
Muzaffer Kılıc’tan
Ben Ataturk’un Canakkale’den Halep’ten beri yaveriydim. Onunla birlikte bir cok defa olum kalım savaşına girmiştik. Birinci Cihan Harbi bitmiş, Osmanlı Ordusu yenilmişti. Ben de Ataturk’le İstanbul’a gelmiştim.
Ataturk, dikkat cekmeden Osmanlı devleti ileri gelenlerine gidiyor, geliyor; ecnebi elcileriyle temas ederek, Sevr Anlaşması’nı daha olculu bir şekilde uygulatmaya calışıyordu.
Osmanlı orduları dağıtılıyor; asker terhis ediliyordu. Herkes gibi bende bir koşeye cekilmiş olacakları bekliyordum. Arada sırada Ataturk’un Şişli’deki evine gidip geliyordum. Ataturk, dikkat cekmemek icin bizleri, “Gidin bir yerlerde yatın kalkın, kimseye gorunmeyin.” diye adeta azat etmişti.
1919 yılının Nisan ayının son gunleriydi. Galata Koprusu’nden gecerken Ataturk’u oteki kaldırımda karşıdan gelirken gordum. Koşarak o taraf gectim. Yuzu celik gibi gergin ve gozleri tunc gibi parlak yuruyordu. Karşılaşınca durakladı. “Paşam, sizi fazla rahatsız etmemek icin evinize sık uğrayamıyorum. Bir emriniz olur mu?” dedim. Durdu, gozumum icine canımı alacak gibi baktı sonra, “Birkac gun sonra Anadolu’ya gidiyorum.” dedi. Bakışlarıyla benim eğilimimi oğrenmek istiyordu.
-"Paşam, ben sizinle olmayacak mıyım?" dedim.
Elini omzuma koyup gozlerini gozlerime dikti ve “Tehlikeli bir yolculuk yapacağız. Belki hic donmemek uzere cocuk…” dedi. “Olsun Paşam. Sizinle ben olume bile giderim.” dedim.
Şoyle bir durdu, “Oyleyse” dedi. Bana biraz da acır gibi bakarak “Kimseye bir şey soyleme. Seni heyete dahil ediyorum. Ailenle helalleşecek, bana uğrayacaksın.” deyip, yuruyup gitti.
Kaynak: Ataturk’ten Hic Yayınlanmamış Anılar, Prof. Dr. Yurdakul Yurdakul, Truva Yayınaları, 4. Basım Mart 2006, ISBN: 975-6237-37-6. Sayfa: 58-59
__________________