Simyanın tarihi cok eski devirlere uzanmaktadır. Aslında ilk devirlerde kimya ve simya tarihi ortaktır denebilir. İnsanın ilk bu kavramlar hakkında duşunmesi ve kullanması kuşkusuz ateşin elde edilmesinin oğrenilmesi ile başlamıştır. Daha sonra metalleri kullanmayı ve doğal halinden saf haline getirmeyi oğrenen insan zamanla madde uzerine duşunmeye başlamıştır. Aslında metallerin maden filizinden elde edilmesi de ezoterik simyada sık kullanılan bir ornektir. İnsan da filiz icinde saflaştırılmayı bekleyen metal gibidir denir. Her durumda, madenin filizden ayrılması , simya icin onemli bir ornek oluşturmuştur. Filizinden ayrıştırılan metalin gecirdiği evreler gibi , altın da pisliklerinden arınabilir diye duşunulmuştur. Simyanın tarihi altının maden filizinden elde edilmesiyle başlar diyen goruş bir yana , tarihciler simyanın Mısır?da doğduğu konusunda ısrarlılardır. Aslında Mısır?da altın elde etmek bir ruhban sınıfının elinde olduğundan iki goruş de birbirine yakın kabul edilebilir. Doğuda, Cin ve Hint?te de simyanın varolduğu bilinmektedir. Ancak biz kendimizi simyanın batı dunyasındaki tarihi ile sınırlayacağız. İlk simya bilgilerinin Hermes Trimegistus, Uc Kere buyuk Hermes, tarafından verildiği soylenir. Bu ise daha once de belirttiğimiz gibi , insanlığa butun bilgileri veren Mısır tanrısı Thoth?un Yunanlaşmış halinden başka bir şey değildir. Hermes Trimegistus Orta Cağ simyacıları tarafından tanrısal bilgileri bilen ve veren, ilk murit olarak gorulmuştur. Orta Cağ boyunca varolan simya sadece Mısır?dan gelme değildir. Karmaşık bir kokeni vardır, daha doğrusu bir cok kulturden farklı şekillerde etkilenmiştir. Yunan kulturunden simyaya gecen en onemli teori elementler teorisidir. Eski Yunan?da maddenin yapısı ile ilgili iki onemli teori gelişmiştir. Bunlardan biri atom teorisi oteki de elementler teorisidir. Kokenleri daha eskiye de dayansa dort elementin teori haliyle sunulması Eski Yunan?da olmuştur. MO Yedinci yuzyılda yaşayan Thales , doğanın akıl ile anlaşılabileceğini savunmuş ve suyun dunyanın ana prensibi olduğunu iddia etmiştir. MO 610-545 yılları arasında yaşadığı duşunulen Anaximandros apeiron diye adlandırdığı amorf bir prensibi ortaya atmıştır. Anaximenes ise her şeyin kokeninde hava olduğunu soylemiştir. Heraklit?e gore ise bu prensip ateştir. MO 540-450 yılları arasında yaşayan Parmenides ise daha ilginc bir goruş geliştirmiş ve evrenin aslında Tek olduğunu ve farklı goruntuler aldığını savunmuştur. En buyuk karakteristiği hareketli olması , devamlı form değiştirmesidir. MO 485-425 yılları arasında yaşayan Empedokles icin ise ateş, hava,su ve toprak maddeyi oluşturan dort elementtir ve aşk adı verilen cekim kuvveti ile Parmenides?in evrenine benzeyen evreni oluştururlar. Ancak Nefret adı verilen itim kuvveti ile itildiklerinde cozulmeler olur. Dort element duşuncesinin Orta Cağlar boyunca varolan şekli kuşkusuz Platon?un ve ozellikle de Aristo?nun eseridir. Platon elementleri geometrik formları ile ortaya koymaya calışmıştır. Ancak simyadaki teori buyuk olcude Aristo?nun teorisidir. MO 384-424 yılları arasında yaşayan Aristo, bir cok konuda olduğu gibi dort element teorisi ile de Orta Cağ boyunca tek otorite olarak kalmıştır. Aristo?ya gore ilk madde ceşitli formlar alabilmektedir. Bu alınan formlar da bazı temel ozelliklere bağlıdır. Bu ozellikler dort tanedir : Sıcak, soğuk, kuru, ıslak. Buna gore
Ateş : Sıcak ? Kuru
Hava : Sıcak ? Islak
Su : Soğuk ? Islak
Toprak: Soğuk ? Kuru olarak ozellik gosterirler. Bu da simyada kullanılmıştır. Aristo ile olgunluğa ulaşan elementler teorisi ve Mısır kaynaklı simya İskender?in fetihleri ile beraber karşılaşma olanağı bulmuş ve bir senteze ulaşmıştır. Bu senteze doğu kokenli okultizm, Yahudi ve Hristiyan mistisizmi de karışarak, Orta Cağdan itibaren simyacıların temel teorilerini oluşturmuşlardır. Yunan-Mısır sentezi simya ile ilgili en onemli belge MS. ucuncu yuzyıldan kaldığı sanılan Leyden papirusudur. Dorduncu yuzyıldan itibaren ise simya eğitimi yaygınlaşmıştır. Ozellikle Panopolis?li Zosimus simyayı daha rituelik bir hale getirmiştir. Bu donemde, ozellikle İskenderiye?de simya uzerine bir cok eser ortaya cıkmıştır. Bu eserler arasında Hermes, İsis gibi tanrısal kişiliklerin yazdığı varsayılan eserlerin yanı sıra Keops gibi hukumdarların, Platon, Pythagoras, Tahles gibi filozofların ya da Zosimus gibi simyacıların yazdıkları soylenen eserler de vardı. Bunlar Felsefe taşından ve olumsuzlukten de soz etmekte , aynı zamanda simyanın ezoterik yanını da ortaya koymaktaydılar. Simya daha sonra Bizans?ta da varlığını surdurmuştur. İmparator Heraklius Simyayı desteklemiştir. Ancak Bizans?ta simya cok gelişememiş, daha sonra da Batıya gecmiştir. Arapların Mısır?ı işgal etmesi , simyanın İslam dunyasına da girmesini sağlamıştır. Arap kulturunde İslam oncesinde simya hakkında yazılan eserler bilinmemekle birlikte, Mısır?ın işgalinden sonra bu konuda yazılan eserlerde bir patlama olmuştur. Butun İslam dunyasında Arapca tek resmi dil olduğu icin , eski Mısır ve Yunan eserlerinin Arapca?ya yapılan tercumeleri de butun İslam dunyasına yayılmış, bu konuda calışmaların coğalmasını sağlamıştır. Musluman simyacılar arasında en tanınmışı kuşkusuz Batıda Geber adıyla tanınan Abu Abdullah Cabir ibn Hayyan?dır. Cabir?den kalan eserlerin bir bolumu Corpus Jabirianus adıyla toplanmıştır. Coğu kaybolan bu yazılarda simya kadar İslam?ın ezoterik acıklamalarının da varlığı bilinmektedir. Cabir bu yazılarda ezoterik bilgi vermesine rağmen olabildiğince acıklama yapmıştır. Simyanın Orta Cağ Avrupa?sına gecişi goreceli olarak daha gec olmuştur. Ozellikle Arap istilaları ve Haclı seferleri sırasında bu kulturle tanışan Batı dunyası Orta Cağın sonlarına doğru simya ile ilgilenebilmiştir. Simya anlamına gelen Alchemy/Alchimie sozcuğunun ve simyada kullanılan Alkol, Alambik, Elixir gibi sozcuklerin Arapca?dan gelmiş olması da bu kokeni ortaya koymaktadır. On ucuncu yuzyılın ilk yarısından itibaren Fransisken manastırlarında simya yaygınlaşmaya başlamıştır. Buradan Robert Grossetête tarafından Oxford?a da gecen simya, burada da populer olmuş ve Robert Grossetête?in oğrencilerinden biri olan Roger Bacon da bu konuda oldukca sivrilmiştir. Simya kadar astroloji ve okult bilimlerle de ilgilenen Bacon sonunda kilisenin de dikkatini cekmiş ve bu yuzden hapse girmiştir. Daha sonra gizemli bir şekilde ortadan kaybolan Bacon, simyacıların olumsuz olduğu konusunda rivayetlerin cıkmasına da neden olmuştur. 1240 ? 1311 yılları arasında yaşamış olan ve Rosarium Philosophorum adlı eserin de yazarı olan Arnaud ve Villeneuve de bu konuda zamanının tanınmış isimlerindendir. Villeneuve simya kadar astroloji ve tıpla da uğraşmıştır. Eserleri ise olumunden sonra yakılmıştır. Villeneuve?den etkilenen iki Fransisken de simya konusuyla ilgilenmişlerdir, bunlar Raymond Lulle ve Jean de Rupescissa?dır. Fransiskenler kadar Dominikenler de simya ile ilgilenmişler ve 1193-1280 yılları arasında yaşayan ve Buyuk Albert adıyla da anılan Albert de Bollstaedt Dominikenlerin arasından cıkmıştır. Her şeye rağmen On ucuncu yuzyılın sonuna kadar simyacılar manastırlarda rahat rahat simya ile ilgilenebiliyorlardı. Ancak zamanla simya kilisenin tepkisini cekmeye başlar. Bu arada manastırlar dışında da simya ile ilgilenen kişiler turerler. Artık Hermes?in bilimi ile kilise karşı karşıya gelmeye başlar. Ancak Kilise onlemini almakta gecikmez ;1317?de Papa Jean XXII bir karar yayınlayarak (Spondent quas non exhibent) sahte altın yapanları ve simyacıları mahkum eder. Buna gore simyacılar fazlasıyla coğalmışlardır. Bu sırada gizemli bir kişinin simyanın sırlarını bulduğu konusunda bir rivayet yayılmıştır. Bu kişi Nicolas Flamel?dir. 1330 ? 1418 yılları arasında yaşadığı soylenen Flamel , soylentiye gore ?Yahudi Abraham? isimli , simyanın sırlarını veren bir kitap bulmuş, ve yıllarca karısı Pernelle ile uğraşarak buradaki şifreleri cozmuş ve bu sanatın sırrına vakıf olmuştur. On beşinci yuzyılda gelişen simyada doneminin en onemli isimlerinden biri de Basil Valentin?dir. Yaşamı hakkında tam bir bilgiye sahip olamadığımız Valentin ozellikle ?On iki Anahtar? isimli eseri ile unludur. Simya Ronesans ile birlikte en yuksek noktasına ulaşmış ve bu donemde Kabala , buyu, Yeni Plantonculuk gibi diğer ezoterik doktrinler de simyaya katkıda bulunmuştur. Bu donem ayrıca Rose-Croix gibi gizli orgutlerin de ortaya cıktığı bir donemdir. Bu donemde Denis Zachaire,John Dee gibi unlu simyacılar da ortaya cıkmıştır. Donemin en onemli ismi kuşkusuz 1493 doğumlu Paracelsus?dur. Maceralı bir hayat yaşadıktan sonra 1541 yılında hayata gozlerini yuman Paracelsus, kariyerine once doktor olarak başlamış, bir cok maceradan sonra şifacılığı ile un kazanmıştır. Doktor olmasına rağmen, simyanın tıptan ayrılamayacağını soylemiş ve doğa ve insan uzerine calışmıştır. Macrocosmos ve microcosmos uzerine duşunce sistemini kuran Paracelsus, tuz, kukurt, cıva ile ruh, can, beden ilişkisini de savunmuştur. Ezoterik duşuncenin ifadelerini iyi bir bicimde ortaya koyan Paracelsus , Rose-Croix orgutunu de buyuk olcude etkilemiştir. On yedinci yuzyılda simya ile ilgili calışmaların buyuk bolumu Rose-Croix tarafından yapılmıştır. İngiltere?de de Robert Fludd bu duşunceyi sistematize etmiştir. On yedinci yuzyıl sonundan itibaren ise okult bilimlere olan ilgi yavaş yavaş azalmış, materyalizm on plana gecmiştir. Eski oğretiyi savunan orgutlerin varlığını surdurmesine rağmen simya artık populerliğini yitirmiştir. Gunumuzde simya artık mistik/ezoterik anlamı ile surmektedir. Ezoterik duşunceler cağlara gore farklı şekillerde ortaya cıkabilir, simya da bunun ozel bir turudur. Zamanın doldurmuş ancak ezoterik iceriği ve sembolizmi ile yaşayan, tarihcilerin ilgisini ceken bir duşuncedir.
__________________
Simyanın Tarihcesi
Tarih0 Mesaj
●55 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Gündemdeki Konular - Haberler
- Tarih
- Simyanın Tarihcesi