jeolojinin tÂrihcesi:

İlk insan ve ilk peygamber hazret-i Âdem yaratılıp neslinin coğalmasından îtibÂren insanlar yer kabuğundaki maddelerden faydalanmış, maddelerin yapılarını, karaların şekillerini incelemişlerdir. Buna rağmen, bugunku modern jeoloji ilminin kuruluşu 200 seneyi gecmez. Yunanca “ge” yer anlamına gelir. Jeoloji, yer bilimi demektir. Eski cağlarda taşların ve toprakların zamanla değişikliğe uğradıkları az da olsa biliniyordu. Beşinci yuzyılda Herodot taşlara, fosillere dÂir gozlemlerde bulunmuştur. Bilhassa Mısır’da Nil yatağında ve deltasında yaptığı fosil incelemeleri onemlidir. Daha sonra İbn-i Sina, El-Biruni, Omer Hayyam gibi bilgin ve duşunurler de bu konuda incelemeler yapmışlardır.

On yedinci yuzyılda yer kabuğunun tabakalardan meydana geldiği ve tortu maddelerinin zamanla sıkışarak yeni tabakalar meydana getirdiği anlaşılarak ust uste binme kÂnununun temel prensipleri atıldı. On sekizinci yuzyılda yerkabuğunun katlarının meydana gelmesi icin cok uzun zamanlar gectiği ve katlar arasında fosillerin bulunduğu anlaşılınca jeolojik zaman kavramı meydana cıktı. On dokuzuncu yuzyılda jeolojistler, jeolojinin genel teorilerinden sıyrılıp teferruatlı incelemelere girdiler. 1860’ta Kuzey Amerika’da yapılan incelemelerde, kayaclarda Mesozoik ve Tersiyer zamanlardan kalma bol miktarda omurgalı hayvan kemikleri bulununca, Hutton ve Playfair’in cok onceleri iddi ettikleri yerkabuğunun uzun zaman surerek meydana gelmesi ve yerkabuğunun zamanla kırılıp alttaki tabakaların yuzeye cıkarak daha genc tabakalar uzerinde yer alması ust uste binme kÂnunu kabûl edilerek jeoloji ilminin gelişmesi bu tÂrihten îtibÂren başlamış oldu.

On dokuzuncu yuzyılın ortasında Buzul Jeolojisi onem kazandı. BÂzı bolgelerde ana kayacın uzerinde cok ince malzemeden iri malzemeye kadar meydana gelen bir tabakanın bulunduğu tesbit edildi. Ancak 1840’ta İsvicreli Louis Agassiz buzulların malzeme hareketine sebeb olduğunu ileri surdu. Alp vÂdilerindeki bÂzı tabakaların buzullar tarafından suruklenerek Kuzey Avrupa’dan getirildiği ve buzulların erimesiyle taşınan malzemenin buralarda kaldığı ileri suruldu. Buna benzer gozlemler Buzul Jeolojisinin kabul gormesini sağladı.

Jeolojinin diğer bir bolumu de Ekonomik Jeolojidir. 1848’de altının California’da ve Avustralya’da bulunması veAmerika ileAvrupa’daki hızlı endustrileşme; komur, demir ve diğer cevherlere olan ihtiyacı coğalttı. Bu konuda jeolojinin yardımı arandı. Petrolun keşfedilmesi ve buna olan ihtiyÂcın artması, petrolun meydana gelmesinin araştırılması ihtiyacını doğurdu.

Jeoloji bilgileri petrol bolgelerinin tesbitinde kullanıldı. Butun bunlarda yer altı tabakaları daha yakından incelendi ve jeoloji uc boyutlu bir cephe kazandı. MÂdenciliğin ilerlemesi ile jeoloji, mÂden cevherlerinin oluşumunda uygulanmaya başladı.

1860-1870’lerde yeni Âletlerin ozellikle polarize mikroskopların ortaya cıkmasıyla, jeoloji alanında ilerlemeler goruldu. Genel olarak 0,025 mm civÂrında kalınlıklı pekcok mineral veya kayacın ışık gecirdiği tesbit edildi. Bu sûretle kesin bir şekilde minerallerin tanınması ve ic yapısı belirlenmeye calışıldı. Kristal kayaclar mineral bileşenlerine gore sınıflandırıldı. Bu sûretle jeolojinin petroloji ve petrografi gibi onemli dalları ortaya cıktı.

Yirminci yuzyılda jeolojinin genel cercevesi ortaya cıkmıştı. Ancak yeni Âletlerin yapılması, konuların daha belirli ortaya cıkmasını sağladı. Bu zamanda en cok etkili konu Kıtaların Kayması Teorisi olmuştur. Eskiden beri GuneyAmerika’nın Afrika’nın batı kısmı ile benzeşimi dikkati cekmiştir. Bunların vaktiyle berÂber olduğu ceşitli kimseler tarafından soylenmişse de dikkat cekmemiştir. Ancak Alman jeofizikcisi Alfret Wegener, 1912’de butun kıtaların tek bir kara parcasından meydana geldiğini ileri surmuştur. Şimdiki durumun ise, bunların değişik bolunme ve kaymalar sonucu ortaya cıktığını savunmuştur. Ancak bu ayrılmayı meydana getirecek mekanizmanın belirlenememesi ileri surulen iddiÂnın kabûlunu geciktirmiştir. 1960-1962 arasında Amerikalı Robert Diotz ve H.H. Hess’nın Deniz Tabanı Yayılması teorisiyle kabul edilebilir bir mekanizma ortaya konulmuştur. Buna gore ayrılma deniz tabanında meydana gelen catlaklar sonucu kıtalar birbirlerinden surekli uzaklaşmaktaydılar. Deniz tabanında yapılan incelemeler bu teoriyi desteklemektedir.

Jeolojinin gelişmesinde onemli bir yeri de X ışınlarının kristallere olan uygulamasıdır. Kristallerdeki uc boyutta X ışınının kırılmalarından atomların dizilişi belirlenebilmektedir. Bu tesbitle, jeolojinin bir dalı olan mineroloji laboratuvarlarında X ışını Âleti vazgecilmez bir cihaz olmuştur. Elektron mikroskobla kucuk fosillerin incelenmesi, jeolojinin ilerlemesine ayrı bir boyut kazandırdı.
__________________