Bilimsel psikoloji tarihinin ilk donemlerinin buyuk bolumunun bilincle ilgilendiğine dikkat etmiştik. 19. yuzyılın son donemlerinin deneysel psikologları uygun tek calışma alanının bilincin iceriği olduğuna ve bu nedenle psikolojinin ilk donemlerindeki temel calışma odağının bilinc deneyimlerinin analizi olduğuna inanmışlardı. Davranışın bilincaltı belirleyicileri hakkında cok az duşunce soz konusuydu. Psikolojinin onculerinden veya onun felsefesini oluşturanlardan olan hic kimse bilincli zihinsel deneyimler uzerinde ozellikle odaklanmamıştı. Bazıları bilincaltı sureclerin onemine inanmıştı. Bilincaltının etkisine ilişkin duşunceler Platon'a dek uzanmasına rağmen, konu hakkındaki son duşunceler 17. yuzyıldan sonra Descartes'ı izledi.
18. yuzyılın ilk donemlerinin Alman matematikcisi ve filozofu Gotfried Wilhelm Leibnitz (1646-1716) monadoloji (monadology) teorisini geliştirdi. Leibnitz'ın tum gercekliğin bireysel elementleri olarak duşunduğu monadlar fiziksel olmayan atomlardı. Hatta bunlar kelimenin tam anlamıyla maddesel bile değildi. Her bir monad yayılmayan bir ruhsal varlıktı. Leibnitz her bir monadın doğası gereği ruhsal olmasına rağmen bazı fiziksel madde ozellikleri de taşıdığı uzerinde ısrarla durmuştu. Bunların yeteri kadarı bir butun icerisinde toplandığında buyumeyi oluştururlardı.
Monadlar hareket ve enerjinin kaynağıdır. Genel olarak algıya benzetilebilirler ve bilincaltıyla aynı turdendirler. Leibnitz zihinsel-ruhsal olayların (monadların faaliyetlerinin) anlaşılırlık veya bilinc dereceleri bakımından farklı olduklarına, tamamen bilincaltı olandan en acık veya kesinlikle bilincli olana dek sıralandığına inanmıştı. Bu nedenle bilincin daha kucuk dereceleri minyon algılar (petites perceptions) olarak adlandırıldı. Bunların bilincli gerceklenmesine tam algı (apperception) denildi.
Orneğin, kıyıya vuran dalga sesleri bir tam algıdır. Bu tamalgı duşen tum su damlalarından oluşmuştur. Her bir su damlası, monadlar gibi, bir minyon algıdır ve bilincli olarak algılanmazlar. Bunların yeteri kadarı bir araya toplandığında bir tam algıyı oluştururlar.
Bir asır sonra, Johann Friedrich Herbart (1776-1841) Leibnitzci bilincaltı goruşe başlangıc (threshold) veya eşik kavramını (limen of consciousness) getirdi. Eşiğin altındaki fikirler bilincaltıdır. Bir fikir bilinc seviyesine yukseldiğinde, Leibnitz'ın deyişiyle, tam algısı oluşur; fakat Herbart bunun da otesine gitmiştir. Bir fikrin bilince yukselmesi icin, daha onceden bilincte olan fikirlerle uyuşabilmesi gereklidir. Bunlarla uyum icinde olmayan fikirler, aynı zamanda bilincte barınamazlar ve konuyla ilgisi olmayan fikirler bilincaltına itilir ve Herbart'ın bastırılmış fikirler (inhibited ideas) dediği fikirleri oluştururlar.
Bastırılmış fikirler bilinc eşiğinin altında bulunurlar ve Leibnitz'ın minyon algılarına benzerler. Herbart'a gore bilincte gercekleşmeye calışan fikirler arasında bir catışma vardır. Herbart'ın calışmaları mekanik ruhun etkilerini gosterir. Amacı "ruhun matematiğini" geliştirmekti ve fikirlerin mekaniğini acıklayacak formuller ve eşitlikler onerene kadar devam etti.
Ayrıca Fechner da bilincaltı teorilerin geliştirilmesine katkıda bulundu. Başlangıc veya eşik kavramını kullandı, fakat onun onerisi zihnin bir buz dağına benzediği yonundeydi. Soyle ki, buzdağının onemli bir bolumu yuzeyin altında kalan ve gorunmeyen buzdağı, zihnin gozlemlenemeyen gucler tarafından idare edilen bolumunu temsil eder. Bu benzetme Freud uzerinde buyuk bir etki bırakmıştır.
Şurası ilginctir ki, deneysel psikolojinin cok şeyler borclu olduğu Fechner psikanalizin de bir habercisidir. Freud birkac kitabında Fechner'ın Psikofiziğin Elemanları isimli kitabından alıntılar yapmış, onun calışmasından haz ilkesi, ruhsal veya zihinsel enerji, zihnin topogrofik yapısı ve yıkıcı icgudunun onemi gibi bazı temel kavramları turetmiştir. Freud'un biyografisini yazan kişi şuna dikkatleri cekmiştir: "Fechner Freud'un bazı fikirlerini odunc aldığı tek psikologdur".
Bilincaltı fikri Avrupa'da 1880'ler Zeitgeist'ın cok buyuk bir bolumunu oluşturuyordu. Bu donem Freud'un klinik pratiklerine başladığı zamana denk duşuyordu. Bu fikir sadece meslekten olanlara değil, halka da cok ilginc geliyor ve konu hakkında buyuk tartışmalar yapılıyordu. Von Hartmann tarafından 1869'da yazılan Bilincaltı Felsefesi başlıklı bir kitap o kadar populerdi ki, kitabın 1869 ve 1882 yılları arasında dokuz baskısı yapılmış, 1870 ve 1880 yılları arasında Almanya'da başlıklarında "bilincaltı" kelimesi gecen en azından yarım duzine kitap basılmıştı.
Bu nedenle Freud bırakın keşfetmeyi, bilincaltı kavramından ciddi anlamda soz eden ilk kişi bile değildir, ilk duşunurlerden bazıları bilincaltından sadece bahsetmiş olmalarına rağmen, diğerleri bu kavrama buyuk bir onem atfettiler. Yine de, Freud'tan once hic kimse bilincaltı gudulerin oneminin farkına varmamış ve bunların nasıl araştırılacağına dair bir yol bulamamıştı. Freud bilincaltının keşfedilmesinde, daha onceden anlaşılamaz olduğu duşunulen şeyleri acıklayabileceğini duşunmuştu. Bilincaltı duygu ve duşuncelerin doğrudan veya dolaylı olarak davranışı etkilediğine inanmıştı.
1800’lerin sonu ve 1900’lerin başında psikoloji felsefeden kopmuştur. Bu kopuş yaşanana kadar psikoloji felsefecilerin ilgisi dahilindeyken başlı başına bir bilim dalı haline gelmiştir. Bu surec yaşanmadan onceki surec icerisinde psikoloji ile ilgilenen filozoflar ve hekimlerin eserleri ile calışmalarını sıralamak istersek;
Aristo ( İ.O. 384-322 ) "Peri Psykhe" ( Ruh Uzerine) adlı eserinde bedenle ruh arasındaki ilişkiyi acıklamaya calıştı.
Descartes( 1596-1650 ) Yenicağ'ın unlu filozofu olarakta bilinir. Ona gore hayvanların ruhları yoktur; bitki gibi hayvan da bir makineden başka birşey değildir. Yalnız insanın ruhu vardır ve bundan dolayı iradeli hareketler insana ozgudur.
William Harvey ( 1578-1667 ) İngiliz hekimidir. Kanın vucutta dolaşmasının, yureğin buzulme ve genişleme hareketleriyle olduğunu gostermiştir.
Weber ( 1795-1878 ) Derinin uzerinde bir milimetreden daha kucuk aralıklarda algılama gucumuzun olmadığının gosterdi.
P. Broca ( 1824-1880 ) Konuşma merkezinin beynin sol yarım kuresindeki yerini buldu. Bu bolgedeki zedelenmenin konuşma kabiliyetini kaybettirdiğini ortaya cıkardı.
Wilhelm Wundt ( 1832-1920 ) 1870 yılında Leipzig'de ilk psikoloji laboratuvarını kurdu.
S.Freud ( 1856-1939 ) Hastalarını hipnoz ve telkinle tedavi etti ve tıbbi psikoloji dalının kurulmasını sağladı.
Psikolojinin bilim olarak kabul gormesinin ardından konu ile ilgili değişik goruşleri benimseyen farklı okullar ortaya cıkmıştır.
Bu okullardan biri yapısalcılık(structuralism) okuludur. Wilhelm Wundt ilk psikoloji laboratuvarını kurduğu zaman psikolojinin konusunun bilinc ve bilinci meydana getiren zihinsel olaylar olduğunu ileri surmuştu. Struktur, Almancada yapı, bunye anlamına gelir. Psikoloji alanında ilk bilimsel calışmalara girişen Wundt ve arkadaşları, bilinc olaylarının yapısal acıdan cozumlenmesi ile psikolojik olayların daha iyi anlaşılabileceğini ortaya atmışlardır. Yapısalcılar her oğenin bir duyum olması gerektiğini duşunduler ve bu oğelerin incelenmesi icin icebakış dedikleri ozel bir teknik kullandılar.
Bir başka okul ise Darwin'in evrim kuramından etkilenen ve kurucuları William James ve John Dewey olan işlevselcilik (functionalism)dir. James'in 1890'de yayımlanan "The Principles of Psychology"(Psikolojinin İlkeleri) kitabı işlevci bakışı ortaya koyan klasikleşmiş bir eserdir. İşlevselciler, yalnızca zihin yapısını değil, davranışın ve zihinsel yaşamın uyumsal işlevlerini de incelemişlerdir.
1910'lu ve 1930'lu yıllarda John B. Watson tarafından geliştirilen Pavlov ile Dashiel'in onculuğunde geliştirilen davranışcılık(behavioralism) okulu ise ice bakış tekniğini tumuyle reddeder ve psikolojinin sadece davranışların incelenmesi ile sınırlandırılması gereken bir bilim olduğunu ileri surer.
Başka etkili bir okul ise Gestalt Psikolojisidir ve 1900’lerde Almanya'da gelişmiştir. Bu okul diğer okulların parcacı yaklaşımına karşı cıkar ve bu okulun psikologlarına gore davranışlarımız ve yaşantılarımız basit oğelerin birleşiminden oluşmaz. Once Almanya'da başlamış olan bu akım daha sonra Karl Koffka ve Wolfgang Kohler'in Amerika'ya gidip yerleşmeleri ve orada yayımlarda bulunmaları ile Amerika'da gelişmeye başlamıştır. Bazı Geştalt psikologlarının hoşlandıkları bir deyişle "Butun parcaların toplamından fazladır".
Psikoloji okulları bu tartışmaları surdururken psikiyatri uygulama alanında psikoanaliz denen başka bir goruş doğdu. Psikoanaliz 1885 ve 1939 yılları arasında Sigmund Freud(1856-1939) tarafından ortaya atılmış ve geliştirilmiştir. Nevrotik hastalardan edindiği izlenim ve bilgilere dayanarak Freud bastırılmış icgudulerin kişilik yapısında onemli rol oynadığını ileri surerek bir tedavi yontemi ve kişilik kuramı geliştirmeye calışmıştır.
Gunumuzde bahsi gecen psikoloji okullarının coğu yok olmuş ve iki genel yaklaşım, insancıl(humanistic) ve modern davranışcılık goruşleri hakim olmuştur. Her iki yaklaşım davranışın farklı yonlerini inceleme konusunda yarar sağlamaktadır.
Psikolojiyi bir butun yapan davranışa duyulan ilgidir. Ancak bu ilginin ceşitli şekillerde ortaya cıkmasından dolayı psikolojinin bir cok alt dalı oluşmuştur. Bu bilgiler farklılık acısından cok zengindir.
Kaynak : Psikoloji Ders Kitapları .
__________________
Psikolojinin Tarihcesi
Tarih0 Mesaj
●47 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Kültür
- Tarih
- Psikolojinin Tarihcesi