TASAVVUF FELSEFESİ
Koklerinin EflÂtun (Platon)’da aranması gereken Tasavvuf felsefesine gore evren tek bir varlıktır. Bu tek varlık Tanrı’dır. Ezelî ve ebedî olan, yani sonsuzdan gelip sonsuza giden Tanrı zaman ve mekÂn (yer) varolmadan once vardır, hep varolacaktır. Bu tek varlığa, Tanrı’ya, Vucud-i Mutlak denir. Vucud-i Mutlak, yani Tanrı, butun guzellikleri, iyilikleri, olgunlukları da icerir, onun icin de, aynı zamanda, CemÂl-i Mutlak, Husn-i Mutlak, Hayr-i Mutlak, KemÂl-i Mutlak’tır. Tanrı onceleri kendi evreninde, guzelliğin gorkemiyle cevresine ışık sacmaktaydı. Ama bu guzelliği gorecek yoktu. Oysa guzellik gorunmek ister. Tanrı da gorunmek, Tecelli etmek istemiş, bir aynaya bakar gibi, Adem-i Mutlak’a, yani yokluğa bakmış, “Kun” emrini vermiştir. “Kun”, yani ol deyince evren oluşmuştur. Demek ki bu evrende gorulen her şey Vucud-i Mutlak’ın Adem-i Mutlak’a yansımasıdır, yani evren Tanrı’nın yoklukta yansıyan goruntusudur. Oyleyse insan da Tanrı’nın goruntusunden bir parcadır, Tanrı’dan bir parcadır. Tanrı o aynadan yuz cevirince, ki aslında o ayna da bir kuruntu, bir hayaldir, butun evren yok olacaktır. Yani Vucud-i Mutlak Adem-i Mutlak’a bakmadığı anda bu hayal alemi, goruntunun aynadan siliniyi gibi silinecek, o ayna bile yok olacak, yalnızca Tanrı kalacaktır.
Şoyle bir soru geliyor akla: Evren butun guzellikleri, iyilikleri, olgunlukları iceren Tanrı’nın goruntusuyse, yeryuzunde gorduğumuz bunca cirkinlik, kotuluk, ciğlik nasıl oluşmuş?
Tasavvuf filozofları şoyle diyorlar: Her şey kendi karşıtıyla belirir. Evrendeki tek varlığın, Tanrı’nın Tecellisi, gorunmesi icin bile, Adem-i Mutlak’a bakarak “Kun” emrini vermesiyle oluşan goruntude, hem Vucud-i Mutlak’ın, yani varlığın, hem de Adem-i Mutlak’ın yani yokluğun, izleri, ozellikleri vardır. Demek ki evrende, dunyada, insanda varlık ile yokluk, gercek ile hayal, iyilik ile kotuluk, guzellik ile cirkinlik, olgunluk ile ciğlik birlikte bulunur. Kotuluk olmasa iyilik anlaşılamaz, bilinemezdi. Ama iyilik, guzellik, olgunluk gibi nitelikler gercektir. Tanrı’nın nitelikleridir, sonsuzdan gelip sonsuza giderler. Kotuluk, cirkinlik, ciğlik gibi nitelikler ise hayaldir, gecicidir, Adem-i Mutlak’ın, yani yokluğun nitelikleridir. Gercek niteliklerin, iyiliğin, guzelliğin, olgunluğun, Tanrı’nın niteliklerinin belirmesi icin gecici olarak oluşturulmuşlardır.
Burada insanın nasıl yaşaması gerektiği konusu cıkıyor ortaya: İnsan bu fanî alemde, yani olumlu dunyada, nasıl yaşamalı?
Evrende, dunyada, insanda kalıcı varlık nitelikleriyle, gecici varlık nitelikleri birlikte bulunduklarına gore, insan kalıcı niteliklere sarılıp gecici niteliklerden arınmaya calışmalıdır. Kalıcı nitelikler, yaşarken de onu Tanrı’ya yaklaştırır, gecici nitelikler ise onu Tanrı’dan uzaklaştırır, Tanrı ile kullarının arasına girer. İnsanın yeryuzundeki kotuluklerden, cirkinliklerden, ciğliklerden arınması, nefsini yenerek benliğini oldurmesiyle, kendisini Tanrısal aşka vermesiyle sağlanabilir. Dunyadaki gecici niteliklerden arınmayan, kendini Tanrısal aşka vermeyen bir kimsenin, gokten inen butun kitapları okusa da, namazını niyazını yerine getirse de, Tanrı’ya ulaşması olanaksızdır.
Ama bu hicbir zaman dunyayı onemsememek anlamına gelmez. Dunya Tanrı’nın goruntusudur. Dunyadaki guzellikler, iyilikler, olgunluklar Tanrı nitelikleridir. Bunları da sevmelidir. İnsan dunyada yaşarken de sevmeli, sevilmelidir. Tanrısal aşka giden yolda, Mecaz-i Aşk’ın, yani insansal aşkın da yeri, onemi vardır, ama bu aşkla fazla oyalanmak yolun sonuna ulaşmayı geciktirebilir. İnsansal aşk Tanrısal aşk yolunda cabucak gecilmesi gereken bir koprudur. O kopru gecilince yolcunun gozleri acılır. Tanrısal aşkın ışığında gerceğe ulaşır. Artık ne yana baksa Tanrı’nın guzelliğini gorur, her yanı Tanrı ile kuşatılmıştır. Gozlerini kendine cevirir, orada da Tanrı vardır. Tanrı’nın varlığına erişmiştir. Boylece insan FenÂfillah, sonra da BekÂbillah derecesine erişmiş olur. Daha otesi yoktur.
İnsan Tanrı yoluna, tarikata girdikten sonra, davranışlarıyla ceşitli mertebelerden gecer. HazarÂt-ı Hams denen bu beş mertebenin (Hazret-i Gayb-i Mutlak, Alem-i Ceberûd, Alem-i Me’ekûd, Alem-i ŞehÂded, Alem-i İnsan-ı KÂmil) sonuncusu butun obur mertebeleri de kapsar. Tasavvuf felsefesinde insana verilen onem, İnsan-ı KÂmil’de doruğuna varır. Bu mertebe Tanrı ile bir olmanın, FenÂfillah, BekÂbillah mertebesinin eşiğidir.
Yaşarken Tanrı varlığında erimiş, Tanrı ile bir olmuş bazı sofiler bu durumları anlatmak icin “Enel Hak” (ben Tanrı’yım) derler. Mezhep catışmalarında, Sunnî-Şiî cekişmelerinde bu soz yuzunden canını vermiş Tasavvuf uluları vardır. X. Yuzyılda İranlı Hallac-ı Mansur bu yuzden asılmış, XV. Yuzyıl başında Bağdatlı Seyyid Nesimî bu yuzden diri diri derisi yuzulerek oldurulmuştur.
Tasavvuf felsefesinde insana verilen onemi anlamak icin Devir Kuramı’ndan da soz etmek gerekir. Burada “devir”, devremek, donmek anlamına geliyor. Bu “Donuş Kuramı”na gore, varlıklar Alem-î Gayb’dan Alem-î Şuhud’a indiklerinde, yani yokluk dunyasından varlık dunyasına indiklerinde, once cansız varlık, sonra bitki, sonra hayvan, sonra da insan biciminde gorunurler. Varlık insan mertebesine yukselince, gerceği bilmek, aslına kavuşmak ozlemi duyar, derece derece yukselerek İnsan-ı KÂmil olur, Tanrı’ya, yani aslına kavuşur. Alem-i Gayb’dan Alem-i Şuhud’a inmeye Seyr-i Nuzul denir. Cansız varlıktan yukselip Tanrı’ya ulaşmak ise Seyr-i Uruc’tur. Bu iniş cıkışa, Tanrı’dan inip Tanrı’ya yukselmeye de Devir denir.
Gorulduğu gibi insan Tasavvuf felsefesinde cok onemli bir yer tutmaktadır. Tanrı en cok insanda belirmiş, onda yoğunlaşmıştır. İnsan evrenin gozbebeği, en değerli varlığıdır. Hicbir ayrım yapmadan butun insanlar aynı değeri taşır. Din, mezhep, ırk, renk, yoksul, zengin ayrımı yoktur. Yalnızca Tanrı yolundaki derecelerine gore daha değerli sayılan, daha yuksek mertebelere cıkmış insanların ustunluğu vardır.
Şoyle bir soru geliyor akla: Sevgiye, aşka, gonul bağlılığına dayanan bir felsefe nicin Tanrı ile insan arasına birtakım başka insanlar, din adamları sokuyor?
Tasavvuf felsefesine gore, insan kişisel cabalarıyla gecici niteliklerden arınıp Tanrı’ya ulaşamaz, bir yol gostericiye, bir Murşid-i KÂmil’e bağlanması gerekir. Yani bir tarikata girecek, sıkı kurallara uyacaktır. Tarikata girmenin toreni vardır. Kurallara uymayanlar “duşkunluk” cezasına carptırılır, bir sure aforoz edilirler.
Tanrı’ya kavuşmak icin tutulacak yolun ceşitli anlayışlara gore değişiklikler gostermesi yuzunden ceşitli tarikatlar doğmuştur.
“Tarik” Arapca’da “yol” demek, ama “tarikat” şu anlamı yuklenmiş: Tasavvufa dayanan, bazıları İslÂmlıktan onceki Turk dininin, yani Şamanlığın kalıntılarını yaşatan, bazıları da İslÂm şeriatının katılığını yumuşatmak amacını guden, birtakım ayrımlara karşın İslÂm dininden kopmayan, ceşitli dinsel oğretiler. Mevlevî Tarikatı, Bektaşî Tarikatı, Nakşî Tarikatı gibi.
İslÂm şeriatının katılığını yumuşatmaktan soz ediliyor, oysa tarikatların da sıkı kuralları bulunduğunu soylemiştik. Aradaki ayrımı gostermek icin, sıkı kuralları olan Alevî-Bektaşî Tarikatı’nın tarikata kabul edilenlerden neler istediğini ozetleyelim: Once bir şeyhe bağlanılacak, yalan soylemek, haram yemek, zina etmek, eliyle koymadığını almak, gozuyle gormediğini anlatmak, adam cekiştirmek yok, sozde durulacak, iyilik edilecek, vefalı olunacak, başkalarının ayıpları gorulmeyecek, her sınıftan insan, yoksul zengin, mevkili mevkisiz, eşit tutulacak, dunyaya, dunya malına gonul verilmeyecek, tarikat sırları ne olursa olsun acıklanmayacak. Bu kurallara uymayanlarla belli bir sure kimse konuşmaz, yardım etmez. Yani “duşkunluk” cezasına carptırılırlar.
Tarikatların Tasavvuf felsefesine uygun duşmeyen yanları yok mudur?
Gene Alevî-Bektaşî Tarikatı’nın bir kuralını ornek verelim: Teberr ve tevell onemli bir kuraldır. Teberr Hazreti Ali’ye uymayanlara sevgi gostermemektir. Tevell ise bunun tam tersi, Hazreti Ali’ye uyanlara sevgi beslemektir. Bu kural Tasavvuf felsefesinin mezheplerin ustune cıkan, insan anlayışına aykırıdır.
Birtakım cekişmelerin, yaşam koşullarının getirdiği bu gibi ayrılıklara karşın, tarikatlar genel olarak Tasavvuftan kaynaklanırlar, bu felsefenin cercevesindedirler.
Her tarikatta insanlara Tanrı’ya ulaşmanın yollarını gosteren şeyhler vardır. Şeyh İnsan-ı KÂmil, Murşid-i KÂmil’dir. Bir tekke kurar, kendine bağlananlara Tanrı’ya giden yolu gosterir, gezici dervişleriyle oğretisini yaymaya calışır.
Yaptığımız bu kısa ozetlemeden anlaşılacağı gibi, Tasavvuf yalnızca bir din felsefesi değil, aynı zamanda, bir yaşam bicimi onerisidir.
__________________
Felsefe / Psikoloji / Sosyoloji Tasavvuf Felsefesİ
Üniversite Ders Notları0 Mesaj
●61 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- Üniversiteler
- Üniversite Ders Notları
- Felsefe / Psikoloji / Sosyoloji Tasavvuf Felsefesİ