgidir. Buna karsin, ikincisinde nesneyle dogrudan bir temas icinde olur ve herhangi bir bakis acisinin sinirlamalarindan kurtuluruz. Burada nesneyi gercekte oldugu sekliyle kavrariz. Bunlardan birincisi analiz, ikincisi sezgidir.
Sezginin bize gosterdigi gerceklik nedir? Bergson bu konuda aradigi ipucunu kisinin kendi dogasina iliskin sezgide bulur. Ona gore, kendi icimize donup baktigimizda tecrube ettigimiz sey, degisen haller veya ozellikleri degisen seyler degil de, degismenin bizzat kendisi, sure ve yasamdir. Sezgi yoluyla bilinen benden hareket eden Bergson, burada kalmayip daha sonra dunyanin ayni sureden meydana geldigini iddia etmistir. Baska bir deyisle, gercekligin bilimin varsaydigi gibi, madde olmadigini gostermeye calisan, doganin, bilimin soyledigi gibi, yalnizca mekan icindeki maddi cisimlerden olusmadigini savunan Bergson, insanlarin mekanla dusunmeye calistiklari icin, maddecilige egilimli olduklarini iddia etmistir. Oysa, zaman mekandan daha temel olup, butun gercekligin ozu zamandir, suredir.
Anlamamiz gereken seyin, zamanin bir birikim, bir buyuyup gelisme, bir sure oldugunu belirten Bergson, bir adim daha ileri giderek, surenin yalnizca akip giden bir sey olmakla kalmayip, yaratici oldugunu savunur. Baska bir deyisle, sure gorunusun gerisindeki gerceklik, bilimlerin arastirdigi gozle gorulur empirik donusumlerin gerisindeki esas nedendir. Buna gore, turlerin evrim gecirdigi hipotezini dogrulanabilen deneysel bir hipotez olarak benimseyen Bergson, buradan butun bu evrimsel gelismenin gerisindeki esas gucun, temel nedenin sure oldugu metafiziksel tezine gecmistir.
Bergson'a gore, gercekten varolan sey madde, cansiz varlik degildir; gerceklik suredir ve bunu yalnizca sezgi kavrayabilir. Zaman bir birikimdir. Gelecek hicbir zaman gecmisin ayni olamaz, zira her adimda yeni bir birikim ortaya cikar. O bilincli bir varlik icin var olmanin degismek oldugunu kabul eder, zira degismek demek olgunlasmak demektir; olgunlasmak ise, sonsuzca kendi kendini yaratmak demektir. Bu, yalnizca bilincli insan varligi icin degil, fakat butun gerceklik icin boyledir. Bergson gelismeyi, ancak sure olarak anladigimiz takdirde acikliga kavusabilecegimizi savunur.
Ona gore, insan iste bu yasamda maddeyi yener, mekanin sinirlarinin ustune cikar ve icinde salt sureyi yasar. Insan kendisini butun benligiyle bir ise verdigi zaman da ayni seyi duyar. Gecmis, surekli olarak bugune ve gelecege dogru akar. Iste, bu biricik gerceklik olarak suredir. Bergson'a gore, sureyi yasayabilmemizin kosulu bellektir. Bellek zaman araliklarini yener, gecmis, simdi olarak yasanir. Sureyi butunlugu icinde yakalayiveren ise sezgidir.
JEREMY BENTHAM
1748-1832 yillari arasinda yasamis olan, yararciligin kurucusu Ingiliz filozofu. Temel eserleri: An Introduction to the Principles of Morals and Legislation [AhlÂk ve Yasamanin Ilkelerine Giris]. Deontology [Deontoloji] ve Science of Morality [AhlÂk Bilimi]; A Fragment on Government [Idare Uzenine Bir Calisma], The Rationale of Reward (Odulun Mantigi).
Siyaset felsefesi:
Siyaset felsefesini etik gorusune dayandirmak isteyen Bentham, diger bir deyisle kisinin kendisine donuk hazlarla, disa donuk hazlar arasinda bir ayirim yapmistir. Bunlardan binincileri salt hazla ve kisinin kendi mutluluguyla ilgili iken, ikincileri bir iyilik ifadesi olup, baskalarinin mutluluguyla iliskilidir. Bireysel mutlulukla en yuksek sayida insanin mutlulugunun bir ve ayni olmadiginin fazlasiyla farkinda olan Bentham, bencillikle toplumun iyiligi veya en yuksek sayida insanin mutlulugu arasindaki ucurumun asilabilmesi icin, iki aractan faydalanmaya calismistir.
Bu araclardan birincisi, egitimdir. Ona gore, insanlar egitim sayesinde zihinsel melekelerin ve yeterliliklerini arttirir, kendilerini tam olarak gerceklestirebilmenin yollarini ogrenir ve boylelikle de, bir kisinin akilci yollarla elde ettigi mutlulugun baskalarina yonelik sevgi ve hayirseverligi, otekinin iyiligini kapsadigini anlayabilirler.
Bentham’da bireyin kendisine donuk ilgiyi toplumsal bir ilgiyle tamamlamanin ikinci yolu kurumsal bir cerceve yaratmak gecer. Ona gore, insan bencil cikar ve zorlamalari bu sayede ve kurumsal bir cerceve icinde, toplum icin yararli amaclara donusturebilir. Liberalizmin en onemli teorisyenlerinden biri olan Bentham, siyaset felsefesinde, yine guclu bir halk egemenliginin savunuculugunu yapmis ve soz konusu egemenligin tek meclisli yasama organiyla temsilini istemistir. 0, denetim ve kuvvetler ayriligi ilkesinin tam calisan bir demokrasiyi onlemek uzere hazirlanmis aygitlar olarak degerlendirirken, din konusunda kuskucu bir tavir takinmistir. Benthama gore, din ilerlemeyi engelleyen ozellikle de entellektuel ilerlemeye set ceken bir kurumdur. Dahasi, o dinin inanmayanlara karsi dusmanlik uyandirmak ve bir kast sinifi yaratip beslemek suretiyle, topluma sadece sikinti verdigini dusunur. Ihtiyac duyulan sey, dini hosgorudur ve bunu saglayacak tek sey de, bilinemezci bir kuskuculuktur. Ote yandan, dine cogunluk yararci bir acidan bakan Bentham, onun yararsiz oldugunu soylemekten de cekinmemistir.
William James
1842 yilinda New York'ta dogmus olan unlu Amerikali filozof. Temel eserleri: Pragmatism (Pragmatizm), The Meaning of Truth (Pragmatizm), The Meaning of Truth (Hakikatin Anlami), The Varieties of Religous Experience (Dini Deneyimin Cesitleri).
Pragmatizmi: Amerika'daki ilk psikoloji laboratuvarini olusturmus olan James, dogrulugu ve gercekligi tek yanli olarak yalnizca eylemlerin sonuclari ile degerlendiren pragmatizm akiminin kurucusudur. Bu akima gore, gerceklik ve dogruluk insanin bakis acisindan, zihinsel kanaatlerinden ve dolayisiyla eylemlerinden bagimsiz degildir. Bundan dolayi, gerceklik eylemlerin sonuclari, basarilari ve yararliliklariyla degerlendirilmelidir.
James bir dusuncenin nereden ve nasil turedigini ya da onun oncullerinin neler oldugunu sormak yerine, bu dusuncenin sonuclarini incelemistir. Onun gozunde pragmatizm, ilk nesnelerden, ilkelerden, kategorilerden oteye, son nesnelere, urunlere, sonuclara ve olaylara yonelmektir. James'a gore, kendisinden onceki klasik felsefe 'nesne nedir?' diye soruyor ve kendisini onemsiz seylerde kaybediyordu. Darwin'in evrim teorisi, 'varligin kaynagi nedir?' diye soruyor ve kendisini yildizlar yigininda yitiriyordu.
Oysa, pragmatizm, 'sonuclar nelerdir?' diye sormakta ve dusuncenin yuzunu, eylem ve gelecege yoneltmektedir. Nitekim James, yasami dogrudan ilgilendiren somut olgulara, eylemlere, insanin yasamini simdi ve yakin gelecekte dogrudan etkileyen guc ve eyleme onem vermistir. Ona gore, dunyanin bitip tamamlanmis olan hicbir yani yoktur; dunya, onun varlik anlayisina gore, hicbir tur icermez ve surekli bir olusum icindedir. Dunya biricik bir varliktan degil, bireylerden, bireysel varliklardan olusur.
James'a gore, pragmatizm yalnizca bir yontemdir. Bir yontem olarak pragmatizm, insan yasaminin bir amaci oldugunu one surer. Dunya ve insan uzerine yeni bilgi ve yorum getirme iddiasinda olan birbirlerine rakip teoriler, yalnizca insan yasaminin amacina gore degerlendirilmelidir. Ona gore, dunya uzerine olan bir teori, insan yasamiyla ilgili bircok konuyu gozardi ederek kesin sonuclu yanitlara ulasiyorsa eger, reddedilmelidir. Boyle bir teori kacinilmaz olarak dogmatik bir ogretidir. Pragmatizmin, James'a gore, hicbir dogmasi, mutlak hicbir ogretisi yoktur. O, yasamin kesin ve kanitlanmis olgularini on plana cikararak, yalnizca yasami olcu alir.
Bilgi Teorisi: Mutlak ve degismez bir sonuc one surmeyen James, dusuncede kendisine hareket noktasi olarak sonucu alir. James'a gore, bilimde, felsefede, teolojide hicbir tanim ya da formul kesin, nihai ve degismez degildir. Insan ve dunyayi konu alan teorilerin anlamlari, sadece onlarin problemleri cozme kapasitesinde aranmalidir. Eger, bir teori ya da formul bir problem cozemiyor, pratik yasam icin soyle ya da boyle, su ya da bu sekilde bir farklilik yaratmiyorsa, o teori ya da formulden vazgecilmelidir.
James'a gore, dusuncenin, teorinin anlami soz konusu teori ya da dusuncenin ise yararliligiyla belirlenir. O, yararlikla da, yalnizca bireyin maddi ihtiyaclarinin karsilanmasini degil, ayni zamanda insanin ve toplumun gelismesine katkida bulunan herseyi anlatmak ister. Bu anlamda din, James'a gore, tumuyle dogrudur ve din konusunda, dinin sonuclarina bakarak yargida bulunmak gerekir. O, dinin metafizik bir degere sahip olup olmadigini bilmedigini soyler. Fakat din, James'a gore, her durumda yararli bir varsayimdir.
O, bilgi teorisi bakimindan empiristtir; yani bilginin kaynaginda duyu deneyinin bulundugunu one surer. Ona gore, bilgi, duyu algisinin akil yoluyla islenmesinden baska hicbir sey degildir ve soz konusu isleme faaliyeti icin karsilastirma ve ayirdetme yetilerinden fazlasina gerek duyulmaz. Esyayi, nesneleri anlamak, onlarin ne olduklarini bilmek demektir. Bunu ise, ruhun cisimlerle, gerceklikle ilk ve dolaysiz temasi olan canli deneyim, tecrube saglar. Saf olarak bilgi denilen urun sonradan gelir ve bu canli temas uzerine kurulur. Bilgi, ruhun deneyim uzerine, bes duyu yoluyla saglanan verilere gore yaptigi bir calismanin urunudur.
John Dewey
1859-1952 yillari arasinda yasamis olan ve aletcilik olarak bilinen felsefe akiminin kurucusu unlu Amerikan filozof ve egitim kuramcisi. Charles Sanders Peirce ve William James'in goruslerinin bir sentezini yapmis olan Dewey, pragmatizmi, mantiksal ve ahlaki bir analiz teorisi olarak gelistirmistir. Temel eserleri: Problems of Man (Insanin Sorunlari), Studies in Logical Theory (Mantik Teorisiyle Ilgili Arastirmalar), Freedom and Culture (Ozgurluk ve Kultur), Human Nature and Conduct (Insanin Dogasi ve Davranisi), How we Think? (Nasil Dusunuyoruz?).
Temel ilgiler: Felsefeye, doga bilimlerinin ve sanatin temel tezlerine dair fikirleri, sosyal ve kulturel kurumlarla ilgili gorusleri acikliga kavusturma, insan yasamini ve toplumunu etkileyen inanclari analiz etme gorevini yukleyen Dewey, dogayi ve bilen insan zihnini birbirinden ayiran geleneksel bilgi anlayisina karsi cikmis, deneyemin cozulecek problemleri ortaya koydugunu, pasif bir varlik olmamak durumunda olan insanin dogayi degistirme ve donusturmeyi ogrendigini savunmustur.
Bilgi gorusleri: Buna gore, Dewey insan zihnini, doganin bir parcasi, bir bolumu gibi dusunur. Dolayisiyla bilgi, onda, dunyanin donusu, bir cocugun dogusu, yemek yeme gibi, herhangi dogal bir etkinlik olarak ortaya cikar. Insanla ilgili dogal bir olay oldugu icin, bilgi, insan deneyimi icinde yer almaktadir. Dewey'e gore, insan deneyiminde bilgi edinme eylemi, yalnizca dusunmeye basladigimiz anda degil, fakat yogun ve derin bir bicimde dusunmeye basladigimiz anda baslar.
Bu yogun ve derin dusunce, cevremizdeki birtakim degisiklikler sonucunda, gelecekteki eylem ve davranis bicimimizle ilgili bir kuskuya, tereddute dustugumuz zaman karsilastigimiz bir sorunla birlikte ortaya cikar. Buna gore, yogun ve derin dusunce, ormanda yolunu kaybetmis bir adam icin, ormanin disina cikma sorunu ile bilim adami icin, insanin dokusunun nicin canliligini kaybettigi, denizde neden gelgit hareketlerinin meydana geldigi problemi ile karsilastigi anda ortaya cikar. Birinci durumda gunluk bir cevre, ikinci durumda ise bilimsel bir cevre ile karsi karsiya gelisimiz soz konusudur.
Ormandaki adamin uzerinde kararsiz oldugu eylem, onun ormandan cikmasi sonucunu doguracak olan bir yola girmesi olayidir. Bilim adaminin uzerinde kararsiz oldugu eylem ise, olaylari nasil onceden kestirecegi ve bunun icin uygulamasi gereken gozlemlerle ilgilidir. Bilgi dogru tasarim ya da varsayimlardan ibaret olan bir seydir ve burada, tasarim ya da varsayimlar, kendileriyle arastirmamizin kaynagini olusturan problemin cozumunu arastirdigimiz birer arac islevi gorurler. Dewey'in terminolojisine gore, onlar bir amaca ulasmak icin kullandigimiz araclardir. Bu amac ise, bilgidir ya da problematik bir durumun cozumudur. Soz konusu tasarim ve varsayimlar, ozel ve belirli bir anlam icinde, pratik gecerliligi olan varsayimlar, kendileri sayesinde somut problemlerin cozume kavusturuldugu araclardir.
Din Konusundaki Gorusleri: Dewey, soz konusu aktif, eylemde bulunan insan dusuncesini ve yaratici bir etkinlik olarak bilgi anlayisini, din gorusu ve egitim felsefesine de yansitmistir. Dewey'e gore, geleneksel din anlayisi, degismez dogmalar ve ahlak kurallarina inanc, insan zihnini kendisine kabul ettiren bir goruse baglama ve hapsetmeyle esanlamlidir. Bu tur bir inanc, insanin hayal gucunun bir gorus edinme cabasini ortadan kaldirir.
Oysa gercek bir gorus, dusunce ozgurlugu ve bagimsizlik gerektirir. Dinin dogmalarinin, acikca dogaustucu olmasalar bile, dogalciliga aykiri olmalari cok muhtemeldir. Din ve dindarlik bu olmamalidir. Dindarlik, ona gore, doganin her turlu idealin kendisinden ciktigi kaynak ve o olmaksizin, amaclar pesinde kosmanin basariya ulasamayacagi kosullar oldugunu anlamaktan dogar.
Egitimle ilgili Gorusleri: Dewey'e gore, egitim sureci cocugun ilgi alanlarini dikkate almali ve bunlarin uzerine kurulmalidir. Bu surec, cocugun sinif ici deneyiminde, dusunme ile is yapma etkinliklerinin karsilikli etkilesimine imkan saglamalidir. Okul kucuk bir topluluk gibi orgutlenmelidir; ogretmen belli bir ders ve okuma dizisini gerceklestirmek icin ogrenciyi gorevlendiren bir ustabasi degil, ogrencilerle birlikte calisan bir rehber olmalidir. Egitimin hedefi, cocugun varliginin her yonu ile gelismesidir.
CHARLES DARWIN
1809-1882 yillari arasinda yasamis ve canlilarda evrimin dogal ayiklanma yoluyla gerceklestigini one suren teorisiyle, bilim ve dusunce tarihinde adeta bir devrim yaratmis olan Ingiliz doga bilimci.
Evrim konusunda yeterli kanit sunarak, canlilarin, dogal ayiklanma yoluyla cevreye uyum sagladigini aciklamis ve On the Origin of Species by Means of Natural selection [Turlerin Kokeni] adli temel eserinde gelistirdigi gorusleriyle, zamaninin bilim ve din cevrelerini derinden etkilemis olan Darwin, Darwinizm olarak bilinen evrim ogretisiyle Tanri’nin varolusuna dair en onemli kanitlardan biri olan duzen ve amac kanitinin gucunu zedeledigi gibi, yaradilisla ilgili dini ogretilere de darbe indirmistir.
Darwinizm: Unlu Ingiliz biyolog ve dogabilimcisi Charles Darwin’in dogal ayiklanma, turlerin kokeni ve insanin tureyisiyle ilgili evrimci gorusunu, onun insan da icinde olmak uzere, tum canli varlik turlerinin dogusunu ve gelismesini yasama savasi ile aciklayan arastirmalarini ve goruslerini tanimlayan genel terim.
Darwin’in, organik degisimleri aciklamak amaciyla gelistirdigi biyolojik evrim teorisini temele alan yaklasim; insani da icine alan canli doganin evrimle olustugunu, bu evrimin itici gucunun, yasama kavgasi ve bunun sonucu olarak da, dogal ayiklanma oldugunu, dogal turlerin yaratilmayip, dogal etkenlerle, birbirlerinden cikarak olusmus oldugunu one suren ogreti olarak Darwinizm, Darwin’in, evrimin uc ilke ya da etkenin etkilesimine dayandigi anlayisini tanimlar. Bu uc ilke ya da etken sirasiyla degisiklik, kalitim ve varolma savasidir. Bunlardan degisiklik, butun canlilarda soz konusu olan serbestlestirici etken; kalitim, benzer organik formlarin bir kusaktan baska bir kusaga aktarilmasini saglayan tutucu etken; varolma savasi ise, belli bir ortamda ustunluk saglayacak degisiklikleri belirleyen, boylece de secici bir ureme hizi araciligiyla turlerin degisime Ugramasini saglayan etkene karsilik gelir.
HERBERT SPENCER
1820-1903 yillari arasinda yasamis olan Ingiliz filozofu.
Temel eserleri arasinda First Principles [Ilk Ilkeler], First Principles of Sociology [Sosyolojinin Ilk Ilkeleri], Social Statistics [Sosyal Istatistik], Descriptive Sociology [Betimsel Sosyoloji] adli kitaplar bulunan ve fizik ve biyoloji bilimleriyle, siyasi ve toplumsal liberalizmden oldukca etkilenmis olan Spencer’in felsefesinin temelinde evrim dusuncesi vardir. Bilimle dini uzlastirmayi ve boylelikle de felsefeye yer acmayi amaclayan Spencer’a gore, felsefe tum diger bilimlerden genelligiyle ayrilir. Felsefedeki teorilerin varolan her sey icin gecerli oldugunu one suren Spencer, evrim ogretisini bu durumun tek istisnasi olarak gormustur.
Evrim teorisinin deneysel olarak test edilebilir, savunulup temellendirilebilir bir teori oldugunu belirten Spencer, basitten karmasiga, homojen olandan heterojen olana dogru gerceklestigini dusundugu evrimin, dogadaki, toplum ve ahlÂki yasamdaki orneklerini gozler onune sermeye calismistir.
Epistemoloji alaninda, insan varliginin bilgisinin sinirli oldugunu, bizim yalnizca fenomenleri bilebilecegimizi one suren Spencer, bir yandan da bu fenomenlerden, her seye karsin Bilinemez Olani, fenomenlerin kaynagi ve evrimin temeli olan Kavranamaz Gucun varligini cikarsayabilecegimizi savunmustur. O, ilerlemenin bir rastlanti, insanin kontrolu altindaki bir sey olmayip, bir zorunluluk oldugunu belirtmis, yasamin, icsel olanin dis cevreye uyarlanmasindan, surekli olarak ona gore ayarlanmasindan baska bir sey olmadigini iddia etmistir.
Siyaset alaninda bireyciligi savunmus, yasam, zihin ve toplumu madde, hareket ve guc araciligiyla aciklamaya calismis olan Spencer, ahlÂkin dogal bir temeli oldugunu, ahlÂki sonuclarin genel evrim yasasini izledigini one surmustur. Baska bir deyisle, siyaset felsefesi alarmda, eski liberalizmin en onemli temsilcilerinden biri olan Spencer’a gore, devlet ve toplumun iki temel sekli vardir. Askeri devlet ve endustriyel devlet. Bunlardan askeri devlet toplumsal orgutlenmenin baslangic formu olup, ilkel ve barbardir, savas icin her zaman hazirdir. Birey, burada savasta zafer amaci icin bir aractan baska bir sey degildir. Toplum siki ve disiplinli bir bicimde orgutlenmistir ve her birey militarizm ve otoriter yonetimin gerekleri icin kendisine tahsis edilmis olan konumu isgal eder. Sovenizmle milliyetcilik ve emperyalizmin askeri devlete gerekli ideolojik esini sagladigini ve devletin ruhban yapisinin itaat ve disiplinin onde gelen erdemler oldugunu ogretmeye yoneldigini one suren Spencer’a gore, sanayici siniflarin iktisadi faaliyetleri devletin askeri ihtiyaclarina baglidir; ekonominin hedefi daha buyuk maddi refah araciligiyla kisisel mutlulugu arttirmak degil, fakat ortak gucu basarili fetihlerle beslemektir.
Spencer’a gore, askeri devlet kendi topraklarini genislettikce ve uzun bir zaman dilimi sonunda baris ve istikrari saglayinca, yavas yavas sanayici bir devlet ve toplum olmaya dogru evrim gecirir. Soz konusu endustriyel devlet, askeri devletin her bakimdan karsitidir. Bireyin toplumdaki yerini belirleyen sey, statuden ziyade, sozlesmedir. Sanayici toplum ve devlette, yasam bicimi gonullu isbirligine dayali olup, kendiligindenlik, cesitlilik, farklilik ve mutabakatsizlik, bireyi yonetimin en yuce amaci sayma, onun en onemli degerleridir. Bu toplumun amaci, uyelerine en fazla ozgurlugu ve an yuksek mutlulugu temin etmektir.
Askeri toplumdan sanayici topluma dogru ilerleme, Spencer’a gore, yonetimin azalmasi anlamina gelir, zira hukumet ‘mevcut barbarizmin bir delili’nden baska bir sey degildir. Insanlar barisci, birlikte yasamaya gonullu olduklari, isbirligi yapmayi ogrendikleri olcude sanayici toplum idealine daha cok yaklasirlar. Bununla birlikte, modern endustriyalizmin bizatihi kendisinin yagmaci ve yirtici acimasizligin yepyeni bir seklini gun isigina cikardigini goremeyen Spencer, bireyin bir amac olmaktan ziyade, bir arac konumuna indirgendigini kavrayamamistir. Yine Spencer, on dokuzuncu yuzyil kapitalizminin temel erdeminin, barisci isbirliginden ziyade, acimasiz bir militarizm oldugunu farkedememistir.
Sosyalist dusuncenin amansiz bir karsiti olan Spencer, butun sosyalizmlerin kolelik oldugunu’ ileri surer. Zira, ona gore, sosyalizm ya da komunizmde birey, belli bir efendiye degil, butun topluluga kole kilinir ve kolenin efendisinin ‘tek bir kisi ya da bir toplum olmasi arasinda pek bir fark yoktur.
20.YUZYIL FELSEFESI
On dokuzuncu yuzyilin sonlarindan baslayip gunumuze dek uzanan felsefe.
Felsefe hicbir zaman boslukta gelismeyip, kulturun bir parcasi olarak, daima cagin siyasi ve toplumsal kosullariyla iliski icinde ortaya ciktigina gore, cagdas felsefenin de, yirminci yuzyilin kosullarindan etkilenen, yirminci yuzyila ozgu bir bakis acisi vardir. Cagdas felsefe icinde yer alan tum filozoflar, aralarindaki farkliliklara karsin, iste bu baglamda, bir parcasi olduklari modern toplumun ilgi ve problemlerine yanit vermek durumunda olmuslardir. Su halde, cagdas felsefeyi karakterize eden birinci ozellik, onun yirminci yuzyilda ortaya cikan kimi temel durum ve olusumlardan, ornegin modern toplumun bilim karsisindaki ikircikli tavrindan, dile yonelik ilgiden, dunya savaslarinin yarattigi umutsuzluktan, toplumsal kosullarin yarattigi guven bunalimi ve yabancilasmadan, vb, yogun bir bicimde etkilenmis olmasidir.
Cagdas felsefeyi karakterize eden ikinci ozellik, yirminci yuzyilda filozoflarin Bati felsefesine Kant’tan beri damgasini bulan kurmacilik veya konstruktivizm ve gorecilikten kacinma cabasi icine girmis olmalaridir. Buna gore, Bati felsefesinde Descartes’la baslayip, Kant’la doruk noktasina ulasan ozne cikisli bir felsefe anlayisinin ardindan, yirminci yuzyil felsefesi insandan ve insanin inanclarindan bagimsiz olarak varolan bir nesnel dunyanin varolusunu kabul eden bir felsefedir. Nesnelligi yeniden yakalamaya calisan cagdas felsefe, ayni zamanda nesnel olarak varolan bir evrenin bilgisinin mumkun Oldugunu savunan bir felsefe olarak ortaya cikar.
Kabaca ve genel olarak degerlendirildiginde, cagdas felsefede tarihsel bir sira icinde ortaya cikan 3 ayri gelenekten soz edilebilir:
analitik gelenek
fenomenolojik gelenek
elestirel ya da yikici gelenek
Cagdas felsefenin onemli ve buyuk gelenegi ise, Hobbes ve Hume’a mal edilebilecek olan kimi felsefi kabulleri benimseyen dusunurlerin olusturdugu analitik gelenektir. Dunyanin cok buyuk sayida basit ogeden meydana geldigini, kompleks nesnelerin bu ogelere ayristirilabilecegini ve bu basit varliklarla karsilasildigi zaman, onlarin kolaylikla taninip anlasilabilecegini one suren bu gelenek mensuplari, felsefenin gorevinin sentez degil de, dilsel ya da bilimsel veya mantiksal analiz oldugunu one surer. En onemli temsilcileri arasinda George Edward Moore, Bertrand Russell, Gattlob Frege, Ludwig Wittgenstein, ve Viyana Cevresi dusunurlerini verebilecegimiz bu gelenek realist bir tavir alip sagduyuya yaklasirken, bir yandan da bilimden tarafa saf tutup metafizige siddetle karsi cikar.
Cagdas felsefenin ikinci gelenegi ise, Alman filozofu Edmund Husserl tarafindan kurulmus olan fenomenolojik gelenektir. Bilginin olanagina buyuk bir gucle inanirken, Kant’in eseri olan konstruktivizme siddetle karsi cikan fenomenolojik gelenek, kendinde seylerin bilince gorunduklerini one surmustur. Bu cerceve icinde bilince donen ve bilincin yonelimselligini bilinc uzerinde yogunlasmanin nedeni ve hakli kilinisi olarak degerlendiren fenomenolojik gelenek, ayni zamanda realist bir tavirla, seylerin karsilili bagimliligi ve iliskisi uzerinde durmustur. Analitik gelenegin Hume’a yakin oldugu yerde, daha cok Hegel’e yaklasan fenomenolojik gelenegin en onemli temsilcileri arasinda Martin Heidegger’le Jean Paul Sartre bulunmaktadir.
Cagdas felsefenin ucuncu gelenegi Fransiz dusunurleri Michel Foucault ve Jacques Derrida tarafindan temsil edilen elestirel ya da yikici gelenektir. Ornegin, ozculuge, ikicilige, Descartesci felsefeye, akil ya da lojisizme, Aydinlanma felsefesiyle pozitivizme ve dolayisiyla butun bir moderniteye iliskin olarak cok ciddi ve keskin bir elestiri yonelten Derrida’nin son cozumlemede ozculuge, ikicilige ve akilmerkezcilige yonelik olan elestirisi gercekte metafizige, Bati’nin butun bir metafiziksel dusuncesine yonelik bir kritik olmak durumundadir. Baska bir deyisle, Bati dusuncesinin yuzyillardan beri termelinde yer kavram ve karsitliklari yeni bastan elestirel bir bakisla degerlendiren bu gelenek, Bari felsefesinin temellerini s