Bilim tarihinin tarihsel gelişimini anlatmadan once ilkin bilim tarihi nedir? Sorusuna cevap vermek gerekir. Bilim tarihi basit bir tarifle bilimsel bilginin bir surec icindeki gelişim ve değişimlerini, onları ureten toplumlardaki değişim sureclerinin ışığında ele alıp değerlendiren bir disiplindir. Adından da anlaşılacağı gibi, bilim tarihi aslında iki disiplini kavrayıp kapsayan bir disiplindir. Bunlardan birisi bilim diğeri tarihtir. Bunlardan bilim, bilindiği uzere, doğayı, insanı ve toplum yapısını inceleyen disiplinlerden meydana gelen, belli bir yontemi olan sistematik bilgi butunudur. Tarih ise, insanla başlayan tarihi surec icinde olup biten olayları, ceşitli yazıları dokuman ve muhtelif belgelere dayalı olarak inceleyen bir disiplindir.

Bilim tarihi ise bir disiplin olarak, konusu bilim olmakla birlikte, tarihi yontemi kullanan, konuyu tarihsel olarak ele alan bir disiplindir. Ancak daha once de ifade edilmiş olduğu gibi, bilim tarihcisi bilimsel olayları sadece kronolojik acıdan ele almaz, aynı zamanda, toplum icinde onun hangi şartlarda ortaya cıktığını ve hangi şartlarda geliştiğini de araştırır. Dolayısıyla, bilim tarihi sadece salt siyasi tarih ve siyasi olayları goz onunde bulundurmaz; bilimin seyrini, toplum değerlerini, yapısını ve genel olarak toplumdaki temel prensipler ve toplumu şekillendiren her turlu olayı da goz onunde bulundurarak değerlendirir. Bundan dolayı onun, başta felsefe olmak uzere, dinle ve sanatla olan bağlantısı inkar edilemez.
Tarih boyunca sanat, duşunce ve duyguların ifadesi olmuştur ve sadece estetik kaygılar taşımamış, hatta tersine, coğu zaman doğal bir şekilde gelişmiştir. Basit ve cok bilinen bir ornek verecek olursak, on beşinci yuzyılda Ronesans hareketleri sırasında, sanatkarlar, doğayı daha iyi tanımak icin yoğun bir caba icine girmişler ve dolaylı olarak bitki, hayvan ve insan yapı ve fonksiyonlarını karşılaştırmalı bir şekilde incelemişler, ve canlının hareket prensiplerinden esinlenerek, cansız doğanın kurallarını belirlemeye calışmışlardır. Leonardo da Vinci ve Michael Angelo bunun en guzel iki orneğidir. Leonardo kuşlardaki ucabilme ozelliğini incelemiş, insanın da ucabileceğini iddia etmiş ve yapay kanat projelerini şekillendirmiştir. Yine aynı sanatkar, ilk deniz altı projelerini de oneren kişidir. Ancak bunları ozel ornekler olarak değerlendiremeyiz; bu ornekleri, arkeolojik donemlere kadar goturmek mumkundur. Biz ilk insanların kullandıkları kapkacak ya da hayat şekilleri, ne gibi bir teknik ya da bilim adına sahip oldukları bilgiyi mağara ya da kaya resimleri sayesinde oğreniyoruz. Boylece hem onların resim sanatı hem de bilim ve teknoloji adına ne urettiklerini belirleyebiliyoruz.
Aynı şekilde, bilim ve din ilişkisi de bilim tarihcisi icin goz ardı edilmemesi gereken bir husustur. Hemen her devirde bilim ve din arasında kacınılmaz bir ilişki soz konusu olmuştur. Bu ilişki zaman zaman daha yuzeysel, daha yoğun olarak kendini hissettirmiştir. Orneğin, İslam Dunyasındaki bilimsel faaliyetin ilk yuzyıllarında ozellikle bu etki cok yoğun olarak hissedilmiş; bilimsel calışmayı, yeni ortaya cıkan İslam Dini adeta yonlendirmiştir. Bunun Doğuda da ornekleri vardır. Orneğin Buda, sadece zihniyet olarak yeni bir felsefenin doğuşunda etkin olmamış; butun yaşam tarzını etkilemiş; bilimsel faaliyeti deyim yerinde ise adeta yonlendirmiştir. Hıristiyan Dini’nin de hic de etkisiz olduğunu soylemek mumkun değildir. Ozellikle de Ortacağda bu etki kendisini yoğun bir şekilde hissettirmiştir.
Burada, kulturun temel taşları olan sanat ve dinle ilgili kısa acıklamalardan sonra, yine kısaca bilim felsefe ilişkisine goz atalım. Bilim ve felsefe ilişkisi, sanat ve dinle karşılaştırıldığında cok daha farklı, cok daha yoğun olarak kendisini ortaya koymaktadır. Hatta diyoruz ki, felsefenin olmadığı bir toplumda bilim adına pek bir şey yapılamaz; felsefe, bilimin adeta, deyim yerinde ise, ucuncu boyutu gibi gorev yapar. Orneğin hala uzerinde calışmalar yapılan Aristo felsefesini ele alacak olursak, onun temellerinin varlığın esaslarını acıklamaya yonelik olduğunu gormekteyiz. Maddenin ozelliklerine ilişkin olarak vermiş olduğu hareketle ilgili acıklamalarının, on yedinci yuzyıla kadar hareket kuramları olarak benimsendiği bilinmektedir. Aynı şekilde, Aristo’nun kuramlarının evrende de gecerli olduğu kabul edilmiş ve Newton’un konuya ilişkin calışmalarına kadar bu bilgiler bilim adamlarınca kabul gormuş; calışmalarındaki teorik esaslar olarak değerlendirilmiştir.

Newton’un calışmalarında da felsefenin etkisini izlemek mumkundur. Oyle ki, o yeni fiziğin temellerini atmış olduğu eserinin adını da Philosophie Naturalis Principia Mathematicae (Doğa Felsefesinin Matematik İlkeleri) olarak koymuştur.
Aynı orneği, on yedinci yuzyılda yaygın olarak benimsenen korpuskul teorisi icin de yinelemek mumkundur. Aslında M.O. Demokritos’a kadar goturulen maddenin yapısının parcacıklardan meydana geldiği anlayışı, on yedinci yuzyılda bir grup bilim adamı tarafından korpuskul teorisi olarak yeniden ve de boyut kazandırılarak ele alınmıştır. Bunlar arasında Boyle, Mayow gibi bilim adamlarının yanı sıra, daha cok filozof olarak tanıdığımız kişiler de vardır; orneğin Descartes gibi. Bu goruş daha sonra sadece maddenin temel yapısının felsefi olarak bir değerlendirilmesi değil, bilimsel olarak da kabulu şeklini almış, canlı ve cansız her şeyin esasının aynı olup, parcacıklardan meydana geldiği ongorusu Dalton’la anlam kazanarak, atom teorisi şeklinde ortaya cıkmıştır. Fizikte atom teorisi ve onunla ilgili ayrıntı şekillenirken biyolojide de hucre teorisi ile ilgili calışmaların yoğunluk kazandığı izlenmektedir.
Buraya kadar verilen ornekleri artırarak gitmek mumkundur. Bu ornekleri şoyle toparlayabiliriz: bilim felsefesiz olmaz; bilim felsefe ile yandaştır; onlar birbirini destekler. Boylece, bilimin teorik boyut kazanmasında felsefenin rolunu yadsımamak gerekir.Nitekim son donemde bilimsel bilginin felsefeyi sorgulaması, bilginin felsefi olarak ele alınıp, değerlendirilmesi sonucunda felsefesinin ortaya cıkışı bir tesaduf olmadığı gibi, iyi bir bilim felsefecisinin de bilim tarihi calışanları arasından cıkışı da bir tesaduf değildir. Nasıl ki bilim adamı, kendi ilgilendiği disiplinin felsefi boyutunu bilmek durumunda ise, orneğin matematik ya da fizik calışmalarında onların felsefi boyutunu da irdelemek zorunda ise, bilim felsefesi yapabilmesi icin de bilimin tarih icinde gecirdiği seruvenleri; bilim adına yapılan calışmaları bilmesi; onlar uzerinde tefekkur etmesi gerekir. Onun icindir ki, son donem bilim felsefecileri diye tanıdığımız Thomas Kuhn ve Joseph Needham, aynı zamanda bilim tarihi konusunda da onemli calışmalar yapmışlardır.
Butun buraya kadar verilen bilgiye dayanarak, bilim tarihinin tıpkı bilimin kendisi gibi, felsefe ile ic ice olduğunu soylersek hic de abartmış olmayız. Bilim tarihi bilmeksizin bilim felsefesi yapılamayacağı gibi, felsefe bilmeden de bilim tarihi yapılamaz.
Bilim felsefesi calışmaları gibi, bilim tarihi de her ne kadar daha once belli olculerde yurutulen calışmalar olsa da, formal olarak, başlangıcı pek de eskiye gitmez, her ne kadar, bilim tarihinin kurucusu olarak kabul edilen George Sarton, konunun ele alınışını Aristo’ya kadar goturse de, bu disiplinin başlangıcı genellikle on dokuzuncu yuzyılda yayamış olan August Comte’la tarihlendirilir.
Ancak, hemen biraz once de belirtilmiş olduğu gibi, bilim tarihinin formal başlangıcı Amerika’da Harvard Universitesinde gorevli Belcikalı bilim adamı George Sarton’la başlatılmış ve ilk resmi oğretim birimi olarak da ilk defa burada temellendirilmiştir.Aslında bilim tarihi ile ilgili calışmalar, her ne kadar formal boyutta olmasa ve İslam Dunyasında da bu konudaki calışmalar yirminci yuzyılın ilk yarısına rastlıyorsa da, bu konudaki temel eserler arasında İbn Nedim’in el-Fihrist ve İbn Ebi Useybia’nın Uyun el-Enba fi Tabakat el-Etıbba adlı eserleri gosterilirken, Osmanlı’da yazılmış, ceşitli şuara tezkereleri, Taşkoprizade’nin Şekaik-i Nu’maniye2 adlı eseri (16. yy) ve ceşitli kişiler tarafından bu esere yapılmış zeyiller, Katip Celebi’nin Keşfi’-Zunun3 adlı eseri ornek olarak verilebilir. Daha gec donemlerde ise, Mehmed Sureyya’nın Sicill-i Osmani’si (H.1311) ve Bursalı Mehmed Tahir’in Osmanlı Muellifleri ornek olarak verilebilir. Yine bu paralelde olmak uzere, Salih Zeki de Asar-ı bakiye (İstanbul 1911) adlı eseriyle bu konudaki onculerden biridir. Ancak, bilim tarihinin eğitim ve oğretiminin başlangıc calışmalarının oncusu ve Cumhuriyetin ilanından sonra bu konuda en bilinen yazar Adnan Adıvar olup, gunumuzde hala onun Osmanlı Turklerinde İlim kitabı el kitabı olarak kullanılmaktadır. Ancak Turkiye’de bilim tarihinin bir disiplin olarak eğitim ve oğretiminin başlaması icin 1943’lere kadar beklemek gerekmiştir.
Yukarıda soz konusu ettiğimiz calışmalarda bunlardan ne kadarı gayesine uygun olarak yurutulmuştur, sorgulayalım. İlk adımda belki hic biri denilebilir. Cunku ele almış olduğumuz duşunurlerin eserlerinin hemen pek azında bilimsel bilgi on plandadır ve bilimsel bilginin nispeten on plana cıktığı calışmalar daha cok on dokuzuncu yuzyıl sonu ve yirminci yuzyıl başlarına rastlayan calışmalardır. Halbuki belli olculerde de olsa hemen hemen butun eserlerde tarihi bilgi verilmekte ve tarih yonteminin kullanıldığı gozlenmektedir. Dolayısıyla bu noktadan hareketle değerlendirdiğimizde, geniş acıdan bakmaya calışarak bir olcude de olsa Osmanlılarda yazılmış olan ve yukarıda adlarını verdiğimiz eserlere ve burada soz konusu etmediğimiz benzerlerine, bilim tarihinin ilk eserleri diye bakabiliriz.
Genellikle, Cumhuriyetin ilanı 29 Ekim 1923 ise de, genel olarak Yeni Turk devletinin kuruluşu 23 Nisan 1920 tarihiyle belirlenir. Mustafa Kemal Ataturk bu tarihten itibaren, ilkin yeni ulkenin siyasi yapısını şekillendirmeye calışmış; adım adım cumhuriyeti hazırlamıştır. Bu arada bilimle ilgili yapılanmanın da temellerini atmayı ihmal etmemiştir, cunku onun ilkesi “hayatta en hakiki murşid ilimdir”. Nitekim 22 Eylul 1924 tarihinde Samsun’daki İstiklal Ticaret Mektebi’ndeki konuşmasında şoyle soylemiştir:
Dunyada her şey icin maddiyat icin, maneviyat icin muvaffakiyet icin en hakiki yol gosterici ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında kılavuz aramak gaflettir, bilgisizliktir; doğru yoldan sapmadır.” 4


Ataturk bu konuşmasından cok once, henuz Cumhuriyet kurulmadan, 22 Ekim 1922’de Bursa’da yapmış olduğu bir toplantıda da duşuncelerini şoyle dile getirmektedir:

“Yurdumuzun en bayındır, en goz alıcı, en guzel yerlerini uc bucuk yıl kirli ayaklarıyla ciğneyen duşmanı mağlup eden zaferin sırrı nedir, bilir misiniz? Orduların sevk ve idaresinde bilim ve fen ilkelerinin kılavuz edinilmesidir... Milletimizin siyasi ve ictimai hayatı ile ulusumuzun duşunumsel eğitiminde yol gostericimiz bilim ve fen olacaktır. Turk milleti, Turk sanatı, Turk ekonomisi, Turk şiiri ile edebiyatı, okul sayesinde ve okulun vereceği bilim ve fen sayesinde butun olağanustu incelikleri ve guzellikleriyle oluşup, gelişecektir.”
Daha sonraki toplantılarda yapmış olduğu konuşmalarda da, Ataturk bilimin onemini vurgulamaya devam etmiştir. Bu bağlamda olmak uzere 26 Şubat 1923’de Salihli istasyonunda halka hitaben yaptığı konuşmasında, yukarıdaki goruşlerinden cok farklı olmayan, onları pekiştirir nitelikteki duşuncelerini dile getirmiş ve şunları soylemiştir:

“Memleketimizi kesinlikle koruyabilmek icin alınacak onlemlerin en onemlisi ve ilki bilim ve irfan olacaktır. İşte şurada gorduğum kucuk okullular bilim ve irfan ordusunu oluşturacaklardır.”


Cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra, bu konudaki goruş ve duşuncelerini daha hızlı bir şekilde uygulama alanına gecirmek isteyen Ataturk, 30 Ağustos 1924’de meşhur meydan savaşının yapıldığı yer olan Dumlupınar’da yapmış olduğu konuşmasında ise, bir ulkenin ozgur ve bağımsız olabilmesi icin ortaya koyduğu uygarlık urunleri olması gerektiğini belirterek, şoyle demektedir:

“Uygarlığın yeni buluşlarının ve fennin harikalarının cihanı değişmeden değişmeye surukleyip durduğu bir devirde yuzyılların eskittiği kohne zihniyetlerle, gecmişe kolece bağlılıkla varlığımızı devam ettirmemiz mumkun değildir.”


Nitekim, 1924’de İstanbul Darulfununun İstanbul Universitesi olarak yeniden şekillendiğini goruyoruz. Ancak, buyuk bir ihtimalle yuksek oğretimin o gunku durumu kendisini pek tatmin etmemiş olmalı ki, bu konuda yeni adımların atılmasını desteklemiş; hatta bizzat bu konuda onemli adımlar atılmasında onderlik etmiştir. Bu konu ile ilgili goruşleri, 1933 yılında Cumhuriyet Bayramında yapmış olduğu konuşmasında ozetlenerek aşağıda verilmektedir:

“Turk milletinin yurutmekte olduğu gelişme ve uygarlık yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale muspet bilimlerdir.”

Buraya kadar verilen alıntılardan da anlaşılabileceği gibi, Ataturk icin bilimin ve tekniğin bu ulkenin gelişmesinde ne derece onemli rolu olduğu konusundaki goruşlerini belirlemek mumkun olmaktadır. Sadece sozleri ile değil, yaptığı atılımlarla da, bu fikirlerini ne kadar gercekleştirmek istediğini ispatlamaktadır.

Ulu Onder Ataturk 1933 yılında Universite reformu ve daha sonra yuksek oğrenimdeki yapılanma hareketleri sırasında, bir taraftan mevcut yuksek eğitim ve oğretim kurumlarının ataletten kurtulması ve cağdaş bir seviyeye ulaşması icin onemli adımlar atarken, ve de bu bağlamda yeni birimler ve yeni ihtisas alanları oluşturulurken, bir taraftan da, yeni başkent Ankara’da yuksek oğrenim kurumlarının yapılanmasında on ayak olmuştur. Bu bağlamda şekillenen kurumlar arasında 1936 yılında, Turk kulturunun koklerini ve Turk dilinin kokeni ve gelişimini incelemek uzere kurulan D.T.C.F. ve 1946 yılında kurulan Ankara Universitesi ve bu oğretim kurumuna bağlı olarak kurulan Tıp ve Fen Fakultelerini verebiliriz. Boylece, ilk defa Ankara’da bir universite kurulmuş oluyordu.

Turkiye’de bilim tarihi ile ilgili olarak oğretim başlamadan once, İstanbul Universitesi’ndeki 1933 reformuna muteakip, yeniden yapılanmanın sonucu kurulan disiplinlerden birisi de Tıp Tarihidir. Bu disiplin bir olcude bilim tarihi calışmalarına zemin hazırlamıştır ve bu dalda eğitim veren rahmetli hocamız Suheyl Unver’dir (ol. 1987). Onun bu konuda yapmış olduğu calışmaları gormemezlikten gelemeyiz. Oncelikli olarak meslek tarihi ve bir olcude deontoloji şeklinde gelişen derslerinin yanı sıra, yoğun bir yayın faaliyeti olan Suheyl Unver hocamız, sadece tıp tarihi ile ilgili yayınları ile değil, aynı zamanda, bilim tarihi konusundaki calışmalarıyla da bu konuda onculuk etmiştir. Suheyl Unver iyi bir gozlemcidir; bulduğu her belgeyi dikkatle izlemiş; gorduğu her şeye bir tarihci gozu ile bakmıştır. Suheyl Unver Hocamız icin herhalde bircok olumlu değerlendirilmeler yapılabilir, ancak onun en bilinen ozelliği herhalde Turkiye’nin en verimli bilim adamı olmasıdır, cunku hemen her şeyin tarihi acıdan bir belge olduğunu duşunen hocamız, aynı zamanda en kolay yazabilen bir kişi idi.5 Ayrıca calışmalarını, coğu zaman resimleriyle suslemiştir. Ozellikle de yaptığı tezhiple de, sadece tıp tarihcisi olarak değil, sanat tarihi acısından da kultur tarihimizde ayrıcalıklı bir yere sahip olmuştur.
Onun yanında yetişen ve asistanı olarak gorev alan, sırasıyla, Bedii şehsuvaroğlu’nun, Emine Atabek’in, Nil Sarı’nın, Rengin Dramur’un, Mebrure Değer’in, Ayten Altıntaş’ın ve İstanbul Universitesi Tıp Fakultesi’nin Capa Tıp ve Cerrahpaşa Tıp Fakultesi şeklinde ayrılmasıyla oluşan birimlerden Capa Tıp Tarihi ve Deontoloji kursusunde Bedii Şehsuvaroğlu’nun yanında yetişen Ayşegul Demirhan Erdemir’in, Nuran Yıldırım’ın, ve daha sonra, yine Capa Tıp Fakultesine Almanya’daki eğitimini tamamlayarak gelmiş olan Arslan Terzioğlu’nun onemli katkıları olmuştur.

Genel olarak bir değerlendirme yapacak olursak, bu bilim adamlarının calışmalarının daha cok son donem Osmanlı tıbbı konusundaki calışmalar uzerinde yoğunlaştıklarını soylemek mumkundur.

Ankara’da ise 1946’da Tıp Fakultesinin kurulmasından sonra, İstanbul Universitesi Tıp Fakultesinde olduğu gibi, Tıp Tarihi dersleri verilmeye başlanmıştır. Burada ise rahmetli hocamız Feridun Nafiz Uzluk (ol. 1973) dersler vermiştir. O da Suheyl Unver gibi, bu disiplinin eğitim ve oğretimine onem vermiş ve bu konuda ceviri ve terkip niteliği taşıyan kitaplar yazmıştır. Feridun Nafiz Uzluk da, Suheyl Unver gibi, tıp tarihini basit bir meslek tarihi niteliğinde gormemiş; tıp tarihi ile ilgili gelişmeleri ele alırken, bir bilim tarihcisi gibi konuyu ele almış; bilim adamı ya da hekimin hayatı, eserleri, cevre koşullarını da goz onunde bulundurmuştur. Onun da bilim tarihi ile ilgili yayınları bulunmaktadır. Ayrıca, yine o da mumkun olduğunca tarihi belge ve eski eserleri toplamaya gayret gostermiş olup, bilhassa Selcuklu Tarihine ayrı bir ilgi duymuştur.

Ondan sonra, Tıp Tarihi kursusundeki elemanlar olarak Yaman Ors, Fuat Goksel ve Berna Arda onun bıraktığı yerden devam ettirmişlerdir. Onların calışmaları ise daha cok deontoloji ve tıbbi etik konusunda yoğunluk taşımıştır.

Bu arada, kurulan yeni fakulte ve acılan yeni universitelerde de tıp tarihi ve deontoloji bilim dalları ile eczacılık tarihi ihtisas dallarının acıldığını gormekteyiz. Bunlar arasında sırasıyla Ege Tıp Fakultesindeki Tıp Tarihi ve Deontoloji Ana Bilim Dalından soz edebiliriz. Buranın kurucusu ve halen hizmet veren Prof. Dr. Ali Haydar Bayat calışmalarını Osmanlı tıp ve kultur tarihi ağırlıklı olarak yurutmektedir. Ayrıca Ankara Universitesi Eczacılık Fakultesinde de Eczacılık Tarihi Ana Bilim Dalı, fakultenin kuruluşundan itibaren faaliyet gostermektedir. Burada halen Prof. Dr. Eriş Asil ve Prof. Dr. Sevgi Şar ve onların yeti.tirmi. olduğu elemanlar hizmet vermektedir.

Ayrıca GATA’da İlter Uzel tarafından kurulan Tıp Tarihi ve Deontoloji bilim Dalı’nın yanı sıra, Bursa’da Uludağ Universitesi Tıp Fakultesinde de kurulmuş olan Tıp Tarihi ve Deontoloji Ana Bilim Dalında, İstanbul Capa Tıp Fakultesinden yetişmiş olan Prof. Dr. Ayşegul Demirhan Erdemir, Adana, Cukurova Tıp Fakultesinde, Prof. Dr. İlter Uzel gorev yapmaktadır. Bunların yanı sıra, son olarak kurulan birimlerden biri olarak Hacettepe Universitesi Tıp Fakultesindeki Tıp Tarihi ve Deontoloji birimini zikredebiliriz (Erdem Aydın).

Aynı paralelde olmak uzere, Ankara Universitesine 1946 yılında bağlanan Veteriner Fakultesinde 1944 yılından itibaren veteriner tarihi dersleri verilmeye başlanmış, 1950 tarihinden itibaren de Veteriner Tarihi ve Deontoloji Kursusu kurulmuştur. Buradaki dersleri, daha sonra bu konuda bir birim kurulmasını sağlayan Nihal Erk vermiştir.7 Nihal Erk, ozellikle de kaynak eserler uzerindeki calışmalarıyla daha onceki tarihlerdeki veteriner hekimlikle ilgili calışmaları ortaya cıkarmaya calışmıştır. Kendisinden sonra bu gorevi Ferruh Dincer ustlenmiştir.

Buraya kadar ki calışmalar, daha cok bilim tarihinin kısımları diyebileceğimiz ve bilim tarihi calışmalarının deyim yerinde ise, yukarıda da belirtildiği gibi, hazırlık calışmaları niteliğindedir. İlk defa bilim tarihi derslerinin bu konuda ihtisas yapan bir kişi tarafından verilmeye başlanması icin Aydın Sayılı’nın Amerika’dan donmesini beklemek gerekmiştir.

Yukarıda da ifade etmiş olduğumuz gibi, Ataturk’un bilime verdiği onemin yanı sıra, tarihin onemi uzerinde durduğu da bilinen bir gercektir. Nitekim Turk Tarih Kurumu8 ve Turk Dil Kurumu’nu kurmak suretiyle bunu acık ve secik olarak gostermiştir. Onun icin bir ulkenin kulturu ve kulturun temel taşı olan dil ve tarihi cok buyuk onem taşır. Bu konudaki duşuncelerini D.T.C.F.’yi kurarak Turk dilinin koklerini ve gelişimini karşılaştırmalı olarak incelenmesini sağlayarak somutlaştırmış Tarih ve Macarca kursusunu kurarak da, karşılaştırmalı olarak Turk tarihinin incelenmesine onculuk yapmıştır. TTK ve TDK ile D.T.C.F.’nin akademik olarak birlikte calışmalarını ve Turk Dili ve tarihinin koklerini ortaya cıkarmalarını istemiştir.

İşte bu bağlamda olmak uzere, buyuk onder Ataturk iyi yetişmiş tarihcilerin olmasını ve bu gaye ile, Ankara Erkek Lisesinde (bugunku Ataturk Lisesi) sınavında hazır bulunduğu ve de cok beğendiği oğrenci Aydın Sayılı’nın iyi bir tarihci olmasını istemiştir. Aslında su muhendisi olmak isteyen Aydın Sayılı onun adına Amerika’da Harvard Universitesine George Sarton’un yanına gonderilmiştir. Boylece bu disiplinin kurucusu olan George Sarton’un oğrencisi olmuş ve bilim tarihi konusunda calışma olanağı elde etmiştir. Sonuc olarak, Aydın Sayılı, bu alanın dunyadaki temsilcisi olarak bilinen kişilerle de donem arkadaşı olma imkanını bulmuştur.

Burada kısaca bilim tarihinin Turkiye’deki kurucusu olan Aydın Sayılı’yı tanıtalım. Aydın Sayılı 1913’de İstanbul’da doğmuş; ilk ve orta oğrenimini ulkesinde tamamladıktan sonra, yukarıda da işaret edilmiş olduğu gibi, Ataturk’un onerisi uzerine devlet namına Harvard Universitesi’nde eğitimine devam etmiştir. Doktora calışmalarını George Sarton’un yanında tamamlayan Aydın Sayılı, aynı zamanda, bu alanda Dunya’da ilk doktora yapan kişi unvanını kazanmıştır. 1943 yılında ulkesine dondukten sonra, Aydın Sayılı D.T.C.F.’nin Felsefe Bolumunde oğretim elemanı olarak goreve başlamıştır. Onunla birlikte bilim tarihi dersleri Felsefe Bolumu ders programlarına girmiştir. Aydın Sayılı 1946’da docent, 1952’de profesor ve 1958 yılında ordunaryus unvanını kazanmıştır. Bilim Tarihi Kursusunun kurulması ise 1952 yılına rastlar. Uzun yıllar TTK uyeliği ve kuruluşundan olum yılı olan 1993’e kadar başkanlığını yuruttuğu AKM’deki hizmetleri dışında, iyi bir oğretim uyesi ve dunya capında bir araştırmacı olarak calışmalarını surdurmuştur. Aydın Sayılı 1957 yılında Uluslararası Bilim Akademisi uyeliğine secilmiştir. 1973 yılında Polonyalı meşhur astronom Kopernik konusundaki calışmaları dolayısıyla, Polonya hukumeti tarafından Kopernik madalyasına layık gorulmuştur. 1977’de TUBİTAK hizmet odulu almıştır; 1980’de UNESCO uluslararası yazar-editor komitesine secilmiş; 6 ciltlik Orta Asya Kultur Tarihi calışmalarında yazar olarak fiilen calışmıştır. 1990’da butun bu calışmaları goz onunde bulundurularak, UNESCO odulu almıştır. Ayrıca 1981 yılında İstanbul Universitesi tarafından ustun hizmet odulune layık gorulmuştur.

1983 yılında Ankara Universitesi D.T.C.F.’inden emekli olan Aydın Sayılı’nın konusuyla ilgili, daha cok birinci el kaynaklara dayalı olarak yaptığı değişik dillerde toplam yaklaşık 120 kitap ve makalesi bulunmaktadır.9

Onun belli başlı calışmaları arasında, Observatory in Islam (Ankara 1960) ayrı bir yer taşır. O, burada sadece İslam Dunyasında kurulmuş ve belli duzeyde bilimsel calışmalara olanak sağlamış olan gozlemevlerinden soz etmemiş, aynı zamanda, daha once yeterince aydınlatılmamış olan bazı konulara da acıklık getirmiştir. Orneğin Memun zamanında Şam’da kurulan Kasiyun Gozlemevi’nin yerinin belirlenmesi gibi. Ayrıca, Semerkant, Gazan Han, İstanbul gozlemevleri hakkında da burada ayrıntılı bilgi bulmamız mumkun olmaktadır. Dunya literaturunde konusunda yapılan nadir eserlerdendir.

Onun onemli calışmaları arasında yer alan Mısır ve Mezopotamyalılarda Matematik, Astronomi ve Tıp eseri de konusunda yazılmış temel eser niteliğindedir. Her ne kadar, bu kitap bir el kitabı niteliğini taşıyor ya da o gaye ile yazılmışsa da, konularda, ozellikle de matematikle ilgili verilen ayrıntı ona bir inceleme eseri niteliği kazandırmaktadır. Eserde, Mısır ve Mezopotamyalılarda matematik, astronomi ve tıp ile ilgili bilgi verilmektedir.

Ayrıca Ord. Prof. Dr. Aydın Sayılı’nın bazı monografi niteliğindeki kitapları ile belli konularda yoğunlaşmış ya da genel ve spesifik konulardaki bilim tarihi araştırmalarını veren makaleleri bulunmaktadır. Bu araştırmalar arasında en onemlilerinden birisi, hocamızın hayranlık duyduğu bilim adamı ve duşunur Beyruni’dir.

Bu calışmalarının yanı sıra, bilim-bilim tarihi-felsefe konularında yazılmış yazıları ile Ataturk’un bilimle ilgili duşunceleri hakkında yazıları da vardır. Bu yazılarına ilave olarak, Milli Eğitim Bakanlığında bir yarışmaya da katılmış olduğu Hayatta En Hakiki Murşid İlimdir adlı bir eseri de vardır. Bu kitabında hocamız Aydın Sayılı burada bize bilim anlayışını vermekte, bilim ve teknoloji arasında farklı belirlemektedir. Ona gore, bilim surekli ilerleyen, sistematik bir bilgi birikimidir. Teknoloji ise daha cok gunluk ihtiyaclara donuk olup, bilimsel bilginin bir nevi uygulamasıdır. Dolayısıyla, eğer bilimsel calışma olmaz, bilimsel bilgi ilerlemezse, teknoloji de ilerleyemez ve zaman icinde kendini tuketir. Bilimin ilerlemesi, teknolojiye yeni imkanlar hazırlar; ona gelişme olanağı sağlar.

Burada, Sayılı bilimin ilerlemesinin toplumun ilerlemesi ile paralel olduğunu vurgulamaktadır. Cunku bilim toplumu şekillendiren oğelerden belki de en onemlisidir. Bilim sayesindedir ki, insan uygar olabilir, cunku insan doğuştan uygar değildir; uygarlık tek tek başarılara sahnedir, halbuki kultur butun sahneyi doldurur, cunku dil, sanat, bilim, felsefe bir butunluk icinde şekillenir, ve bunların hepsinde gelişim ve değişim eğitim ve oğretimde atılacak dikkatli adımlar sayesinde gercekleşecektir.

Burada ilginc bir şekilde, gunumuzde yoğun bir şekilde gundeme gelen bilimde etik konusu da ele alınmaktadır. Aydın Sayılı’ya gore, bilim adamı etik kurallara dikkat etmelidir, yani bilim toplum icindir, ve bilim insanı goz onunde bulundurmalı; onu on planda dikkate almalıdır.

Aydın Sayılı calışmalarıyla gostermiştir ki, bilim tarihi disiplininde araştırma yapabilmek icin iki onemli nokta vardır:

1. Tarih yontemini cok iyi kavramak
2. Belli bir duzeyde bilimsel bilgiye sahip olmak.

Aydın Sayılı, araştırmaların ana kaynaklara dayalı olarak yapılması gerektiğini duşunur; kendi calışmalarında da bu hususa dikkat etmiştir. Bunun uygulamasının en guzel orneklerini onun makalelerinde gormek mumkundur. Orneğin İbn Sina’nın gorme konusunda, eski gorme teorisini kabul etmediğini, ve onun bu konuda daha cok İbn Heysem’in de desteklediği ışıklı ya da aydınlık ortamda gormenin mumkun olduğu teorisini benimsediği belirlenmektedir. Sayılı, bu saptamayı İbn Heysem ve İbn Sina’nın eserlerine dayanarak yapmıştır. Yine, İslam Dunyasındaki ilk hastanenin Turkler tarafından yaptırılmış olduğunu belgelere dayanarak gostermiştir.
Buna ilave olarak, yapılan araştırmanın aynı zamanda belli bir donemi ve belli bir konuyu icermesi gerekir. Orneğin Abdulhamid b. Turk’un cebir calışmaları gibi. Dolayısıyla yukarıda da belirtilmiş olduğu gibi, bilim tarihcisi, ele alıp, incelemiş olduğu konuda belli bir temel bilgiye sahip olmak zorundadır.

Onun acıkladığımız esaslara dayalı olarak yapmış olduğu calışmaları daha cok Turkler tarafından yapılmış calışmalar uzerinde yoğunlaşmıştır.

Onun asistanlarından olan Sevim Tekeli (doğum 1924-?) Bilim Tarihi Kursusunun ilk asistanıdır. Aydın Sayılı’nın bilim tarihi ile ilgili daha cok fizik, matematik, astronomi konuları uzerinde yoğunlaşmasına karşın, onun calışmaları daha cok astronomi ve de Osmanlılar uzerinde yoğunlaşmıştır. 1992 yılında emekli olan Prof. Dr. Sevim Tekeli, astronomi tarihi ile ilgili calışmalarının yanı sıra, Bizans bilimi ve Bizanslıların bilime katkısı olup olmadığı konusu ile ilgilenmiş ve aslında, zannedildiği gibi, Bizans’ın bilime pek de katkı yapmadığını ve Fatih’in İstanbul’u zaptettiği donemde Bizans’ta bazı muhtasar eserlerin dışında, bilim adına pek de calışma olmadığını, Batı kaynaklarına dayanarak gostermiştir.

Sonuc olarak diyoruz ki, cağdaş dunyayı yakalamaya calışan Turkiye’de bilim tarihinin kulturumuzun temellerini anlamamızda ve felsefe bilim ilişkisini kavramamızda onemli katkıları olacağı kesindir. Nitekim bunun farkında olan bilim ve duşun adamları bu disipline ilgi duymakta ve ozellikle de ilerleyen yaşlarında bu disipline doğru kayma eğilimi gostermektedir. Bunun en somut orneklerinden birisi, Cumhuriyet donemi meşhur matematikcilerimizden Cahit Arf’tir. Yine bir başka ornek olarak da Erdal İnonu’yu verebiliriz.

Nicin bilim tarihi onemlidir? Bilim tarihi bilimsel merakın doğmasına yardımcı olur. Aynı zamanda bilim tarihi bir ulkenin kulturunun objektif olarak değerlendirilmesinde en onemli olcuttur. Bilimin tarihteki ve halihazırdaki durumuna bakarak bir ulkenin gelişim sureci hakkında karar verebiliriz. Cunku kulturun bir kolu olan felsefe yoruma acık bir disiplindir. Aynı şekilde sanatda subjektif bir disiplindir. Kulturun bir başka kolu olan din ise dogmatik bir disiplin olup, bir ulkenin gelişim sureci hakkında değerlendirme yapmamıza olanak vermez. Bilim ise kesin sonuclarıyla toplumun nerede olduğunu; gelişip gelişmediğini acık ve secik olarak gosterir.


Dolayısıyla bilim tarihi tarihte nerede olduğumuzu ve yakın tarihte nereye geldiğimizi son derece acık olarak bize gosterir. Orneğin bundan 10 sene onceki bilimsel faaliyetler ne seviyede idi ve bugun hangi seviyededir. Baktığımız zaman aradaki fark bize bilim adına katettiğimiz yolu gosterecektir.

__________________