[IMG]http://img264.**************/img264/642/adszld9.png[/IMG]
Paleontoloji ya da taşılbilim ya da fosilbilim, fosilleri veri olarak kullanarak dunyada yaşamın tarihini yazmak amacını taşıyan bilim dalı.

Paleontolojinin calışma sahası toprak altında kalan hayvan ve bitkifosilleridir. Fosilin orijinal mÂnÂsı kazılarda cıkarılan şey olmakla berÂber şimdi, “şu andaki jeolojik devrin başlangıcından once yaşayıp da kayaların arasında kalan butun hayvan ve bitki izleri ve kalıntıları”fosil sayılmakta ve bu ilmin konusu olmaktadır. En geniş anlamda paleontoloji sÂde hayvan ve bitki kalıntılarının kendilerini değil, onların tesirlerini ve izlerini de incelemektedir. HattÂ, en eski kayaların icinden cıkarılan grafit ve kirectaşı gibi hayÂtın bulunduğuna dÂir dolaylı delillerle de ilgilenmektedir. Cunku kirectaşı ve karbonun organik bir vÂsıta olmadan kayaların icine yerleştirilebileceği bilinmemektedir.

Ayrı bir ilim branşı olarak paleontolojinin başlangıcı, 19. yuzyılın başlarına kadar gitmektedir. 1834’te bu ilim dalına Ducrotay de Blainville ve Fischer Von Waldheim tarafından “Paleontoloji” adı verilmiştir. Onceleri fosillerin acıklanma gayretleri aşırı derecede tahmine dayanıyordu. Fosilleri, Allah tarafından veya şeytanlar tarafından insanın îmÂnını denemek icin dunyaya yerleştirilen nesneler olarak kabul eden Johannes Beringer (1726) gercek fosilleri olduğu gibi, oğrencileri tarafından şaka olarak onun bulabileceği yerlere gomulen pişirilmiş kil numuneleri de fosil olarak anlatmıştır. Bunlardan once 1500 yıllarında Leonardo da Vinci, İtalya’da bir kanaldan kazılarak cıkarılan ve bir zamanlar yaşamış olan canlıların kabuk kalıntıları olan fosilleri farketmişti; fakat bu duşunceye yaklaşık iki yuz yıl boyunca îtibar edilmedi.

İlk calışmalarda fosiller, esas olarak nÂdir bulunan ve merak uyandıran şeyler olarak ele alındı. Sonunda, fosillerin yaşayan hayvanlara uygun bicimde tasnif edilebileceği anlaşıldı. Bu gelişme, İsvecli Carl Von Linne’nin calışması sonucu meydana geldi. Onun Systema Naturale adlı eseri hayvanların tasnifini ele alan ilk denemeydi. O kitabında bircok fosil şeklini tanımlamakta; biyoloji ve paleontolojideki modern tasnif ve terminolojinin temelini teşkil etmektedir.

Calışma sahası toprak altı olan paleontoloji, 20. yuzyılda ilim dalları arasına girebilmiştir. İki sahada inceleme ve araştırma yapmaktadır:

1. Botanik Paleontoloji (Paleofitoloji): Bitkiler Âleminin fosillerini inceleyerek eski cağlarda yetişen bitkiler hakkında bilgi verir. Paleobotanik olarak da bilinir.

2. Zoolojik Paleontoloji (Paleozooloji): Hayvan dunyÂsının fosillerini ele alır. Gecmişle gelecek arasında bağ kurmaya ve bilgi vermeye calışır.

Paleontoloji bu şekilde araştırmalarıyla yer ilmi olan jeolojiye de yardımcı olmaktadır. Bu şekilde yapılan araştırmalar neticesinde tam olarak zamÂnımıza kadar gelebilmiş fosil zincirine rastlamak mumkun değildir.

Paleontoloji ilminin ve bilginlerinin verdiği bilgilere gore her ceşit canlının kendi turu icinde değişebildiği, fakat bir canlının başka ture donuşmediği kabul edilmektedir. Canlılarda paleontolojik devirlerde zamanla tekamul gorulmekte, fakat bu değişmeler her turun kendi icinde olmaktadır.

Bugun paleontoloji mutehassısları, yÂni ilk zamanda yaşamış canlıların iskeletlerini ve fosillerini inceleyenler, turlerin, fosillere gore, birdenbire yeryuzunde gorunduklerini, aralarında geciş forumlarının bulunmadığını acıklamaktadır. Mesela, Amerikalı Prof. T. D Gish, bir makÂlesinde şoyle demektedir:

“Butun jeolojik delillerden anlaşılan şudur ki, yeryuzunde hayat birdenbire ve cok kompleks yapıdaki canlılarla başlamıştır. Fosillerden elde edilen sonuclar, Kambriyan devrindeki hayvanların kendilerinden daha aşağı yapılı organizmalardan değil, doğrudan kendi yapıları ile yeryuzunde gorunduklerini ortaya koymaktadır. Bundan başka, buyuk canlı grupları arasında geciş formu olarak dikkate alınabilecek tek bir fosil dahi bulunamamıştır. Dolayısıyla mercanlar doğrudan mercan ve ahtapotlar da ahtapot olarak meydana gelmiştir.”

Fen Akademisi şeref nişanı sÂhibi, Kanadalı meşhur Jeolog Dr. W. Bell Dawson da, fosillerle alÂkalı olarak şunları soylemektedir:

“Her bir canlı, dunyÂda belirişinden bu yana, değişmeden devÂm edip gelmiştir. İstiridyeler, yengecler ve surungenler gibi bircok eski tur, şimdi yaşıyanlarla tıpatıp aynıdır. İlk devirlerden zamÂnımıza kadar hic değişme gostermeden intikal etmişlerdir...”

Evrimcilerden Prof. Max Westenhofer, bu hakîkatleri kabûllendikten sonra, turler arasında geciş formlarına rastlanamadığından, Araştırma ve İlerleme adlı eserinde Âdet yakınarak;

“Balıklar, surungenler, memeliler gibi buyuk hayvan grupları duny yuzunde birdenbire esas şekilleriyle belirivermişlerdir sanki. Bir turun diğerine donuştuğune dair hicbir yerde hicbir işÃ‚ret yoktur. Değişim ancak turlerin icinde mevcuttur.” demektedir.

Her ceşit canlının kendi turu icinde değişebildiğini, gerek paleontoloji mutehassısları ve gerekse“Yaratılış goruşu” taraftarları da kabul etmektedir. Ancak bu değişmenin, tekÂmulun tur sınırları icinde kaldığını ve bir canlının başka turlere donmediğini ifÂde etmektedirler. MeselÂ, birinci zamandaki derisi dikenliler ne ise, şimdikiler de aynıdır. Derisidikenlilerin mutasyon ile omurgalı hÂle donduğu gorulmemiş ve buna Âit bir fosil bulunamamıştır.

Halbuki, canlıların yapısında, en basitinden, en mukemmeli olan insana doğru, duzgun bir tekÂmul bulunduğunu, daha once İbrÂhim Hakkı hazretleri, MÂrifetnÂme kitabında, misaller vererek yazmış, fakat bunun, turlerin değişmesi demek olmadığını da bildirmiştir.


__________________