Utopyalar
Utopya, aslında olmayan, tasarlanmış olan ideal toplum ve devlet şekli anlamı taşır. Utopyalar, ideal duzen arayışlarının tasarlanmış tipik ornekleridir.
Utopyalar uzerine goruşler iki bicimde ortaya cıkmıştır. Bir kısmı ozendirici, istenen nitelikte, diğer bir kısmı ise korkutucu, urkutucu utopyalardır.
İstenen (Ozendirici nitelikte ) Utopyalar
Bu tur utopyalar ideal bir toplum ve devlet tasarımlarıdır. Bu ozellikteki utopyaların en onemlileri şunlardır:
Platon’un Utopyası : Platon Devlet adlı eserinde ideal devletin nasıl olacağını belirtmiştir. Bu devlette insanlar uc sınıfa bolunmuştur; Calışanlar ( işciler, ciftciler, zanaatkarlar), bekciler (askerler) ve yoneticiler. İşci sınıfı calışıp uretimde bulunarak devletin maddi ihtiyaclarını karşılar. Bekciler sınıfı toplum icinde guvenliği ve dışarıya karşı devletin varlığını savunur. Yoneticiler sınıfı ise devleti yonetir. Bu toplumda her sınıfın bir erdemi vardır .İşci sınıfını erdemi kanaatkÂr olmak, bekci sınıfının erdemi cesaret, yoneticilerin erdemi ise bilgeliktir.
Platon’un actığı bu utopik devlet anlayışı yolu, gelecekte hem doğu hem de batı felsefelerinde temsilciler bulmuştur. Doğu felsefesinde boyle utopik bir devlet anlayışını FÂrÂbî’ de gormekteyiz.
FÂrÂbî (870-950)’nin Utopyası : Platon’dan etkilenen FÂrÂbî Medinet’ul FÂzıla (Erdemli Şehir) adlı esrinde boyle utopik bir devlet tasarlamıştır. Ona gore, insanlar yardımlaşarak bir arada yaşamalıdır. Sağlıklı bir organizmada butun organlar nasıl uyumlu bir şekilde calışıyorsa, toplum da boyle olmalıdır. Kotu insanlar toplumdan cıkarılmalıdır. Erdemli şehirde gerceklikler, doğruluklar, iyilik ve guzellikler birleşirler. Bunu sağlayan bu şehrin yoneticisidir. Yonetici, peygamber ile filozofun erdemlerini kendinde toplayan kişidir ve bu ozeliklerini topluma yayarak devleti yonetir. Bireylerin de yoneticinin bilgilerine katılmasıyla mutlu bir şehir doğar.
Thomas Morus (1478-1535) ‘un Utopyası : Roman tarzında yazdığı Utopya Adası adlı eserinde utopik bir devlet tasarımı ortaya koyar. Bu devlette ozel mulkiyet yoktur ve yasaktır. Herkes devlet adına uretir. Para gecerli değildir. Uretilenlerden herkes ihtiyacı kadar alır. Bireyler gunde altı saat calışır, geri kalan zamanlarını sanat ve bilimle uğraşarak gecirirler. Yoneticiler, tıpkı Platon’un ideal devletinde olduğu gibi, cok sıkı bir eğitimle yetiştirilir.
Tommaso Campanella (1568-1639)’nın Utopyası : Guneş Devleti adlı eserinde utopik bir devlet yasarımı yaparken, o da Platon’un etkisi altında kalır. Guneş kentte her şey ortaktır. Aile yoktur. Eşlerin secimi yonetimce yapılır. Kent bir rahip tarafından adilce yonetilir. Herkes dort saat calışır. Geri kalan zamanda sanat, eğlence, okuma, beden ve ruhları eğitme gibi zevk veren işlere ayrılır. Yoneticinin yetkisi mutlaktır. Adları “Guc”, “Akıl”, “ Sevgi” anlamına gelen uc yardımcısı vardır.
Francis Bacon (1561-1626)’ ın Utopyası : Yeni Atlantis adlı eserinde utopik devletini tanıtır. “Ben Salen” adlı adada sağlam bir ahlÂk anlayışı egemendir. Ozel bir orgut halkın bu yuksek bilgi ve kulturunu planlar ve yurutur. Buna gore “Yeni Atlantis” bir bilgi devleti olarak tasarlanmıştır.
Korkutucu Nitelikte Utopyalar
Gunumuzde de utopyalar yazılmaktadır. Ancak, bunların ortak bir niteliği vardır, o da toplumları gelecekte bekleyen tehlikeleri gostermektir. Bu tehlike bir yandan makineleşen bir toplumda insanın duygu, duşunce ve değer sistemleri ile yok olup gitmesidir. Ote yandan, insan ozgurluklerinin, demokratik hakların kurulacak bir despotik devlet tarafından yok edilmesidir. Bu utopyalar insanları bu turden tehlikeler icin onceden uyarmaktadır.
Huxley (1894-1963)’in Utopyası : Yeni Dunya adlı eseri bir bilim-kurgu ozelliği taşır. “ Yeni Dunya” da teknoloji cok gelişmiştir. İnsanlar sunî yoldan uremektedir. Evlilik yoktur. İnsanlar calışır ve eğlenirler. Hastalanma ve yaşlanma yoktur. Gecmiş tum değerleriyle yok edildiği icin , gecmişi duşunme ve ozlem duyma yoktur.
Bu utopya, doğal yaşamdan kopmayı dile getirme acısından geleceğe ilişkin bir korku utopyasıdır.
G. Orwel (1903-1950)’ın Utopyası : Orwel, ‘1984’ adlı eserinde despotizmin (zorbalık) egemen olduğu bir dunyayı tasvir eder. Bu utopyaya gore, dunya eşit guce sahip uc bloka ayrılmıştır. Yonetenler tek egemen guctur. İnsanlar yoneticilerin korkusu ile sinmiş, ozgurlukler kaldırılmış, ahlÂki ve insani duygular yok edilmiş, duşunme ve duşunduğunu soyleme yasaklanmış, yaşam tum guzelliklerini yitirmiştir. Hic kimse birbirine guvenememektedir. Coğu kişiler casustur. En yakınlarını yonetime gammazlama bir odev haline getirilmiştir. Bireylerin kişilikleri tamamen silinmiştir.
Orwel bu eserinde, gelecek uzerine korkularını dile getirmiştir. İnsanları, modern dunyayı etkileyebilecek sorunlar uzerinde duşunmeye yoneltmek istemiştir.

PLATON (EFLATUN)

Duşunce tarihinde, tum zamanların, kendinden sonraki donemleri en cok etkileyen iki ismi Platon ve Aristo’dur. Sokrat’ın oğrencisi ve Aristo’nun hocası olan Platon’un etkisi, XIII. yuzyıla kadar olan donemde Hıristiyan tanrıbilimi uzerinde Aristo’ya kıyasla daha da fazla hissedilmiştir. Nietzsche, Hıristiyanlığı Platonismin geniş kitleler icin geliştirilmiş bir şekli olarak tarif ederken, bu etkinin buyukluğunu vurgulamaktadır.
Arap dunyasında Eflatun olarak bilinen Platon’un, insan duşuncesi uzerinden kalkmayan bir buyu benzeri etkisini, şu iki ornek ortaya koymaktadır : Sokrat’dan miras aldığı “bilgelerin yonetimi” duşuncesini sistemleştirmiş olan Platon’un asıl adı Aristokles, sıkca kullanılan “Aristokrat” ve “Aristokrasi” kelimelerinin kokenini oluşturmuştur. Ayrıca “Platonik” kelimesi de cağlar boyu, “maddesel olmayan, sadece duşunsel boyutta var olan” anlamında kullanıla gelmiştir.
Platon, ununu, hemen hepsi gunumuze ulaşmış olan diyalog şeklinde ki eserlerine borcludur. Eserleri karakteristik ozellikleri ve yazılış tarihleri itibariyle uc evrede incelenir. Genclik donemine ait birinci evre eserleri, soru cevap şeklinde diyaloglar halindedir. Sokrat’ın cok yoğun etkisi altında ve onun ağzından kaleme alınmışlardır. Dolayısıyla bunlara Sokratik diyaloglar da denir. Cağdaşı olan filozofların fikirlerindeki yanlış ve eksikler konu edilir surekli. İkinci evre eserler, diyaloglar halinde olmayıp Platon’un kendi duşunce sistemini ortaya koyarlar. Yaşlılık donemine ait ucuncu ve son evre eserlerde Platon, tekrar diyalog yontemine ve kafasındaki ideal devlet yapısını tekrar tanımlamaya doner, ama bu sefer biraz daha gerceklere yakın, fakat toplumu eğitme gorevini felsefeden alıp daha fazla din kurumuna emanet ederek.
Ardından gelen yuzyıllarda, Platon’un liberal olmayan, hatta zaman zaman totaliter denebilecek duşunceleri, nedenleri ve sonucları itibariyle tam olarak anlaşılmasa bile, daima ovulmuştur. Şu anda amacımız, onu yuceltmek yerine, onun duşuncelerini - neden ve sonucları ile birlikte - irdelemek olmalıdır.
Platon’un siyaset felsefesi, onun duşunuşunun odak noktasını oluşturur. Genel felsefesi ise sadece kendi siyasal goruşlerini desteklemek icin geliştirdiği bir duşunce sistemidir. Onun unlu, “Toplumlar, filozofların kral, ya da kralların filozof olduğu gune kadar, rahat huzur yuzu gormeyeceklerdir.” sozu, toplumu bilgelerin, filozofların yonetmesi gerektiği yolundaki aristokratik, eşitsizlikci oligarşik goruşlerine evrensel temel oluşturabilmek icin, aklın ustunluğunu ve yonetimin akla ait olduğunu, felsefî duzeyde kanıtlama girişiminden başka bir şey değildir.
Hocası Sokrat’ın, halk meclisindeki demagogların etkisi ile Atina demokrasisi tarafından Tanrılara hakaretle suclanıp olduruluşu, onun bir sure Mısır’a daha sonra da Pisagorculuğun yoğun bicimde yaşandığı guney İtalya’ya gitmesine neden olmuştur. Buralarda Sokrat oğretisindeki ruhun olmezliği ile ilgili fikirlerin Orfeuscu kokenlerini, inceleme ve kendine adapte etme fırsatı bulmuştur. Donuş yolunda Atina ile savaşta olan Aigina kentinde tutuklanmış ve kısa bir kolelik donemi de yaşamıştır. Onu tanıyan Kyreneli bir Filozof tarafından satın alınmış ve hurriyetine kavuşturulmuştur. Daha sonra Platon bu parayı geri odemeye calışmış fakat geri istenmediğinden bu para ile Atina’da, dunyanın ilk yerleşik universitesi olan unlu okul Akademia’yı kurmuştur.
Bilgi Kuramı
Platon’un unlu İdealar kuramını incelemeye almadan once, onun evreni algılayış bicimini kısaca irdelemekte yarar vardır. Yapıtları bu amacla incelendiğinde, Cumhuriyet isimli eserinde yer alan unlu “Mağara benzetmesi” hemen goze carpar. Platon, felsefe tarihinde oldukca meşhur olan bu mağara benzetmesini, ozet olarak şoyle bir dekor icinde aktarır : “Bazı insanlar karanlık bir mağarada, doğdukları gunden beri mağaranın kapısına arkaları donuk olarak oturmaya mahkumdurlar. Başlarını da arkaya ceviremeyen bu insanlar, mağaranın kapısından iceri giren ışığın aydınlattığı karşı duvarda, kapının onunden gecen başka insanların ve taşıdıkları şeylerin golgelerini izlemektedirler. İclerinden biri kurtulur ve dışarı cıkıp golgelerin asıl kaynağını gorur ve tekrar iceri girip gorduklerini anlatmaya başlar ama icerdekileri, duvarda gorduklerinin zÂhiri olduğuna ve gerceğin mağaranın dışında cereyan etmekte olduğuna inandırması imkansızdır.” Platon’a gore, insanın yaşam icinde bulunduğu ortamı, bu mağara benzetmesi cok guzel anlatmaktadır.
Platon’un iki evren ayırımı yaptığından kuşku yok. Bir yanda başlangıcsız, sonsuz ve mukemmel olan bir idealar evreni, ote yanda, olumlu, mukemmel olmayan, nesneler evreni. İnsan bedeni ile golgeler evreninde bulunmasına rağmen, ruhu bir zamanlar idealar evreninde bulunmuş olduğu icin, idealar evrenindeki gercekler hakkında, kesin olmayan fikirlere sahip olmaktadır. Platon’a ona gore bilgi, ruh icin sadece bir “hatırlama”dır. Bu “doğuştan bilgi” veya “ruhun hatırlayışı” konusu Platon’a gore yaşam oncesi bir hayatın varlığı, dolayısıyla ruhun olmezliği konusunda onemli bir kanıttır. Bu anlayış onun duşuncesinin, Orfeuscu ve Pisagorcu koklerinin kesin işaretidir.
İdealar evreninde salt akıl yoluyla edinilen gerceğin doğru bilgisi “episteme” ve nesneler evreninde duyularımızla edindiğimiz kanılar; Platon’un evreni algılayış bicimine uygun bir bilgi kuramı... Hemen işaret edelim, cağdaş kavrayışımıza tumuyle ters duşuyor olması, doğuştan gelen bilgiyi, bilgi problemine temel yapan ilk duşunurun Platon olduğu gerceğini değiştirmiyor…
İdealar Kuramı
Platon’un İdealar Kuramı uzerine neler inşa edebildiğini gormeden once, idea kelimesinin Platon icin ne ifade ettiğini anlamalıyız. İdealar yalnızca nesnelerin duşunsel karşılıkları değildir. Nesnelerin olduğu kadar, nesnesel karşılığı bulunmayan, “adalet, eşitlik, guzellik” gibi soyut kavramların da, kendi ideaları vardır. Ve idealar evreninde, idealar, en ustlerinde Platon’un Tanrı ile ozdeşleştirdiği “İyi İdeası”nın da bulunduğu bir sıra duzeni icindedirler. Somut nesnelerin olduğu kadar soyut kavramların da ideaları olduğunu duşunerek, fizikî ve sanal evreni ayrı ayrı inceleyecek olursak; sanal evrende ki formlar hakkında bilgilerimizin tam ve kesin olduğunu, oysa fizikî evrende bulunan nesneler hakkında ise ancak bir kanı, yaklaşık bir bilgi sahibi olabildiğimizi goruruz. Cunku fizikî evrende algıladığımız hic bir nesnenin, zihnimizde canlandırdığımıza tıpa tıp uyduğunu iddia edemeyiz. Fizikî evreni algılamamız surekli yuvarlamalara mahkumdur. Bu iddiayı daha iyi acıklayabilmek icin şu misaller verilebilir : Dunyada 1 metre uzunluğu olctuğumuz milyonlarca belki milyarlarca 1 metrelik cetveller olabilir ama aslı Paris’te Luvr muzesinde ozel şartlarda koruma altındadır. Diğerleri ona cok yaklaşık uzunlukta olabilirler ama mutlak eşitliklerini kimse iddia edemez. Algılamalarımızda ki yuvarlamalara Felsefe dunyasından bir başka unlu ornek : Heraklitosun “Bir nehrin aynı sularından iki defa asla gecemeyiz, ama biz hep aynı nehri gectiğimizi zannederiz”, sozudur.
Platon, anlatmaya calıştığımız bu İdealar Kuramı uzerine, mantıktan metafiziğe, matematikten sanata ve nihayet teolojiden ideal toplum duzenine uzanan, gunluk hayatı tum boyutlarında tarif eden sistemler inşa etmiştir. Bunlara da kısaca değinilmesi bu kuramın ne işe yaradığını bilmek acısından gereklidir.
İdealar Kuramının mantığı ilgilendiren yonu, genel sozcuklerin anlamıyla ilgilidir. Misal olarak “kedi” sozcuğunu ele alalım : Dunya da “kedi” tarifimize uyan bir cok hayvan olduğunu hepimiz kabul ederiz. Aslında bu sozcukle neyi kastediyoruz? Doğrusu, her ozel kediden ayrı bir şeyi… Bir hayvan, tum kedilere ozgu olan genel yapıyı taşıdığı icin kedidir ama “kedi” sozcuğunun anlattığı şey herhangi bir kedi değil “evrensel”, yani “tumel” kedidir. İşte bu sanal kedi herhangi bir kedi doğduğunda doğmaz, olunce de olmez, uzayda veya zamanda bir yer kaplamaz. İşte İdealar Kuramının mantığı ilgilendiren yonu budur. Bu bolumun kanıtları daima guclu ve gecerlidir, ama oğretinin metafizik bolumunden de tumuyle bağımsızdır.
Platon oğretisinin metafiziği ilgilendiren bolumune gore “kedi sozcuğu” belirli ideal bir kediyi, Tanrının yarattığı tek bir kediyi dile getirir. Cevremizde gorduğumuz canlı olan kediler ideal kediyle ortak bir yapıya sahiptirler, fakat az ya da cok eksiktir bu ortaklıkları. Bu turden cok kedi vardır ama sadece ideal kedi gercektir, tek tek kedilerse goruntusel.
Platon’a gore, ruh gozu ile idealar evreninde gorduklerimizin somut nesnelere uygulanışından Matematik ve Geometri ilimleri oluşur. Gercek olan sadece İdealar evreni olduğundan, bu ilimlerin de ancak bu ortamda varlığından soz edilebilir. Mesela daireye sadece bir noktada değen teğet cizgisinden ancak boyle bir kabul altında soz edilebilir. Ona gore sayılar dizisi idealar evreninin ilk basamağıdır. Şayet matematiği idealar evreninde yok farz edersek geriye ne sayma ne olcme kalır. Platon’un sayılar konusundaki goruşlerinde, Pisagorcuların etkili olduğunu, oğrencisi Aristo’nun yazılarından biliyoruz.
Fizikî dunyanın, idealar evreninin sadece kotu bir kopyası olduğunu iddia eden bir algılayış biciminde, resim, heykel gibi gorsel sanatlara fazla onem verilmesini beklemek herhalde yanlış olur. Bu tur sanatlar, Platon icin gerceğin kotu bir kopyası olan dunyanın, daha da kotu başka kopyalarını uretme cabaları olarak tanımlanır. Buna paralel olarak edebiyat ve muzik gibi sanatlarda, sanatsal amaclı değil toplumsal eğitimin bir parcası olarak, yani sadece bir arac olarak anlam ifade ederler.
Başta da işaret ettiğimiz gibi, butun bu felsefi cabalar, aslında zihinlerde bir ideal devlet anlayışını oluşturmak adına yapılmaktadır. Bu sebeple Platon’un siyaset felsefesi konusundaki fikirleri, tum eserlerine yayılmıştır. Duşunceye başlangıc noktası hepsinde aynıdır : İki turlu evren, iki turlu bilgi olduğuna gore yapılacak şey, nesneler evrenindeki her şeyi, ozellikle toplumsal kurumları, olabildiğince idealar evrenine benzetmeye calışmaktır. Devlet isimli diyalogunda belirttiğine gore insanların toplu yaşamalarına yol acan, bir başka deyişle toplumu yaratan neden, insanların kendi kendilerine yeterli olmayıp, yaşamak icin başka insanlara olan gereksinmeleridir. Orneğin ciftci kunduracının yaptıklarına kunduracı ciftcinin yetiştirdiklerine muhtactır. Kısacası, toplumu yaratan şeyin bu iş bolumu olduğu soylenir. Bu iş bolumunden yola cıkılarak sınıflı toplumun yapısı oluşturulmaya calışılır. Platon zihinsel gucleri yerine bedenî gucleri ile calışanları, “besleyiciler sınıfı”na sokar. Bu sınıf yalnızca uretim işleriyle uğraşmalı askerlik, yoneticilik gibi beceremeyeceği işlerle uğraşmaya kalkmamalıdır. Doğuştan yurekli, guclu ve cevik olanlarsa, askerler, yani “koruyucular sınıfı”nı oluşturacaklardır. Boylece Platon’un Devlet isimli eserinde taslağını cizdiği “ideal devlet”in iki ana sınıfı ortaya cıkmış olur. “Yoneticiler”, koruyucular sınıfı icinden secilip yetiştirilen belirli sayıda insan olacağı icin onların sınıftan cok bir grup, bir kadro olacakları soylenebilir. Boylece besleyiciler sınıfı, koruyucular sınıfı, yonetici kadro olarak uclu bir yapı oluşur. Platon ideal devlette, toplum yoneticilerine, toplum yararına olan bazı “yararlı yalanlar” soyleme hakkı da tanır. Bu yalanlardan biri, halkın boyle tabakalı bir toplum duzenine karşı cıkmasını onlemek icin anlatılabilecek olan “metaller mitosu”dur. Platon, yoneticilerin, halkı şu mitosa inandırmalarını ister :
“Bu toplumun birer parcası olan sizler birbirinizin kardeşisiniz. Ama sizi yaratan tanrı, aranızda onder (yonetici) olarak yarattıklarının mayasına altın katmıştır. Onlar bunun icin baş tacı olurlar. Yardımcı (koruyucu) olarak yarattıklarının mayasına gumuş, ciftcilerin ve oteki işcilerin (besleyicilerin) mayasına da demir ve tunc katmıştır. Aranızda bir hamur (maya) birliği olduğuna gore, sizden doğan cocuklar da herhalde size benzeyeceklerdir.
”Boylece Platon, işbolumune, doğuştan kalıtımsal farklılıklara dayandırdığı sınıflı toplumu, akıllıdan akıllı, gucluden guclu cocukların doğacağını soylediği bir “ırk oğretisi”nin yardımıyla, sınıflar arasında pek kucuk bir gecişkenliğin bulunacağı bir yarı kast toplumu bicimine sokmaktadır. Halka, “mayasında demir ya da tunc karışık olanların onderlik edeceği gun kentin yok olacağını tanrı buyurmuştur” denecektir.
Bu şekilde, genel cizgiler icersinde sizlere aktarmaya calıştığım Platon’un ideal devlet anlayışının, aslında sınıfların ic yapılarında yurttaşların evlilik hayatlarına kadar giren cok detaylı bir kurallar iceren bir sistem olduğunu unutmamalıyız.
Platon bu devlet anlayışı ile gunumuzde cok kullanmakta olduğumuz bir başka sozcuğe de babalık etmiştir : Utopya. Platon’un “Devlet” adlı eserinde anlattığı, ama sonraları gercekleşmesinin imkansızlığını kendisinin de anladığı bu devlet sistemine, yunanca “hic bir yerde olmayan” anlamında : Utopya denilmiştir. Platon, ileri yaşlarında kaleme aldığı “Nomoi/Yasalar” adlı eserinde ise, “Politea/Devlet” yapıtındaki sosyalist toplumu az da olsa uretim araclarının paylaşımı konusunda liberalleştirmiştir. Ayrıca, yoneticilerin keyfî kararlarının yasalardan ustun olmaması icin, hukukun ustunluğu prensibini getirmiştir. Fakat bu son eserinde bile, yine de derinliğine bir dinsel duygu egemendir. Sokrat’tan da once yaşamış olan Protogoras “insan her şeyin olcusudur” derken Platon “Yasalar”da, “her şeyin olcusu insan değil, Tanrı’dır” demektedir.
Felsefî mirası
Felsefede, gercek varlıkların nesneler ve bunların kavramlarının ise zihnimizdeki yansımaları olduğunu kabul eden “materyalizm”e karşılık, kavramların, ideaların gercek varlıklar olduğunu ileri suren Platon’un bu tutumuna, “İdealist Felsefe” veya “Epistomolojik İdealizm” diyoruz. Bu yaklaşımın doğal sonucu olarak Platon, Empirizmi yani deneylerle, duyular yoluyla bilgi toplamayı, usul yonunden reddetmektedir.
Modern filozoflar, gunumuzde kullanılmakta olan bir cok kavramın insanlar tarafından yaratılmış olduğu argumanını ortaya koyarak, Platon’un İdealar Kuramının gecersizliğini ispat cabasına girmişler ve hatta ispat da etmişlerdir. Şu anda onun siyasi felsefesine inanan siyaset bilimci ve etikci yok denecek kadar azdır. Fakat “Platonik” kelimesi her kullanıldığında, onun insani ilişkilerin bir boyutuna 2400 yıl once getirdiği tarif tekrar guncelleşmektedir. Platon tarihin yetiştirdiği ilk gercek idealisttir. Metafiziksel calışmalar onunla birlikte başlamıştır. Felsefenin temel kuramlarını ilk sorgulayan ve uzerlerinde ilk defa acık ve belirgin fikirler ortaya koyan odur. Soyut akıl yurutme yontemlerini kullanarak politikanın genel prensiplerine varmak uzere cıktığı yolda Platon’u takip ederek politik başarı sağlayan siyasetciler politika sahnelerinde kim bilir ne kadar daha varlıklarını surdureceklerdir.
Attil Tozun
26.08.2002
Kaynaklar
1. Bertrand RUSSELL, History of Western Philosophy, s. 122 – 172.
2. Bazı İnternet Web sayfaları.
3. Ord. Prof. Dr. Ernst von ASTER, İlkcağ ve Ortacağ Felsefe Tarihi, s. 144 – 197.
4. AlÂeddin ŞENEL, Siyasal Duşunceler Tarihi, s. 140 – 162.
5. Doğan OZLEM, Gunumuzde Felsefe Disiplinleri s. 167 – 200.



EBU EL-NASIR EL-FARABİ ( 870 - 950)
Ebu Nasır Muhammed İbn el-Farah el-Farabi, (İS. 870)'de Turkistan'da Farab yakınında kucuk bir koy olan Vasic'te doğdu. Ebeveynleri aslen İranlı soyundandır, fakat ataları Turkistan'a goc etmişlerdir. Avrupa'da 'Alpharabius' olarak bilinen Farabi, bir generalin oğlu idi. İlk oğrenimini Farab ve Buhara'da tamamladı, fakat daha sonra, yuksek oğrenim icin uzun bir sure yani 901- 942 arasında okuduğu ve calıştığı Bağdat'a gitti. Bu sure boyunca, ilim ve teknolojinin bir cok dalında olduğu gibi bir kac dil uzerinde de ustalık kazandı. Altı Abbasi Halifesi'nin hukumdarlığı boyunca yaşadı. Bir filozof ve bilim adamı olarak, ceşitli ilim dallarında buyuk ustalık kazandı ve farklı dillerde bir uzman olarak aktarıldı.
Farabi bir cok uzak ulkeyi gezdi ve bir sure Şam'da ve Mısır'da calıştı, fakat Halep'te Seyfu'd Devle'nin sarayını ziyaret edinceye kadar tekrar tekrar Bağdat'a geri geldi. Kralın sadık danışmanlarından biri olmuştur ve ununun uzak ve geniş bir bicimde yayılması burada Halep'te olmuştur. İlk yıllarında, bir Kadı (Hakim) idi, fakat sonradan meslek olarak oğretmenliği secti. Kariyeri boyunca, buyuk zorluklara katlandı ve bir keresinde bir bahcenin bakıcısı bile oldu. HS. 339 / İS. 950'de 80 yaşındayken Şam'da bekar olarak oldu.
Farabi, fen bilimine, felsefeye, mantığa, sosyolojiye, tıbba, matematiğe ve muziğe epeyce katkıda bulunmuştur. Başlıca katkıları felsefeye, mantığa ve sosyolojiye olmuş gibi gorulmektedir ve, elbette, bir Ansiklopedici olarak da goze carpmaktadır. Bir filozof olarak, Platon ve Aristo felsefesini İslam felsefesi ile bağdaştırmaya calışan bir Yeniplatoncu(Neoplatonist) olarak sınıflandırılabilir ve onun orijinal katkılarını kapsayan birkac diğer konudaki cok sayıda kitabına ek olarak Aristo'nun fiziği, meteorolojisi, mantığı, vb. uzerine bazı zengin acıklamalar yazmıştır. İslam felsefe geleneğinde, 'ilk oğretmen' olarak bilinen Aristoteles'ten sonra 'İkinci Oğretmen' (el-muallimu's-sani) olarak anılır. Farabi'nin onemli katkılarından biri de mantık calışmasını iki kategoriye, yani, Tahayyul (fikir) ve Subut (ispat), bolerek kolaylaştırması idi.
Sosyolojide, unlu olan Erdemli Şehir (Ara Ehli'l-Medineti'l-Fazıla) dışında birkac kitap yazdı. Psikoloji ve metafizik uzerine kitapları buyuk olcude kendi calışmalarını yansıtmaktadır. Aynı zamanda muzik uzerine de Muzik Kitabı(Kitab'ul-Musika) başlıklı bir kitap yazmıştır. Muzik sanatı ve bilimi uzerine buyuk bir uzman idi ve muzik notaları bilgisine katkıları yanında, birkac muzik enstrumanı da icat etti. Enstrumanını insanları istediği anda ağlatıp guldurebilecek kadar iyi caldığı anlatılmaktadır. Fizikte, boşluğun varlığını gostermiştir. Kitaplarının coğunun kaybolmasına rağmen, 43 mantık uzerine, 11 metafizik uzerine, 7 ahlak uzerine, 7 siyaset bilimi uzerine, 17 muzik, tıp ve sosyoloji uzerine ve de 11'i tefsir olmak uzere 117 eseri bilinmektedir. Daha unlu kitaplarından bazıları, ceşitli ilim merkezlerinde birkac yuzyıl boyunca bir felsefe ders kitabı olarak kalmış olan ve Doğu'da bazı kurumlarda halen oğretilmekte olan Fusus al-Hikam kitabını icermektedir. Kitab al-Isa al-Ulum kitabı, bilimin sınıflandırılmasını ve esas ilkelerini yeknesak ve faydalı bir tarzda incelemektedir. Ara Ehli'l-Medineti'l-Fazıla 'Model Şehir' kitabı sosyoloji ve siyaset bilimine ilk onemli katkıdır. ,
Farabi birkac yuzyıl boyunca bilim ve ilim uzerinde buyuk bir etki bırakmıştır.Farabi, sonradan bir Neoplatonik yazarın eseri olduğu ortaya cıkmasına rağmen, Aristoteles'e mal edilen Teolojisi kitabını,Aristoteles'in yazdığını sanmıştır. Buna rağmen felsefede yuzyıllar boyunca ikinci oğretmen olarak kabul edilmiştir ve felsefe ve tasavvufun sentezini amacladığı eseri, İbn Sina'nın calışmasının yolunu acmıştır.

Akılcılıkla İslamı Bağdaştırmaya Calışan İlk Turk Duşunuru: F A R A B İ
Farabi (Faraplı) diye anılan Ebu Nasr Muhammet (870-950), eski Grek felsefesini yorumlayan ve geliştiren bir filozof olarak tanınmaktadır. O İslam dinine felsefi bir nitellik kazandırmak, İslamiyetle Platon(Eflatun) ve Aristoteles felsefelerini bağdaştırmak istemişti. Bu nedenle İslam felsefesinin kurucusu sayılmış,aynı zamanda kendisine Aristoteles’ten sonra gelen ikinci oğretmen anlamında “hace-i sani” unvanı verilmiştir. Bunun dışında onun siyaset sosyolojisi ile ilgili olarak yazdığı Erdemli Şehir adlı eseri de ununu artırmıştır. Farabi, bu kitabında faziletli bir devletin ve onun başkanının nasıl olması,ne gibi nitelikler taşıması gerektiği uzerinde durmuştu. Nihayet onun bir bilim sınıflaması yapması ve bu arada muziği bir bilim dalı olarak ele alıp değerlendirmesi de belirtilmeye değer.(Ş. Turan, Turk Kultur Tarihi, s: 164)Farabi (872-950),İslam uygarlığında siyaset felsefesinin kurucusudur. Siyaset felsefesi ile ilgili temel duşuncelerini “Fusul al-Madani”, “ Medine-i Fadıla”(Erdemli Şehir) ve “ Kitab es-Siyaset” başlıklı eserlerinde ortaya koymuştu. Erdemli Şehir adlı yapıtında Eflatun’un ‘Cumhuriyet’inden yararlandığı anlaşılıyor. Doğu felsefesi ile eski Yunan felsefesini birleştirmeye, uzlaştırmaya calıştı.
Siyasal alanda eski Yunan felsefesi,Arap duşuncesine 9. yy’da El-Kindi ile girmişti. Eflatun’un ve Aristo’nun eserlerinin Arapca cevirilerinden yararlanan El-Kindi, devlet yonetimi ile ilgili bir duzine risale yazmıştı. Bununla birlikte İslam uygarlığında siyaset felsefesinin kurucusu olarak Farabi bilinir. Farabi, devlet felsefesi ile ilgili temel duşuncelerini “Fusul al-Madani”, “Medine-i Fadıla” ve “ Kitab es-Siyaset” başlıklı eserlerinde ortaya koymuştur. Bue eserlerde,devleti Aristo gibi uzuvcu bir yaklaşımla ele almış ve nasıl insan vucudu belli organlardan oluşuyorsa,ceşitli duzeydeki toplumların da belli organlardan oluşan bir yapıya sahip olduklarını iler surmuştur. Farabi bu konuda,Eflatun’un “Cumhuriyet”inden esinlendiği anlaşılan, beş tabakalı bir Erdemli Şehir ("Medine-i Fadıla”) tablosu cizmiştir. Bu siyasal birimin başında bir “filozof-hukumdar” bulunacak,eğer boyle biri yoksa devleti ya bir grup ya da kanun ve gelenekleri iyi bilen biri yonetecektir. Toplumun tabakaları birbirlerine sevgi ile bağlı olacaklar ve toplumun yonetimine “adalet” ilkesi egemen kılınacaktır. Farabi, devlet hayatı ile ilgili ilkeleri sayarken, ilk olarak “adalet”i belirtmekte ve “ adalet toplum mensuplarının paylaştıkları butun iyi şeylerin başında gelir” demektedir. Burada “Prenslerin aynası” geleneğini oluşturan, doğu felsefesi ile eski Yunan siyasal duşuncesini birleştiren temel bir ilke ile karşı karşıyayız.
Farabi’nin duşuncesi,kendisinin olumunden yuzyıllarca sonra bile etkisini surdurmuş,Osmanlı uleması tarafından da okunan ve sık sık anılan eserlerden biri olmuştur. Bu etkileme zincirinin en onemli halkalarını, Sasani devlet ilkelerini de Emevi doneminden itibaren ozumleyen Arap devletleriyle, Selcuklu devleti teşkil etmiştir. 17. yy’da Katip Celebi, Keşf-ul-Funun’(Fenlerin Keşfi)u yazarken Osmanlı medreseleri “ilm-i siyaset” alanında kitaplarla doluydu.

PLATON VE CAMPANELLA’NIN SİYASET FELSEFELERİNİN KISA BİR KRİTİĞİ

Hicbir filozof yoktur ki icinde yaşadığı toplumun problemleriyle ilgilenmiş olmasın. Bilindiği uzere, toplumu meydana getiren, bireylerdir; her bireyin de kendine ozgu problemleri bulunmaktadır. Değişik sorunları olan fertlerin bir araya gelmesiyle oluşan toplumun bireylerinin de birbirleriyle değişik yer, alan ve zamanlarda ilişkileri olmaktadır. Bu ilgi veya ilişkilerde, bir takım problemlerin yaşanması da kacınılmazdır. Aynı ebeveynden doğan cocuklar arasında bile anlaşmazlıklar yaşanabildiğine gore, farklı duygu, duşunce ve hareket tarzlarına sahip olan ve birbirlerine yabancı olan insanlar arasında ceşitli sorunların ortaya cıkması da kacınılmaz olarak değerlendirilebilir. İnsanlar, bu sorunları kendiliklerinden cozemeyeceklerini bildikleri icin, kendilerinde gordukleri otoriteyi, bir kurum şeklinde oluşturdukları ve aralarındaki problemleri cozmesini bekledikleri ‘devlet’e devretmişlerdir.
Devlet, butun siyasi kurumların en buyuğu olarak kabul edildiği icin, ‘kurumların kurumu’ olarak nitelenmiştir. Bu niteleme doğrultusunda ‘devlet’in tanımı şoyle yapılabilir: “Devlet, amacı toplumsal duzenin, adaletin ve toplumun iyiliğinin sağlanması olan; belli bir toprak parcası (ulke) uzerinde yerleşmiş; bir insan topluluğuna dayanan ve topraklar uzerinde nihai meşru kontrole (otoriteye) sahip; siyasal bir orgutle (hukumet) donanmış sosyal bir organizasyondur.” Oyleyse devlet, insan, toprak(ulke) ve egemen bir siyasal otoritenin birlikteliğinden oluşan hukukî bir orgutlenmedir; belli bir ulkede meşru egemenlik iddiasıyla, o ulkede yaşayan butun insanların hak, gorev, sorumluluk ve davranışlarının kontrolunu elinde bulunduran hukuksal bir kurumdur; veya bir toplumdaki butun hukukî kurumların soyut duzeyde toplamını ifade eden bir kavramdır. Devlet, toplumu ilgilendiren bir kurumdur. “Bir toplumsal nesnenin doğasını tanımlayan şey, onun ‘yaptığı iş’, ‘yerine getirdiği gorev’, ‘oynadığı rol’, ‘doldurduğu yer’.., kısacası, onun işlevidir.” Buna gore yukarıdaki tanımlamalar da goz onunde bulundurulduğunda, bu kurumun nasıl ve nicin oluştuğu ve neleri cozmeye calıştığı gibi hususların, oncelik arz ettiği ve bu hususlarla da ‘devlet felsefesi’ veya daha yaygın bir ifadeyle ‘siyaset felsefesi’nin ilgilendiği anlaşılmaktadır. İnsanların nasıl yaşaması, ne şekilde davranması noktasından hareket eden siyaset felsefesi, insan icin en iyi yonetim bicimi veya başka bir ifadeyle siyasal iyi’nin ne olduğu ve bunun gercekleştirilmesi icin ne yapılması gerektiği konularına cozum aramaktadır. Esasen insan, bu sorulara tatmin edici bir cevap bulabilseydi, sorun daha baştan itibaren cozulmuş olurdu ve belki de siyaset felsefesi yapılmayabilirdi. Toplumun oluşmasıyla birlikte, problemler de acığa cıkmış ve insan, toplumsal mutluluğu bulabilmenin peşinde olmuştur; bununla birlikte o, ‘işte mutluluk buradadır’ deme şansına sahip olabilmiş midir?
İnsanlık tarihine şoyle bir bakıldığında, bu sorunun cevabının arandığı, değişik yonetim şekillerinin bulunduğu gorulmektedir. Bu yonetim bicimleri arasında demokrasi, monarşi, aristokrasi vb. gibi aktif olarak toplumları yonetmiş olan yonetim şekilleri bulunduğu gibi, alternatif bir yonetim bicimi olarak da utopyalar dikkati cekmektedir. Bilindiği uzere utopya, ‘olmayan yer’ anlamında kullanılan bir kavramdır. Bu anlama gore, bir şey, varlık dunyasında mevcut değilse bile, en azından zihinde bulunmaktadır. İşte utopya da zihinde mevcut olan, bir kavramdır; dış dunyada varlığı bulunmamaktadır. Ancak bu, onun gercekleşmeyeceği anlamına da gelmez; gercekleşmediği surece utopya olarak kalmaya devam eder.
Platon’un ‘Republic’ adlı eseri, bilinen ilk ‘siyaset felsefesi’ kitabıdır. O, bu eseri, bir gelenek başlatmak amacıyla yazmasa bile, “utopya” geleneğinin başlatıcısı ve doğal olarak da ilk temsilcisi gibi gorunmektedir. Utopya’nın bir gelenek olarak yerleşmesini sağlayan, Platon’dan sonra gelen duşunurlerin, farklı kultur cevrelerinde bulunsalar da, aynı tarzı devam ettirmeleri ve benzer eserler ortaya koymalarıdır. Sozgelişi Turk-İslÂm filozofu Ebû Nasr Farabî, ‘el-Medînetu’l-FÂdıla’ ve İngiliz duşunur Thomas Morus, ‘Utopia’ adlı eserlerinde bu tarzın, bir gelenek haline gelmesinde etkili olmuşlardır.
Biz, bu calışmamızda, utopya geleneğinin Antik donemdeki mumessili olan Platon’un ‘Republic’ (Turkce’si, Devlet- Cumhuriyet) adlı eseriyle, aynı tarzın Ronesans’taki temsilcilerinden biri olan Campanella’nın Civitas Solis (İtalyanca) (Turkce’si ‘Guneş Ulkesi’, İngilizce’si The City of The Sun-) isimli eserinde ortaya koymaya calıştığı siyaset anlayışlarını, bazı konularda karşılaştırmaya ve aralarında paralellikler bulunup bulunmadığına cevap aramaya calışacağız.
Tum toplum anlayışları gibi utopyalar da insan mutluluğunu hedef almaktadır. Platon’la başlayan utopik toplum oluşturma surecinde filozoflar, hem icinde bulundukları ve ait oldukları toplum ve onun kuramsal duzenleyicisi olan devlet anlayışında rastladıkları aksaklıkları gidermek, hem de kendilerince yeni bir anlayış ortaya koymak icin ideal devletin nasıl olması gerektiği yolunda duşunceler oluşturmuşlardır. Bu konuda caba gosteren filozofların eserlerinin oluşmasında, kendi kultur yapılarının saik olduğu ve farklı şartlar altında yazıldıkları soylenebilirse de, aralarında ortak noktalar da bulunmaktadır. Bu da, eserlerin ilk ortaya konulduğu zamandan itibaren, sonrakilerin bu ilk yazılandan başlamak suretiyle birbirlerinden etkilenmiş olabileceklerini akla getirmektedir.
Nitekim Campanella, Guneş Ulkesi’nin kurumlarını tasarlarken Thomas Morus’un (1478- 1535) “Utopia” adlı eserini ornek olarak aldığını bildirmekte, bununla beraber Platon’un konuyla ilgili eser yazan ilk filozof olduğunu da belirtmektedir. Bu ifade, Campanella’nın birinci derecede Morus’tan etkilendiği sonucunu ortaya koyuyorsa da hem eserin diğer kısımlarında yer yer bahsetmesi, hem de Platon’un ilk ideal devlet yazarı olması bakımlarından, Campanella ve Platon arasında paralellikler bulunup bulunmadığı dikkatimizi cekmiş, bu durum da bizi, konunun bu yonden araştırılmasına sevk etmiştir. Bu araştırma, detaylı bir karşılaştırmadan cok, konunun esasına taalluk eden noktalarda sınırlı bir karşılaştırmanın yapılmasının uygun olacağı duşunulerek hazırlanmıştır. Şoyle ki:
1. Yazılış Amacı Bakımından Karşılaştırma:
İlk ideal devlet yazarı olan Platon’un, devlet ve onun felsefesiyle ilgilenmesinin sebeplerinden biri, Atina’da bir devlet geleneğinin bulunması ve Atinalıların, devletle ilgili problemleri tartışabilmeleri olabilir. Bu bakımdan Perikles; “Atinalı vatandaş, kendi evine ihtimam gosterdiğinden dolayı, devleti ihmal etmez; hatta iş sahibi olanlarımız bile, politika hakkında epeyce fikir sahibidirler. Biz, sadece kamu problemleri hakkında ilgi duymayan birini, zararsız olarak değil, fakat faydasız bir karakter olarak sayarız; ve pek azımız yaratıcı olsa da, hepimiz politikadan en iyi şekilde anlarız.” demek suretiyle Atinalılar icin siyasetle uğraşmanın bir ovunc vesilesi olduğunu vurgulamaktadır. Boyle bir toplumun uyelerinin, yaşadıkları ortak hayat icerisinde yonetime eşit katılım hedefi gozetmeleri ve bu beklenti icerisinde olmaları da kacınılmazdır. Bununla birlikte Perikles’in Atinası’nda bu, hicbir zaman gercekleşemedi ve hep bir ideal olarak kaldı. İşte boyle bir ortamda bir filozof olarak Platon’un, siyaset felsefesiyle ilgilenmesi, son derece doğal bir durum olarak ortaya cıkıyor. Oyleyse Platon’un ‘Devlet’ adlı eserini yazmasının sebeplerinden biri olarak, onun Atina’da gorduğu aksaklıkları duzeltme cabasını gorebiliriz. Onun bu eseri yazmasının diğer sebepleri arasında, Atina’da sık sık yonetim değişikliği olması; demokratik bir ortam bulunmasına rağmen, Sofistlerin sergilediği olumsuz tablodan dolayı, Sokrates’in bir sofist olarak gorulmesi ve sucsuz yere yargılanarak, olum cezasına carptırılması da gosterilebilir.
Bu sebeplerin yanında, daha once denenen ve Platon tarafından yanlış birer devlet modeli olduğu kabul edilen yonetim şekillerinin de Platon’u, butun bu duzensizlikleri gidermek, duzenli ve sıkca değişmeyen, insanları uzup mutsuz etmeyen ideal bir toplum modeli duşunmeye yonlendirmiş olması muhtemeldir.
Ronesans’ın unlu yazar ve duşunurlerinden biri olan Campanella’nın Guneş Ulkesi adlı eseri de son derece olumsuz şartlar altında kaleme alınmıştır. 1600’lerde ulkesi İtalya’nın İspanyolların bir somurgesi haline gelmesi, Campanella’yı ulkesi icin mucadeleye sevk etmiş ve bu mucadele sırasında yirmi yedi yıl gibi uzun suren bir hapis hayatı yaşamıştır. Mucadelesini hapishanelerde yazılar yazarak devam ettiren Campanella’nın Guneş Ulkesi de bu hapishane hayatının urunlerindendir. Bu eser, Campanella’nın geniş hayallerinin bir mahsuludur. Onun da maksadı, vatanı İtalya’yı bir somurge olmaktan kurtarmak ve insanlarını mutlu etmek olduğu icin eserini, herkesin mutlu olduğu bir ulke tarzında tasavvur ederek kaleme almıştır.
O halde bunlar ve bunlara benzer ideal devlet oluşturma cabasındaki calışmaların hepsinde ortak olan taraf, halkın daha mutlu ve erdemli yaşamasını sağlamaktır denilebilir.
2. Yazılış Tarzı Bakımından
Platon, Devlet’te diyalog yontemini kullanmıştır. Eserde, toplumun ceşitli kesimlerinden olan insanlarla Sokrates arasında gecen konuşmalara yer verilmektedir. Platon kendisine ait olan ‘İdeal Devlet’ anlayışını, hocası Sokrates’i konuşturarak acıklamaktadır. Campanella da eserini aynı tarzda yani “hayali bir diyalog” tarzında yazmıştır. Burada konuşan iki kişiden biri Ospitalario adını verdiği sorular soran ve diğeri de Guneş Ulkesi’ni anlatan Cenovalı Kaptan’dır. Campanella tıpkı Platon gibi kendi duşuncelerini Cenovalı Kaptan’ın dilinden aktarmaktadır. Buna gore Devlet ile Guneş Ulkesi arasında yazılış yontemi bakımından bir paralellik gorulmektedir.
Bu iki eser arasında yazılış amacı ve tarzı bakımından paralellikler bulunduğu gibi eserlerin muhtevaları ve fikirlerin orgusu bakımından da benzerlikler var mıdır? Sorusuna gelince; buna da aşağıdaki karşılaştırmalarla cevap aramaya calışacağız.
3. Toplum Yapısı Bakımından
Her toplumun kendi bunyesine uyduğu kabul edilen bir yapısı ve bu yapılanmaya uygun olduğuna inanılan bir yonetim şekli bulunmaktadır. İdeal devlet tarzını ongoren eserler ise, yazarının ait olduğu toplumsal şekillenmeden memnuniyetsizliğinin bir yansıması olarak, mevcut yapıya bir başkaldırı ve alternatif olarak duşunulmuş ve yazılmıştır.
Her iki filozof dikkate alındığında ortaklık esasına gore bir yaşama tarzını onerdikleri gorulmektedir. Toplum, ortaklığı gerektiren zorunluluklardan dolayı meydana gelmektedir. Sozu edilen bu ortaklığın iki şekilde ortaya cıktığını belirtmek yanlış olmaz. Bunlardan biri mal ortaklığı, diğeri de insan ortaklığıdır. Bu konunun izahına gecmeden once, her iki filozofta toplumun hangi gereklilikler doğrultusunda oluştuğuna bakmakta yarar vardır.
Platon’a gore toplumu meydana getiren, insanın tek başına, kendi kendine yetmemesi, başkalarına ihtiyac duymasıdır. Buna gore insanlar, bir takım ihtiyaclarını, eksikliklerini tamamlamak icin birbirlerine başvururlar. Bundan toplum ortaya cıkar. Platon bunu şu ifadesiyle acıklamaktadır. “Boylece bir cok eksikler bircok insanların bir araya toplanmalarına yol acar. Hepsi yardımlaşarak bir ortaklık icinde yaşarlar. İşte bu turlu yaşamaya toplum duzeni deriz.” İnsanın yaşamasını sağlayacak ihtiyacları gidermek icin değişik işlerden anlayan başka insanlara ihtiyacı vardır; zira her işi bir tek insan yapamaz. Her insanın da yaratılışına uygun ve bu doğrultuda yapabileceği bir iş bulunmaktadır. Bu toplumda yaşayan herkes, yaptığı işten urettiklerini de başkalarıyla paylaşmak durumundadır.
Buna gore “nerede bir toplum varsa, orada bazı ihtiyaclar karşılanıyor demektir ve bu amaca uygun olarak karşılıklı bir hizmet alışverişi bulunmaktadır.” Karşılıklı ihtiyaclar bulunduğu yolundaki teori, toplumun bir sozleşme cercevesinde oluştuğu sonucunu doğurduğu gibi, aynı zamanda iş bolumu ve gorevlerde uzmanlaşma ilkesini de beraberinde getirmektedir.
Duşlenen toplumun gelişip ilerlemesi, ancak bu şekilde olabilir. Henuz kurulma aşamasında olan ve gelişmekte olan bir toplumda uretilenler yetmeyince, toplumun fertleri gerekli ihtiyaclarını başka şekillerde karşılamaya calışacaklar, boylece toplum icerisinde ticaretciler, satıcılar, bedenen calışanların yer aldığı ureticiler sınıfı meydana gelecektir. Ancak, giderek buyuyen toplumda topraklar insanı besleyemez olunca, bu kez ister istemez toprakların genişletilmesi gereği ortaya cıkacağı icin, başka ulkelerin toprağına goz dikilecek, bu da devletler arasında huzursuzluğa ve sonucta da savaş cıkmasına vesile olacaktır. Boyle bir durumun olabileceği varsayımı, ulkenin korunması gereğini ortaya koymaktadır; bu da ulkeyi dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı savunacak koruyuculara veya savaşcılara ihtiyac olacağını gostermektedir. Bu itibarla devletin en cok ihtiyac duyacağı hususlardan biri, savunmadır ve bunu ustlenecek olan teşkilat da koruyucular sınıfı olacaktır. Boylece Platon, toplumda bir sınıfın daha oluşmasını ongormektedir; bu da koruyucular sınıfıdır. Koruyucuların kendilerine duşen işi en iyi şekilde yapmaları zorunludur. “Koruyucuların işi onemli olduğuna gore, onların da yalnız buyuk bir ozen ve sanat isteyen kendi işleriyle uğraşmaları gerekir.”
Diğer taraftan, toplumun başıboş bırakılması soz konusu olamayacağına gore, onu idare edecek olanlara da ihtiyac olacaktır. Bu yoneticiler, koruyucuların en iyilerinden ve devlet kurmayı en iyi bilenlerden secilmelidir. Boylece Platon’un devlet hakkında verdiği bu ilk bilgilerden de anlaşılacağı uzere devlette uc turlu gorevin yapılması gerektiği ortaya cıkmaktadır: Temel maddî ihtiyacların karşılanması işi, ureticilere aittir; devletin korunmasını koruyucular veya bekciler ustlenecektir; devletin yonetilmesi, koruyucular arasından secilen yoneticiler tarafından yapılacaktır. Burada, yetenek farklarına dayalı ve devletin ihtiyaclarına gore herkesin farklı bir gorev icra edebileceği bir iş bolumu olduğu dikkati cekmektedir. Platon’un yaptığı tasnifte toplumsal acıdan uc farklı sınıfın varlığı, uc tip insanın olduğu gerceğine dayanmaktadır. “Kişilikleri gereği, egemenliğe değil, calışmaya yatkın olanlar, sadece başkalarının kontrolu ve direktifleri altında egemen olmaya yatkın olanlar, ve son olarak da amac ve aracların nihai şekilde secilmesi gibi, devlet adamlığının en yuksek gorevlerini yapabilecek olanlar.” Bu noktada Platon, devletle, daha doğrusu toplumdaki bolumlerle, insan arasında bir ilgi kurmakta ve toplumdaki yonetenler, savaşanlar ve para kazananlar gibi insanda da akıl, istek ve ofke gibi uc bolum olduğunu kabul etmektedir. Anlaşılıyor ki Platon, toplumdaki sınıfların tasnifini yaparken, insanın psikolojik yapısını dikkate almaktadır. Buna gore, uc ceşit nefis bulunmakta ve bunlar toplumun sınıflarıyla birebir denkleştirilmektedir. Bu bakımdan, beslenme veya şehvet yeteneklerini icine alan ve Platon tarafından diyaframın altında yer aldığı kabul edilen nefis veya ruh ki bu, ureticilere denk duşmektedir; yapıcı veya atılgan olan ve goğuste bulunan nefis, bu da irade (istek) olarak koruyucular sınıfına karşılık gelmektedir; nihayet bilen veya duşunen ve başta bulunduğu kabul edilen rasyonel ruh ki bu da akıl olup yoneticilere tekabul etmektedir. Buna gore Platon, insandaki ruhî hallerin insanda da bulunduğunu kabul etmekte, insanla devlet arasında bir irtibat kurmaktadır. Bir anlamda devletin bir organizma olduğuna işaret etmektedir.
Burada belirtmek gerekir ki; Platon, cağdaş siyasî duşunceye yeni bir bakış acısı kazandırmaktadır. O da Platon’un bir ‘homo politicus’ hipoteziyle işe başlamamasıdır. O, insanı sadece bireysel benlikler olarak gormemektedir. O, toplumun karmaşıklığı ve zenginliği ile ilgisi olmayan soyut bir ‘siyasi insan’ ı esas almamaktadır. Platon, toplumu anlamanın yolunun, insanı tanımak ve anlamaktan gectiği kanaatinde olduğu icin, toplumla ilgili değerlendirmelerini, insanla irtibatlandırmaktadır. Burada dikkati ceken ve “onon inancında zamanları aşan bir dikkate değer husus vardır ki, o da insanın incelenmesine dayandırılmadığı takdirde hicbir siyaset teorisinin anlamlı olmayacağıdır.”
Campanella’nın Guneş Ulkesi’nin nasıl oluştuğu ve buradaki insanların ne şekilde bir araya geldiklerine dair goruşleri ise şoyledir:
Campanella, Guneş Ulkesi’nin, zorbalar, haydutlar, buyucu rahiplerin egemen olduğu Hindistan’dan kacarak geldiklerini soylediği, durust insanların oluşturdukları zorunlu bir topluluk olduğu kanaatindedir. O, bu insanların buraya, filozofca ve ortak bir toplum kurmak amacıyla geldiklerini kabul etmektedir. Dolayısıyla da Campanella, boyle bir toplumda, her konuda eşitce paylaşımı amaclayan bir ortaklık ongormektedir..
Kitabında yaptığı izahlara bakıldığında Campanella, kurmayı duşlediği ulkesinin insanlarını iki ana sınıf olarak gormektedir. Biri yoneticiler sınıfı, diğeri de halk tabakası. Halk tabakası her işte ortak calıştığı icin, kendi aralarında bir taksime tabi tutulmazken, yoneticiler kendi aralarında sınıflandırılmıştır. Bunlar, kentin en buyuk yoneticisi Metafizikci ve onun yardımcıları olan Guc, Akıl ve Sevgi adlarındaki yoneticilerdir.[26] Yoneticiler tabakası, toplumun kucuk bir birimini oluşturmasına rağmen kendi aralarında bir iş taksimi bulunmaktadır. Asıl kalabalık kesim, halktır. Ancak yoneticiler, topluma egemen olan bir sınıftır ve toplumu yonetme yetkisi onlardadır.
Buna gore her iki filozof da toplumda ortak yaşamayı kabul etmektedir. Ancak Platon, toplumun ve onun yonetimini ustlenen devletin, ihtiyacların gereği olarak meydana geldiğini savunurken, Campanella, karşılıklı ihtiyaclara dayanan bir toplum anlayışı yerine, yanlış yonetilen ve zorbalığın hakim olduğu bir topluluktan kacan insanların, daha insanca bir yaşam ozlemiyle oluşturdukları zorunlu bir toplum anlayışından soz etmektedir. Platon, insan psikolojisi ile toplumun sınıfları arasında irtibat kurarken, Campanella yalnızca toplum yapısını dikkate almaktadır. Ayrıca bu sınıflandırmada bizzat Platon’un belirlediği uclu bir tasnif soz konusu iken, Campanella’da genel olarak ikili bir tasnif dikkati cekmekte, yoneticiler ise biri asıl yonetici olmak uzere dortlu bir taksime tabi tutulmaktadır.
Bu filozoflar, toplumdaki ortaklık anlayışını da şu şekilde ortaya koymaktadırlar:
Platon’a gore devlette tam bir ortaklık durumu bulunduğundan dolayı koruyucuların ve bunların icinden cıkmış olan yoneticilerin hicbir mulkiyet hakları yoktur. Devlet ellerinde olduğu ve onu idare ettikleri, dolayısıyla da devletin butun maddi kaynakları ellerinde bulunduğu halde, ondan hicbir nimet elde edemezler. Başka devletlerin başındakiler gibi toprakları, guzel, buyuk evleri bulunmaz, bu evleri gereğince doşeyemez, kimseyi konuk edemezler. Başkalarının sahip olduğu servet, altın, gumuş vb. hicbir malları olmadığı gibi, istediklerini satın alamaz, diledikleri gibi yaşayamazlar. Burada Platon’un, devletin en imtiyazlı sınıfı olarak gorulen koruyucular sınıfı icin servet edinme yasağı getirmesinin sebebi, onların servet ve malla ilgilendikleri taktirde, yalnızca kendilerine ehemmiyet verip, devleti ihmal edebilecekleri endişesidir. Arazileri, evleri ve paraları olduğunda, koruyucu olacakları yerde, kendileri de mal sahibi, ciftci veya tuccar olup; yurttaşlarına yardım edecek yerde onların zorba efendileri olabilirler. Bu ise hem kendilerini, hem de devleti felakete suruklemek demektir. Platon, koruyucular sınıfına (bekciler ve yoneticiler) mulkiyet edinme hakkı (ev, arazi, para) tanımadığı gibi, onların barakalarda ortak bir hayat surdurerek, ortak sofralarda yemek yemeleri kuralından da soz etmektedir. Platon, devlette dikkat edilmesi gereken en onemli kurumun adalet olduğuna dikkat cekmektedir. Sozu edilen adaletin nimet dağılımında da sağlanması gerekmektedir. Herkesin yeteneğine ve yaptığı işe gore hakkını vermek , adaletin sağlanması acısından onemlidir. Goruluyor ki burada Platon’un tek hedefi vardır: O da devleti her bakımdan korumaktır.
Oysa Platon, aynı yasaklamaları ureticiler icin duşunmemektedir. Yukarıdaki ifadelere bakıldığında koruyucu ve yoneticiler dışında kalanların servet sahibi olabilecekleri anlaşılıyor. Bunların ozel mulkiyetleri, paraları, servetleri olabilir ancak, onların da aşırı zenginlikten kacınmaları gerekmektedir. Platon, ureticiler sınıfının her turlu ozel mulkiyetten yararlanabileceklerini kabul etmekle beraber, bu durumun alt sınıflardan ust sınıflara gecebilme imkanı ile nasıl bağdaşabileceğini acıklamamaktadır. Kaldı ki onun, bu programı sonuna kadar devam ettirerek cozme niyetinde olmadığı da anlaşılmaktadır. O gunku Grek toplumunun vazgecilmez kurumlarından biri olan kolelik hakkında bir goruş ileri surmemesi de bunu gostermektedir. Onun bu hususta goruş belirtmemesi, ‘Devlet’ adlı kitabında ongorduğu devlet modelinde kolelerin yapabileceği bir iş bulunmamasından ve dolayısıyla da bu kurumun ilkece kaldırılmış olduğu şeklinde yorumlamalara neden olmuştur. Bu da Platon’un, yaşadığı toplumun kurallarına bir başkaldırı olarak değerlendirilebilir. Zaten ideal devleti duşunmesi de toplumdaki aksaklıkların giderilmesi icindir.
Anlaşılıyor ki Platon, kısmî bir mal ortaklığından soz ederek bunu, koruyucularla yoneticiler sınıfına hasretmekte, ureticiler icinse baştan beri mulkiyet hakkı tanımaktadır. Bu, sınırlı bir ortaklıktır.
Campanella’ya gore de toplumun temelinde ozel mulkiyetin bulunmayışı vardır. Toplum, kişisel cıkarlar doğrultusunda değil, ortak duygu ve menfaatler doğrultusunda ve ozellikle de yurt sevgisi uzerine kurulmuştur. “Guneş Kentliler, yurtlarına inanılmayacak kadar buyuk bir sevgi ile bağlıdırlar. Boyle olmaları da gerekir. Cunku yurt sevgisi, kişisel cıkardan vazgecildiği olcude artar. Tarih de bunun boyl