M.O. 14. ve 15 yuzyıllarda demokrasinin klasik kurumsallaşmış formu Atina’da başarılmıştır. 15. yuzyılın başlarından itibaren kamu makamları icin gerekli olan mulkiyet şartının ortadan kaldırılması ve her bir Atina vatandaşı mecliste eşit oy ve tartışma hakkına sahip olmuştur. Ayrıca, sıra ile yonetim konseyi uyeliği ve juri uyeliği gorevleri de vatandaşlar tarafından yerine getirilmiştir.
Ancak Atina demokrasisinde vatandaşlık, ozgur doğan erkeklerle sınırlandırılmıştı; kadınlar, koleler, yabancı yerleşimciler dışlanmıştı. (DIŞLAYICI VATANDAŞLIK) 20. yuzyıla kadar bircok parlamenter sistemde vatandaşlıkla ilgili benzer sınırlamaların olduğu hatırlanmalıdır.
İlk cağlarda vatandaş ile birey karıştırılmıştır. Oncelik vatandaş sınıfına tanınmıştır. Ancak, ilk cağlarda bireylerin egemen guce karşı ileri surebileceği hakları olmamıştır. Uygulamada katı bir yonetim hakim olmuş ve egemenlik kesin mutlak olarak bu yonetimde toplanmıştır.
Orta cağda siyasi yapı feodalitedir. Feodalitede yonetilenler yoneticilere karşı hizmet ve sadakatle borclu, yoneticiler de yonetilenlerin can ve mal guvenliğini korumakla gorevlidir. Orta cağda feodal beylerle krallar arasındaki guc savaşı kralların zaferi ile sonuclanmış ve kara Avrupası’nda monarşiler devri başlamıştır. Monarklar Tanrının yeryuzundeki temsilcileri olduklarını savunmuşlardır. Orta cağda kral halk ve derebeyi arasındaki ihtilaflar sonucu yapılan antlaşmalar insan haklarının gelişmesinde yol gosterici olmuştur.
Orta cağda kralın yetkilerini kısıtlayan ve dolayısıyla halkın hurriyetlerini genişleten en onemli belge 63 maddelik 1215 tarihli İngiliz buyuk şartı / Magna Carta’dır. Siyasi iktidarı keyfilikten arındırarak, hukuk kurallarına tabi tutma, bireyleri siyasi iktidar karşısında bir takım haklara sahip kılma cabaları, batıda bu belgeyle başlar. Bu belge bireye can ve mal guvenliği tanınarak birey kralın keyfi muamelelerine karşı korunmuştur. Belgeye gore feodal beylere sorulmadan vergi toplanmayacak; hicbir ozgur kişiye zor kullanılmayacak, yasalara dayandırılmadan ceza verilmeyecek; suclu ancak suca uygun bir cezayla cezalandırılabilecektir.
Yenicağda mutlak egemen devlet anlayışı zayıflamış ve insan hakları anayasalarda yer alarak pozitif hukuk alanına girmiştir. Ronesansla başlayan humanizm akımı bireyi on plana cıkarmıştır. Bu anlayışta devlet hukmeden bir kurum değil, koruyan ve bireye hizmet eden bir kurumdur. İnsan haklarının felsefi temeli tabii hukuk anlayışına dayanmaktadır. Bu anlayışa gore insanlar zaman ve mekana bağlı olmaksızın butun cağlarda gecerli olmak uzere değişmeyen evrensel nitelikte haklara sahiptir.
Tabii hukuk anlayışında insanlara tabii haklar bahşedilmiştir. Bu haklar pozitif (yazılı) hukuktan once gelen ve ondan ustun olan, doğumla kazanılan haklardır. Devlet bu hakları korumakla gorevlidir.
İlk kez bu cağda insanın doğuştan devredilemez haklara sahip olduğu tartışma konusu olmuş, devletin hukuk duzenini ilgilendiren bir konu olarak siyasal bir mucadele alanına girmiştir. Bu cağa kadar insan hakları felsefi bir konu olmaktan oteye gidememiştir.
20. yuzyıl genellikle tek parti rejimi ile devlet seviyesinde demokrasi oluşturma cabalarına şahit olmuştur. Bu sistemde yoneten parti, hukumet politikalarını desteklemesi icin halkın yukarıdan yonlendirilmesine katkı sağlayan bir aractır. Ancak tarihsel tecrubelerden cıkarılabilecek sonuc, liberalizm olmaksızın demokrasi oluşturma cabalarının başarısız olmaya mahkum olduğudur.
Kaynak : Ansiklopedi.
__________________
Demokrasinin Tarihcesi
Tarih0 Mesaj
●48 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Gündemdeki Konular - Haberler
- Tarih
- Demokrasinin Tarihcesi