
Ataturk Annesine Kavuşuyor
Buyuk Kumandan, hayatı boyunca kahrını cekmiş bulunan annesi Zubeyde Hanım’ı Ankara’ya getirmiş, Cankaya’ya almıştı. Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın anne sevgisi sonsuzdu. Aşağıda sunacağımız ve eniştesi Mustafa Mecdi1’nin naklettiği olay, yalnız Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın anne sevgisinin eşsiz orneğini vermemekte, aynı zamanda, tarihimizin cok onemli bir safhasını aydınlatmaktadır:
“Mutareke sonrası, Mustafa Kemal Paşa, bilindiği şekilde Samsun’a gittikten sonra, annesi Zubeyde Hanımla, kız kardeşi Makbule Hanım ve ben, Şişli2’deki evden cıkmış, Beşiktaş’ta Akaretler’de 76 numaralı binaya yerleşmiştik.
Burada bilhassa, Paşa’nın Millî Mucadeleye atılıp, İstanbul hukumeti tarafından gorevden alınıp, idama mahkûm edilişinden sonra, cok sıkıntılı gunler gecirdik. Ne kapımızı calan, ne arayan soranımız vardı. Paşa’nın en yakınları bile korkup cekindikleri icin aforoz edilmiş durumda ve her an bir belÂya uğramak tehlikesine maruz bir halde endişe, acı ve sıkıntı icinde adeta bir mahpus hayatı suruyorduk. Hele ben, ha yakaladılar, ha yakalayacaklar heyecan ve endişesi ile bunalmış, tetikte bulunuyor, sokağa bile cıkmıyordum. Paşa’nın gizli bir şekilde sık sık gonderip durumumuzdan haber alan ve bize ondan haber getiren sadık adamı Saffet Bey’den başka hemen hemen hic kimse ile temas etmiyorduk.
İşte bu esnada bir gun, yukarıda odamda otururken, Zubeyde Hanım misafir geldi, diye beni cağırttı. Aşağıya indim, bir de baktım ki, İngiliz başcavuş uniformalı bir genc... Şaşırdım... İcimden ‘eyvah yakalandık’ diye gecirdim ne yapacağımı bilemez hale geldim. Bu halimi fark eden genc:
-‘Beyefendi... Ben yabancı değilim... Muhendis Yusuf’um. Paşa Hazretlerinin sutkardeşinin eşiyim’ diye kendini tanıttı, ziyaret sebebini de şoyle anlattı:
-‘Harbiye dairesindeki telgraf merkezinde calışıyorum. Evinizi basmaya karar verdiklerini haber aldım. Sizi tutuklayacaklar... Haberiniz olsun... Bunu soylemeye geldim.’
Allah bilir ya inanmadım. Tutuklama ve basılma meselesine değil, onun zaten biraz evvel de ifade ettiğim gibi, her an bekliyordum, fakat bu adamın boyle iyi niyetle gelmiş olmasına ihtimal vermiyordum. Turk olduğunu soyleyen bir adamın bağnazlık icindeki bir şehirde kafasına İngiliz şapkası giyişinden tutun, duşman hizmeti kabul etmiş oluşuna kadar her hal ve hareketi şuphelerimi artırmıştı. Aslında Mustafa Kemal Paşa’nın, Selanik’teki bir telgraf memurunun kızı olan bir sutkardeşi bulunduğunu ve Muhendis Yusuf isminde biriyle evli olduğunu biliyordum ama bu adamı ilk defa goruyordum. Şuphelerimin arttığını goren genc;
-‘Ben sizinle gizli konuşmak isterim. Durumu iyice anlatırsam, endişeniz ortadan kalkar.’ Gibi sozler soyleyip duruyor idiyse de, ben kısa kesmek duşuncesiyle, teşekkur ederek, acele işim olduğundan bahisle başka bir gun goruşmek uzere Valide Hanım’a haber vereceğimi soyleyerek, oradan cıktım.
Cıktım, yukarı gittim ama endişem devam ediyordu. Cunku Mustafa Kemal Paşa ile temasta bulunduğumuzdan şuphe eden ve her hal ve hareketimizi takip eden İstanbul Hukumeti gibi İngilizlerin de er gec başımıza bir iş acacaklarından ve bu arada beni, bilhassa Paşa’nın durumu hakkında soyletmek icin, baskı yapacaklarından emindim.
Duşundum; yakalanır da sıkıştırılırsam Paşa hakkında ne soylesem inanmayacaklar. Ve durup dururken bir suru işkencelere, hareketlere maruz bırakacaklar. İyisi mi kalkıp bir yolunu bularak; Anadolu’ya geceyim, Paşa ile goruşeyim, tekrar İstanbul’a doneyim. O zaman tutsalar da onemi yok, cunku nerden haber aldın deseler aracı filan olmadığını bizzat gidip kendisiyle temas ettiğimi ve gorduklerimi soylediğimi anlatır, baskıdan kurtulurum, diyordum.
Fakat tam hareket edeceğim sırada evi bastılar. Baskına uğradığımızı anlar anlamaz, arka odadan kendimi bahceye attım. O tarihte oturduğumuz bu evin sırasında, koşede sulh mahkemesi vardı. Bahcesinden oraya atladım, bodruma inerek saklandım. Saatlerce oylece, kapandım kaldım. Hava kararıncaya kadar tenha yerlerde dolaştım. Gece gec vakit, bir tanıdık vasıtasıyla evin durumunu anlayıp, basanların gittiklerine kanaat getirince, dondum.
Zubeyde Hanım hÂl kendine gelememişti. Zaten rahatsızdı.
-‘Gordunuz mu olanı? Bunlar artık peşimizi bırakmazlar, yine gelirler. Yarından tezi yok, ben Paşa ile goruşmeye gidiyorum’ dedim. Ve hakikaten ertesi gunu Bahricedit Vapuru’na bindim.
Vapur Kızkulesi onunde demirli idi. Hareket etmek icin, İngiliz kontrolunu bekliyordu. Kamarama yerleştim, şoyle bir sigara yakayım, demeye kalmadı, bir de baktım, arkamdan biri omzumu durtuyor. Kimdir diye başımı cevirince, karşımda sırıtan birini gordum.
-‘Kimsiniz siz? Dedim.
-‘Tanımadınız mı beni?.. Devlethanede goruşmuştuk ya, Hatırlamıyor musunuz? Bendeniz Yusuf, demez mi?’
Ne bileyim ben, herif, o apoletli, parlak duğmeli, şeritli şapkalı İngiliz uniformasını cıkarmış sivil giyinmiş. Tanıyamamıştım. Fakat ne arıyordu burada? Demek peşimi bırakmıyor. Busbutun kuşkulandım, ama ne yapabilirdim?
Bir yandan da, kimseye hareketimi haber vermemeleri icin sıkı sıkıya, tembih ettiğim halde, evden haber almış olmasına cok uzuldum. Caresiz, zoraki bir gulumseyişle:
-‘Buyurun oturun, goruşelim’ diye yer gostererek, kamaramın kapısını da hemen kilitledim. Baş başa kapalı kalınca:
-‘Kayınvalide sana yanlış soylemiş. Zaten biliyorsun acı cekiyor, yorgundur. Ben Anadolu’ya gececek değilim. İnebolu’ya gitmiyorum. Trabzon yoluyla Kafkasya’ya gideceğim. Enver Paşa’nın Yeşilordusu’na katılmak niyetindeyim’ dedim. İnanmadığını gosteren bir tavırla, acık konuşmak luzumunu duyduğunu belirterek, dedi ki:
-‘Efendim, ben memlekete hizmet etmekten başka bir gaye peşinde değilim. Ornek olarak bu defa da, beni gizli bir gorev ile Mustafa Kemal Paşa’ya gonderiyorlar. Yakınlığımız olduğunu bildiklerinden bu goreve beni uygun gorduler. Barış teklifinde bulunacağım. Sizin de gelişinizi kayınvalidem haber alınca, fırsattır duşuncesiyle koştum geldim. Birlikte gideriz. Paşa Hazretleri yanında siz de aracılıkta bulunursanız memlekete, bu nazik zamanında buyuk bir hizmet etmiş olursunuz.’
Derhal sozunu kestim:
-‘Arkadaş, sana acık soyleyeyim dedim, ben senden şuphe ediyorum. Ne desen nafiledir. Hele boyle bir zamanda, ben İngilizler ile Mustafa Kemal Paşa arasına girip aracılık yapacak adam değilim. Sen de, senin İngilizlerin de goruluyor ki Mustafa Kemal Paşa’yı hÂl tanıyamamışsınız. Ben boyle şeylere karışmam. Sana tavsiye ederim. Başından buyuk işlere burnunu sokma. Fakat mademki ısrar ediyorsun, ben de seni buraya kapayacağım. Bir yere kıpırdamak yok. Sesini cıkardığın anda, seni gebertirim.’
Bu sefer o şaşırdı, ummadığı bir tuzağa duşmuştu. Hem de kendi ayağıyla, kekeleyerek:
-‘Aman Mustafa Bey. Ozur dilerim, su dokmem gerekirse, ne yaparım?’ Diyecek oldu:
-‘Şuracığa! Şu koşeye yaparsın. Başka lÂf istemem, ne halt edeceksen bu kamaranın icinde edeceksin. Vapur kalkıncaya kadar dışarı cıkmak yok. Cevabını verdim.
-‘Bana hakaret ediyorsun, ben Mustafa Kemal Paşa’ya hizmet etmeye gidiyorum, Reva mı bana bu muamele’ diye soylenip duruyordu, ama aldırmadım.
Vapur kalktı, Kavaklar’dan sonra kamarayı actım:
-‘Serbestsin, yalnız şu andan itibaren birbirimizi hic tanımıyoruz. SelÂm sabah bile etmeyeceğiz. Haydi cık. Ne halin varsa gor’ diye, koyuverdim.
Nihayet İnebolu’ya vardık. Baktım, herif yine peşime takılmak hevesinde. Bir yandan da İnebolu’ya inmem lÂzım, bu da kuyruk gibi gelirse, olmayacak. İnebolu’da kim olduğumu, bunun da neye mal olduğunu anlatıncaya kadar zaman gececek. Bir yolunu buldum, tekrar kamaraya soktum; iceri girmesiyle, kapıyı dışarıdan kilitledim bir oldu. Kapının aralığından kendisine seslendim:
-‘Vapur kalkmadan cıkmaya teşebbus etme. Kucuk bir hareketini sezersem, beynine kurşunu yersin. Vapur kalktıktan sonra kapıyı vur, seslen, şu koyduğum yerden anahtarı alıp kapıyı acsınlar.’
Boylece, vapur kalkıncaya kadar bekledim, son dakikada İnebolu’ya cıktım, o da kamarada kaldı.
Artık rahattım. İnebolu’dan doğru bir haftada Ankara’ya gittim. Paşa, istasyondaki binadaydı. Yanında Colak İbrahim ile diğer yakınları vardı. Beni gorur gormez sevindi. Annesinden haber sordu. Mektubunu takdim ettim. Zubeyde Hanım’ın bu mektubunda, Colak İbrahim’den bir şikÂyet de vardı. Kendisine odunc vermiş olduğu bir miktar parayı hÂl iade etmeyişinden bahsediyordu. Paşa, bunu okurken gulerek, Colak İbrahim’e:
-‘Hele bak! Valideyi uzmuşsun. Sen hep boylesindir zaten’ diye takıldı. Sonra bana dondu:
-‘Canım Mustafa Bey, anneme ne oldu boyle? Bak, yine neler yazmış’ diye anlattı; ‘Meğer Zubeyde Hanım, mektubunda, Paşa’nın sutkardeşinin kocası Yusuf’a kolaylık gosterilmesinden filÂn bahsediyormuş. HÂlbuki Paşa, biraz evvel Sinop’tan aldığı bir telgraftan, bu Yusuf’un şuphe uzerine tutuklandığını ve acele olarak yapılan bir soruşturmayla İngiliz ajanı olduğu anlaşılarak idama mahkûm edilmiş olduğunu oğrenmiş.
-‘Bu ne iştir boyle? Baksana, şimdi benden soruyorlar, bu Yusuf denen adamın ustunde annemin bana yazılmış tavsiye mektubunu bulmuşlar. İdam edelim mi? Diye cevap bekliyorlar. Annemin boyle şeylere aklı ermez; ne diye kalkar boyle adamlara mektup verir? Şimdi bu işin icinden nasıl cıkacağız? Diye uzuluyordu. Bir muddet oylece sinirli bir vaziyette, duşundu, durdu. Bir turlu karar veremiyordu. Sebebini sonradan anladık. Paşa İstanbul’dan Samsun’a giderken, yanında Halit ismindeki son derece itimat ettiği, emir eri vardı.
Yolda, Sivas ile Erzurum arasında, bu askerin yanındaki 500 lira bulunan canta kaybolmuştu. Aramışlar, bulamamışlar, Halit’ten şuphelenmişler ve Paşa’nın haberi olmadan zavallı askeri uc gun, uc gece dove dove, ill cantayı ve paraları meydana cıkaracaksın diye, fena halde sıkıştırmışlar. Daha sonra cantayı da paraları da bulmuşlar ama Halit’in de canı cıkmış, perişan bir hale gelmiş. Paşa bu olup bitenleri duyunca, fena halde uzuluyor ve Halit’i:
-‘Haydi, git, ananın yanında istirahat et. Kendine gel’ diye İstanbul’a gonderiyor. Gonderiyor, ama İstanbul’daki Zubeyde Hanım da, o sırada şuradan buradan kulağına gelen; ‘Mustafa Kemal Paşa'yı idam etmişler, oldurmuşler’ soylentileriyle deliye donmuş, bitkin bir halde dovunup durmaktadır. Halit’i karşısında gorunce:
-‘Eyvah, evladımın kara haberini getirdi’ diye duşup bayılarak hafif bir felc geciriyor. Paşa gozleri yaşararak, bunu anlattı. Sonra, tarif edilmez bir uzuntu icinde, kendi kendine soyler gibi, şoyle dedi:
-‘Şimdi bu Yusuf da idam edilirse, annem duyunca, bu sefer beyninden vurulmuşa doner, dayanamaz olur, gider. Zavallı anacığımın benim yuzumden cektikleri yeter artık. Bir de olumune sebep olmayayım. Cok rica ederim, bu adamı bana bağışlasınlar. GunahkÂrsa bile, asmasınlar, sınır dışına kovsunlar.’
İşte, o cok buhranlı ve zor anlarda bile, Ataturk’un anasına karşı ne kadar bağlı olduğunu gosteren en canlı olaylardan biri de budur.”3
Cankaya’daki hukumet başkanının koşkunde şimdi bir hanım bulunuyor. Sakarya zaferinden az sonra Gazi Mustafa Kemal Paşa İstanbul’dan annesini getirtti. Zubeyde Hanım olduğune inandığı oğlunu şimdi galip vaziyette tekrar karşısında bulmuştur.
Zubeyde Hanım bembeyaz kıyafettedir. Azametli gorunuşu ile odalarda geziyor, etrafına saygı telkin ediyor. Her zamanki gibi, ciddî bir surette ortalığı idare ediyor. Sık sık da ofkelendiği, yanındakileri azarladığı duyuluyor. Azarlananlardan birisi de coğunluk ile Gazi’dir. Kendisinden bugun bile itaat ve emrine hazır olmasını beklemektedir.
Yavaş yavaş oğlunun uzerine aldığı vazifeyi idrak etmeye başladı. Onceleri arzu ettiği yolda yurumeyip de başka gayeler peşinde koşmuş olmasına artık katlanmıştır. Zubeyde Hanım cok koyu bir milliyetperver olduğu icin Halife’ye karşı gelen oğluyla kavga ediyor. İki yabancı buyuk devlet gibi, ana oğul yan yana yaşıyorlar. Her biri kendi sınırlarını muhafaza ediyor ve sınırlara tecavuz edildiği zaman, sevgi ve enerjiyle birbirlerine dişlerini gosteriyorlar. Her ikisinin de icini yakan bir tek arzu var; “Galip gelmek, karşı koymak.” Zubeyde Hanım dua ediyor, Gazi Mustafa Kemal Paşa hesaplar yapıyor.4
1 Mustafa Mecdi Boysan, Milletvekili, Ataturk’un kardeşi Makbule Hanım’la 1935 yılında evlenmiştir.
2 Bu ev, gunumuzde İstanbul Buyuk Şehir Belediyesi’nce muze olarak duzenlenmiştir.
3 BANOĞLU, Niyazi Ahmet, Nukte ve Fıkralarla Ataturk, Garanti Matbaası, İstanbul 1967, s. 200-207.
4 BANOĞLU, Niyazi Ahmet, Nukte ve Fıkralarla Ataturk, Garanti Matbaası, İstanbul 1967, s. 199–200.
Kaynak: Ataturk’ten Gencliğe Unutulmaz Anılar, Ahmet Gurel, Mayıs 2009
__________________