Gerci bilgi her devirde onemli olmuştur, ama ozellikle cağımızda gerek fert insanın hayatında gerekse toplumsal sistemlerin temelinde bilgi onemli bir yer tutmaktadır. Bilgi kuvvettir; hem kafada kuvvettir hem de uygulamada kuvvettir. Ozellikle doğal kuvvetleri ve teknolojinin desteğini aldıktan sonra, bilginin kuvveti kat kat artmaktadır. Bilgiyi sağlayan, bilimdir.
Bilim, bir duşunme metodudur. Gerceğe ve olgulara dayalı, onyargısız, tutarlı, rasyonel olculerde bir anlama, bulma, doğrulama metodudur.
Bilim, bir taraftan duşunme ve ele aldığı konuları bilimsel metotlarla araştırma surecidir; bir taraftan da bilimsel araştırma sonucunda ulaşılan bir urundur. Bilim, surekli gelişen dinamik bir bilgidir; bilimsel bilgi hic bir zaman statikleşmez. Bilim, olgusaldır, gozlenebilir olgulara dayanır. Bilim, mantıksaldır, dolayısıyla bilimsel hukumler birbiriyle tutarlı ve celişkisizdir. Bilimsel onermelerden doğru mantıksal cıkarımlar yapılırsa, onlar da doğru olur. Bilimsel bilgi objektiftir; kişiden kişiye, toplumdan topluma değişmez. Bilimsel bilgi, hem bilim dışı onermelere hem de bilimsel sonuclara karşı eleştiricidir. Bilim secicidir; varlık dunyasındaki tum olguları değil, ozellikle insana faydalı olabilecek bazı olguları ele alarak inceler. Bilim soyutlayıcı ve genelleyicidir. Belli bir tur olayların hepsinde gecerli olabilecek şekilde yasalar ortaya koyar. Bilim, varsayımlara dayanır. Bunlara ornek vermek gerekirse; kendi dışımızda duzenli ilişkiler icinde bir olgular dunyası vardır. Bu olgular dunyası bizim icin anlaşılabilir. Butun olgular birbirine ve tespit edilebilir nedenlere bağlıdır. Gozlem konusu butun olgular belli bir zaman ve mekÂn icinde yer alır. Bilim, varolan her şeyin belli bir miktarda varolduğu ilkesine bağlıdır ve bunu olcmeye calışır. Bilim, denetimli gozlem ve gozlem sonuclarına dayalı mantıksal duşunme yolundan giderek, olguları acıklama gucu taşıyan hipotezler bulma ve bunları doğrulama metodudur.
En genel anlamda, bir butun olarak bilimin yapısını, doğasını, amaclarını, kapsamını ve iceriğini araştıran; bir yandan bilimin nasıl calıştığını betimlerken, obur yandan nasıl calışması gerektiğine dair felsefece gerekcelendirilmiş oneriler getiren; Tek tek bilim dallarının kendilerine ozgu sınırlarını araştıran, birbirleriyle karşılıklı ilişkilerini belirginleştiren; bilimsel araştırmaların yanıt bulmaya calıştığı soruları ve bu soruları yanıtlarken izlediği yontemlerin gecerliliklerini sınayan;
Bilimsel araştırmanın gerisinde yatan ussallık mantığını eleştirel bir gozle inceleyen; bilimin kullandığı kavramları, baştan varsaydığı sayılıları cozumleyerek bunların felsefi on dayanaklarını acıklığa kavuşturan;
Bilimsel bilginin olcutlerini, başka bilgilerden ayrılan ozelliklerini ortaya koyan; bilimsel ile bilimsel olmayan arasına sınır cekerek, gercek bilim ile sozde-bilim yada yalancı bilim arasındaki ayrımları acığa cıkaran;
Bilimde değişimin, yeniliğin yada ilerlemenin nasıl ve hangi koşullar alanda gercekleştiğini cozumleyen; bilimsel kuramlar ile varsayımların doğruluklarının nasıl sınanacağını belirleyen; bilimsel etkinliğin doğasını ve değerini butun yonleriyle dizgeli bir bicimde kavramaya calışan; ozellikle XX. yuzyılın ikinci yarısında ust duzey bir canlılık kazanmış felsefe dalı.
Felsefe tarihine bakıldığında, aralarında bugunku anlamda bir kopukluğun soz konusu olmadığı "bilim" ile "felsefe" arasındaki yakın ilişki bağlamında, yaptıkları katkılarla Aristoteles, Descartes ve Leibniz adları one cıkmaktadır.
Coğu bilim felsefecisi, XVII. yuzyıl bilimsel devriminin mimarı Francis Bacon 'ı bugunku anlamda ilk bilim felsefecisi konumuna yerleştirir. Kimi bilim felsefesi tarihcileri, ayrı bir araştırma alanı olarak bilim felsefesinin felsefeden XIX. yuzyılda A. Comte, W. Whewell ve J. S. Mill 'in calışmalarıyla kopmaya başladığı saptamasında bulunurlar.
XIX. yuzyılda ozetlikle biyoloji ile fizik bilimlerinde yaşanan "uzmanlaşmayı da bu saptamalarının temel kanıyı olarak gosterirler. Ne var ki bugun bilim felsefesinin cozum aradığı sorunların pek coğu cok daha onceleri ortaya konmuştur. Orneğin XVII. yuzyılın deneyci ve uscu duşunurleri bilimin yontembilgisi uzerine gunumuzde suren tartışmanın ilk temellerini atmışlar; "gercekci" ve "karşı-gercekci" konumlar alarak yercekimi yasasının gercekliğine ilişkin onemli tartışmalar yurutmuşler; "tumevarım sorunu"na ilişkin duşunsel yeterliği tartışılmaz cozumlemeler getirmişlerdir.
Bugun kullandığımız anlamıyla bilim felsefesinin ne zaman başladığı sorusunun yanıt adresi olarak ise genellikle İskoc asıllı İngiliz felsefecisi David Hume 'un "nedensellik eleştirisi" gosterilir. Hume, nedensellik ilişkisinin sanıldığı gibi us yoluyla temellendirilebilir zorunlu bir ilişki olmadığını tanıtlamayı amaclayan kapsamlı eleştirisinde, "nedensellik" diye adlandırdığımız ilişkinin temelde aynı olayların hep bir arada meydana geldiğinin gozlenmesi sonucunda edinilmiş ruhbilimsel temeli bulunan oznel bir alışkanlıktan ote bir şey olmadığı sonucuna varır. Varılan bu sonucla birlikte, ozelikle doğa bilimlerini olanaklı kılan "tumevarımlı us yurutme" surecine oteden beri duyulan sarsılmaz guven buyuk bir yara almış, ayak basacağı sağlam zemini yitiren bilim onu alınmaz bir kuşkuya acılmıştır. Bilimsel etkinliğin meşruluğunu temellendirmeye karşılık gelen sorunun cozumune yonelik arayışlar gunumuzde halen surmektedir. Bilim felsefesini başlatan soru diye de adlandırılan bu temel konu, "tumevarım sorunu" başlığıyla bilim felsefesinin soz dağarına iyice yerleşmiştir.
Buna karşın bilim felsefesinin gecmişine bakıldığında, yetkin bir felsefe dalı olarak oldukca yakın tarihli bir felsefe araştırma alanı olduğu gorulur. ozellikle Viyana Cevresi duşunurlerince kurulan "mantıkcı olgucu" oğretinin yukselişiyle birlikte, ayrı bir felsefe dalı olarak ozerkliği felsefenin geniş kesimlerince tanınmıştır. Bundan daha da onemlisi, doğa bilimleri ile onların araştırma mantığına olabildiğince yakın durmayı felsefenin birincil odev sayan belli felsefe cevrelerinde, gunumuz felsefesinin en verimli dalı, hatta kimileyin tek verimli dalı olduğu savunmaktadır.
Bilim felsefesi cozumleyici felsefe geleneğinde coğunluk deneysel bicimler yada doğa bilimleri ustune yoğunlaşmayı kendisine odev edinmiş bir felsefe dalı gibi ele alınıyor olsa da XX. yuzyıldan bu yana ozellikle Alman duşunurlerin kıta felsefesi yonelimli cercevelerinde kuramsal bilimler, tinsel bilimler ya da toplum bilimleri diye nitelenen bilim dalları da bilim felsefesi araştırmalarının odağında yer almaktadır. Bu bağlamda bilim felsefesinden tam olarak ne anlaşılması gerektiği butunuyle bilimden ne anlaşıldığına bağlıdır. Sozgelimi salt deneysel bilimleri bilim diye goren bir ' felsefeciyle, tarihle bir bicimde ilgisi bulunan kazıbilim, insanbilim, dilbilim gibi alanları da bilim olarak goren bir felsefecinin bilim felsefesi tasarımları birbirinden oldukca başka olacaktır.
Bilim felsefesinde yanıt aranan sorulan en genel anlamda uc ayrı başlık altında toplamak olanaklıdır:
genelde bilimin doğrudan kendisini ilgilendiren sorunlar;
Ayrı bilim dalları arasındaki ilişkileri ya da butun bilimleri dizgeli bir bicimde bolumlemeyi konu edinen sorunlar;
Tek tek bilim dallarının karşılaştığı kavramsal sorunlar.
Felsefe tarihinde, Francis Bacon dışında tutulmak koşuluyla, bilim Felsefesinin konu edindiği sorunlardan genelde doğrudan bilimi ilgilendirenler, aralarında tam bir ortuşme olmamakla birlikte, oteden beri hemen hep "bilgi kuramının kapsamı icinde duşunulmuş, soruşturulmuş ve cozulmeye calışılmıştır. Gunumuzde ise bilgi kuramının konu edindiği sorunlar coğunlukla bilim felsefesinin yontem bilgisi diye adlandırılan ayrı bir kolu altında ele alınmaktadır.
Bilim felsefesinin omurgasını oluşturan bu ana kolda, bilimsel calışmaların dunyaya ilişkin doğru bilgileri elde ederken kullandıkları yontemler ile bu yontemlerin temelinde yatan ana ilkeler ustune yoğunlaşılmaktadır. Bir başka deyişle soylenecek olursa, bilimsel bilginin ussal dayanaklarını soruşturmak amacıyla ortaya atılmış sorulardır bunlar. Bu bağlamda yanıt aranan temel sorulardan birkacı şunlardır
"Bilimsel yontem bilgiye ulaşmanın olanaklı tek yolu mudur?",
"Bilimde bilimsel gecerlilikleri tanınmış kuramların olmazsa olmaz ozellikleri nelerdir?"
"Kanıt ile varsayım arasındaki ilişkinin doğası nasıl kavranmalıdır?",
"Gozlem verilerine dayanarak bilimsel savların `sınanabilirlikleri hangi olcutler uyarınca belirlenmelidir?".
Acıkca goruleceği uzere, bilimlerin yontemlerine yonelen bir araştırma dalı olarak bilim felsefesi daha cok geleneksel mantık ile bilgi kuramına karşılık gelmektedir. Bilim felsefesinin yontem bilgisi konularına eğilen bolumunde daha cok "tumevarım", "tumdengelim ', "varsayım ', "doğrulama", "sınama', "deney", "olcum", "bolumleme" gibi terimlerin tanımlarının yapılıp acıklığa kavuşturulmalarıyla uğraşılır.
Bilimin doğrudan kendisini ilgilendiren sorunlardan "bilgi kuramı" yada "yontem bilgisi"nin dışında kalanlar ise daha cok geleneksel felsefenin metafizik alanına gelmektedir. Bu bağlamda yanıt aranan sorular arasındaysa bilimsel yasaların doğası, gozlemlenemeyen şeylere gondermeler yapan bilimsel kuramların bilişsel icerikleri ve bilimsel acıklamaların yapısına yonelik sorular en onemlileri olarak one cıkmaktadır. Bilim felsefesinin bu bolumunde bu sorulara dayalı olarak ayrıca bir yandan bilimsel kuramlarda yer alan temel kavramlar, on kabuller, sayıtılar incelenirken, obur yandan bilimin dayandığı ussal, deneysel ve pragmatik dayanaklar acıklığa kavuşturulmaya calışılmaktadır.
Bilim Felsefesinin bu boyutu, bilim adamının baştan sorgulamaksızın doğruluğunu varsayarak kullandığı "neden'', "nicelik", "zaman", "uzam", "bilimsel yasa" gibi en temel kavramları sorgulayarak, bilimin felsefi bakımdan eleştirisini vermeye calışmaktadır. Burada bilimsel etkinliğin konumunu temellerinden sarsacak "dış dunyanın varlığı', "doğada bulunduğu ongorulen duzen duşuncesi", "mutlak uzam ile mutlak zaman duşuncesinin olanaklılığı" gibi konuların kuşkuculuğu elden bırakmaksızın incelendiği de olur.
Bilim Felsefesinin bu alanı daha cok ulaşılan bilimsel sonucların anlamlan ile iceriklerinin acık kılınmasına yonelik olduğundan dil felsefesi ile metafiziğe yakındır. Bilim felsefesinin dil felsefesi ve metafizik ağırlıklı sorunlarından en onemlileri şunlardır: "Bilimsel kuramlar gercekliğin olduğu gibi yansıtılması mıdır, yoksa şeylerin olduğu gibi betimlenmesi mi?", "Elektron, atom, yorunge, bilincaltı gibi birtakım kuramsal terimlerin somut bir varlıkları var mıdır, varsa bunları nasıl acıklamak gerekir?", "Bilimde kuramlar yalnızca deneye bağlı verilere dayalı olarak ondeyileme yapmaya yarayan birer arac mıdırlar, yoksa gorunguler arasındaki ilişkilerin ozunu acıklayan ussallığı tartışılmaz kesinlikler mi?".
Bilimsel etkinliğin doğrudan kendisini ilgilendiren sorunlardan bilgi kuramı ile metafizik alanları dışında kalanları coğunluk etik sorunlar başlığı altında incelenmektedir. Bunlardan buyukce bir bolumu felsefe tarihinde oteden beri genel anlamda bilme etkinliğine yoneltilen "başsız sonsuz" (perennia) felsefe sorunlarından oluşmaktadır: `Bilimde bilim adamından beklenen odev ve sorumluluklar nelerdir?", "Belli alanlarda bilimsel araştırma yapmak etik acıdan doğru mudur?", "Bilimsel bilginin geleneksel bilgi anlayışımız karşısındaki sorunlu yanlar nelerdir?".
Buna karşın, ozellikle tek tek bilimlerde yapılan birtakım yeni buluşların toplumsal bakımdan ağır sonuclarının olduğunun duşunulmesi nedeniyle, soz konusu buluşların etik bakımdan gecerliliklerini sorgulamak amacıyla gecmişte karşılaşılmayan birtakım yeni etik sorular da dile getirilmiştir:
"Bilimin toplumla, ozel sektorle, devletle ilişkileri nasıldır, nasıl olmalıdır?",
"İnsanın gen haritasını cıkartmak etik bakımdan doğru mudur?",
"İnsanın ırksal, kulturel, toplumsal koşullarını yada `koşullanmışlığını' hice sayarak birtakım zek testleri yoluyla duşunsel yetilerini olcmek ne olcude kabul edilebilirdir?",
"Bilimin doğanın işleyiş duzenine verdiği zararların onu nasıl alınabilir?".
Nukleer silah yapımına olanak tanıyan fiziğin belli artalanları, insan sağlığına ve doğaya onarılmaz hasarlar veren maddeler ureten kimya endustrisi, insanın doğal yapısını bozmaya yonelik etkinliklere yer veren biyoloji ile tıp bilimleri bu alanda yapılan etik tartışmaların en cok yoğunlaştığı bilim dallarıdır.
Daha once belirtildiği uzere, bilim felsefesinin cozum aradığı ikinci sorun kumesini ayrı bilim dallan arasındaki ilişkileri yada butun bilimleri dizgeli bir bicimde bolumlemeyi konu edinen sorunlar oluşturur. Soz konusu sorunlardan onemlice bir bolumu "bilimin birliği" duşuncesi ustune kurulmuş sorunlardır.
Toplum bilimleri yada tin bilimlerinin ozce doğa bilimlerindekinden farklı bir araştırma mantıkları mı vardır, yoksa butun bilim dallan icin gecerli tek bir bilimsel araştırma mantığı tasarlamak olanaklımıdır?",
"Ruhbilim ve insanbilim gibi farklı bilim dallarının yontem yada yasaları arasında bir `indirgeme' ilişkisine gidilebilir mi?",
`Bilim dallarının ele aldıkları farklı gorungulere hep aynı temel yasalarla yaklaşılabilir mi?". Bilim felsefesinde bu iki genel calışma alanına ek olarak, coğu durumda oldukca ust duzey bir ozel uzmanlık bilgi- si gerektiren, yalnızca konunun uzmanlarına acık, cok daha teknik konulara yanıt aramaya yonelik bir ucuncu soru kumesi daha bulunmaktadır.
Soz konusu alanda araştırmalar, coğunluk fizik, matematik,. biyoloji gibi tek tek bilimlerin karşılaştığı sorunların, bu sorunları cozmek amacıyla izlenen yontemlerin, araştırma sonucunda ulaşılan ozgul sonucların incelenip değerlendirilmesine yonelik olarak yurutulmektedir. Araştırmacılar başta fizik alanında olmak uzere matematik bilimlerinin birtakım ozel teknikleriyle iş gorurler.
Ne var ki bilimsel uslamlamalar, işin doğası gereği "olasılık", "doğrulama", "acıklama" gibi birtakım temel kavramları kullanırken bu kavramların konu olduğu sorunlar ustunde durmazlar. İşte bilim dilindeki kavramların sorunların acığa cıkarıp bu sorunların ortadan kaldırılmasına yonelik calışmalar yapmak da bilim felsefesinin başlıca odevlerindendir. Bunlar arasında uzam-zaman kuramlarının metafizik varsayımları, istatistiksel fizikte olasılığın ve olasılık hesaplarının yeri, kuantum kuramında olcmenin yorumlanması, evrimsel biyolojide acıklama yapısı gibi araştırma konuları bulunmaktadır.
Gel gelelim bilim Felsefesinin bu alanında cozum aranan sorunlar, bilim dallarının araştırma konularının cokluğunu aratmayacak derecede uzun bir liste oluşturmaktadır. En onemlisi de bilimde baş gosteren yeniliklerle, yapılan buluşlarla listenin yeni baştan elden gecirilmediği gun yok gibidir. Ozellikle yakın donemde bilim felsefesi listesine eklenen, daha bir one cıkan sorunlar arasında şunlar bulunmaktadır: "gorelilik kuramından sonra `zaman' ile `uzam' kavramlarının kazandığı yeni anlamlar", "kuantum mekaniğinden sonra `nedensellik' ile belirlenmişlik' kavramlarının yeniden temellendirilmesi", "yapay zek ile duşunce arasındaki ilişkinin doğası". Gunumuzde birtakım bilim felsefecileri, bilim felsefesinin bu tek tek bilimlerin kendi ic sorunlarına yonelik kavramsal cozumlemelerle sınırlandırılmasından yana goruş bildirmektedirler.
Bu acıdan bakıldığında XX. yuzyılda bilim felsefesinin cozum aradığı sorunların buyukce bir bolumunun oldukca soyut,. alabildiğine de mantıksal bir cercevede duşunuluyor olması bilim. felsefesine yoneltilen bircok eleştiriye kaynaklık etmektedir. Bilim. felsefecileri yapılan bu eleştirilere karşı ancak boylesi- ne teknik bir acıklama yordamıyla bilimsel etkinlikte oteden beri yapılagelen "buluş bağlamı" He "temellendirme bağlamı" atasındaki ayrımın ortaya konabileceğini ileri. surerek kendilerini savunmaktadır.
Ayrıca bilim felsefesinin bu boyutu, butun bilim dallarına ilişkin genel bir soy kutuğu cıkarmaya calışması, bu amacla ceşitli bilim bolumlemelerine gitmesi, bilimin kulturle, dinle, sanatla, etikle ilişkilerini araştırması bakımından oldukca onemlidir.. Yakın donemde olgucu ("pozitivist' bilim felsefesi yapma tutumuna karşı tepki olarak doğan olguculuk sonrası ("post-pozitivist' bilim felsefesi anlayışında, bir butun olarak bilim etkinliğine tarihsel, bağlamsal, kimileyin de toplumbilimsel yonleri one cıkarılarak yaklaşılmaktadır. Olgucu bilim felsefesi daha cok İngilizce konuşulan ulkelerin cozumleyici felsefesinin tut- tuğu yolu izleyerek, bilim dilinde kullanılan kavramların, terimlerin ve ifadelerin anlamlarını acımlayıp betimlemeyi temel odevi olarak gorur.
Buna karşı olguculuk sonrası bilim felsefesi, kıta felsefesinin ana bileşeni eleştirel felsefe yaklaşımıyla gerek bilim butun kavramları, sorunları ve tasarımları yeniden kurmaya calışmaktadır.
Olgucu yonelimli bilim felsefecileri arasında Ayer, Hempel, Duhem, Carnap, Quine başı cekerken, olguculuk sonrası bilim felsefesinin onde gelen duşunurleri olarak Koyre, Popper, Kuhn, Feyerabend adları sayılabilir.
Olguculuk sonrası bilim felsefesinin kalkış noktasını, genelde olgucu bilim anlayışının, daha ozeldeyse olgucu temeller ustune kurulmuş yerleşik bilim felsefesi anlayışının icerdiği sorunları ortaya cıkarılarak bilimin daha doğru bir kavrayışına ulaşma isteği oluşturur. Bu isteğe bağlı olarak olguculuk sonrası bilim felsefeleri, :bilim tarihi butun incelikleriyle mercek altına alınmadan bilimi anlamaya calışan butun bilim felsefesi calışmalarının. başarısız olmaya mahkum olduğu saptamasında bulunurlar.
Bu saptama uyarınca, bilim tarihinde yaptıkları “ornek olay “ calışmaları doğrultusunda bir butun olarak bilimsel etkinliğin doğasına yonelik acımlamalarda bulunurlar .Nitekim bilim tarihinde yaptıkları ornek olay calışmalarıyla ozellikle Koyre, Kuhn, Feyerabend gibi bilim felsefecileri bilim ile olgucu bilim felsefesinin yanlış temeller ustune inşa edildiğini doyurucu bir bicimde tanımlamışlar ; en genel anlamda olgucu bilim tasarımının ardında yatan birtakım temel sayıtlıları bir daha onarılmamasına yıkmışlardır.
'Bu sayıtlılardan .ilki bilimin;birikimli (cumulative) ..bir etkinlik olduğu yonundeki sarsılmaz inanca 'karşılık gelir. Bilim yapılan yeni.buluşlarla,:bulunan yeni gerceklerle, ortaya atılan yeni varsayımlarla ilerlemektedir. Tarihsel bakımdan daha yeni

Bu sayıltıya karşı, ozellikle Kuhn 'un Bilimsel Devrimlerin Yapısı başlıklı calışmasında bilimde ilerlemenin nasıl olduğunu acıklamak .amacıyla yaptığı "olağan bilim' ile "devrimci bilim" ayrımı, bilimsel İlerlemenin birikimli bir yapıda olmayıp tam tersine devrimci kesintilerle, kokten kopmalarla kendisini gosteren "paradigmatik” bir yapıda olduğunu acıklıkla sergilemiştir.
Bu nedenle, modern cağıcı bilim paradigması Newton fiziği, eskicağın bilim paradigması Aristoteles fiziğine gore gercekliği ne metafizik bakımdan, ne bilgi kuramı bakımından, ne de başka bir bakımdan daha iyi acıklıyor değildir.
Bilim felsefesinde kendisine surekli.cozum aranan bir paradigmanın bırakılıp bir başkasına gecilmesi sorununun, metafizik yada bilgi kuramsal:bir' konu olmayıp -bilim tarihindeki orneklerden de goruleceği uzere- coğunluk pragmatik bir konu olduğunun gosterilmesiyle bilim felsefesi tarihinde onemli bir kırılma gercekleşmiştir.
Meydana gelen bu kırılma sonrasında, bilimsel savların benimsenmesi konusunu hep yapıla geldiği uzere buluş ile temellendirme bağlamları ayrımı uzerinden duşunme cercevesi oldukca sorunlu bir Hale gelmiştir. Boylece, belli bir bilimsel kuramın bilim cevrelerince benimsenmesi surecinde, ortaya atıldığı "buluş bağlamları'nın ancak soz konusu kuramın yada varsayımın kanıtlamasının verildiği "temellendirme bağlamı"na bakarak olanaklı olduğu yonundeki sav da buyuk olcude gecerliliğini yitirmiştir. Ozellikle Kuhn'un başı cektiği bu yeni bilim felsefesi dalgası, bilimsel kuramların secimi konusunu ussal, bilimsel ya da felsefi bir konu olmaktan cıkarıp ancak toplumbilimsel bir araştırmaya konu olabilecek bir sorun olarak yeniden dile getirerek dikkatleri seckin, coğunlukla da gucu elinde tutan bilim adamlarından oluşan egemen bilimsel toplulukların yada cemaatlerin guce dayalı ic işleyiş mantığına cevirmiştir.
Bilim cevrelerinde kabul edilebilir gibi gorunmeyen bu olağandışı duşun semenin icerimler, bilim adamlarının belli bilîmsel kuramların gercekliklerini tanıtlarken işlerine geldiğinde alabildiğine devrimci işlerine geldiğindeyse ne denli tutucu olabildikleri gerceğine odaklanarak, bilimsel etkinliğin son cozumlemede sanıldığının tersine son derece oznel bir etkinlik olduğunu gostermesi bakımından oldukca carpıcıdır
Bilim cevrelerinde son derece buyuk yankılar uyandıran Kuhn 'un bu vargısının en onemli sonucu, yerleşik bilim anlayışının bina edildiği bir ikinci sayıltı olan bilimin "nesnel" bir bilme etkinliği olduğuna duyulan inanca duşurduğu kuşku golgesidir. Bilimin nesnel olma savı, ozellikle Feyerabend tarafından kapsamlı bir bicimde sorgulanmış, bu savın ardında yatan dayanaklar eleştirel bir gozle tek tek ortaya serilmiştir. Feyerabend , ozellikle doğu ile uzak doğu kulturleri uzerine yaptığı karşılaştırmalı cozumlemelerden kalkarak, başka uygarlıklardan ayrı olarak Ban biliminin kendine ozgu bir "ussallık" anlayışı olduğunu, kendi ussallığının olanaklı tek nesnel bilme etkinliği olduğu sanısının da işte bu anlayışın icinde icerimlendiğini yuksek sesle dile getirmiştir. Buna bağlı olarak tıpkı Kuhn gibi Feyerabend de farklı kulturlerin ussallık anlayışlarının birbirleriyle olcuşturulemez olduğunun altını koyuca cizer.
BİLİMİN FELSEFENİN KONUSU OLMASI
Başlangıcta butun bilimler felsefenin icinde yer alıyordu. Filozof, her bilim konusunda bilgi sahibi olan, butun bilgileri sentez ederek bir hayat goruşune ulaşmış olan kişi idi. Hemen her konuda kitap yazan ve bu kitapları o bilim alanlarında otorite kabul edilen Aristoteles, bu filozof tipine bir ornektir.
Bilimsel bilgi geliştikce, zamanla bilim dalları felsefeden “bağımsızlıklarını” ilan ettiler. Daha once “doğa felsefesi” denen Fizik, arkasından Kimya, Biyoloji ve diğer fen bilimleri tek tek felsefeden ayrıldılar. Sosyal bilimler de, henuz tam kesin olmamakla beraber, felsefenin etkisinden cıkmaya başlamışlardır.
Bu ayrılmalar, felsefenin konusunu hızla daralttı. Hatta ayrılmalar sırasında felsefeye karşı duşmanca bir tavır takınıldı. 19. yuzyılda bilim ile felsefe arasında Âdeta bir ucurum meydana geldi. Felsefenin varlığı bile tehlikeye duştu.
O zaman filozoflar bilimlerin sınıflandırılmalarıyla uğraştılar. Hem felsefeden kopan, hem de birbirlerinden olabildiğine uzaklaşan bilimler, bir butun olan evreni parcaladıkları gibi, insan kafasında da butun bir evren kavramı oluşturamıyorlardı. Bu parcalanmışlık sanayi dunyasına, toplum hayatına ve hatta insan şahsiyetine bile yansımıştı. Felsefe, bilimleri sınıflandırarak onlar arasındaki ortak noktaları ve bağları gostermek, bilimleri birbirlerine yaklaştırmak istiyordu. Butun bilimler varlık alanının değişik varolanları ile ilgileniyorlardı.
Butun bilimler hedefte, metot ve bilimsel tavırda da birleşiyorlardı. Sınıflandırma bunu daha da acıkca meydana ortaya koyacaktı.
Bu donemde iki Almanın yaptığı bilim sınıflandırması cok tanınmıştır. Kantcı filozoflardan Wilhelm Windelband, bilimleri yontem bakımından apriori (rasyonel) ve ampirik (deneye dayalı) bilimler diye ayrılıyordu. Rasyonel bilimler matematik ve felsefe idi. Deneye dayanan bilimler de ikiye ayrılıyordu: tarih bilimleri ve doğa bilimleri. Bu son ayrım metottan ziyade konu farklılığından kaynaklanıyordu.
Wilhelm Dilthey (1833-1911) de bilimleri metot bakımından ikiye ayırır: manevî bilimler ve doğa bilimleri. manevî bilimler anlama metodunun, doğa bilimleri acıklama metodunu kullanıyordu. Dil, edebiyat, sanat felsefe, hukuk ve butun tarih bilimleri manevî bilimlerden sayılıyordu. Ancak burada mesel psikoloji her iki bilim grubunda yer alırken, mantık ve matematik bilimleri de arada kaldı. Bilim sınıflandırmalarıyla bir sonuca ulaşamayan felsefe, 19.yuzyıl sonları ile 20. yuzyıl başlarında bilimlerin yontemlerini eleştiren bilim teorisi ile uğraştı. Bu konu uzeride daha sonra ayrıntılı olarak durulacaktır, ama genelde bilim adamları felsefecilerin kendilerine bir metot dikte ettirmeleri cabalarına karşı ilgisiz kaldılar. Ancak şu da unutulmamalıdır ki, tarihin bircok noktasında bilim tarihi ile felsefe tarihi ozdeşleşir. Aralarında bir mesafenin acıldığı 19. yuzyıldan sonra da, bilimsel verileri toplayarak varlık dunyası hakkında genel bir acıklama yapma cabasına giren felsefe, şimdi bilime yaklaşmaya calışmaktadır. Einstein, Max Born, Niels Bohr, Heisenberg, Schrodinger, J.Monad gibi son yuzyılın tanınmış bilim adamları, kendi alanlarında felsefi kitaplar yazmışlardır. Bacon‘ın tumevarım, Galile’nin deney ve matematik yontemlerini kullanan bilim, 18 ve 19. yuzyıllarda buyuk başarılar elde etti. Newtoncu pozitivist bilim goruşu bilimin, dışarıdaki nesnel olguyu tam olarak yansıttığın soyluyordu. Ancak 19. yuzyıl sonu ve 20. yuzyıl başlarındaki kuvantonlar alanındaki buluşlar ve Einstein’ın rolativite teorisi, pozitivist bilim goruşunu sarsmaya başladı. Bilim, dış olguların doğru bir tasviri olmayabilirdi. Varlık dunyasına yuklediğimiz kavramlar doğru olmayabilirdi. Uc boyutlu zaman yerine dort boyutlu zaman, duzlem geometrisi yerine eğri geometriler, modern fizikte elektronun dalga olarak mı tanecik olarak mı alınacağı şeklinde bircok soru cıktı. Tumevarım yontemine uymayan ve araştırılması gereken bircok fiziksel olgu vardı. Değişmez, evrensel bilgiler sistemi olarak savunulan bilime, değişme fikri geldi. Peirce, “bilim değiştiği icin bilimdir” dedi. Bilimcilerin fikri de yanlış olabilirdi. Bacon’un “soruları doğaya sorup gecerli olmadıkları taktirde fikrimizi değiştirmeye hazır olmalıyız” ilkesi gundeme geldi. Bilim, dunyanın yapısının icinde varolan yasaları mı ortaya koyuyordu, yoksa insan kendi kafasındaki yasaları mı dunyaya yansıtıyordu. Kişi kendi zihnine uygun (oznel) acıklamalar yaptığı zaman nesnelliğin ters gorunuşleri ile karşılaşıyor; tam nesnelliğe uygun acıklamalar tutarlı giderken buraya uymayan gercek kumeleriyle karşılaşıyordu.
Kant’ın, “doğru hem dış dunyanın hem de insan duşuncesinin ortak urunudur” şeklinde klasik goruşu hemen hemen aynen Einstein tarafından da savunuluyordu.
Bilimle felsefe, tekrar birbirine yaklaşıyordu. Ancak bilimle felsefenin birbirinden farklı disiplinler olduğunu gene de unutmamalıdır. Bilimle felsefenin ana farklılıkları da şu noktalardadır:
Her bilimin konusu bellidir; doğa olayları ve insanların sosyal ilişkilerinden ortaya cıkan olaylar ceşitli bilimlerin konusunu oluşturur. Her bilimin konusu sınırlıdır. Felsefenin konusu ise evrenseldir; her şey felsefeye konu olabilir.
Bilim ve felsefenin esas farkı metot yonundendir. Bilim olgularla hareket eder ve ulaştığı sonucları olgularda tem ellendirir. Felsefe ise eskiden beri olguların yanında mantıksal cozumlemeye, kavramsal duşunme ve bazen de spekulasyona dayanır. Felsefede mantıksal cozumleme o kadar onemlidir ki, B.Russel 1914 yılında mantığı felsefenin ozu olarak nitelemiş, R. Carnap ise felsefeyi mantıktan ibaret saymıştır. Bilimler bilgi uretir, felsefenin ise oyle bir amac ve faaliyeti yoktur.
Bilimlerin insanlara bir cok faydaları olduğu halde, felsefenin pratik bir faydası da yoktur. İnsandaki anlama ve bilme merakı onlara felsefeye yoneltiyor. Bilim felsefesi, bu konuda goruş bildiren, teoriler ileri suren filozoflara gore değişir. Yeni pozitivistler onu, bilimin dilsel yapısını cozumleme, eleştirme ve aydınlatma olarak tanımlarken; başka duşunurler bilimsel yontemin değerlendirilmesi veya doğruluğun ne olduğunu araştıran disiplin diye tanımlayabilirler.
BİLİMİN OZELLİKLERİ
Bilimsel acıklama ve on-deyinin (tahmin) ozellikleri:
Bilimsel acıklama bir olgunun oluş bicimini değil, oluş nedenini gosterme surecidir. Mesel. ay tutulmasının, onun sonunda ortaya cıkan gel-git olayının nasıl oldukları kadar, nicin oldukları da bilimi ilgilendirir. Eski tanımlardaki gibi bilim sadece “ne” ve “nasıl” sorularına değil, “nicin” ve “neden” sorularına da cevap arıyor. Acıklamaya, genellikle beklenmeyen bir gozlemle karşılaştığımızda ihtiyac duyarız. Herhangi bir olay, her zaman olduğu gibi olmuyorsa, onun bir nedeni vardır. Bilimde belli bir duzen icinde cereyan eden olayların da acıklaması yapılmaya calışılır. Bir olgu hakkında bilimsel acıklama yapabilmek icin genellemelere ihtiyac vardır. Bazı acıklamalar bağlayıcı niteliktedir ve tumdengelim yontemiyle yapılır; bazı acıklamalar da istatistiksel bulgulara dayanılarak yapılır ve tumevarım şeklindedir.
Bilimsel acıklamanın ana ozellikleri şunlar olmalıdır:
Bilimsel acıklama, bicim yonunden mantıksal olmalıdır. Acıklanan, acıklayanların mantıksal sonucu olmalıdır. Yapılan mantıksal cıkarım gecerli olmalıdır.
Acıklayanlar arasında, yasa niteliğinde en az bir genelleme olmalıdır.
Acıklayanlar olgusal icerikli onermelerden meydana gelmelidir; metafizik veya ici boş mantıksal onermeler olmamalıdır.
Acıklayan onermeler olgusal olarak doğrulanmış olmalıdır.
Bilimsel acıklama ile bilimsel on-deyi (tahmin, prediction) mantıksal yonden aynı oldukları icin bazen birbirine karıştırılır. On-deyi, olgular arasındaki ilişkilerden ve bu ilişkileri dile getiren genellemelerden yararlanılarak, henuz oluşmamış bir olguyu onceden kestirmedir (mesela, ay ve guneş tutulmalarının ne zaman olacağı)
Acıklama doğayı anlamamıza imkan verirken, on-deyi doğa kuvvetlerini denetim altına almamızı sağlar. Bilim, sadece insanların anlama ve bilme meraklarını giderme aracı değil, insanın doğa kuvvetlerini denetim altına alma ve kendi ihtiyacları doğrultusunda kullanma aracıdır. On-deyi, hipotez ve teorilerin doğrulanmasında, bizi yeni gozlem ve deney verilerine goturur.
Bilimdeki her acıklama aynı zamanda bir on-deyidir, ama her on-deyi bir acıklama değildir. Bir olguyu acıklayan onculler, o olguyu beklenir hale getirir.
Bilimsel kuramın (teori) ozellikleri:
Bilimde kuram kavramı bazen “hipotez”, “varsayım” ve “yasa” kavramları ile karıştırılmakta veya bunlar birbirinin yerine kullanılmaktadır. Oysa “hipotez” doğrulanmak uzere ele alınan iddialar, “varsayım” doğruluğu irdelenmeksizin ele alınan iddialardır. Bilimsel “yasa”, gercek genellemelerden yeterince doğrulanmış olanlara denir. Bilimsel kuram ise evreni ve evrendeki bazı olgular grubunu acıklamak uzere, insan zihni tarafından kurulur. Bilimsel kuram, hipotez gibi yeterince doğrulanmamış, ama olgusal ve doğrulanabilir hukumlerdir. Hipotez belli ve sınırlı bir acıklama vaat ederken, kuram daha kapsamlı ve koklu acıklamalar getirir. Daha once gozlem yoluyla belirlenen bir takım ilişkiler, kuramsal kavramlarla oyle bir formule edilir ki, hem eski ve şimdiki olaylar acıklanır hem de geleceğe yonelik on-deyide bulunulabilir.
Bilimsel kuram olmadan, yapılan bilimsel calışmalar ve bulgular bir bilgi yığını olarak durur. Bilimde belirlenmiş olgusal ilişkiler ve bunları ifade eden bilimsel yasalar, ancak ortaya konan teoriler kapsamında butunluk kazanır. Teori kurmak, bir bakıma belli bir alandaki genellemeleri mantıksal bir duzene koymaktır. Bilimsel kuram butun hipotez ve bilimsel yasaların ustunde, onları da kapsayan ve acıklayan bir butundur. Ancak, gene de teoriler evrensel değildir. Gozlem ve deneyler geliştikce teoriler de sınırlı kalmakta, zamanla onları da icine alan yeni teoriler ileri surulmektedir. Bilimsel teoriler insan zekasının serbestce yarattığı kavramlardan mı oluşur yoksa birtakım gozlemlerden genellemeler ve tumevarım yoluyla mı elde edilir? Bilimsel teorinin bir icat (invention) olduğunu savunan birinci goruş Einstein’ın, bir buluş (discovery) olduğunu savunan ikinci goruş de Newton’undur. Bu iki goruşte aşırı uclardaki goruşlerdir. Cunku bir bilimsel teoride hem icat hem de buluş ozelliği vardır. Teori doğadaki bir takım olgulara dayanır ama olguların ustunde ve doğada bulunmayan insan zekasının urunudur. Teoride olgular kadar insan zekasının da payı vardır. Teorinin bir yanı buluş, bir yanı icattır.
Bilimsel yasanın ozellikleri:
Bilimsel yasa, bilimsel genellemelerin yeterince doğrulanmış olanlarına denir. Doğa acıklamalarında tesaduf ve metafizik acıklamalara karşı, doğa olayları arasındaki değişmez ilişkileri bir sebep-sonuc bağlantısı şeklinde acıklamaya doğa yasası denmiştir. Doğa yasalarının bazıları mekanik, bazıları fiziko-kimyasal, bazıları biyolojiktir. İnsanlarla ilgili bilimlerde psikolojik ve toplumsal yasalardan bahsedilmektedir. Ancak burada yasa koymak cok zordur; cunku olaylara etki eden maddî ve manevî bir cok etken vardır. Ancak toplumsal olaylarda da istatistiksel olarak bazı olaylar arasında bağlantılar bulup bunu toplumsal yasa olarak sunmak mumkundur. Bilimsel yasanın ozellikleri olarak şunlar sayılabilir: bilimsel yasa kacınılmaz, tumel (universal), basit , sarsılmaz (determinist) ve matematik dille ifade edilebilir ilişkilerdir. Bilimsel yasa olgusal icerikli ve şimdiye kadar yapýlan tum gozlem ve deney sonuclarıyla doğrulanmış olmalıdır.
BİLGİ FELSEFESİ
Bilgi Felsefesinin Konusu :
Akıl ve sezgi gibi yetiler gercekten insan zihninde var mıdır? Varsa, gorunuşlerin otesinde kalan varlığı bilmemizi sağlayabilirler mi? turunden sorular bilgi felsefesinin konusunu oluşturur.
1. Bilgi kuramı (Epistemoloji) : Bilgi kuramı bilginin ne olduğunu, hangi yolla elde edildiğini, amacını araştırı. Bir yandan bilginin ozunu, ilkelerini, kokenini, yapısını, kaynağını araştırır, diğer yandan bilginin yontemini, gecerliliğini, koşullarını, olanak ve sınırlarını sorgular.
Bilgi kuramının temel kavramları :
Doğruluk : Doğruluk, bilginin, bilgisi edinilen şeyle tam uygunluğunu dile getirir. Buna gore doğruluk; algılar, kavramlar ve bilimsel kuramlarla nesnel gercek arasındaki uygunluktur.
Gerceklik (Realite) : Varlığın, varoluş tarzıdır. Bilincten bağımsız olarak var olandır.
Temellendirme : Ortaya atılan bir soru ya da ileri surulen bir sav icin dayanak, gerekce, temel bulma işidir.
Bilgi Kuramının Temel problemi
Doğru bilginin imkansızlığı :İnsan aklının (yada yetilerinin) gerceği bilemeyeceğini, herkes icin genel gecer bilginin imkansız olduğunu ileri suren goruşlerdir.
Sofistler : İnsanın doğru bilgiye herkes icin gecerli olabilecek bilgiye ulaşılamayacağını, bilginin kişiden kişiye değiştiğini ileri suren filozoflardır.
u Protagoras : “İnsan her şeyin olcusudur.” der. Protagoras’a gore tum bilgilerimiz duyumdan gelir. Duyum insandan insana değişir. Bir şey bana nasıl gorunuyorsa benim icin oyledir. Ruzgar uşuyen icin soğuk, uşumeyen icin soğuk değildir.
u Gorgias : Hicbir şey var değildir. Var olsaydı bile bilinemezdi. Bilinse bile başkalarına aktarılamaz. Sozleriyle bilginin bilinemeyeceğini ileri surer.
Septikler : Herhangi bir konu hakkında doğru ya da yanlış şeklinde yargıda bulunulamayacağını ileri suren goruştur. En onemli temsilcileri, Pyrrhon, Timon, Karneades, Arkesilaos’tur.
Septiklerin bu goruşleri gunluk olaylar ve pratik işlerle ilgili değil, felsefi gercekler ve ilkeler hakkındadır. Septisizm gerceği butunuyle inkar etmek değildir. Cunku inkar da bir yargıdır. Oysa Septikler hicbir konuda kesin yargıda bulunmazlar.
2. Doğru bilginin imkanı:
a. Rasyonalizm : Rasyonalizm, bilginin akıl ve onun bir işlevi olan duşunme gucu ile oluştuğunu benimseyen, doğru bilginin olcutunu de duyular da değil akıl da bulan bir oğretidir. Rasyonalizme gore insan aklı birtakım ilkeler ya da yetilerle donatılmıştır. Evreni oluşturan tum nesneler hakkında kesin bilgi edinmemiz icin sadece bu ilkelere uygun bir bicimde mantığımızı kullanmamız yeterlidir.
* Sokrates (M.O. 469 – 399 ) : Ahlaki doğruların ve erdemlerin bilgisinin insanın ahlaklı olabilmesinin zorunlu koşulu olarak gorduğu bilgidir. Sokrates’e gore bu bilgi doğuştandır yani insan dunyaya bu bilgiyle gelir. Fakat insan bu dunyaya geldiğinde bunları unutmuştur. Bu yuzden bu bilgilerin hatırlanması ve bilinc duzeyine cıkarılması gerekir. Bunun Sokrates maiotik (doğurtma) yontemi kullanır.
* Platon (M.O. 427 – 347) : Platon’un bilgi felsefesi varlık goruşune dayanır. Platon’a gore varlık gorunuşler dunyası ve idealar dunyası olmak iki evren vardır. Gercek bilgi, ideaların bilgisidir. İdealar değişmez, gozle gorulemez, duyularla algılanamaz olan varlıklardır. İdealar ancak akıl yoluyla bilinebilir. Bunu da filozoflar yapabilir.
* Aristoteles (M.O. 384 – 322) : Aristoteles’e gore var olan bir şeyle ilgili olarak gercek bir bilgiye sahip olabilmek icin onun varlığa gelişini sağlayan dort nedenin bilinmesi gerekir. Bunlar; maddi neden, formel neden, fail neden, amacsal nedendir. Aristoteles’e gore, bilimin asıl amacı ve genel anlamı, tekili bilmektir. Bunun icin yapılması gereken tekil ve tumel arasında bağ kurmak, tekili tumelden cıkarmaktır. Aristoteles’e gore, akılda bilgi uretme yetisi vardır. Varlığı varlığa getiren genel nitelikler o varlığın kendisindedir, icindedir. Masa masadır.
* Farabi (870 – 950) : Akılda bir sezgi gucu bulunduğunu, insan zihninde doğuştan getirilen duşunceler olduğunu kabul eder. Farabi bilginin uc kaynağı olduğunu soyler. Bunlar duyu, akıl ve nazardır. İşte Farabi’nin nazar dediği doğuştan fikirlerdir. Farabi’ye gore ayrıca insan zihninde sezgi adı verilen bir guc vardır. Sezgi, apacık ve kesin bilgiye ulaşma aracıdır.
* Descartes (1596 – 1650) : Bilginin kaynağında yalnızca aklın olduğunu ve insan zihninde doğuştan duşunceler bulunduğunu savunur.Descartes’a gore insan zihninin iki temel gucu vardır. Bunlar sezgi ve tumdengelimdir. Sezgi, zihinde hicbir kuşkuya yer bırakmayan ve en yuksek derecede acık olan bir kavrayış faaliyetidir. İnsan sezgi yoluyla bazı şeyleri acık secik olarak bilir.Tumdengelim ise sezgi yoluyla acık secik olarak bilinen doğrulardan ve tam bir kesinlikle bilinen olgulardan sonuc cıkarmadır.
* Hegel (1770 – 1831) : Hegel’e gore insan; varlık hakkında duyuları hic kullanmaksızın yalnızca akıl yoluyla gercek ve kesin bir bilgiye ulaşabilir. Cunku aklın yasalarıyla varlığın yasaları bir aynıdır. Bunu da “Akla uygun olan gercek, gercek olan da akla uygundur.” şeklinde acıklamıştır. Hegel aklın ve varlığın yasaları konusunda geleneksel mantık ilkelerini reddederek diyalektik yasalar adını verdiği yasalar ortaya koymuştur. Bu yasalara gore varlığın kendini tez-antitez-sentez şeklinde actığını savunur. (Varlık-yokluk-oluş). Bu aşamanın sonunda Mutlak Ruh vardır. Mutlak ruh gelişim aşamasını tamamlamış ve varlık dunyasını kavramıştır.
b. Ampirizm : Ampirizm, bilgimizin kaynağında yalnızca deneyin bulunduğunu soyleyen goruştur. Ampirizme gore insan zihni doğuştan boş bir levha gibidir. Bu boş levha sonradan deney yoluyla dolar.
* Locke (1632 – 1704) : Ampirizmin kurucudur. Locke’a gore tum duşuncelerimizin ve bilgilerimizin kaynağında deney vardır. Locke iki turlu deney olduğunu soyler. Birincisi dış deney, diğeri ic deneydir. Dış deneyde dış dunyadaki varlıklar, duyularla denenir. İc deneyde ise insanın kendi zihninde ve ruhunda olup bitenlerin bilincine varılır.
Locke’a gore, insan zihninde kompleks duşuncelerin ve dolayısıyla bilginin meydana gelmesi icin şu yetilere ihtiyac vardır: Algı, bellek, ayırt etme, karşılaştırma, birleştirme ve soyutlama yetileri. Locke uc turlu bilgi kabul eder. – Sezgisel bilgi, kendi varlığının bilgisine sahip olmasını sağlar.
- Duyusal bilgi, dış dunyadaki nesnelerin bilgisine sahip olmayı sağlar.
- Tanıtlayıcı bilgi, Tanrının varolduğunu kanıtlamayı sağlar.
* David Hume (1711 – 1776) : Hume, insanın her şeyi algı yoluyla bildiğini soyler. Ona gore algılar iki şekilde ortaya cıkar. Bunlar; - İzlenimler, - İdeler (kavramlar ve duşunceler)
Zihinde bulunan her şeyin, tum izlenim, kavram ve duşuncelerin temelinde, dış dunyanın duyular yoluyla algılanması vardır. Bu algılarda belli ozellikler bulunduğu zaman bunlar birbirleriyle birleştirilir.
Buna bağlı olarak Hume, nedensellik ilkesinin deneyin sonucu olan bir duşunce olması gerektiğini soyler. Yani nedensellik bir zorunluluk değil, bizim bir alışkanlığımızdır.
c. Kritisizm : İnsan zihninin guclerine ve insanın neyi bilip bilemeyeceğine ilişkin bir araştırmadan meydana gelen felsefi yaklaşımdır. Kurucusu Kant’tır.
* Immanuel Kant (1724 – 1804) : Felsefede rasyonalizm ve ampirizm akımlarının bir sentezini yapmıştır. Kant’a gore, bilgi deneyle başlar fakat deneyle sona ermez. Kant, insan zihninde apriori (onsel) bir bilgi olduğunu savunur. Bir kısım bilgi de aposteriori olarak sonradan elde edilir.
İnsan, bilgi surecinde, pasif olmayıp aktif bir bicimde duyular yoluyla gelen izlenimleri sınıflar, kalıplara yerleştirir ve yorumlar. Kant’a gore insan bilgisi sınırlıdır. İnsan zihni, nesneleri ve olayları gercekte oldukları şekliyle bilemez. Nesneler, zihnin imkanlarına, yapısına ve formlarına gore bilinebilir. İnsan zihni fenomenleri (gorungu) bilebilir.
d. Entuisyonizm : Bilginin, doğrudan ve aracısız bir bilme tarzına karşılık gelen sezgi yoluyla elde edilebileceğini savunan goruşe entuisyonizm (sezgicilik) denir. Sezgiye onem veren filozoflar, rasyonel bilginin uygulama ve eylem icin onem taşıdığını kabul eder. Ancak akla dayanan bilgi, nesnelerle kurulan doğrudan ve aracısız temasın sonucunda ortaya cıkan sezgisel bilginin tamlığından ve kesinliğinden yoksundur.
* Gazali (1058 – 1111) : Ona gore insan, bilgi yolunda duyulardan da akıldan da yararlanabilir ancak bu yetiler insana gercek varlığın bilgisini veremez.Zira, gercek ve kesin bilgi, sezgi yoluyla elde edilir. Bu bilgi turu, insan gonlune yuce ve manevi bir algı olarak iner. Gazali, iki goz ya da akıl bulunduğunu savunur. Bunlardan birincisi, normal fiziki goz ya da akıldır. İnsan bununla maddi dunyaya yonelir ve birtakım bilgilere ulaşılır.
İnsanda bir de kalp gozu vardır. Kalbin kendisi manevi bir toz olduğu icin insan onunla yani sezgiyle gercekleri butun acıklığıyla kavrar.
* Bergson (1859 – 1941) : Ona gore gercekten varolan, durağan madde değil suredir. Başka deyişle gerceklik hayattır ve bunu yalnızca sezgi kavrayabilir. Bergson’a gore bilmenin birbirlerinden tumuyle farklı olan iki yolu vardır:
a) Bilimlerde gecerli olan analitik yol : Akıl yada zeka yoluyla bilmeye karşılık gelen bu bilme tarzında gercekliğin maddeden oluştuğu duşunulur. Bilimler varlık alanını parcalara ayırır. Her bilimin araştırdığı alan farklıdır. Bilimler varlığın ozune nufuz edemez.
b) Varlığın ozune nufuz eden sezgi : Bergson’a gore sezgi, gercekliğin temelinde yaratıcı yaşam atılımının bulunduğunu yaşayarak anlar. Sezgi, gercekliği yani sureyi, yaşamı icten ice duyup yaşayarak kavrar.
e. Pozitivizm : İnsan icin bilgide onemli olanın yalnızca olguları araştırmak olduğunu savunan akıma pozitivizm denir. Kurucusu A. Comte’tur.
* A. Comte (1798 – 1857) : Comte, toplumu bilim yoluyla yeni baştan duzenlemeyi amaclamıştır. Ona gore duşuncelerdeki anarşinin toplumda karmaşaya yol actığı bir cağda, toplumun kurtuluşunu sağlayacak tek cozum pozitivizmdir. Comte, insan icin olumlu ve yapıcı olanın, yalnızca olguları gozlemleyerek tasvir etmek olduğunu one surer.
f. Analitik Felsefe : Neo pozitivizm yada mantıkcı pozitivizm olarak da bilinen bu anlayışa gore felsefenin asıl uğraş alanı dildir. Bu yaklaşıma gore; felsefe, varlık, değer ve Tanrı ustune doğruluğu test edilemeyen oğretiler one surmemelidir. Felsefenin gorevi dildeki kavramları cozumlemektir.
* Wittgenstein (1889 – 1951) : Wittgenstein, dili cevremizde olup biten bir şey, karmaşık insan faaliyetlerinin oluşturduğu bir butun olarak gormuştur. Butun felsefe problemlerini bir dil problemine indirgeyen Wittgenstein, felsefenin ozunde bir kuram değil faaliyet olduğunu soyler.
g. Pragmatizm (Faydacılık) : Doğruyu ve gercekliği eylemlerin sonucları değerlendiren ve onlara fayda acısından yaklaşan felsefi akımdır. Bu akıma gore bir duşuncenin değeri, o duşuncenin pratik amaclarına bağlıdır. Savunucuları James ve Dewey’dir.
* William James (1842 – 1910) : Butun kavramlar, bilgiler insan yaşamına, insan amacına yardımcı oldukları zaman doğrudur. James’e gore “bir duşunce yararlıdır, cunku doğrudur; bir duşunce doğrudur cunku yararlıdır.” Doğru bilginin olcutu yararlı olmasıdır.
* John Dewey (1859 – 1952) : Dewey’e gore kişiye yararlı olan ve ona mutluluk veren duşunceler doğrudur. Ona gore duşunce cevreye uymayı, doğadan yararlanmayı ve mutlu olmayı sağlayan bir alettir. Bilimsel yasalar ve kuramlar başarılı olursa, yani uygulamada bir işe yararsa iyi ve doğrudur, aksi olursa yanlıştır.
h. Fenomenoloji : Kurucusu Edmund Husserl’dir. Fenomenoloji ozun bilinebileceğini ileri suren bir goruştur. Bu goruşe gore oz fenomenin icinde vardır ve bilinc onu yakalayabilir. Oz bilgisine varabilmek icin once butun verilmiş bilgileri parantez icine alıp ortadan kaldırmak, yok saymak gerekir. Yani insan gunluk yaşamdan edindiği bilgileri, onyargıları, din, bilim vb yolla elde ettiği tum goruşleri bir tarafa bırakarak, onlardan arınarak, duyularla algılanan nesnelerin otesinde bulunan ideal ozlukler alanına ulaşabilir.
POZİTİVİZM (OLGUCULUK)
Genel olarak, modern bilimi temele alan, ona uygun duşen ve batıl inancları, metafizik ve dini, insanlığın ilerlemesini engelleyen bilim oncesi duşunce tarzları ya da formları olarak goren dunya goruşu.
Bilim felsefesinde, doğrudan doğruya empirik gelenek icinde yer alan, ve gozlem ve deneye dayanan pozitif bilgi lehine metafiziği, metafiziksel spekulasyonu reddeden anlayış, oğreti.
Saint-Simon ve ozellikle de Comte tarafından kurulan bir oğreti olarak pozitivizm, İngiliz empirizminin dış dunyaya sadece deneyim yoluyla bilebileceğimiz, her tur bilginin son cozumlemede duyu deneyine dayanmak durumunda olduğu tezini kabul eder. Bununla birlikte, dış dunyanın bilgisinin deneyime dayanmak durumunda olduğu tezini, bilginin tecrubede verilmemiş olan bir şeye ilişkin olabileceği goruşunu de kapsayacak şekilde genişleten pozitivizm, insanın duyusal alanın ustunde ve otesindeki bir dunyayla ilgili tum bilgi iddialarının karşısında yer alır. O farklı bilgi turleri olamayacağını, gercek araştırmanın empirik olguların tasvirinden ve acıklanmasından meydana geldiğini one surerken, bilimin yontemlerinin bize fenomenlerin duzenli ardışıklığının ya da birlikte varoluşunun yasalarını verdiğini, ama pozitif yontemlerin şeylerin icsel ozlerine ya da doğalarına hicbir zaman nufuz edemediğini ifade eder.
Doğa bilimlerinin yontemlerini, yani pozitif ya da deneysel yontemleri kullanarak ve bu bilimlerin ulaştığı sonuclardan yararlanarak, fiziki ve insani fenomenleri icine alan, butun bir fenomenler dunyasının birlikli bir resmine ulaşmaya calışan, geleneksel felsefenin metafiziksel soyutlamalarına ve İlkcağ ile Ortacağ metodolojisinin empirik gercekliğin dışına cıkarak, fenomen al gorunuşlerin gerisinde gizli ozler, şeylerin arkasında fail ya da ereksel nedenler arama ve idelere, turlere, kavramlara gerceklik yukleme eğilimine karşı cıkan bir akım olarak pozitivizm, dolayımsız algının olgu ve nesnelerine yonelip, olgular arasında varolan ilişkileri, deneyim dunyasındaki duzenlilikleri, tecrubenin dışına cıkmadan keşfetmenin onemini vurgular.
Bu anlayışa gore, insanın toplumsal dunyasına uygulandığında, pozitif yontem yada yontemler bilginin her dalının ve bu arada toplumların kendilerinden gecmek durumunda oldukları ardışık evrelerin bir yasasını verir: Bu evreler ise, sırasıyla teolojik, metafizik ve pozitif ya da bilimsel evredir. Metafizik genellikle duyusal olanın ustunde ve otesindeki bir dunyayı konu alan disiplin, gerceklik ya da varlığın bir butun olarak tutarlı ve geniş kapsamlı bir resmini sunmaya calışan felsefe dalı olarak anlaşıldığı icin, pozitivizm eleştirilerini oncelikle bu şekilde anlaşılan metafiziğe yoneltmiştir. Pozitivizme gore, gerceklikle ilgili olarak bilebileceğimiz her şey, bilim, yani doğa bilimleri tarafından tuketilir. Dunya hakkında, doğa bilimleri tarafından sağlanan bilgi dışında, hicbir bilgimiz olamaz. İnsan bilgisi bilimin, yani fenomenlere ilişkin sistematik araştırmanın sınırlarını hicbir şekilde aşamaz.
Felsefeye duşen bu bilimlerin ustune cıkmak ve gercekliğe ilişkin olarak, doğa bilimlerinin sağladığı bilgilerden daha derin ve mutlak bir bilgi aramak değil, bilimin ulaştığı sonucların sentezini yapmak ve bu sonucları sistemleştirmektir. Felsefe, bundan başka bilimsel keşiflerin gerisinde yatan genel ilkelere işaret etmek ve bilimin insan yaşamına olan katkılarını gostermek suretiyle, bilimin kapsamını ve yontemlerini acıklayarak yararlı bir işlev yerine getirebilir. Bununla birlikte, felsefe bilim icin soz konusu olmayan bir bilgiye ulaşma iddiasından vazgecmelidir. Pozitif yontemler tarafından yanıtlanamayan sorular yanıtsız bırakılmalıdır.
İşte bu cerceve icinde, gunumuzde pozitivizm, bilim konusunda empirist bir goruşe bağlılığı, toplumsal yaşama empirist bilgi modeli uzerinde bilimsel bir yaklaşımı tanımlar. Sosyal bilimler bağlamında ise, bu, insan ve toplum bilimlerinin yontemlerinin doğa bilimlerinin yontemlerine gore şekillenmesi veya oluşturulması; olgularla değerlerin birbirlerinden kesin olarak ayrılmaları gerektiği ve bu yapıldığında, sosyal bilimlerin de, doğa bilimlerinde keşfedilen yasalara veya yasa benzeri duzenliliklere koşut toplum yasalarına erişebileceği anlamına gelir.
Pozitivizm, hukuk alanında veya hukuk felsefesinde de, bir devletin hukukunun hukumran iktidarın iradesine dayandığını one suren goruşe tekabul eder. İngiltere'de Bentham ve Austin, Fransa'da Leone Duguit, Almanya'da Savigny tarafından benimsenen bu hukuk anlayışı, bir yandan topl