Ilk Caglarda Ilk insanlar, hayatin baslangici, doga, dogal olaylar (yagmur, kar, dolu, simsek, yildirim, gok gurultusu, zelzele, su taskinlari, vs.), ay, dunya, yildizlar, gunes, bulasici hastaliklar ve olum gibi kavramlar uzerinde fazlaca durmuslar, icinde bulundugu veya yakin iliskide olduklari toplumlarin torelerine gore bazi izahlar ve yorumlar yapmislar ve bunlara inanmislardir. Cozumleyemedikleri konularda, bunlari, insan veya doga ustu kuvvetlere, ilÂhlara, cinlere ve seytanlara veya mucizelere baglamislardir. Hastaliklar ve olumlerin, tanrilar veya insan ustu gucler tarafindan, yeryuzundeki kotu kisilere ceza olarak gonderildigine inanmislar ve bu inanclarini da yuzyillar boyu devam ettirmislerdir. Kotuluklerden ve kotu ruhlardan kurtulmak icin, bu insan ustu kuvvetlere tapilmasi, adak verilmesi korku ve saygi duyulmasi ve dua edilmesi, o devirlere ait dinsel kisiler tarafindan siki bir sekilde ogutlenirdi.Bu amaclari gerceklestirmek icin, ozel yerler, tapinaklar yapildigi gibi, tanrilarin gazabindan korunmak icin de cesitli hayvanlarin yani sira bazen insanlar da kurban edilirdi.
Yapilan arkeolojik kazilarda, kaya tabakalari arasinda bakteri fosillerine benzeyen olusumlara rastlandigi ve bunlarin milyonlarca yil oncesine ait oldugu bildirilmistir. Hatta, komur tabakalari icinde bakteri fosillerinin bulundugu Renault tarafindan da iddia edilmistir. Permian tabakalarinda rastlanilan dinozorlarin hastalikli kemiklerinin bakteriler tarafindan meydana getirilmis olacagina kuvvetle bakilmaktadir. Dinozorlardan ayri olarak, magara ayilari ve diger hayvanlarin fosillerindeki kemik bozukluklari ve eosen devrine ait uc tirnakli atlarda tesaduf edilen dis curuklerinin de mikrobial orijinli olabilecekleri ileri surulmustur.
Milattan Once 8000-7000 yillari arasinda Mezopotamya bolgesinde yasayan insanlarin hastaliklar, olumler ve bunlarin nedenleri hakkindaki bilgi ve gorusleri yok denecek kadar azdi. Bunlarin, insan ustu kuvvetler tarafindan olusturulduklarina inaniyorlar, bunlardan korkuyorlar ve bu duygularini da saygi ve tapinma tarzinda gosteriyorlardi. Zamanla, halk, bazi bitki ve hayvanlarin zehirleyici nitelikte olduklarini ve bir kisim bitkilerin de bazi hastaliklara iyi geldigini ogrenmis ve boylece, yenecek veya yenmeyecek, bitki ve meyveleri belirlemisler ve hastaliklarin sagaltiminda kullanilacak olanlari da saptamislardir. Ilkel yasantinin hukum surdugu bu donemde hayata, dogaya ve dogal olaylara insan ustu kuvvetlerin hakim olduguna inanilirdi.
Eski Misirlilar doneminde (MO. 3400-2450), yagmur sularini toplamak ve lagim sularini akitmak icin kanallar, arklar ve borular yapilmistir. Eski krallik devresinde baslayan bu tur calismalara yeni kralliklar doneminde de (MO. 1580-1200) devam edildigine rastlanilmaktadir. Bu tarihlerde bazi saglik kurallarinin konuldugu ve bunlara titizlikle uyuldugu papiruslerden anlasilmaktadir. En eski papirus olan Kuhn papirus 'unde (MO. 1900) kopeklerdeki paraziter hastaliklardan ve muhtemelen, sigirlardaki sigir vebasindan bahsedilmektedir. Bunlarin sagaltimi icin hayvanlarin kendi hallerine birakilmasi ve tutsu edilmeleri onerilmektedir. Smith papirus 'unde (MO.1700) yaralarin sagaltiminda taze etin, ve hemorajilerde koterizasyonun kullanilabilecegine dair bilgiler bulunmaktadir. Bu papirus, o devirlere ait bazi onemli tibbi bilgiler de vermektedir. Ebers papirus 'unde (MO. 1550), hastaliklarin esas nedenlerinin seytanlar oldugu ve hastaliklarin ancak sihir ve dualarla giderilebilecegi belirtilmektedir. Bazi hastaliklarin tedavisinde sinek ve timsah pisliklerinin ve farelerin yararli olacagina da inaniliyordu. Hayat solugunun da sag kulaktan ciktigi zannediliyordu. Heredot 'un eserlerinde, Misirlilarin tuzu antiseptik olarak kullandiklari belirtilmektedir. Elliot Smith tarafindan bulunan ve MO. 1000 yilina ait oldugu sanilan mumyalarda spinal tuberkulozise rastlandigi aciklanmistir.
Eski Yunanlilar donemi MO. 3400 yillarina kadar uzanmaktadir. Ancak, bu periyoda ait bilgiler pek yeterli degildir. MO. 1850-1400 yillarinda bazi saglik kurallarinin konuldugu, ventilasyona dikkat edildigi, ark ve kanallarin acildigi, mabetlerin ve yerlesim yerlerinin kaynak su ve agaclik yerlerde kurulmasina ozen gosterildigi anlasilmaktadir. Tababet ve tedavinin kurucusu veya babasi sayilan Hipokrat (Hippocrates, MO. 460-377), halk sagligi ve hastaliklari konusunda 7 cilt kitap yazmis ve bunlarda sitma, lekeli humma, cicek, veba, sara ve akciger veremine ait bilgilere yer vermistir. Tip alanina deneysel yontem, gozlem ve arastirma prensiplerini getirmis olan Hipokrat, hastaliklari vucudun vital sivilarindaki bozukluklara baglamis ve hastaliklari akut, kronik, epidemik ve endemik olarak siniflandirmistir. Ayrica, yaralarin sagaltiminda kaynatilmis su ile irrigasyonu, operatorlerinin ellerini ve tirnaklarini temizlemelerini, yaralarin etrafina bazi ilaclarin surulmesi gerektigini de vurgulamistir. Bilgin, hastaliklarin topraktan cikan fena hava ile su, yildiz, ruzgarlarin yonu ve mevsimlerin etkisiyle olustuguna da inanmistir (miasmatik teori). Hipokrat, ayni zamanda, 4 element (ates, hava, su, toprak), 4 kalite (sicak, soguk, nem, kuru) ve vucudun 4 sivisi (kan, mukus, sari safra, siyah safra) uzerinde de bilgiler vermis, bunlari ve birbirleri ile olan iliskilerini aciklayan gorusler getirmistir. Senenin cesitli mevsimlerinde isinin ve nemin degismesinin hastaliklarin cikisinda onemli rol oynadigini da savunmustur. Aristo (Aristoteles, MO. 384-322), veba, lepra, verem, trahom ve uyuz hastaliklari ve bunlarin bulasma tarzlari hakkinda bazi aciklayici bilgiler vermistir. Ayrica, temasla bulasmaya da dikkati cekmis ve vebali hastalarin soluk havasinin bulasici oldugunu da belirtmistir. Empedokles (Empedocles, MO. 450-?), Sicilya'da batakliklarin kurutulmasinin malaryayi kontrol altina alacagina deginmis ve malarya ile batakliklar arasinda bir iliskinin varligini gozlemistir. Aristofan (Aristophanes, MO. 422-385) malarya ve bulasmasi hakkinda bilgiler vermistir. Zamanla, miasmatik gorus ve dusunus, yerini vucuttaki dogal delikler (porlar) teorisine birakmistir. Bunun taraftarlari arasinda, Eskulap (Esclepiades, MO. 124), Temison (Themison, MO. 143-23) ve Tesalus, (Thesallus, MS. 60) gibi dusunurler bulunmaktadir. Bu bilginler arasinda da bazi farkli goruslerin olmasina karsin, genelde birlestikleri ortak nokta, vucudun dogal delikleri arasindaki uyumun degismesinin hastalik ve olumlerin nedeni olacagidir. Galen (Gallenos, MS. 120-200), hastaliklarin nedenleri hakkinda daha ziyade, miasmatik goruse katilmis ve desteklemistir. Bilgin, Hipokrat 'in 4 sivi teorisini kabul etmekte, sivilarin azalmasi veya artmasini hastaliklarin nedeni olarak gostermekteydi. Galen, gozlemlerine gore, sahislari 4 gruba (kanli, flegmatik, safrali ve melankolik) ayirmistir. Galen, ayni zamanda, kan almanin bazi hastaliklarin sagaltimi icin yararli olacagini da dusunmustur.
Anadolu'da buyuk bir imparatorluk kuran Hititler (Etiler, MO. 2000) hastaliklarin ilahi kuvvetler tarafindan olusturulduguna inanirlardi.
Romalilar doneminde, su ve lagim kanallarinin yapildigi, temiz gida ve icme suyuna onem verildigi anlasilmaktadir.
Eski Ibraniler (MO. 1500), Babilliler’in hastaliklarin nedenleri ve olumler hakkindaki goruslerini, genellikle, benimsemislerdi. Bu donemde, hastaliklardan korunmak icin bazi kurallarin konuldugu ve adli tibba ait de bazi esaslarin saptandigi aciklanmaktadir. Ancak, Ibraniler arasinda, hastaliklarin gunahkÂr insanlara, ilÂhi kuvvetler tarafindan gonderildigi gorusu yaygindi. Liviticus 'un kitabinda, dogumdan sonra kadinlarin cok iyi temizlenmeleri gerektigine, menstrasyon hijyenine, bulasici hastaliklardan korunmaya, temiz olmayan esyalara dokunmamaya, izolasyon ve dezenfeksiyonun bazi hastaliklarin (veba, uyuz, antraks, sara, trahom, verem, frengi) kontrolunde gerekli olduguna dair bazi aciklamalar bulunmaktadir. Bu donemde, difteri, lepra, gonore ve diare bilinmekteydi. Musa peygamber (MO. 1300), zamaninda bazi saglik kurallari konulmussa da, bunlara sonradan uyulmamistir. Bu donemde, ozellikle, gida hijyenine onem verilmis, domuz eti, olmus hayvanin eti, deniz kabuklu hayvanlarin eti, kan ve yagin yenmemesi ogutlenmistir.
Hindular (MO. 1500) doneminde, Sanskrit'ler de, hastaliklarin nedenleri olarak seytanlar, cinler ve buyuculer gosterilmektedir. Buyuk kral Asoka (MO. 269-232) zamaninda hayvan hastanelerinin kuruldugu ve tarihi yazilarda tedavi ile iliskili bazi bilgilerin bulundugu aciklanmistir. Hindistan ve Seylan'da MS. 368'de, hastanelerin kuruldugu belirtilmektedir. Sustrata (MS. 500) dogal ve doga ustu olarak 120 hastalik bildirilmistir. Bu donemde, malaryanin sinekler tarafindan bulastirildigi bilinmekte ve farelerin de vebadan olduklerinde evlerin terk edilmesi geregine dikkat cekilmektedir. Sustrata, bunlarin yanisira, cocuk bakim ve hijyenine ait bilgiler de vermektedir. Sacteya adli sanskritte de insanlari cicege karsi asilamada kullanilan yontemler bildirilmektedir.
Eski Cin Medeniyeti (MO. 3000-2000) doneminde yazilan "Materia Medika" adli kitapta kan dolasimina ait bilgiler verilmekte, dolasimin kanin kontrolunde yapildigi, kanin surekli ve gunde bir defa dolastigi bildirilmektedir. Ayrica, kitapta, akupunktur ve nabiz hakkinda da bazi bilgilere yer verilmistir. Bu donemde, Cin'de frengi, gonore ve cicek hastaliklari bilinmekte ve bunlara karsi bazi onlemlerin de alinmakta oldugu belirtilmektedir. Milattan Sonra 2. asirda hashasin agri kesici olarak kullanildigi da zannedilmektedir. Wong Too (MS. 752), insan ve hayvanlarda rastlanilan hastaliklar ve bunlarin sagaltim yontemlerini "Dis Alemlerin Sirlari" adli eserinde 40 bolumluk bir yazida toplamistir. Konfucyus (MO. 571-479) doneminde kuduzun tanindigi ve bazi onlemlerin alindigi bilinmektedir. Eski Cin doneminde, hastaliklarin nedeni olarak, erkek ve olumsuz unsur olan Yang ile disi ve olumlu oge olan Yu 'nun arasindaki duzenin bozulmasina baglanmaktadir.
Milattan onceki donemlere ait olan Eski Japonya'da, hastaliklarin ilahi kuvvetler tarafindan insanlara ve hayvanlara gonderildigine inanilir ve bazi saglik kurallarina da dikkat edilirdi.
Eski Iran'da, hastaliklarin nedenleri ilahi ve buyusel kuvvetlere baglanmaktadir.Zerdust dinini temsil eden Avesta adli kitapta hastaliklara, hekimlere ve saglik kurallarina ait bolumler bulunmaktadir. Iyilik tanrisi olan Ahura Mazda ve karanliklarin ruhu (seytan) Ahirman kabul edilir ve bunlara saygi gosterilir ve dualar edilirdi.
Babil doneminde (MO. 768-626), saglik kurallarina dikkat edildigi, hastaliklari onlemek ve sagaltmak icin bazi ilaclarin kullanildigi, bu konulara deginen 800'den fazla tabletten anlasilmaktadir. Hastalari tedavide, ayin ve dualar edilir ve buyuler kullanilirdi. Zincir vurmak ve kamcilamak da dahil olmak uzere, insanlarin icindeki seytan ve kotu ruhlari cikarmak ve atmak icin 50'ye yakin care belirtilmekteydi. Hastalanan sahislarin cinlere ve seytanlara yakalanmasi tarzinda dusunulurdu. Bu donemde, lepranin bilindigi, bulasici oldugu ve hasta kisilerin ayrilmasi gerektigine de inanilirdi.
Milattan onceki Turklerde, insan ve hayvanlardaki hastaliklara ve jeolojik ve meteorolojik olaylar ile fena ruhlarin (Erklik) yol actigina inanilirdi. Iyi ruhlar ise insan ve hayvanlari korurlardi. Ulgen en buyuk tanriyi, Erklik de kotulukleri temsil ederdi. Samanlar, kotu ruhlarin yaptiklari fenaliklari ve hastaliklari onlerlerdi. Ruhlara inanma temeli uzerine kurulan Samanizm'de samanlar (ruhlarla iliski kurabilen dinsel kisiler), hastalari iyi etmek icin cesitli dualar okur, danslar yapar ve esyalari atesten gecirirlerdi.
Muslumanlik doneminde, insan ve hayvan hastaliklari hakkinda bir cok yazilar yazilmis ve gozlemler yapilmistir. Ilk hastanenin Sam'da MS. 707'de kurulmus oldugu aciklanmistir. Bagdat'da yasamis olan Ebubekir Mehmet bin Zekeria El Razi (MS. 854-925), yazdigi "Tip Ansiklopedisi'nde" cicek ile kizamik hastaliklarini tanimlamis ve bulasici hastaliklarin fermentasyona benzedigini bildirmistir. Buharali Ibni Sina (Avicenna, MS. 980-1038), bulasici hastaliklarin gozle gorulmeyen kurtcuklardan ileri geldigini ve korunmak icin temizligin onemli oldugunu vurgulamistir. Ayrica, yazdigi kitaplarda, bazi hastaliklari da (plorizi, verem, deri ve zuhrevi hastaliklar) tanimlamis ve korunmak icin de bazi ilac adlarini vermistir. Abu Marvan Ibn Zuhr (MS. 1094-1162), tip konusunda 6 cilt kitap yazmis ve bircok hastaliklari da (mediastinal tumor, perikarditis, tuberkulozis, uyuz, vs.) tarif etmistir. Ak Semsettin (MS. 1453), kitabinda malaryanin ayni bir bitki tohumu gibi, gorulmeyen bir etkeni oldugunu ve vucuda girdikten sonra uredigini aciklamistir.
02. Orta Cagda
Orta Cag doneminde de Hipokrat ve Galen'in gorusleri kabul gormus ve fazlaca taraftar toplamistir. Roger ve Roland (11. ve 12.asirlar arasinda) Salorno'da kurulan ilk bagimsiz medikal okulda calismislar, kanseri tanimlamislar, paraziter hastaliklarda civali bilesikleri kullanmislar ve irinin yaranin icinde meydana geldigini bildirmislerdir. Orta Cag doneminde, veba, lepra, erisipel, kolera, terleme hastaligi (muhtemelen influenza) ve frengi gibi hastaliklar oldukca fazla yaygindi. Milyondan fazla insanin bu hastaliklardan oldugu aciklanmistir. Venetian Hukumeti, infekte gemileri limanlara sokmamak icin bazi karantina onlemleri almis ve bir halk sagligi orgutu kurmustur (1348). Boccacio (1313-1375), yazdigi Dekameron (decameron) adli eserinde, oldurucu ve yaygin olan vebanin bulasmasi hakkinda ayrintili bilgiler vermistir. Bu donemde, sirke antiseptik olarak tavsiye ediliyordu.
03. Ronesans Doneminde
Ronesans Doneminde (1453-1600), bilimde ve ozellikle tip alaninda yeni gelismeler meydana gelmistir. Hastaliklarin nedenleri olarak gosterilen ilahi ve insanustu kuvvetlere inanisa ve miasmatik goruslere karsi cikilmaya baslandi. Deneylere, gozlemlere ve bu tarzdaki arastirmalara onem verildi. Paracelcus (1493-1541), hastaliklari 5 esas nedene (kozmik, gidalardaki zehirler, ay ve yildizlar tarafindan kontrol edilen dogal olaylar, ruh ve seytanlar, ilahi nedenler) baglamistir. Cicek, tifo, kizamik gibi hastaliklar 1493-1553 yillari arasinda oldukca yaygin ve oldurucu seyretmekteydi. Fracastorius (1478-1553), yayimlandigi kitabinda (1546), bulasici hastaliklarin jermler (Seminaria morbi) tarafindan saglamlara nakledildigi, bulasmada direkt temas, hastalarin esyasi ve havanin onemli oldugu uzerinde durmustur. Boylece, ilk defa jerm teorisi ortaya atilmis ve bulasmada da canli varliklarin (Contagium vivum) rol alabilecegi dusunulmustur. Fracastorius, ayrica, veba, frengi, tifo ve hayvanlardaki sap hastaligi uzerinde de bazi calismalar yapmistir. Bir sahisdan digerine gecen hastaliklarin, o sahisda da ayni veya benzer hastalik tablosu olusturdugu, Fracastorius'un gozlemleri arasinda yer almaktadir. Von Plenciz (1762), Fracastorius'un goruslerini benimseyerek, hastaliklarin gozle gorulemeyen kucuk canlilar araciligi ile bulasabilecegini ileri surmustur.
04. Mikroskobun Gelistirilmesi
Mikroskoplarin temelini olusturan ilk basit buyutecin Roger Bacon (1214-1294) tarafindan yapildigi ve bazi objelerin incelendigi bilinmektedir. Hollandali bir gozlukcu olan Zacharias Janssen 1590 yilinda, iki mercekten olusan basit bir buyutec yaparak, bazi objeleri 50x ve 100x buyutebilmistir. Cornelius Drebbel ve Hans'in da, 1590-1610 yillari arasinda benzer tarzda bazi buyutme aletleri gelistirdikleri aciklanmistir. Galileo Galilei (1564-1642), 1610 yilinda, Italya'da, bir tup icine yerlestirdigi bir seri mercekle, daha fazla buyutme gucu elde etmistir. Kepler, 1611'de, iki mercekten olusan bir buyutme aleti gelistirmistir. Petrus Borellus (1620-1689), yaptigi buyutecle uzaklari daha iyi gorebildigini aciklamistir. Robert Hooke (1635-1703) ve Nehemiah Grew gelistirdikleri buyutme aletleri ile (200x) bazi objeleri ve bitkileri incelediklerini aciklamislardir. Hooke, 1665'de, yayimladigi Micrographia adli eserinde yuksek organizmalarin ve flamentoz mantarlarin mikroskobik gorunumlerini cizmis ve bunlar hakkinda bilgiler vermistir. Athanasius Kircher (1602-1680), 32 defa buyutebilen aleti yardimi ile vebali hastalarin kaninda bazi kurtcuklari gordugunu iddia etmistir. Histolojinin kurucusu olarak taninan Italyan bilgin Marcello Malpighi (1628-1694), basit bir mikroskop yardimi ile akciger dokusunu incelemistir. Jan Swanmmerdan 1658'de, alyuvarlari mikroskopla incelemistir. Pierre Borrel (1620-1671), bakterileri gorebildigini iddia etmistir.
Hollandali bir tuccar ve amator bir mercek yapimcisi olan Antony van Leeuwenhoek (1632-1723), 200 defadan fazla buyutebilen ve iki metal arasina yerlestirilmis bikonveks mercekten olusan buyutme aleti ile yaptigi cesitli incelemelerde mikroskobik canlilar dunyasini bulmayi basarmistir. Bu nedenle kendisine mikrobiyolojinin kurucusu gozu ile bakilmistir. Yaptigi arastirmalar arasinda, kanal ve ark sularinda protozoa, bir gece bekletilmis yagmur sularinda bakteri, dis kiri, biber dekoksiyonu, mantar,yaprak, salamander kuyruk kan dolasimi, seminal sivi, idrar, gaita, vs., materyaller, esas konusunu olusturmustur. Ilk bakterileri 1676 yilinda gorerek, sekil ve hareketlerini izlemis ve sekillerini cizerek bu konuda hazirladigi 200'den fazla mektubunu Londra'daki "Phylosophical Transaction of the Royal Society" ye gondermis ve Ingilizce olarak yayimlanmasi saglanmistir. Bu mektuplarinda, ozellikle, dis kiri ve biber infusyonundan yaptigi muayenelerde milyonlarca kucuk canliya (hayvanciklara, animaculate) rastladigini da belirtmistir. Arastirici, ayni zamanda, bakterileri yuksek isida tuttugunda veya sirke ile muamele ettiginde olduklerini de belirtmistir.
Huygens, 1684'de, iki mercekli okuleri gelistirmistir. Chester Moor Hall ve John Dalland, 1773'de, birbirlerinden bagimsiz olarak, dispersiyonu duzelten mercekler gelistirdiklerini aciklamislardir. J.N. Lieberkuhn, 1739'da, A. van Leeuwenhoek'in mikroskobunu daha da gelistirmistir. Chevalier, 1824'de, mikroskopta bircok mercekleri bir araya getirerek basarili olarak kullanmistir. J.J. Lister, 1830'da, modern mikroskobun prensiplerini koymustur. Ernest Abbe (1840-1905), 1870'de, akromatik objektif ve kondansatoru yapmis ve kullanmistir. A. Abbe ve Carl Zeiss (1816-1866), apokromatik mercek sistemini bulmuslardir. Andrew Ross (1798-1853), 1843'de binokuler mikroskobu yapmistir. J.J. Woodvard, 1883-1884'de, mikroskop yardimi ile fotograf cekmeyi, Heimstadt, Carl Reichert (1851-1922) ve Lehmenn, ilk olarak fluoresans mikroskobu yapmayi basarmislardir. Louis de Broglie elektron mikroskobun esasini bulmustur. Max Knoll ve Ernst Ruska ilk elektron mikroskubu yapmislardir (1933).
05. Spontan Generasyon Teorisi (Abiyogenezis)
Uzun yillar, canlilarin kendiliginden meydana geldikleri gorusu, oldukca fazla bir taraftar bulmustu. Bunlara gore, canlilar, camurdan, dekompoze organik materyallerden, sicak sulardan ve benzer karakterleri gosteren durumlardan orijin almaktadir. Van Helmont (1477-1544), farelerin meydana gelebilmesi icin, toprak iceren bir tulbent icine bugday ve biraz da peynir konulduktan sonra ahir veya benzer bir yerde hic dokunulmadan uygun bir sure bekletilmesinin yeterli olacagini iddia etmistir. Ayrica, havada kalmis etlerde kurtcuklarin olusmasi da bu gorus icin destek kabul ediliyordu.
Francesco Redi (1626-1697), canlilarin bir onceki canlidan gelmekte oldugu gorusunu savunan ve bunu deneysel olarak gosteren ilk bilim adamidir. F. Redi, iki kavanoz icine et ve balik koyduktan sonra birinin agzini sikica baglamis ve digerini acik birakmistir. Deneme sonunda, agzi kapali olan kavanozdaki et ve balikta kurtcuklarin bulunmadigini, buna karsilik acik olanda ise kurtcuklarin varligini gostermistir. Tulbent uzerinde sinek kurtlarinin bulunmasina ragmen icinde olmamasi, kurtcuklarin sinekler tarafindan meydana getirildigi gorusunu de dogrulamistir. Arastirici, ayrica, kurtcuklardan sineklerin meydana gelisini de izlemistir. Boylece, etin belli bir sure icinde kurtcuklara donusu veya etin kurtcuk meydan getirmesi gorusu (spontan generasyon) golgelenmis ve reddedilmistir. Biyolog, sair ve lisanci F. Redi, 105 parazitin tanimini yapmistir. Bu gorusleri nedeniyle kilisenin zulmune ugramis, odun yiginlari uzerine konulmus ve kanaatini degistirmedigi icin de yakilmistir.
Louis Joblot (1647-1723), samani iyice kaynattiktan sonra ikiye ayirarak kavanozlara koymus, bunlardan birinin agzini iyice kapatmis digerini ise acik birakmistir. Acik olan kavanozda birkac gun sonra mikroorganizmalarin uredigini buna karsilik, kapali olanda ise boyle bir seyin olusmadigini gozlemistir. Boylece, L. Joblot, bir kere ve iyice kaynatilarak her turlu canlidan arindirilmis bir ortamda, yeniden bir canlinin olusamadigi ve canlilarin kendiliginden meydana gelemeyecegini ispatlamistir. Bu da, F. Redi gibi, dekompoze hayvan ve bitki materyallerininin kendiliginden bir canli olusturma yetenegine sahip olamayacagi gorusunu benimseyerek, abiyogenezis teorisinin olanaksiz oldugunu kanitlamistir.
John Needham (1713-1781), yaptigi denemede, isitilmis ve agzi kapatilmis et suyu iceren bir kavanozda bir sure sonra canlilarin uredigini gozlemis ve benzer durumu isitilmamis ve agzi kapali olan kavanozda da saptamistir. Bu arastirmasina gore, J. Needham, spontan generasyon gorusune katilmis ve desteklemistir. Buna gore, isitilarak tahrip edilen mikroorganizmalar sonradan yeniden hayatiyet kazanarak kendiliginden olusmuslardir. Hayvansal dokularin "vejetatif veya vital kuvvetleri" olduklarina ve cansiz materyalleri canli hale getirebilecegine de inanmistir. Bu gorus, bir naturalist olan Buffon tarafindan da dogrulanarak kabul gormustur.
Lazzaro Spallanzani (1729-1799), yaptigi bir seri deneme sonunda, J. Needham'in calismalarini ve gorusunu reddetmis ve isitmanin yeterli derece ve surede yapilmadigini ileri surmustur. L. Spallanzani, isitmanin yeterli derece ve surede yapildiktan ve agizlarinin, mantar yerine, atesle ve hava girmeyecek derecede kapatilmasi halinde herhangi bir animakulatin meydana gelmeyecegini aciklamistir. Needham, bu goruse karsi olarak, uzun sure kaynatmanin organik maddelerdeki "vejetatif veya vital kuvvetleri" yok edecegini ve spontan jenerasyon icin gerekli olan gucleri ortadan kaldiracagini belirtmistir. Buna karsi, Spallanzani verdigi yanitta, ayni sure kaynatilmis et suyu veya saman enfusyonunun agzi acik birakilirsa belli bir sure sonra icinde tekrar animakulatlarin meydana gelecegini belirtmistir.
Lavoisier, 1775 yilinda yaptigi denemelerde havada oksijenin varligini saptamis ve bunun yasam icin gerekli oldugunu vurgulayarak, spontan jenerasyon teorisinin dogrulugunu iddia etmistir. Arastirici, kaynatmakla siselerin icindeki oksijenin disari ciktigini buna bagli olarak da et suyu veya saman infusyonunda canlilarin olusmadigini da savunmustur.
Schulze ve Schwann, Lavoisier'in oksijeni bulmasindan yaklasik 61 yil sonra, yaptiklari bir seri calismada, eger hava sulfurik asit veya potasyum hidroksit solusyonundan (Schulze, 1836) veya cok sicak bir cam tupten (Schwann, 1837) gecirildikten sonra et suyuna veya saman infusyonuna gelirse herhangi bir mikroorganizmanin uremedigini gozlemlemislerdir. Ancak, bu denemeye karsi cikanlar, havanin bu tarz isleme tabi tutulmasinin havadaki hayat jermlerinin asitten veya sicak cam tupten gecerken tahrip olacaklarini ve boylece abiyogenezis'in olusamayacagini savunmuslardir. Schwann, ayrica oksijenin yalniz olarak, ortamda mikroorganizmalarin olusmalarina veya uremelerine yeterli olamayacagini da aciklamistir.
Schroder ve von Dush, 1854 ile 1861 yillari arasinda, Schulze ve Schwann'in arastirmalarina bazi yenilikler ilave etmislerdir. Soyle ki, bunlar havayi asit veya isitilmis tupten gecirmek yerine, pamuktan gecirerek et suyu veya saman infusyonuna vermisler. Deneme sonunda, ortamda herhangi bir animakulata rastlamadiklarini aciklamislardir. Bu deneme ile , hem pamugun mikroplari tutabilecegini ve hem de asit veya sicak havanin animakulat olusmasina zararli bir etkisi olmadigini da gostermislerdir. Ancak, bazilari, havadaki tozlarda bulunan bazi canlilarin, havanin asit veya alkaliden veya pamuktan gecirilisi sirasinda tutulacagini iddia etmislerdir. Sonralari, pamukta da mikroorganizmalarin bulunabilecegi ortaya konulmustur.
John Tyndall (1820-1893), on tarafinda cam bulunan agactan bir kultur kutusu hazirlamis ve iki yan tarafina camdan kucuk pencereler yerlestirmis ve tozlari tutmasi icin de , kutunun ic yuzu gliserinle sivamistir. Yandaki kucuk camdan gonderilen isik (isinlari) yardimi ile kutunun icinde tozlarin bulunmadigi saptanmis ve optikal olarak temiz bulunmustur. Sonra kutu icindeki tuplere pipetle steril besiyerleri konmus ve tupler alttan isitilarak steril hale getirilmistir. Tupler icindeki besiyerleri oda sicaklik derecesine kadar ilitildiktan sonra besiyerlerinin steril olarak kaldiklarini gozlemlemistir. Bu denemenin sonucuna gore, toz icermeyen havanin mikropsuz olacagi gorusune varilmistir. Tyndall, yaptigi bir seri calismada, mikroorganizmalarin iki formunun olabilecegine dikkati cekmistir. Termolabil (vejetatif formlar) ve termostabil (sporlu mikroorganizmalar). Fraksiyone sterilizasyonla sivilarin mikroorganizmalardan arindirilmasinin mumkun olabilecegini de saptayarak kendi adi ile anilan Tindalizasyon (Tyndallization, fraksiyone sterilizasyon) yontemini bulmustur.
06. Hastaliklarda Jerm Teorisi
Mikroorganizmalarin bulunmasindan sonra, spontan jenerasyon (abiyogenezis) teorisi, yavas yavas yerini, bir canlinin diger canlidan tureyebilecegi (biyogenezis) gorusune birakmistir.
Viyanali bir doktor olan Marcus Antonius von Plenciz, 1792'de, "Hastaliklarda Jerm Teorisi" adi altinda yayimladigi bir eserinde konu uzerinde goruslerini aciklamis ve her hastaligin kendine ozgu gorulmeyen bir nedeni olduguna dikkati cekmistir.
Louis Pasteur (1822-1895), kuduz, tavuk kolerasi ve antraks hastaliklari uzerinde bazi arastirmalar (korunma ve asilama) yapmis ve ayrica sarap ve biranin maya hucreleri tarafindan fermente edildigini de (fermentasyon) saptamistir. Bunlarin yani sira, optimal kosullarin disinda uretilmeye calisilan mikroorganizmalalar da bazi degismelerin meydana gelebilecegini, ozellikle, virulensde olusan varyasyonlarin, asilama ile koruyucu etki gostereceklerini saptamistir. Pasteur, 1879-1880 yillari arasinda, hayvanlardaki antraks hastaligina karsi hazirladigi iki attenue susla (Pasteur-1 ve -2) bagisiklik elde etmis ve koyunlari bu hastaliktan korumustur. Bu calismalarin yani sira, 1885'de, kendi yontemi ile virus fiksli tavsan omuriligini bir desikatore uygun bir sure (8-14 gun) koyarak kurutmus ve boylece hazirladigi asi ile korunmanin mumkun olabilecegini ortaya koymustur. Bu konu uzerinde de Paris'te bir konferans vermistir. Fermentasyon uzerindeki calismalari sonunda da, Pasteur asagidaki esaslari ortaya koymustur:
1) Bira veya sarapta meydana gelen her degisme, bunlari fermente eden veya bozan mikroorganizmalar tarafindan ileri gelmektedir.
2) Fermente eden etkenler, hava, kullanilan alet ve maddelerden gelmektedirler.
3) Bira veya sarap herhangi bir mikroorganizma icermezse, hic bir degisiklige ugramaz.
Pasteur, yaptigi calismalarin sonucuna gore, kendi adi ile anilan pastorizasyonun esasini da kurmustur.
Bir Ingiliz cerrahi olan Joseph Lister (1827-1912), Pasteur 'un prensiplerini cerrahiye uygulamistir. Operasyonlarda dezenfektan bir maddeye (asit fenik) batirilmis sargilar kullanarak infeksiyonun onune gecmistir. Boylece, Lister cerrahide, antiseptiklerin onemini ve antisepsinin yerini ortaya koymustur (1852).
Schoenlein, 1839'da, deri hastaliklarindan olan favus ve pamukcuk'un mantarlardan ileri geldigini saptamistir.
Edwin Klebs (1834-1913), Loffler ile birlikte difteri hastaliginin etkenini izole etmeyi basarmislardir. Bilim adami, bunun yanisira, travmatik infeksiyonlar, malarya ve kursun yaralari uzerinde de bazi faydali calismalar yapmistir. Hayvanlarda da, deneysel olarak, ilk tuberkulozis lezyonlarini olusturmayi basarmistir.
Karl Joseph Eberth (1835-1926), insanlarda tehlikeli bir hastalik olan tifonun etkenini (Eberthella typhosa) bulmustur.
Robert Koch (1843-1910), mikroorganizmalari saf uretebilmek icin kati besiyerlerini gelistirmis ve karisik kulturlerden saf kulturler elde etmeyi basarmistir. Boylece, bakteriyolojiye yeni teknikler getirmistir. Koch, ayni zamanda, hastaliklar uzerinde de bazi kriterler ortaya koymustur. Bunlar da "Koch postulatlari" olarak bilinmektedir.
1) Hastaliklar spesifik etkenler tarafindan olusturulurlar,
2) Etkenler izole edilmeli ve saf kulturler halinde uretilmelidir,
3) Duyarli saglam deneme hayvanlarina verildiklerinde hastalik olusturabilmeli ve
4) Tekrar saf kulturler halinde uretilebilmelidirler.
Bu 4 gorus uzun yillar gecerliligini korumustur. Koch, mikroorganizmalari anilin boyalari ile boyama yontemlerini de gelistirmis ve bakteriyoloji alaninda uygulanabilir hale getirmistir. Antraks hastaliginin bulasma tarzini ve etkeninin sporlu oldugunu da saptayan Koch, 1882'de, tuberkulozis'in etkenini de izole edebilmis ve sonralari, tuberkulozlu hastalarin teshisinde cok yararlar saglayan bir biyolojik madde olan "Tuberkulin"i de hazirlamistir.
Otto Obermeier (1843-1873), 1873' de, Borrelia recurrentis 'i bulmustur. Karl Weigert (1845-1904) bakterileri boyamada anilin boyalarini kullanmistir. B. Bang (1848-1932), sigirlarda yavru atimlarina yol acan hastaligin etkenini (Brucella abortus) bulmustur. Agostino Bassi, 1835' de, ipek bocegi hastaligini aciklamis ve bunun kontak ve gida ile bulastigini gostermistir. George Gaffky (1850-1918), tifonun etkenini (E. typhosa) saf kulturler halinde uretmis ve tifonun etiyolojisini aciklamistir. John Snow, 1839'da, epidemik koleranin sulardan bulastigina dikkati cekmistir. William Welch (1850-1939), 1892'de, gazli kangrenin etkenini (C. welchii) ve Hansen'de 1874'de, lepra hastaliginin etkenini (Hansen basili, M. johnei) tanimlamislardir. Nicolaier, 1885'de, topraktan tetanoz mikrobunu izole etmis ve hastaligi hayvanlarda deneysel olarak meydana getirmistir K. Shige, 1898'de, dizanteri basilini bulmus M.leprae'nin de kulturu uzerinde calismalar yapmistir. Friedrich Loffler (1852-1915), Koch ile birlikte difteri basilini uretmeye calismislar ve 1884'de saf kulturler halinde uretebilmislerdir. W. Loffler, 1882'de, domuz erisipel etkenini bulmustur. David Bruce (1855-1931), malta hummasinin, nagana hastaliginin ve uyku hastaliginin etkenlerini bulmus ve uyku hastaliginin cece sinegi ile bulastigini da ortaya koymustur. Ronald Ross (1857-1923), 1896'da, Plasmodium malaria 'nin yasam tarzini saptamis ve bunu aydinlatmistir. Theobald Smith (1859-1934), Texas sigir hummasinin kene ile nakledildigini saptamistir. Albert Neisser (1885-1916), insanlarda gonore'nin etkeni olan gonokok'lari bulmustur. Hideye Noguchi (1878-1928), kultur teknikleri ve hayvan zehirleri uzerinde calismalar yapmistir. Treponema pallidum 'u da saf kulturler halinde uretmistir.
07. Virolojinin Tarihcesi
Bakteriler uzerinde yapilan calismalardan sonra, nedenleri saptanamayan bir cok hastaliklar konusunda da yogun arastirmalar yapilmaya baslanmistir. Bakterileri gecirmeyen filtrelerin bulunmasi, bu yondeki incelemeleri daha kolay hale getirmistir. Pasteur, Berkefeld ve Chamberland kendi adlari ile taninan ve bakterileri tutan filtreleri yapmayi basarmislardir. Iwanowski, 1892'de, ilk defa tutun mozaik virusunu bulmustur. Yine ayni yillarda, Loffler ve Frosch, sigirlarda onemli hastaliklara yol acan sap virusunun filtreleri gectigini saptamislardir. Nicolle ve Adil Bey, 1899'da, sigir Vebasi virusunun filtreleri gecebildigini aciklamislardir. Tword, 1915'de, Ingiltere'de ve d'Herelle, 1917'de, Fransa'da bakteriyofajlari bulmuslar ve bunlarin suzgecleri gectiklerini gostermislerdir. W. Reed ve ark.1901'de, insanlarda sari humma (Yellow fever) hastaligi etkeninin filtreleri gectiklerini kanitlamislardir.
08. Immunolojinin Tarihcesi
Insan ve hayvanlari hastaliklardan koruma calismalari cok oncelere kadar uzanmaktadir. Bu yondeki ilk adimi, bir Ingiliz olan, Edward Jenner (1749-1823) atmistir. Bagisikligin kurucusu olarak tanilan arastirici, sigir cicegi alan bir sahsin, insan cicegine karsi bagisik olacagini ve hastalanmayacagini gostermis ve asilama ile immunitenin elde edilebilecegi gorusunu yerlestirmistir. Pasteur de ayni tarzda, hazirladigi bircok asilarla (tavuk kolerasi, koyun antraksi ve kuduza karsi yaptigi asilar) ve bunlarla elde ettigi bagisiklik o devir icin cok onemli buluslar arasindadir. Emil Roux ve Alexander Yersen, 1888'de, difteri toksinini bulduktan sonra, Emil Von Behring de difteriye karsi antitoksin elde etmeyi basarmistir. August Von Wassermann (1886-1925), frenginin teshisinde Bordet Gengou, fenomenini uygulamis ve kendi adi ile bilinen Wassermann reaksiyonunu ortaya koymustur. Nuttal, 1888'de, hayvanlarin kaninda B. anthracis icin bakterisidal etkiye sahip maddelerin bulundugunu saptamistir. Paul Ehrlich (1854-1916) ve Bordet bagisikligin humoral ve Elie Metschnikoff (1845-1916) da hucresel (fagositoz) yonlerini aciklamis ve bunlarin onemi uzerinde durmuslardir. Jules Bordet (1871-1962) ve Gengou ile birlikte komplement fikzasyon reaksiyonunu bildirmislerdir. Albert Calmette (1868-1933) ve Guerin ile birlikte BCG 'yi hazirlamislardir. H. Durham ve Max Gruber, 1896'da, mikroorganizmalarin spesifik antiserumlar tarafindan aglutine olduklarini gostermislerdir.
09. Mikolojinin Tarihcesi
Mantarlarin varliginin taninmasi cok eski zamanlara (Devonian ve Prekambium) kadar uzanmaktadir.Bitkiler uzerinde mantarlarin uredigini ve bazi zararlara neden olduguna ait ilk bilgileri Vedas (MO. 1200) vermektedir.
Romalilar zamaninda, depolarda saklanan danelerde ve tahillarda mantarlarin uredigini Pliny (MS. 23-79) bildirmektedir. Yine bu donemlerde, mantarlara ait bazi resimlerin cizildigi, Pompei'deki kazilardan anlasilmaktadir. Loncier, cavdar mahmuzunu (Claviceps purpurae mantarinin sklerotiumu) taniyan ve bunun morfolojik ozellikleri hakkinda bilgi veren kisi olarak taninmaktadir (1582). Clusius (1526-1609), mantarlar uzerinde arastirmalar yapmis ve elde ettigi bilgileri 28 sayfalik bir monograf icinde yayimlamistir.
Gaspard Bauhin (1560-1624), mantar uzerinde arastirmalar yapmis ve hazirladigi "Pinax Theatri Botanici" adli eserinde 100 kadar mantarin ozelliklerini bildirmistir (1623). Marcello Malpighi (1628-1694), Rhizopus, Mucor, Penicillium ve Botrytis gibi bazi mantarlar uzerinde arastirmalar yapmis ve bunlara iliskin ozlu bilgiler vermistir (1679). Van Sterbeeck (1630-1693), yenilebilen mantarlarla zehirli olanlar arasinda ayrimlari belirtmeye calismis ve bu konudaki goruslerini yayimlamistir.
Hooke (1635-1703), mantarlar uzerinde bircok arastirmalar yapmis ve bunlari "Micrographia" adli yapitinda resimleyerek Royal Society 'ye sunmustur. Arastirici, ozellikle, iki mantar uzerinde (Phragmidium ve Mucor) incelemeler yapmis, bunlarin bitki olduklarina ve bitkilerden orijin aldiklarina inanmistir (1667).
Tournefort (1656-1708), cesitli mantarlar ve likenler uzerinde incelemeler yaparak bunlari, morfolojik ve diger karakterlerine dayanarak, 6 gruba (1-Fungus, 2-Boletus, 3-Agaricus, 4-Lycoperdon, 5-Coralloides, 6-Tubira) ayirmis ve "Element de Botanique" adli eserinde yayimlamistir (1694). Sebastian Vaillant (1669-1750), mantarlar uzerinde ayrintili calismalar yapmis, bazilarini alfabetik olarak klasifiye etmis, onemli gorduklerinin de resimlerini cizmis ve "Botanicon Parisiense" adli kitabinda aciklamistir (1727).
Antonio Micheli (1679-1737), mantarlar uzerinde yaptigi inceleme ve arastirmalari grup isimlerinden yararlanarak siniflandirmis (Clavaria, Clathrus, Geaster, Lycoperdon, Phallus, Tuber gibi) ve bunlari "Nova Genera Plantarum" adli eserde yayimlamistir (1729). Arastiricinin, cizdigi resimler ve verdigi bilgilere dayanarak spesifik identifikasyon yapilabilir. Bu eserin cok degerli oldugu ve mantarlarin ayrimlarinda bazi onemli anahtarlari acikladigi bildirilmektedir. Kendisinin yaptigi ozel klasifikasyonda bazi buyuk mantarlara ozel yer vermis ve bunlari Fungi lamellati (Agaricaceae), Fungi porosi (Polyporaceae) ve Fungi romosi (Clavariaceae) diye 3 gruba ayirmistir. Botrys ve Rhizopus gibi bazi mantarlari da saf kulturler halinde uretmistir.
Carl Von Linne (Linneaus, 1707-1778), bir botanikci olan bu arastirici, kendi yaptigi klasifikasyon icinde mantarlari "Species Plantarum" adli yapitinda "Cyrptogamia Fungi" sinifinda toplamis ve Agaricus, Boletus, gibi bazi generik isimler de kullanmistir. (l753). Gleditsch (l7l4-l786), mantarlarin sporlari ve sporulasyon ozellikleri uzerinde arastirma ve incelemeler yapmis ve bu karakterlerine gore mantarlari 2 ana bolume ayirmistir.
Builliard, Discomycetes, Pyrenomycetes, Mucorales ve Mycetozoa 'lar uzerinde arastirmalar yapmis ve bulgularini "Champignon de France" de yayimlamistir (l79l). Hendrik Persoon (l76l-l836), mantarlara iliskin incelemelerini, taksonomik bir yapit olan "Synopsis Methodica Fungorum" da toplamistir (l80l). Ayrica kendisinin 3 volum halinde olan, l822 ve l828 yillarinda yayimlanan "Mycologia Europaea" adli calismalari da vardir. Arastirici, mantarlari 2 sinif, 6 ordo ve 71 genusa ayirarak bir klasifikasyon yapmistir.
Schweinitz (l780-l834), Kuzey Amerika'da, North Carolina eyaletinde 3000 ve Pennsylvania'da da l200 mantar toplayarak incelemis ve bunlari "Synopsis Fungorum Carolina Superioris ve Synopsis Fungorum in America Boreali Medico Degantium" adli yayinlarda aciklamistir. Elias Fries (1794-1878), bugunku mantarlar sistematiginin esasini kurmus ve Isvec'de de mantar klasifikasyonu ile bir fonun kurulmasinda onderlik etmis olan arastirici calismalarini "Systema Mycologicum" adli eserde toplamistir.
Josef Cordo (l809-l849)' nun, mantarlar uzerindeki calismalarini 6 cilt halinde olan "Icones Fungorum Hucusque Cognitorum" adi altinda yayimlanmistir. Anton de Bary (1831-1888), mantarlarin yasam donemleri uzerinde incelemeler yaparak bir cok kapali noktalari aydinliga kavusturmustur. Mycetozoa 'nin yasam siklusunu donemini 1859'da aciklamistir. Harton Peck (1833-1917) de 2500 tur mantar uzerinde calismistir.
Andrea Saccardo (1845-1920), mantarlar uzerinde 1880 yilina kadar yapilmis inceleme ve arastirmalari, 25 cilt halinde olan ve ilki 1882'de yayimlanan "Sylloge Fungorum" adli eserde toplamistir. Son cilt, olumunden sonra 1931'de yayimlanmistir. Bu calismalarda, 80.000 mantar turu bildirilmistir.
Tulasne'nin guzel resimlerle suslenmis olan "Selecta Fungorum Carpologia" adli eseri 1861-1865 yillari arasinda ve 3 cilt halinde basilmistir. Bunlardan sonra bir cok arastirici, mantarlar uzerinde cok degerli calismalar yapmis ve bunlari siniflandirmaya calismislardir. Patouillard, Quelet, Cooke (1871-1883), Massee (1892-1895), Bresadola (1927-1932), ayrica, Engler, Prantl, Rabenhorst, Sydows, Oudemans, Seymour, gibi arastiricilar da mantarlar uzerinde inceleme ve calismalar yapmislardir.
Mantarlar, bitkilerde oldugu gibi, insan ve hayvanlarda da cesitli hastaliklara (mycoses) neden olurlar. Mantarlarin bitkilerde hastalik olusturduguna dair bircok yayinlar vardir (Fontana (1767), Prevot (1807), Berkeley (1832), Kuhn (1858), de Bary (1866), Hartig (1874), Woronin (1878), Whetzel (1918). Lafar, mayalarin endustride kullanilmalari hakkinda, "Technische Mykologie (1904)" adli yayinda bilgi vermistir.
Baliklarda (sazanlarda) Saprolegnia turu mantarlardan ileri gelen infeksiyonlar hakkindaki bilgilere, 1748 yilinda yayimlanan "Transactions of the Royal Society" adli bilimsel dergide rastlanmaktadir. Richard Owen (1804-1892), Avian Aspergillosis uzerinde calismalar yapmis ve bulgularini nesretmistir (1832). Agostina Bassi (1773-1856), ipek boceklerindeki mantar hastaliklari uzerinde calismalar yapmis ve bulgularini bir monografta ayrintili olarak aciklamistir (1837). Berg (1806-1887), insanlardaki Candida albicans infeksiyonlari uzerinde arastirmalar yapmis ve bulgularini yayimlamistir. David Gruby (1810-1898), insanlardaki Dermatophyt infeksiyonlari ile ilgilenmis ve bunlara ait bir rapor duzenlemistir. Sabouraud (1864-1938), medikal mikoloji uzerinde cok degerli calismalar yapmis ve bu konuda da bir kitap yayimlamistir (1910).
Bugun mantarlarin cesitli yonlerini (morfolojik, fizyolojik, biyokimyasal ozellikleri ve antijenik yapilari, patojeniteleri epidemiyolojileri ve diger karakterleri) aciklayan cok degerli arastirmalar yapilmakta ve henuz kesinlik kazanmamis veya tam olarak bilinmeyen yonleri aydinlatilmaya calisilmaktadir.
10. Mikrobiyoloji Alaninda Nobel Odulu Kazanan Bilim Adamlari
1901 Emil Von Behring Difteri antitoksini ve serumlarla sagaltma yontemleri
1902 Sir Ronald Ross Malarya uzerinde arastirmalar
1905 Robert Koch Verem etkeninin bulunmasi ve verem uzerinde calismalar, bakteri kulturleri uzerine arastirmalar
1907 C.L.A Laveran Hastalik yapan protozoonlar
1908 Elie Metschnikoff Bagisikligin hucresel yonu ve fagositoz
1908 Paul Ehrlich Humoral bagisiklik
1913 C.Robert Richet Allerji ve anaflaksi
1919 Jules Bordet Bagisiklik ve komplement fikzasyon reaksiyonu
1928 C.J.H. Nicolle Tifusun naklinde bitlerin rolu
1930 Karl Landsteiner Insan kan guruplari uzerinde arastirmalar
1939 Gerhard Domagk Prontosilin bulunmasi ve antibakteriyel etkisi
1945 Sir Alexander Fleming, E.Boris Chain, Sir H.Walter Florey Penicilinin bulunmasi ve etkileri
1948 P.Hermann Muller DDT’nin bulunmasi.
1951 Max Theiler Yellow fever asisi uzerinde arastirmalar
1952 S.Abraham Waksman Streptomisinin bulunmasi
1954 J.Franklin Enders, Thomas H.Weller, Frederich C.Robbins Poliomiyelit virusu ve diger viruslarin hucre kulturlerinde uretilmeleri.
1958 Joshua Lederberg, George V.Beadle, Edward L.Tatum Mikrop genetigi
1960 Sir F.M.Burnet Transplante dokularin immunolojik kontrolleri.
1965 Andre Lwoff, Jacques Monod, Francois Jacob RNA’nin bulunmasi.
1966 Charles Huggins, Peyton Rous Kanser ve kanatli sarkomu uzerinde calismalar
1967 R.Granit, H.R.Hartlin, G.Wald Fotoreseptorlerin fonksiyonlari.
1968 R.W.Holley, H.Gobind, M.W. Nirenberg protein sentezinde genetik kodlarin calismasi.
1969 M.Delbruck, A.D.Hershey, E.Luria Bakteriyofajlarin hakkinda yayinlar
1970 J.Axelrod. S.Bernard Katz, Ulf von Euler, Earl W.Sutherland AMP’nin metabolizmadaki onemi
1971 E.Sutherland AMP’nin metabolizmadaki onemi
1972 Porter,R.R, Edelman,G.M Immunoglobulinler uzerinde sutrukturel calismalar.
1973 K.Von Frisch, K.Lorenz, N.Timbergen Evolusyon ve analoji uzerinde calismalar
1974 C.de duve, G.E.Palade Hucre anatomisi,sitokrom ve mitokondrialar hakkinda yayinlar
1975 D.Baltimore, R.Dulbeco, H.M. Temin RNA’ya bagli DNA polimerase uzerinde
1976 Baruch Blumberg Serum hepatiti.
1976 Daniel C.Gajdusek Latent virus hastaliklari
1977 Rosalyn Yellow Radio immunoloji uzerinde calismalar
1977 Andrew Schally, Roger Guillemin Uc ayri hormon serbest birakma faktorleri uzerinde arastirmalar
1978 N.O.Smith, D.Nathans, W. Arber Restriksiyon enzimlerinin bulunmasi ve bunlarin kullanilmasi
1980 B.Benarerraf, G.Snell, J.Dausset Histokompatibilite antijenlerinin bulunmasi
1980 P. Berg, W.Gilbert rekombinant DNA teknolojisinin gelismesi
1980 F.Sanger DNA sekans analizlerinin yapilmasi.
1982 A.Klug Kristalografik elektron mikroskobun gelismesi, virus yapisinin aydinlatilmasi
1984 C.Milstein, G.J.F.Kohler Monoklonal antikorlarin elde edilmesi.
1984 N.K.Jerne Immunolojide teorik calismalar
1986 E.Ruska Transmisyon elektron mikroskobunun gelismesi
1987 S.Tonegawa antikor cesitliliginin genetik prensipleri.
1988 J.Deisenhofer, R.Huber, H.Michel Bakteri membranlarnda fotosentetik reaksiyon merkezleri.
1988 G.Elion, G.Hitching Kanser, malarya ve viral infeksiyonlarin tedavisinde kullanilan ilaclarin gelistirilmesi
1989 J.M.Bishop, N.E.Varmus, S.Altman Onkogenlerin bulunmasi
1989 T.R.Cech Katalitik RNA’larin bulunmasi
1990 J.E.Murray Immunsupresif ajan kullanarak transplantasyon
1992 E.H.Fisher, E.G.Krebs Protein kinasenin bulunmasi
1993 R.J.Robets, P.A.Sharp DNA’nin farkli segmentlerindeki genler
1993 K.B.Mullis PCR’nin bulunmasi
1993 M.Smith Site directed mutagenezis
Turkiye 'de Mikrobiyolojinin Kurulmasi
Yurdumuzda mikrobiyoloji alanindaki ilk calismalar asi yapmakla baslamis ve buna da cicek hastaligi ve asi hazirlama cabalari onderlik etmistir. Bu yondeki aktiviteler, 1840 yilindan sonra giderek gelismis ve cicek asisi hazirlanarak basari ile kullanilmistir.
Pasteur 'un, Paris Tip Akademisi'nde, 27 Ekim 1885'de verdigi "Isirildiktan Sonra Kuduzdan Korunma" adli bildiri dunyada buyuk yankilar yarattiktan ve ayni teblig 31 Ekim 1885'de Istanbul'da yayimlandiktan sonra, kuduz uzerindeki calismalari yakindan izlemek amaci ile, Osmanli Hukumeti tarafindan, Tibbiye Mektebi Dahiliye Muallimi Dr. Aleksander Zoeros Pasa baskanliginda, Veteriner Hekim Huseyin Husnu ve Zooloji Muallimi Dr. Huseyin Remzi Beyler 'den olusan uc kisilik bir heyet, Pasteur 'un yanina Fransa'ya gonderildi (1886). Bu heyetle birlikte, Padisah Abdulhamid, Pasteur 'e verilmek uzere, bir nisan ve laboratuarina yardim icin 1000 altin gondermistir. Paris 'de Pasteur 'un yaninda 6 ay kalan ve kuduz hastaligi asisinin hazirlanmasi ve kullanilmasi konularindaki tum bilgileri ogrenen heyet, yurda dondukten sonra da bu hastalik uzerindeki "Daul-kelb Ameliyathanesi"nde asi yapimina baslamistir (1887). Vet. Hekim Huseyin Husnu ile Dr. Huseyin Remzi Beyler de, Pasteur ve Chamberland'in eserini "Mikrob Emrazi Sariye ve Sarboniyenin Vesaili Sirayeti ve Usulu Telkihiyesi" adi altinda tercume etmisler ve yayimlamislardir (1887). Ayrica, Dr. Remzi Bey, "Kuduz Illeti ve Tedavisi" adli 19 sayfalik bir brosur nesretmistir (1890).
Tip Mekteplerinde 1891'de okutulmaya baslanan bakteriyoloji dersi, Veteriner Mekteplerinde ancak 1893'den sonra ve Dr. Rifat Husamettin Bey tarafindan okutulmaya baslanmistir. Istanbul 'da 1893 'de, kolera vakalarinin cikmasi uzerine, onleyici tedbirlerin alinmasi ve hastaligin uzerinde gerekli arastirmalarin yapilmasi icin, Fransa'dan Dr. Andre Chantemesse getirildi. Istanbul'da 3 ay kadar kalarak kolera konusunda cok olumlu calismalar yapan bu kisiye, Rutbei Ula ile nisan verildi. Bu arada, Dr. Chantemesse, ulkemizde bir bakteriyoloji laboratuarinin kurulmasi uzerinde israrla durdu ve boyle bir muessese kuruldugunda bunun idaresi icin Dr. Maurice Nicolle'i tavsiye etti. Dr. M. Nicolle, 1893'de, Istanbul'a geldi ve Gulhane'de Tibbiye Mektebi civarindaki bir binada calismaya basladi. Bu laboratuar, sonradan, Bakteriyolojihane-i Osmani olarak adlandirildi ve Dr. Nicolle buranin mudurlugune atandi. Calisma konularinin fazla olmasi nedeniyle, bu bina da sonralari dar gelmege basladi. Bu yuzden, Nisantasi 'ndaki Suleyman Pasa konagina nakledildi. Bu yeni binada, bakteriyoloji uzerinde kurslar duzenleyen Dr. Nicolle, doktor kursiyerlerin yani sira cok takdir ettigi Veteriner Dr. Refik Guran'i da secerek istirak ettirdi.
Dr. Maurice Nicolle (1862-1920), Istanbul'da kaldigi 8 sene icinde, laboratuarlari basari ile yurutmus, cok kiymetli calismalarda (sigir vebasi, keci ciger agrisi, sark cibani, P. aeruginosa'nin pigmenti, sigir babesiozu, pnomokok, vaksin virusu) bulunmus ve ulkemizde mikrobiyolojinin yerlesmesi ve gelismesinde buyuk katkilari olmustur.
Osmanli Imparatorlugu zamaninda bakteriyoloji ve viroloji calismalari hem insan hekimligine ait cesitli muesseselerde (Telkihhane-i Sahane, Daulkelb Ameliyathanesi, Bakteriyolojihane-i Sahane, Mekteb-i Tibbiye-i Askeriye ve Mektebi Tibbiye-i Mulkiye ve diger laboratuvarlarda) ve hem de Veteriner Hekimlige ait organizasyonlarla (Bakteriyolojihane-i Baytar'i, Baytar Mektebi Alisi, Askeri ve Sivil Baytar Mektepleri, Pendik Bakteriyoloji hanesi ve diger muesseselerde) yurutulmustur.
Dr. M. Nicolle 'den baska, calismalari ve buluslari ile adlari dunya literaturlerine gecmis cok degerli meslektaslarimiz bulunmaktadir. Bunlardan kisaca bahsetmek yerinde olur. Ahmet Refik Guran (1870-1963), Dr. M. Nicolle ile birlikte 7 sene gibi uzun bir sure calismis, mikrobiyoloji alaninda bircok degerli calismalar yapmis ve yayimlamistir. Bakteriyolojihane-i Osmani'de; sularda bulunan kolibasillerin envari, Vebaibakari hastaligi ve serumu, lokosit sayimi, keci ciger agrisi hastaligi; Baktriyolojihane-i Baytari'de: Barbon asisi, sarbon asisi, sarbon serumu, tavuk kolerasi asisi, kuru serum, kan alma ve vermeye yarayan alet ve periton kanulu yapan Dr. Refik Guran, ayrica ilk Turk peptonunu da yapmayi basarmistir.
Yukarida bildirilen calismalari yani sira, daha bircok onemli incelemeleri ve ihtira berati almis oldugu buluslari da olan Dr. Refik Guran, yurdumuzda bakteriyolojinin kurulmasinda, gelismesinde, bakteriyoloji laboratuar veya enstitulerinin acilmasinda, bakteriyologlarin yetismesinde cok buyuk katkilari olmus bir bilim adamimizdir.
Adil Mustafa Sehzadebasi (1871-1904), Dr. R. Guran'in cok yakin calisma arkadaslarindan biridir. Dr. Nicolle ile birlikte ve ozellikle sigir vebasi uzerinde yaptiklari arastirmalarla kendilerini dunya literaturlerine gecirmislerdir. Bu iki bilim adami, ilk defa, sigir vebasi etkeninin filtreleri gectigi ve suzuntunun hastalik yapici nitelikte oldugunu deneysel olarak ispat etmislerdir (1897). Fransa'da Prof. Nocard'in yaninda da calisarak difteri serumu hazirlayan Dr. Adil Bey, ayrica, malleus ve piroplasmosis uzerinde de degerli arastirmalar yapmistir. Kendisi, sivil ve askeri okullarda da bakteriyoloji ogretmenliginde bulunmustur.
Nikolaki Mavridis (Mavraoglu) (1871-1955), Veteriner mikrobiyoloji alaninda cok degerli calismalar yapmistir. Ozellikle, sigir vebasi, keci ciger agrisi, malleus, tavuk kolerasi, barbon ve diger hayvan hastaliklari uzerinde kiymetli calismalari vardir. Mavraoglu, Refik Guran ve Adil Sehzadebasi Bey 'lerin cok yakin calisma arkadaslaridir.
Osman Nuri Eralp (1876-1940), bakteriyoloji ve viroloji uzerinde degerli arastirmalar yapmis bir bilim adamidir. Calismalarini, ozellikle, tuberkuloz, tuberkulin, sarbon, sigir vebasi, kolera, gonokok, frengi, sutte yasayan ve sutle bulasan mikroorganizmalar ve diger konular kapsamaktadir.
Riza Ismail Sezginer (1884-1963), Baytar Yuksek Mektebinde salgin hastaliklar, bakteriyoloji ve gida kontrolu dersleri vermis, Istanbul mezbahasinin kurulmasinda onemli rol oynamis ve bunun laboratuvar sefi olmus ve ayrica kiymetli calismalar yapmis olan bir bakteriyologumuzdur.
Ahmet Sefik Kolayli (1886-1976), sigir vebasi virusunun insanlarda hastalik olusturmadigini, sigir vebasina tutulan hayvanlarin kesilerek etlerinin askerlere yedirilebilecegini, boyle etleri yiyenlerde hastalik gorulmesi halinde kendisinin kursuna dizilmesini isteyen ve bu cesareti gosteren degerli bir bilim adamidir. Catalca'da bulunan ac ve gidasiz askerlerin bu etleri yemesinden sonra Edirne sehri dusmandan bu askerler sayesinde kurtarilmistir. Sefik Kolayli Bey ozellikle, sigir vebasina karsi serum hazirlamis ve boyle muesseselerde bulunmustur. Ayrica, tuberkulin, mallein, tavuk kolerasi ve barbon asilari da hazirlamis, sigir vebasi, antraksin teshisi, cicek asisi, kecilerin bulasici salgin ciger agrisi uzerinde de calismistir.
Yukarida adlari bildirilen bilim adamlarinin disinda, kendilerini bu ise adamis daha bircok kiymetli bakteriyologlarimiz bulunmaktadir. Bunlar arasinda, Cafer Fahri Dikmen, Josef, Ahmet Hamdi, Ethem Eren, Mustafa Hilmi, Ibrahim Erses ve digerleri sayilabilir.
Baslangicta, hayvan hastaliklarina karsi hazirlanan asi ve serumlar ile insan hastaliklarini ilgilendiren biyolojik maddeler ayni bina icinde yapildigindan, Veterinerler ile Doktorlar birlikte calismaktaydilar. Sonra is hacminin ve eleman miktarinin artmasi uzerine laboratuarlar birbirlerinden ayrilmak zorunda kalmistir.
Bakteriyoloji ve viroloji alaninda, Osmanli Imparatorlugu zamaninda, calismis, degerli arastirmalar ve yayinlar yapmis bircok doktorlar da bulunmaktadir. Bunlar arasinda, Huseyin Remzi, Rifat Husamettin Pasa, Hasan Zuhtu, Kemal Muhtar, Sait Cemal, Aleksandr Zoeros Pasa, Ahmet Sadi, Cemalettin Muhtar, Riza Arif ve digerleri. Bu kisilerin de ayni sekilde, yurdumuzda mikrobiyolojinin gelismesinde ve yerlesmesinde onemli katkilari olmustur.
__________________
Mikrobiyolojinin Kısa Tarihcesi
Tarih0 Mesaj
●44 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Kültür
- Tarih
- Mikrobiyolojinin Kısa Tarihcesi