[IMG]http://img375.**************/img375/6742/balon287a1125ii2.jpg[/IMG]

Buhar sorununu bilimsel yonden geliştirmesinden oturu Watt, bu devrimlerin kaynağı sayılmalıdır. Ondan once Newcomen’in makinesi ağır ve zor ilerliyor, teknik yerinde sayıyordu. Watt’ın aracılığıyla bilimin işi ele alması uzerine bu yavaş gidişte birden bir canlanma goruldu. Tekniğin ilerleyişi bir devrim niteliğini aldı, olayların akışı buyuk bir hız kazandı. Bilim, insanlık tarihinde ucuncu defa mudahalede bulunuyordu, ama bu mudahalesi, toplumda bundan boyle buyuk bir rol oynayacağını kanıtlayacak nitelikteydi.
Şimdilik butun rolu, yalnızca icat edilmiş bir makinenin geliştirilmesi ve mukemmelleştirilmesiydi. Ama bundan sonra tam tersine bir oluşumla karşılaşılacağı anlaşılıyordu. Cunku bilim bazı dallarda tekniğin kendisinden once davranmasına meydan vermeyecek kadar ilerlemişti. Artık mucite hangi yonun daha elverişli ve hangi bulguların daha yararlı olacağını bilim gosterecekti. Soz hakkı, usta teknisyenlerin değil, bilimsel duşunce ve deneylerle ilerleyen bilim adamlarınındı. Bu donemin bilimi en cok gazlar konusunda, ilerlemiş bulunduğuna gore, en goz kamaştırıcı icadını da elbette bu alanda verecekti.


Bu doneme kadar “gaz teorisi”ni kuranlar fizikciler olmuştu; yani gazların yalnız fiziksel ozellikleri uzerinde durulmuştu. XVII. yuzyılın ortalarına doğru kimyacılar da bu konuya ilgi gostermeye başladılar, o gune kadar yalnız bir tur “hava” var sanılıyordu; o da soluk aldığımız hava; Fransa’da Lavoisier ve Berthollet; İngiltere’de Cavendish ve Priestley; İsvec’te Scheele; Rusya’da Lomonosov genel olarak kullanılan “hava” teriminin bircok gazları kapsadığını kanıtladılar; 1772′de Priesley, bu konuda yazdığı bir eserinde gazların bir dokumunu yaptı. Saydığı gazlar şunlardır: “ateş havası” (oksijeni kastediyordu.) “sabit hava” (karbonik gaz), “guhercileli hava” (azot bioksidi), “yanar hava” (hidrojen), “flogistikli hava” (azot) vb. Ayrıca bunların yanarlığı, yoğunluğu gibi ozelliklerini de acıklıyor; “sabit hava”nın deney kabının dibinde kalan ağır bir gaz, “yanar hava”nın hafif ve ucucu olduğunu anlatıyordu.
Briestley’in keşiflerinin yarattığı heyecana kapılanlar arasında Etienne Montgolfier (1745 . 1799) adlı Annonayli bir Fransız da vardı. Tanınmış bir kÂğıt fabrikatorunun oğlu olan Montgolfier, Soufflot ile birlikte Paris’te mimarlık oğrenimi gordukten sonra babasının fabrikasında calışmak uzere ulkesine donmuştu. Fransa’da bilimsel zekÂsını kullanmak, yeni yontemler keşfetmek ve Fransız kÂğıtcılığına yenilikler getirmek fırsatını buldu.
Deneylere guvenen, zeki, metotlu ve sakin bir insandı. Bu kişiliğiyle de ağabeyi Joseph’in tam karşıtıydı. Kardeşi kadar yaratıcı ve parlak bir zekÂya sahip olan Joseph (1740-1810), hayalci, iradeli ve ateşli bir gencti. Aslında bu iki zıt yaradılış birbirlerini tamamlıyordu. Joseph garip bir fikir ortaya attı mı, Etienne onu hemen dengeler, yoluna koyar ve uygulardı. Vivarais dağının doruğunda ucuşan bulutları kıskanmak, “suni bulut” meydana getirmeyi ve onun asılları gibi ucuştuğunu duşlemek ancak Joseph gibi birinin aklına gelebilirdi. Cevresindekiler varsın kahkahayla gulsunler… Buna bir Etienne gulmemişti; cunku Priestley’in kitabında “havadan daha hafif ve daha ağır ofan gazlar” olduğunu okumuştu. Bunlardan biri, bir zarfa doldurulabilse havada yukselemez miydi?

Bu zarfın atmosferde, hic değilse kendi yoğunluğuna eşit bir gaza rastlayıncaya kadar yukselmesi mantık gereğiydi. Hemen deneylere girişerek kağıttan bir kese yaptı, bunu demir parcaları uzerine sulfirik asit dokerek elde ettiği “yanar hava”yla (hidrojen) doldurdu. KesekÂğıdı bir sure uctuktan sonra duştu. Gaz cok inceydi, kÂğıttan gecip havaya karışmıştı. Daha elverişli bir gaz bulmak gerekliydi.
İki kardeş, bu defa nemli samanla yun yaktılar, cıkan gazla doldurulan kese tavana kadar yukseldi. Bu yukselişin nedeni, o gunlerde sanıldığı gibi, saman-yun karışımının kimyasal bir ozelliğinden ileri gelmiyordu. Isınan havanın daha hafif olduğunu İsvicreli fizikci Horace de Saussure (1740-1799) o yıllarda kanıtladı.
Bu olaylar sırasında, iki kardeş ipekten paralelyuz biciminde iki metre kupluk bir zarf imal ettiler. Bunu sıcak havayla doldurunca uctuğunu ve tavana gidip yapıştığını gorduler. Bu deneyden cesaret alarak yirmi metre kupluk bir zarf imal etmeye koyuldular. Bu defa, deneylerini acık havada yaptılar. “Balon,” kendisini ateşin ustunde tutan ipleri kopartarak havalandı ve 300 metreye yukseldi. Boylece Montgolfier kardeşler kendilerini var gucleriyle calışmalarına verdiler. Hemen 11.50 metre capında, 750 metre kup hacminde yeni bir balon imal ettiler. Bu balon ambalaj bezinden yapılmış ve kÂğıtla astarlanmıştı. 215 kilo geliyor, ayrıca 200 kilo da yuk alıyordu. Başarılarının daha geniş yankılar yapması ve daha cok kişi tarafından izlenebilmesi icin deneylerini Vivarais Meclisinin toplanacağı 5 Haziran 1783′te uygulamaya karar verdiler.
O gun butun şehir halkı alanda toplanmıştı. Tam ortada ici boş şekilsiz bir balon durmaktaydı. Montgolfier kardeşlerden biri, resmi kişilere doğru ilerledi. “Sayın meclis uyeleri, bu buyuk keseyi buharla dolduracağız. Az sonra goklere yukseldiğini goreceksiniz,” dedi. Kesenin altında samanla yun yaktılar. Seyirciler, kesenin kırışıklarının acılıp şiştiğini ve kusursuz bir kure bicimini aldığını gorduler. Bunu sekiz kişi zor zaptediyordu; derken ansızın bıraktılar! Kalabalığın soluğu kesilmişti. Balon yukselmeye başladı; 2.000 metre kadar gittikten sonra birden sondu ve hareket noktasından 4 km. uzakta bir bağa ağır ağır duştu.

Bu olay yalnız bilim dunyasında değil butun dunyada buyuk bir heyecan yarattı. Ezeli duş gercek olmuş, ağırlık yenilmiş, insan dehası goklerin egemenliğini ele alarak bulutlarla, kuşlarla boy olcuşur duruma gelmişti. Bilimler Akademisi, boyle olağanustu bir olaya tanık olmak istedi. Deneyin masraflarını yuklenerek tekrarlanması icin Montgolfier kardeşleri Paris’e cağırdı; bir yandan da uzmanları deneyin ayrıntılarını hazırlamakla gorevlendirdi.
Jeolog Faujas de Saint-Fond deneye katılma kaydı actı; yapımcı Anne-Jean Robert (1758-1820) balonun imalini ele aldı; tanınmış Fizikci Jacques Charles (1746-1823) de girişimin bilimsel yonetimine atandı.

Ozellikle gazların genleşmesi konusunda incelemeler yapmış olan Jacques Charles yalnız meslektaşlarının saygıyla eğildikleri bir bilim adamıydı. “Ucan bir makine” meydana getirme işiyle gorevlendirildiğinde, bilimsel bir ruhla işe koyuldu ve sıcak hava yerine hidrojeni kullanmaya karar verdi. Ne yazık ki, Robert’in “Mariot Kanunu”ndan haberi olmadığından kusursuz bir kure bicimi vermek icin balonu iyice doldurdu. 27 Ağustos 1783′te, Paris halkının yarısının toplandığı Champ-de-Mars’da toplar atılmaya başladı. Bu işaretle havalanan balon, bir anda 1.000 metreye yukselip bulutların arasında kayboldu. İnsan zekÂsının bu ‘mucize’si karşısında kalabalık bağırıyor, haykırıyor, kucaklaşıyor, ağlaşıyordu. ne var ki, balon yukseğe cıkınca aşırı gerilmiş, patlamış ve Paris’ ten yirmi kilometre uzağa duşmuştu.

Bu sırada Etienne Montgolfier de, Paris’e gelmiş ve “Montgolfiere” imal etmeye başlamıştı. Bu yine kure biciminde, altın renkli işlemelerle suslu mavi bir balondu. Altına bir kafes asarak icine bir koyun, bir horoz, bir de kaz koydukları balonu Versay sarayında kral, kralice ve saray mensupları onunde salıvermeye karar verdiler. Kararlaştırılan zamandan uc saat once, sarayın parkları ve civar sokaklar gorulmemiş bir kalabalıkla dolmuştu.
Saat ikide halatlar kesildi ve balon ‘yolcularını’ alarak havalanmaya başladı. On dakika sonra da Vaucresson koruluğuna indi. Herkes hayvanların yolculuğu nasıl gecirdiklerini oğrenmek icin oraya koşuştu. Hedefe ilk varan Pilatre de Rozier, kafesi acınca hayvanlar sağ salim dışarıya fırladılar. Boylece atmosferin yuksek tabakalarının canlılar icin solunuma elverişsiz olmadığı da kanıtlanmış oldu.. Bu gozlem gozu pek bir insan olan Pilatre’i cok heyecanlandırmıştı. İnsanların onlerinde acılan bu yepyeni egemenlik alanının kÂşiflerinden yalnız hayvanlar olmasına gonlu razı gelmiyordu. Bu yeni dunyayı insan keşfe cıkmalı ve bu kişi de kendisi olmalıydı.
Pilatre yalnız gozunu budaktan sakınmaz kişi değil, aynı zamanda bir bilim adamıydı da. Montgolfierler onun verdiği olculer uzerine, 20 metre yuksekliğinde 16 metre capında bir balon imal etmeye koyuldular. Sıcak havanın girdiği alt deliğin ağzına sorgun ağacından kucuk bir bolme eklediler. Ocağı meydana getirecek olan saman yığınını buraya doldurdular. Deney gunu yaklaştıkca sorumlu kişileri bir korkudur alıyordu. Bir insanın kendisini boyle cılgınca bir tehlikeye atmasına izin verilecek miydi? XVI. Louis, “Kurban olarak insan verilmek isteniyorsa, olume mahkum kişileri koşsunlar bu işe!” diye emretti. Pilatre bundan gocundu, “Goklere yukselme onurunu aşağılık canilere mi vereceğiz? Hayır, asla bu olmayacak,” diyerek dostlarından D’Arlandes Marki’si Francois-Laurent’ı kralı ikna etmeye gonderdi.
Deney gunu saat 13′te balon gozu pek yolcusunu ve ona katılan D’Arlandes’i de alarak Muette bahcesinden havalandı. Balon ve yolcular 1.000 metre yukseklikten Paris’in ustunde dolaştılar. Sokaklar, balkonlar, hatta damlar insan almıyordu. Balon Butte-aux-Cailles’a yumuşak bir iniş yaptı. Yolcular, yer cekiminin bin yıllık zincirlerini kıran yiğit şovalyelere yaraşır bir zafer alayını artlarına takıp başkente donduler.

[IMG]http://img256.**************/img256/9317/b94023balon7c47acvr7.jpg[/IMG]


__________________