Tanrı hakkındaki hukumlerin nitelikleri nelerdir? sorusunun ardından bazı fikirler ortaya cıkmıştır:
Doğrulama ilkesi ve din dili:
Doğrulama ilkesine gore bir hukmun doğrulanması, ya tecrubenin verileri aracılığı ile, ya da totolojik nitelikteki hukumlerde olduğu gibi bir zihin işlemi sonucudur. Bu duşunceye gore dini hukumlerde bu cercevenin icinde değerlendirilmelidir.
Yanlışlama (K. Popper): Bir hukum, hicbirşeyi inkar etmiyor, dışarıda tutmuyorsa doğruladığı bir şey de yok demektir.
Mantıkcı pozitivizmin dine karşı tutumu ne lehtedir ne de aleyhtedir. Bu konuyu anlamsız bulur. Mantıkcı pozitivizme karşı yapılan eleştiriler:
Mantıkcı pozitivistlerin işlediği en buyuk hata bircok dini hukume bilimsel onermelere uygulanabilen tahliller uygulamış olmalarıdır. Bunun iki nedeni vardır birincisi filozofların buyuk bir kısmının bilimden felsefeye geciş yapmaları, ikincisi ise din dilinin ait olduğu cercevenin dışına taşırılmış olmasıdır ve oyle kullanılmasıdır. (mantık ve bilim acısından bir eleştiriye tabi tutulması) Tanrının varlığı gunluk dilde kullanıldığı anlamda emprik bir konu değildir.
Din dilinin geniş olcude paradoksal olduğu goruşune ( Tanrıyı insanları ve onların butun fiillerini yaratan bir Varlık olarak kabul etmekle insanın sorumlu olduğunu soylemek paradoksaldır) karşı yapılan eleştiridir. Paradoksal ifadeler celişkili veya anlamsız olmak zorunda değildir. Bir paradoksu tam olarak kavrayamayabiliriz, ama bu anlatılmak istenenin doğru olmadığı anlamına gelmez.
Dini hukumlerin buyuk bir kısmını ahlaki hukumlere geri goturmek yoluyla doğrulamacı tahlillerin sebep olduğu guclukler yenilmeye calışılmıştır.
Analitik felsefede din dilinin pratik hayattaki fonksiyonuna bakılarak yapılan cozumlemelere KONATİF COZUMLEMELER adı verilir.
R.B. Braithwaite dini hukumlerin gerek bilimsel onermelerden, gerekse mantık ve matematiğin hukumlerinden farklı olduğu goruşunu savunarak dini hukumlerin tek başına dolayısıyla ait oldukları cerceveden soyutlanarak anlaşılamayacağını soylemektedir.
Din, ne sadece bir tutum veya zihin halinden ibarettir, ne de bazı meseller eşliğinde dile getirilen bir yaşama siyasetidir. Din, islamiyet orneğinde olduğu gibi, ahlaksa hic değilse ilk bakışta doğrudan doğruya ilgili olmayan bir takım kozmolojik iddialar one surmektedir. Dinin gayesi, sadece ahlaki gorevin yerine getirilmesini teşvikten ibaret değildir. Kısacası bazı konatif onermeler, din dilinin anlaşılmasına onemli olcude yardımcı olmalarına karşın, dinin butunluğunu ortaya koymaktan uzak kalmaktadırlar.
Eskatolojik Doğrulama: Doğrulamanın ozunu bir onermenin doğruluğuna ilişkin şuphenin veya bu konudaki bilgi eksikliğinin giderilmesi oluşturur. John Hick’e gore doğrulamanın hem mantıkı hem de psikolojik yonu vardır ve bazı temel dini onermelerin tecrubi yolla doğrulanabileceğini one surmek mumkundur. (Olum sonrası hayat gibi, bu tip bir doğrulama karşısına aynı mahiyette bir yanlışlama fikrini koymak mumkun değildir. Fakat Kuran’da ki bazı ayetler (83,87; 89,25 gibi) Hick’in doğrulamayı sadece inananlar icin mumkun goruşune uymamaktadır.
İslam, evrende olup bitenleri Yaratıcı Kudret’in varlığına işaret sayan bir goruşe sahiptir ve mantıkcı pozitivizmin istediği manada bir doğrulamayı gereksiz ve bir bakıma ilkel bir istek olarak gormektedir.
Linguistik Cozumler. Anlamlı olma ile doğrulamanın her zaman ozdeş olmadığı goruşunden yola cıkılarak bir hukmun nasıl doğrulanacağına değil, nasıl ve nicin kullanıldığına, kullanıldığı yerde ne gibi bir fonksiyon gorduğune bakılması gerektiğini savunurlar. (Wittgenstein’ında aynı doğrultuda fikirleri var. Bk. Tractatus J ). Bazılarına gore Wittgensteincı goruş, din dilini ayrı bir dil oyunu şeklinde one surmekle dinin rasyonel acıdan eleştirisini onlemiş ve fideist bir anlayışın doğmasına sebep olmuştur.
TANRININ SIFATLARI
- BİRLİK: İslam, Yahudilik ve Hristiyanlık (teslis işin icine girse de ) moneteizme işaret etmektedir. [İki Tanrının duşunulemeyeceği, cunku yetkinlik acısından ikisinin eşit olmayacağı ve eksikliğinde tanrıya ait olmaması gerektiği goruşunden hareket]. Ayrıca Tanrı basittir yani cuzlere, fasıllara bolunemez, dolayısıyla mantıki acıdan bir olmalıdır. Ve kendine ozgu bir varlık olması acısından bir olmalıdır.
- EZELİ-EBEDİLİK: Tanrının ezeli ve ebedi olduğu kabul edilmelidir. Aksi takdirde delillerden vazgecilmesi gerekir. Sıfatın problem teşkil etmesi, işin icine zaman kavramının girmesiyle ilintilidir. Sudurcular konuyu acıklığa kavuşturamamışlardır. Cunku teori bir başlangıc koyamamaktadır. Eğer İlk Varlık’ın kendi kendini duşunmediği bir zamandan bahsedilirse bu ilahi varlık acısından anlamsız olacaktır.
- SONSUZLUK DEĞİŞMEZLİK: O’nun bilgi, kudret ve iradesinin dışında bir şey kalamayacağından, O’nun fiillerinde herhangi bir sınırlılıktan bahsedilemeyeceğinden varlığı ile mahiyetinin aynıolduğundan ve butun sıfatlara en kamil olcude sahip olduğu anlatılmaya calışılı.
- İYİLİK ADALET:
- TANRI BİLENDİR:
Tanrı, kendi ozunu bilen bir varlıktır. Tarihsel acıdan incelenmeye başlandığında Aristo’nun Tanrısı ilk hareketi vermek dışında işin icinde olmayan ve alemde olup bitenlerden haberdar olmayan bir tanrıdır. Farabiye gelindiğinde ise Allah kendi ozunu bilir, kendi ozunu bilmekle de alemi bilir duşuncesi ortaya cıkmıştır. (Nasıl bir bilgi ile?? ) İbni Sina’ya gore Tanrı’nın bilgisi bizim bilgimizden farklı olarak bir etki veya bir sonuc değildir. Allah’ın bilgisi her ikisine gore de varlıkların sebebidir. Gazali ise butun bu filozofların genel fikirleri cercevesinde bu duşunceyi de eleştirmiştir. Ona gore hem sudur nazariyesi kabul edilip, hem de Allah’ın gecmiş, hal ve gelecek kategorileri icinde duşunulen cuzileri bildiği soylenemez. İbni Ruşd’e gore Allah’ın bilgisini kulli cuzi gibi terimlerle izah etmek doğru değildir.
- TANRI KADİRDİR VE MURİDDİR: Sudur fikrine onem veren filozoflar irade konusunu gundeme getirmemişlerdir, Allah’ın bilmesi yaratması anlamına geldiğine gore ayrıca bir kudret sıfatına gerek kalmamaktadır. Gazali ise, bir şeyi bilmenin farklı, gucun taallukunun ayrı ve iradenin ise daha ayrı bir şey olduğunu soyler.
KOTULUK PROBLEMİ ve İNSAN HURRİYETİ
Platon kotuluk sorununu evrendeki duzensiz hareketlere bağlamış ve bundan kotu ruhları sorumlu tutmuştur. Plotinius kotuluğun kaynağının madde olduğu goruşu uzerinde durmuştur. Farabi ise kotuluğun, maddenin ilahi nizamı tam olarak kabul edip yansıtacak bir kuvvete sahip olmamasından doğduğunu soylemektedir.
Buraya kadar bahsedilen kotulukler tabii kotuluklerdir, ahlaki kotuluk hakkında ise Farabi, insanın bedenli bir varlık olmasından dolayı ahlakı kotuluğu de nihai noktada maddenin tam nizamı kabule musait olmamasından kaynaklandığını ifade etmektedir.
Tanrı’nın adaleti ve alemin mevcut durumu felsefe tarihinde teknik bir terimle Teodise ile anlatılır.
İbni Sina gore ise kotuluk kemalin yokluğu durumudur. Gazali ise, Allah’ın ilim, irade, kudret vs sıfatlarına dayanarak bu alemin mumkun alemler arasında en iyisi, en guzeli ve en tamı olduğunu soyler. Yani olmuş olandan daha iyisi mumkun değildir.
Batı dunyasında ise Leibniz her turlu kotuluğe rağmen, ilahi adalet, alemde tecelli etmiştir der ve teodisenin anlamı da budur.
Kotuluk Kavramının yorumu
Tabii afetlerin adaletsizlik anlamında kotuluk olduğu goruşu uc din tarafından da reddedilmektedir.
Kotuluğun iyiliğin bilinmesi ve takdir edilmesi icin varkılındığı goruşu.
Belli oranda kotuluğun alemdeki estetik gorunum ve yapıyı tamamladığı goruşu. Cirkinlik olmadan, guzellik kavramı elde edilemezdi.
Kotuluk problemini cozmeye calışan diğer bir goruşte Tanrının sınırlılığı mevzuudur. Fiilin sınırlı olması, failin sınırlı olması anlamına gelmez.
İnsanın hurriyeti konusuna gelindiğinde ise karşımıza bir paradoks cıkmaktadır. Eğer Tanrı insana hur iradeyi vermiş ise, bu iradenin kotuluk icin kullanılmasına mani olamaz demektir, dolayısıyla Tanrı, insanın yapıptıklarından sorumlu değildir, Acaba Tanrı’nın kontrol altında tutamayacağı, yahut tutmak istemediği bir varlığı yaratması doğrumudur? Soruya nasıl cevap verilirse verilsin, cevap Tanrı’nın kadir olduğu duşuncesine terstir.
Determinizm prensibi, her olayın bir takım yakın ve uzak sebeplere bağlı olarak ortaya cıktığını, ortaya cıktıktan sonra da bu kez bizzat o olayın bir takım başka olaylar icin sebep olduğunu ve butun olup bitenlerin kozal acıklamasının yapılabileceğini kabul eder.
Tanrının herşeyi bilmesi ve herşeyi yaratması bir determinizmi doğururmu? Halihazırdaki olayları bilmek bir determinizm anlayışı getirmez, problem onbilgi konusundadır. İslam duşunce tarihinde Cebriyecilik insanın sorumluluğunun olmadığına, herşeyi yapıp edenin Tanrı olduğunu ifade etmektedir.
Mutezile, tam ters goruşle, insanın irade hurriyetine sahip olduğunu ve kendi fiilinin yaratıcısı olduğunu savunurkin, Eşarilik cebriyeciliğe daha yakın ve Maturidilik ise Mutezileye daha yakın bir orta yol secmişlerdir.
Descartes ise Tanrı’nın onbilgisinin determinizmi gerektirmediğini soyler. Bunun icin kral orneğini vermektedir (bk. S. 107) bu hikayeyle Descartes Tanrı iradesi ile beşeri hurriyet arasındaki ilişkiyi acıklamaya calışmıştır. Oysaki ornekteki bilgiler mukayese edilemez.
Geleceğin bilinmesi konusunda Aristoteles dikkatleri gelecekle ilgili hukumlerin doğruluk derecesi problemine cekmektedir.
Farabi gelecek sorununu cozmek icin Allah’ın bizim gelecekte gerceklik kazanacak olan fiillerimizi bilmesi, o fiillerdeki imkanı dolayısıyla bizim hurriyetimizi kaldırmaz goruşunu kullanmıştır. İbn Sina ise Tanrı’nın cuzileri kulli bir tarzla bildiğini soylemektedir. Farabi’nin zikredip reddettiği goruş, surec felsefesinin cıkış noktası olmuştur.
Surec felsefesi Tanrı’nın şimdiyi şimdi, geleceği de gelecek olarak bildiğini soyler. Gelecek onlara gore gerceklik kazanmamış bir imkanlar sahasıdır. Tanrı bu sahayı bilir ama mumkun olarak bilir.
İkbal’e gore de kader, insan hayatının Allah tarafından verilen bir takım imkanlar icinde oluşmasıdır.
SIFATLAR ve TANRI-ALEM İLİŞKİSİ
Felsefe ve ilahiyat eserlerinde yeralan belli başlı Tanrı tasavvurları:
Ezeli olan ve sadece kendi ozunu bilen varlık (Deizm) –Aristoteles’in Tanrı kavramı..
Ezeli, şuurlu ve alemi bilen varlık ( Teizm) + alemi yaratan, varlık veren, irade sahibi varlık
Ezeli, şuurlu, alemi bilen ve onu ihtiva eden varlık (Panteizm)
Ezeli varlık: bir nevi sudur .. plotinus’un goruşu
Ezeli, şuurlu, bilen, zamanla ilgili bulunan fakat alemi ihtiva etmeyen varlık (Temporalist Teizm)
Ezeli, şuurlu, bilen, zamanla ilgili bulunan fakat alemi ihtiva etmeyen varlık + kısmen alemi ihtiva eden varlık (Sınırlı Panteizm)
Tam anlamıyla zamanın icinde olan ve tedricen ortaya cıkan varlık(Oluşum icindeki Tanrı) bir nevi surec felsefesi
Ezeli, şuurlu, alemi bilen, ihate eden ve değişebilen varlık ( Panenteizm)
DEİZM:
İki temel anlayıştan yola cıkmaktadır. Birincisi aleme mudahale etmeyen bir uluhiyet anlayışı; akla ve bilime gosterilen buyuk guven. Bu durum kilise ve din adamlarının arasının acıklığı sonucunda bilim dunyasına bu sayede getirilen rahatlık ve dolayısıyla gelenekselleşmiş anlayış ve yorumların tenkit edilmesine imkan sağlaması gibi sebeplerden kaynaklanmaktaydı. İkinci temel ise dini temellere başvurulmaksızın alemi acıklamaya girişilmesiydi. Hatta bazı deistler vahiyi reddetmişler ve aklın Tanrı’nın varolduğunu, iyiyi ve kotuyu bilebilecek durumda olduğunun dolayısıyla vahye ihtiyacı olmadığını savunmuşlardır.
Deizm esas itibariyle Tanrı’nın tam aşkınlığı fikrine dayanır ve ickinliği reddeder. Tanrıyı aleme mudahale ettirmemenin sebeplerinden biri de O’nun bu aşkınlığını korumak ve antropomorfizmin her ceşidineden uzak kalmayı sağlamaktır.
Eleştiriler:
- Deizm katı bir akılcılığa dayanır oysa akli yaklaşımın dini konulardaki yetersizliği bilinmektedir
- Dinin esrarengiz yonunun tenkit edilmesi, oysa coğu bilim adamına gore bundan kacmaya gerek yoktur.
- Deizmin ateizme hazırlık olarak kullanılması
- “emekliye ayrılmış” Tanrı anlayışı dini duyguyu ve duşunceyi tatmin etmemektedir
- alemle ilgilenmeyen Tanrı’nın alemi ne kadar bildiği , guc problemi vs
PANTEİZM
Tanrı’nın herşeyi ihtiva ettiğini, hatta Onun herşey olduğunu, dolayısıyla ne tabiatın ne de insanın mustakil varlıklar gibi gorulebileceğini, onların sadece ilahi varlığın farklı tarzlardaki acılımlarından ibaret olduğunu ileri surer.
SPİNOZA: Kendi başına varolan madde(cevher) kavramından yola cıkan Spinoza, Tanrı’nın cevher olduğu sonucuna ulaşır ve ona gore Tanrı’dan başka bir cevher yoktur. Bu cevhere Tanrı veya tabiat denmesi birşeyi ddeğiştirmez, cunku Spinoza’ya gore tabiat, mustakil cevherlerin toplamından meydana gelen organik bir yapı değil, tek ve bolunmez bir cevherdir.
Spinoza’nın tanrısının teizmin, daha doğrusu monoteizmin tanrısı olmadığı acıktır. Onun tanrısı, herşeyden once bir kişi, bir ferd, yahut islami deyimle bir zat değildir.
Eleştiriler:
Panteizm, aşkınlık fikrini reddettiği icin ateizme yardımcı olmaktadır
Panteizkm Tanrı herşeydir demekle varlık mertebeleri arasındaki ayrımı kaldırmakta, taşla insanı bir yapmaktadır.
Panteizm sonlu ile sonsuz arasındaki bağlantıyı iyice kurarak birliğe ulaşmada başarılı olmamıştır.
Panteizmde aşkın uluhiyet anlayışı olmadığı icin yaratma fikri yoktur
Panteizm, dini tecrubenin anlaşılmasınıda oldukca guc duruma sokmaktadır. Eğer tanrı bir zat değilse, ibadetin, duanın ne anlamı vardır
Panteizm, kotuluk problemini de daha karmaşık hale getirmektedir. Ya kotuluğu toptan inkar etmekte, yahut kotu ile iyinin farkını asgariye indirmektedir.
Panenteizm veya cift Kutuplu Uluhiyet
Whitehead’a gore Tanrı’nın her turlu değişmenin otesinde olan bir vechesi, bir de değişen, surecin icinde olan ve dolayısıyla oluşmakta olan vechesi vardır. O, bunlardan ilkini Tanrı’nın asli mahiyeti, ya da tabiatı ikincisini ise oluşan tabiatı olarak adlandırır. Tanrı asli vechesiyle alemdeki duzenin teminatıdır, alemin kavramsal idrakine sahip olmaktadır. Eğer Tanrı, sadece bu vechesinedn ibaret olsaydı, O, hareket etmeyen muharrik, hur, ezeli ve yetkin bir varlık olması vasıflarını korur, ama Bilfiil varolan olamazdı. Evvel olurdu; ama ahir olmazdı. Tanrı’nın bir de surecin icinde olan vechesi vardır. Boylece alemde varolan herşeyle bir ilişki icerisindedir. Yani Tanrı, değişme ve oluşma surecinin icinde olur.
Hartshorne ise Tanrı’nın bir somut bir de soyut vechesi olduğunu soyler. Soyut vechesiyle Tanrı, mutlak, etkilenmez ve değişmezdir. Somut vechesiyle ise değişir ve etkilenir. Her iki vechesiyle de O, ulaşılamayacak olcude yetkindir. Hartshorne, M. İkbal’i de paenteist olarak gormektedir. Her nekadar İkbal, alemi durmadan değişen organik bir yapıda duşunmesine, her varlıkta belirli olcude kendi kendini belirleme gucu gormesine ve alemi Tanrının etkileri olarak telakki etmesine karşın ilahi mahiyette bir ayrım ortaya koymamıştır.
Panenteizmin sorunlarından biri Tanrısının yaratıcı olup olmadığıdır. Hernekadar hepsi bunu onaylasa da yaratıcılık kavramı dini anlamdaki yaratma kavramından cok farklıdır. Mesela Whitehead Tanrı’yı ilk sebep olarak gormez, yaratmayla beraber gorur. Oysa İkbal Tanrı’nın yaratıcılığını acıkca ifade etmiştir.
Panenteizm goruşu yeni oluşmakta olan bir goruştur.
__________________
Felsefe / Psikoloji / Sosyoloji Din Felsefesi
Üniversite Ders Notları0 Mesaj
●55 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- Üniversiteler
- Üniversite Ders Notları
- Felsefe / Psikoloji / Sosyoloji Din Felsefesi