Tıp Eğitiminde Anadilimiz Nerede?
Prof. Dr. Aydın SAV
İstanbul Universitesi Norolojik Bilimleri Enstitusu

Bundan yaklaşık yedi yıl onceki 14 Mart 1992 tarihli Mavi Dalga’sı icin istenilen yazıda “Benim Fayansım En İyisidir?” adlı yazıyı kaleme almıştım. Gel zaman git zaman, tıp fakultemizin fayans sorununun tamamiyle cozulmuş olduğunu duşunerek artık biraz daha ciddi konulara gecmenin zamanı geldiği inancını ictenlikle yaşıyorum.
Kanımca soru şu olmalı? “Yabancı dil oğrenimi mi, yabancı dilde oğrenim mi? Ozellikle de hekimlik mesleğinin el verildiği kurumlar olarak tıp fakultelerinde arac olarak kullanacağımız dil, “ana dilimiz mi olmalı yoksa yabancı dil mi?” Bu soruya 1980 sonrasında YOK ile gelen yanıt, yabancı dilde eğitim yapılan tıp fakultelerinin kurulması şeklinde oldu. Aradan 18 yıl gibi bir zaman gecti. Bakıldı ki yabancı dille eğitim yapılan tıp fakultelerinin ( Hacettepe, Cerrahpaşa, Marmara, 1996 yılından sonra da Yeditepe Universitesi) giriş puanları yuksek, TUS başarıları yuksek ve hatta uluslararası yayın sayıları ve kaliteleri de yuksek ( 3, 9). Uzaktan bakınca bu iş tuttu gibi gorunuyor. O halde devam edilebilir. Ama gercek bu mudur?

Eğitim sorunsalı insanın oluşumundan bu yana tartışılagelmektedir. Nasıl olmalıdır ? Bizim mesleğimizde de tartışılır. Acaba tıp eğitiminde oğretmek mi oğrenmek mi onemlidir. Işte butun sorun budur. Eğitimin yontemleri arasında neler olmalıdır? Tıp eğitiminde klasik mi, entegre mi, yoksa probleme dayalı oğretim mi ( problem based learning [PBL] olmalıdır? Eğitim modeline yanıt vermek icin Avrupa Topluluğu, Dunya Sağlık Orgutu, Dunya Tıp Eğitimi Federasyonu ve ulkemizde de I. Ulusal Tıp Eğitimi Kongresi ile onerilen, oneriler doğrultusunda yapılan uygulamalar olduğu goruluyor. Ayrıca, Turk tıbbının kendini yenilemesi gerektiğine inanan bir grup profesor acilen duzenlemeler yapılması gerektiği inancı ile “Turk Tıbbı Reformu Calışma Grubu”’nu oluşturuyor ( 15) .

Devlet Planlama Teşkilatı’nın ulkemizde sağlık sistemi, tıp eğitimi ve hekim ihtiyacı ile ilgili olarak yayımladığı bir rapordan alınan temel noktalara şoyle bir goz atacak olursak bazı gerceklerin arasında nelerin gozden kactığını daha iyi anlarız.


Tıp fakulteleri eğitim ve araştırma hizmetleri yerine, kamu kuruluşları gibi hizmet vermeye yonelmiştir. Oğretim elemanları bu yatakları oğrenci eğitimi icin kullanmayıp, tedavi hizmetlerinde kullandıklarından oğrencilere ayırdıkları sureler ve yuzyuze eğitim olasılığı azalmaktadır.
Oğretim uyeleri, fakultede gecirdikleri surenin coğunu poliklinik, tedavi ve ameliyathanede harcamaktadır.
Zorunlu hizmet bile hekim dağılımını dengeleyememiş, hekimlerin yarıdan coğu uc buyuk kentte toplanmıştır.
Tıp eğitimi cekiciliğini kaybetmiş, uzmanlaşma eğilimi artmıştır.
Gerek pratisyen, gerekse de uzmanlar icin “mezuniyet sonrası eğitim” uzerinde cok konuşulmuş, fakat kesin cozum bulunamamıştır.
Hicbir bilimsel veriye dayanmadan hızla tıp fakulteleri acılmıştır (8).

Yetersiz altyapı ve kadrolar bilinen sorunlardır. Bir de butun bunların uzerine yontem tartışmaları da eklenmiştir. Aralarında Dunya Sağlık Orgutu’nun bulunduğu “Dunya Tıp Eğitimi Federasyonu” 7-12 Ağustos 1988 yılında Edinborough kentinde toplandı. Bu toplantının sonuc bildirgesinde “Tıp eğitiminin amacının, butun toplumun sağlığını yukseltecek hekimler yetiştirmek olduğu” belirtilerek modern tıp eğitiminin gerekirliliklerini aynı adlı bildiri ile tum dunya sağlık kuruluşlarına duyurdu. Bildiriyi oluşturan maddelere şoyle bir bakınca yine arada onemli bir maddenin olmadığı ortaya cıkıyor.

Eğitim programlarının yurutulduğu alanlar genişletilmeli, yalnız hastaneler değil, toplumun tum sağlık kaynakları eğitime katılmalıdır.
Eğitim programları ulusal sağlık sorunlarını yansıtacak bicimde duzenlemelidir.
Oğretimin yaşam boyu surmesi gercekleştirilmelidir. Gunumuzde cok yaygın olan “pasif” eğitimin yerine, kişisel yonlendirme, bağımsız calışma ve kucuk gruplar oluşturma gibi “aktif” oğrenim yollarına ağırlık verilmelidir.
Program ve sınavlar yalnızca bilginin saklanmasını ve anımsanmasını değil, mesleki beceri ve sosyal değerleri de geliştirecek bicimde hazırlanmalıdır.
Oğretmenler (oğretim uyeleri) yalnızca belli bir konuda uzman olarak değil, eğiticiler olarak yetiştirilmelidir.
Bilim eğitimi ve pratik eğitimin el ele yurutulmesine calışılmalıdır. Klinik ve toplum icinde “problem cozme “ bir oğretim yontemi olarak benimsenmelidir.
Bu bildirgenin oluşturulmasındaki ucuncu ve altıncı maddelerde adı gecen “problem cozmeye yonelik eğitimin ilk uygulayıcıları Ontario McMaster Universitesi’nden Neufeld ve grubudur. Bu modelin temel ilkeleri konusunda farklı cozumler onerilmiştir (16).

Ulkemizde de tıp eğitimcileri, eğitim modeli klasik mi olsun aktif mi olsun tartışmalarını surdurmekteler. Her ayrı modelin de savunucuları ve karşı cıkanları bulunmaktadır. Aktif eğitimi devrim olarak niteleyenler (5) ve bunun bir ozellikle bilgisayar ve internet ortamında geliştirilmesinin yararlı olacağını soyleyenler bulunmaktadır (7). Aktif eğitimin yeni olmadığı ve belki de bu eğitim modelinin senaryolar uzerinde gercekleştirilerek bugune kadar hasta başında gercek bir aktif calışma ortamında olan staj oğrencileri (eksik ve yanlışlıklarıyla da olsa) bundan uzaklaştırılıp “senaryolarla “ işleyen “pasif eğitime”mi başlamalarının bir olasılık olduğunu da tartışanlar bulunmaktadır ( 2, 11, 12) .

Goruluyor ki tıp eğitimi konusunda tartışmalar bir gunluk gazetenin hafta sonu ekinde yoğunlaşarak devam ediyor. Yazılı basındaki tartışmalar butun hızıyla devam ederken ote yandan 12-15 Kasım 1998 tarihinde Ankara’da I. Ulusal Tıp Eğitimi Kongresi yapılıyor. Kongrenin sonuc bildirgesinde oluşturulan dokuz madde şoyle ve yine gozden kacırılan bir madde dikkati cekiyor.


Tıp eğitiminde temel amac, ulke gereksinimlerine uygun hekim yetiştirmek olmalıdır.
Tıp fakultelerine alınacak oğrenci sayısı kesinlikle azaltılmalıdır.
Cağdaş tıp eğitimi icin oğrenci merkezli, problem cozmeye dayalı, entegre, topluma dayalı, secmeli derslere yer verilen ve sistematik ilkelere uygun programlar yapılmalıdır.
AT, WHO, Dunya Tıp Eğitimi Federasyonun onerileri uygulanmalıdır.
Secme ve değerlendirme bilimsel yontemlerle yapılmalıdır.
Tıp fakulteleri, eğitimi icin yeterli teknoloji ile donatılmalıdır.
Mezuniyet sonrası eğitim standardize edilmeli ve denetlenmelidir.
Oğretim uyelerinin birinci gorevlerinin eğitim olduğu bilinci ile ile eğitici eğitimi yapılmalıdır.
Eğitimi bilimsel anlamda değerlendirme, irdeleme ve geliştirmek amacı ile Tıp Eğitimi Birimleri kurulmalıdır (1, 10, 14) .
Klasik, entegre ve probleme dayalı tıp eğitim sistemleri tartışılıyor. Bu tartışmada sistemler mi onemli yoksa uygulama bicimleri mi onemli diyen bir başka yazar da cozum olarak tıp fakultelerinin uyguladıkları sistem ne olursa olsun, araştırma, eğitim ve hizmet sorumlulukları icin amaclarını ve bu amaca ulaşacak hedeflerini belirleyip, uygulamalarını oneriyor. Bunun gercekleşmesi icin yalnıza eğitime yonelik olarak tıp eğitim bilim dalı eğitimin kalitesini arttırmak icin tıp fakultelerinin icinde kurulmasının kacınılmaz olduğunu ileri suruyor. Bunun da başarılı olması icin, eğitim kalite / kontrolunu fakulte yonetimine bırakılmasının uygun olduğu duşunuluyor. Uygar ulkelerde tum tıp fakulteleri eğitim, araştırma ve hizmet işlevlerinin kalitesini değerlendiren bir ust kurulda topladığını belirtiyor (6).

Yukarda tum farklı eğitim modellerinin ustun olan ve olmayan kısımları giderek daha da ayrıntılanarak tartışılıp hakkında bilimsel kongreler yapılır hale gelirken hepsinde eksik olan bir maddeye sıranın şimdi geldiğini duşunuyorum. Bu da eğitimin hangi dilde yapılacağıdır?. Uluslararası eğitim toplantısı sonuc bildirisinde tıp eğitiminin yabancı dil mi yoksa anadilde mi yapılmasının hukme bağlanması pek akılcı olmayabilir, ancak ulusal bir konu ozgul bilimsel toplantıda ele alınmaması ilginctir.

Tozkoparan eğitim tartışmalarında, belki katılımcıların buyuk kısmının kendi fakultelerinde yabancı dilde eğitim yapılmamış olması, belki de bu dil konusunun eğitim modellerini tartışırken yeri olmadığı anlayışı ile gundeme gelmemiş olması olasıdır. Kanımca, yaklaşık yirmi yıldır tıbbın mezuniyet once ve sonrası eğitiminde etkin eğitim yaparken edindiğim izlenimlerimin başında anadilimiz dışında bir meslek eğitiminin yapılmasının pekmez dolu bir havuzda yuzme yarışması yapmaya benzemesidir. Universitelerimizde eğitim-oğretim Turkce yapılmalıdır. Bunun dışında bir secim dilimizin cağa ve teknolojik gelişmelere ayak uyduramamasına neden olur. Bilimsel terimler ve teknolojik yenilikler halkımız ve genclerimiz tarafından kavranamaz. Ezbercilik ve taklitcilik gelişir. Anlaşılmadan ezbercilik temelinde bellenen bilgiler bilgi uretim surecinde ilişkilendirilemyen anlamsız yapılar olarak beyinlerde bir sure yer tutar. Sonra da unutulur gider. Bireyler duygu, duşunce ve hayallerinin en kolay kendi dillerinde ifade edebilirler. Atasozleri, ozdeyişler, espiriler, sevgi, acı ve keder ancak ilk ifade edildikleri dillerde anlaşılır (4).

Yabancı dilde eğitim yaparken iki farklı tıp fakultesinin eğitim ortamlarında oğrencilerin sayılarının yuz ile altıyuz arasında olduğu sınıflarda oğretim elemanı ( araştırma gorevlisi ve oğretim uyesi) olarak ders verdim. Yıllardır Harvard Universitesinin onaltı tıp oğrencisinden oluşan tıp fakultesinin oğrenci sayısı ile benzerlik gosteren sınıflarda yabancı dilde ders verdiğim halde beklediğim başarının olmaması beni ozellikle “hangi dilde eğitim ?“ tartışmasına getirdi.

Yabancı dil oğrenmek icin yabancı dilde oğretim yapmanın gerekmediğine bazı ornekler verilebilir. Avrupa topluluğuna uye onbeş ulkede 1993 yılında 18-24 yaş arası genclerin %83’u en az bir yabancı dile hakim, buna karşılık yaşlılarda oran ise %50 civarında. Belcika, Hollanda ve Isvicre gibi ulkelerde yabancı dil bilen genclerin oranı %90’ın uzerinde. Bu ulkelerde hatta tum Avrupa ulkelerinde birkac ozel okul dışında ortaoğretim kurumları ve universitelerin tamamında ilgili ulkenin kendi resmi dili ya da dillerinde eğitim-oğretim yapılmaktadır (4).

Tıp eğitiminde klasik, entegre ve problem cozme esaslı tıp eğitimi tartışmaları tıp kokenli oğretim uyeleri ve eğitimciler arasında hararetli bir şekilde tartışılırken, tek tuk ve zor işitilebilir olmakla birlikte, eğitimin dil seciminde anadil esas olmalıdır sinyalleri alınıyor. ( 15, 16) Bu genel sessizlik icinde yalnızca gurultulu ancak cok net bir şekilde Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nun sesini duyuyorum. Kendi sesinden dinletmek istiyorum:

-“Turkiye’de eğitim neden bu noktaya geldi?

-Bunda bircok etken var. Normal etken, nufusun cok fazla artışı ve oğretmen sayısının yeterli olmayışı. Yani iş sulandı diyebiliriz. Ama bence asıl mesele o değil. Babam ben kucukken vefat ettiği icin ben hep parasız okudum. Ilkokul birinci sınıftan lise son sınıfa kadar TED Yenişsehir Lisesinde okudum. Her dalda Ankara’nın en iyi oğretmenleri bizi okulda ders verirdi. Oğretmenlerimiz anlatırlardı: “Osmanlının son doneminde ulkenin her yanını misyoner okulları sarmıştı. Birinci Dunya Savaşı ve Kurtuluş Savaşında bu okullar bir anlamda Beşinci Kol gibi faaliyet gosterdi. Ataturk bu tehlikeyi cok iyi bildiği icin bunların heppsini kapattı. Ama Lozan’da birkac tanesini kapatamadı. Orneğin Robert Kolej. Bu, kesinkes misyoner okuludur. “ Ataturk’un ilkesi Turk kalarak cağdaşlaşmaktı. Yani kendi kulturumuzu korurken Batı’nın tekniğini, bilimini alacaksınız. Nitekim ben yıllar sonra Japonya’yı tanıdığımda Japonların cağdaşlaşma hareketinde bir ilke konulduğunu gordum. O ilke şudur: “Batı tekniği, Japon ruhu”. Buna sadık kalmışlar. Ama, biz, 1839’dan sonra Batı’nın sadece zuppeliğini almışız. Ataturk, 1920’lerde TED’ I (Turk Eğitim Derneği) kurdu, o zamanki TBMM uyelerini de bağış alabilmek icin TED uyesi yaptı. Sonra da Ankara’da o ozel okul acıldı. Duşuncesi de şuydu. “Yabancı dil oğrenmek isteyenler boyle oğrenirler. Eğitim, coğunluğu anadilden olan resmi dilden olur. Ama yabancı dil de ayrıca boyle oğrenilir”. Biz bu duzende yetiştik ve gercekten muazzam bir eğitim aldık.

-Acaba bizeki bu uygulama kuresellik adına mı yapılıyor?

-Kureselleğin batıdaki anlamı farklı. Kuresellik Batı’da gumruklerin azaltılması ve bircok ulke arasindaki serbest ticaretin arttırılması olarak algılanıyor. Bunu burada carpıtıyorlar. “Herkes kimliğinden, kulturunden vazgecti. Biz de vazgecelim.“ diyorlar. Tam tersine… Kuresellikte ulkelerin kendi kimliklerine, kulturlerine sahip cıkmaları lazım ki eşitler arasında bir kardeşlik olabilsin. Gecenlerde Amerika’da 32 dillik bir bilgisayar yazılım buldum. Bu 32 dili birbirine ceviriyor. Iş bu noktaya gelmişken hala Ingilizce dunya dili nereden oluyor?. Zaten ortalama Amerikalı 250 kelimeyle konuşur. Bir zamanlar Kolombiya universitesinde şempanzelere kelime oğretmeye kalktılar. Baktılar ki hayvanlar kelimeyi oğreniyor ama ses telleri o sesleri cıkarmaya yetmiyor. Bu sefer işe el işaretleriyle konuşmayı oğrettiler. Şimdi o şempanzeler 600 kelime biliyor. New York Times gazetesi Amerikan halkı arasında bir anket yapmıştı. Sonucta Amerikan halkının yuzde 60’nın dunyanın yuvarlak olduğuna inanmadığı ortaya cıktı. Bakın, biz boyle bir ulkeden eğitim alacağız, oyle mi? Burada bir noktaya daha dikkat cekmek istiyorum. Bugun kendilerine Ataturkcuyum diyen, yakalarında Ataturk rozetiyle dolaşanlar nasıl olur da Ingilizce eğitim icin boyle canla başla mucadele ederler? Ataturkculuk bu mu? O zaman ne ulke butunluğu, ne de birşey kalır” (13).

Kanımca, tıp eğitimi yontemleri arasına ana madde olarak “Turkiye’de meslek eğitimi Turkce olmalıdır” ibaresini koymalıyız. Bundan onsekiz yıl once ne duşunduler de yabancı dilde tıp fakulteleri actılar, bilemem. Fakat, gorgum ve deneyimlerim gosteriyor ki, zaten son derece karışık olan tıp eğitimini bir de yabancı kaşığı ile yutturmaya calışınca kaşığı tutanın da mamayı yutanın da boğazında takılıp kalıyor.

Belki şimdilik tıp eğitiminin yabancı dilde yapılmasına cok yakından bakıldığı icin gorunmeyen bir gercek de, uzun vadede yabancı dilde mesleki eğitim-oğretimlerini aldıktan sonra yurtdışında da uzerine ekledikleri “talim ve terbiye” leri nedeniyle cok başarılı olan bugunun genc hekimleri şeklinde ortaya cıkacak. Bu kuşaklar, gerek bulundukları ulkelerde gerekse de kendi ulkelerinde, bilimsel ve sosyal acıdan başarılı işler yaptıkları zaman “Işte bakın yabancı dilde eğitimin yararı budur!…” diyecekler bugun yabancı dilde yuksek oğretimi yapılmasına karar verenler. Yalnız, şimdilik sadece sanal olan bu beklenti icin, sanırım en az onbeş yirmi yıl bekleyip sonuclarını gormek gerekecek. Ne de olsa, toplumların yaşamlarında bazı onemli değişikliklerin sonuclarını gormek icin bu kadarcık fedakarlık gerekecektir.

__________________