
Ankara'dan ayrılıştan İzmir'e girişe kadar..
Rahmetli Salih Bozok, İstiklÂl Harbi sırasında Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın başyÂveri idi. Merhum bilindiği gibi Ataturk'un cocukluk arkadaşı idi. Salih Bozok, Ataturk'e o kadar bağlı idi ki olumu uzerine elindeki silÂhı kalbine doğrultmakta tereddut etmedi. Vakıa bir milimetrelik fark kendisini olumden kurtardı, fakat aylarca yatakta kaldı; kalktıktan sonra da uzun zaman yaşayamadı.
Salih Bozok, Başkumandanlık Meydan Muharebesinde de Ataturk'un yanıbaşında idi. Aşağıda okuyacağınız hÂtıraları 925 senesinde ve Ataturk'un sağlığında anlatmıştır.
Taarruz kararı nasıl verildi?
''Taarruz kararı, en musait zamana intizaren, Sakarya muzafferiyetini muteakip verilmişti. Taarruzun icrasından birkac hafta evvel cepheye gidildi. Gazi Paşa hazretleri vaziyeti mahallinde tetkik ve yakında bir taarruza gecilecekmiş gibi hazırlık yapılmasını emrettiler. Birkac gun cephede kaldıktan sonra tekrar donduk. Maksat, taarruz şayiasını bertaraf etmek ve etrafa, ancak bir teftiş seyahati icra edildiği, hissini vermekti.
Nihayet bir gece (23 Ağustos) Gazi Paşa Ankara'yı sessizce terketti. İkametgÂhımız Cankaya olduğu icin şehre uğramaksızın Konya yolu takip edilebilirdi. Mufarekatımızdan evvel paşanın ikametgÂhında kalanlara sureti mahsusada emir verildi: Hareketimiz ifşaa edilmeyecekti. Ve bir iki gun zarfında koşke gelenler olursa, Gazi Paşanın rahatsızlığı ileri surulerek kimse ile goruşmesi mumkun olmadığı anlatılacaktı. Bu suretle birkac gun kazanmak istiyorduk.
Ertesi gun, oğle uzeri otomobillerle Konya'ya vasıl olduk. Paşanın Ankara'dan hareket ettiğinden haberdar olmadıkları icin, ansızın gelişimiz Konyalıları hayrete duşurdu. İki gun Konya'da kaldıktan sonra, Garp Cephesi karargÂhının bulunduğu Akşehir'e gittik.
Akşehir'de kumandanların ictimaı
Akşehir'de bir kumandanlar ictimaı yapıldı. Taarruzun sureti icrası bu muhim ictimada kararlaştırıldıktan sonra lÂzım gelen tertibat alınarak Garp Cephesi KarargÂhı Akşehir'den (Şuhut) nahiye merkezine nakledildi. Burada karargÂh duşman tayyarelerinin tarassudatına acık bir vaziyette olduğu icin Kocatepe ile Şuhut arasındaki vadiye cadırlar kuruldu. Fevzi ve İsmet paşaların karargÂhları da sık ağaclarla kaplı ve her iki tarafı yalcın tepelerle cevrilmiş vadinin icinde idi.
Bu sırada Anadolu Ajansı Cankaya'da sufera ve rical şerefine tertip edilen bir cay ziyafetinden bahseylemekte idi. Bu haber Gazi Paşanın Ankara'da bulunduğu hissini vermek icin ifşaa edilmişti. Nitekim İstanbul gazetelerine de telgraflarla verildi. Ve kimse zerre kadar şuphe etmedi.
26 Ağustos sabahı
26 Ağustos gunu taarruzun icra edileceği zaman sabahleyin erkenden cadırları terkettik. Henuz hava karanlıktı, yolu gorebilmek uzere onumuzden bir iki fenerli asker cıkardık. Vadi ile tepe arasında muntazam yol olmadığı icin hayvanlara binmiştik. Kocatepe'ye muvasalat ettiğimiz zaman şafak yeni sokmeye başlamıştı. Birinci ordu kumandanını orada bulduk. Saat dorde gelmişti, herkes buyuk bir heyecanla durbunune sarılarak duşman mevzilerini tarassuda başlıyordu.
Mukarrer saat hulûl etti, bir anda cehennemî bir ******a Âfakı titretti, muteaddit captaki toplarımız gurledi: Taarruz başlamıştı. Yarım saat suren topcu ateşinden sonra mitralyoz ve piyade tufekleri işlemeye başladı. Bundan kıtaatımızın duşman mevzilerine tekarrup ettiğini anladık. Pek az zaman sonra Kalecik sivrisi kahraman askerlerimiz tarafından işgal edildi, buna mumasil birtakım duşman mevzilerinin de işgal olunduğu bildirildi. Hepimiz birbirimizi tebrik ediyor ve temadi-i muvaffakiyet icin temenniyatta bulunuyorduk.
Guneş biraz yukseldi, Kocatepe'de bulunanlar duşman tarafından gorulebildi. Tam bu sırada duşmanın buyuk caplı toplarından birinin mermisi bizim bulunduğumuz tepenin altında patladı. Bu mermiyi ikincisi, ucuncusu, dorduncusu takip etti. Anladık ki duşman, oradan gecmekte olan hasta nakliyatına mahsus arabalarımızı hedef ittihaz ederek ateş acmaktadır. Duşmanın yaralılarımıza karşı bu denaetkÂrane tecavuzleri devam etmekte iken, kahraman efradımız da Tınaz ve Belen tepelerindeki Yunan mevzilerine şiddetli hucumlarda bulunmakta idi.
Yine bu sırada 57'nci fırka kumandanının karşısındaki tepeyi dediği saatte alamamasından mutevellit teesssurle intihar ettiği telefonla bildiriliyordu. Akşama kadar devam eden taarruz muvaffakiyetimizle neticelenmiş, duşmanın bir cok muhim noktaları elimize gecmişti. Akşam karanlığı etrafı sarınca, ufukta patlayan mermilerin cıkardığı alevler secilmeye başladı. Geceleyin de tarruza devam edilmesi mukarrer olduğundan muharebe sabaha kadar fasılasız surdu.
İlk Yunan esirleri
İlk Yunan esirleri ertesi sabah-taarruzun ikinci gunu karargÂhımıza getirildi. İlk esir kafilesi 20-30 kişiden ibaretti. İclerinden biri Bulgar olduğunu, Turkce bildiğini soyledi, halbuki arkadaşlardan biri kendisini Edirne'den tanıyormuş, Rum bir berbermiş. Pek guzel Turkce konuşuyordu.
Kendisini teşhis eden arkadaşımıza cevaben bir muddet Bulgarlığını iddia etti, fakat sonra hakikati soyledi ve Edirneli Rum berber olduğunu itiraf etti.
Rum berber, mutemadiyen taarruzun şiddet ve dehşetinden bahsediyordu. Berhayat olarak siperlerde kimsenin kalmadığına kaniydi ve yeminlerle, kasemlerle Yunanistan'ın elinde neler varsa hepsinin bizim elimize gececeğini yana yakıla iddia ediyordu. Halinden, askerlerimizin aslan gibi savletinden adam akıllı korkmuş olduğu anlaşılıyordu. Onun ifadesine gore Afyon'un coktan bizim elimize gecmesi lÂzımdı.
Gazi'ye getirilen beşaret haberi
Filhakika biz bu Rumla konuşurken Başkumandan Gazi Paşanın huzuruna bir erkÂnıharp zabiti geldi ve Afyon'un istirdadına dair telefonla aldığı malûmatı tebşir etti. Yunan esiri de bunu duymuştu, yalan soylemediğini teyit eder gorduğu bir hÂdiseye, Âdeta bizden ziyade seviniyordu.
Gazi Paşa, o akşam; ertesi gunu Afyon'a gitmek icin lÂzım gelen tertibatın yapılmasını ve hareketimizden sonra karargÂhın da oraya naklolunmasını emir buyurdular.
Ertesi sabah kumandanlarla maiyetlerini hÂmil otomobiller Afyon'a muteveccihen hareket etmişlerdi. Yolda rastladığımız koylulerden bir ihtiyarı İsmet Paşa tanıdı, otomobilini durdurarak evvel hatırın, sonra takip ettiğimiz yolun doğru olup olmadığını sordu, ihtiyar aynen şu cevabı verdi:
''- Yol doğrudur, fakat bu şosenin ileride toprağı tesviye edilmemiştir.''
İhtiyar: ''Belki bozulur, yurumez'' diyerek otomobillerimizi tuttuğumuz istikametten cevirtti ve diğer yolu tarif etti. Biz şoseden ayrıldıktan sonra ancak bir muddet gidebildik, yolu şaşırmıştık, dere, tepe arasında yine yol aramaya başladık. Bu yuzden hayli vakit kaybettik. Bizden sonra yola cıkan arkadaşlar Afyon'a vÂsıl olmuşlardı bile. Biz hÂl ovanın icinde yol arıyorduk.
Ovada yuruye yuruye nihayet duşman siperlerine, tel orgulerine tesaduf ettik. Butun saha kazılmış ve derin hendekler acılmış olduğu icin otomobilin gecmesi muşkuldu. Telleri kopardık, kestik. Hendeklerden otomobili gecirtmek icin de şu careyi bulduk: Duşman siperlerinde elimize gecen bir kapıyı cukurların uzerine koyarak otomobili gecirdik.
Afyon Karahisar'da
Afyon'a girdiğimiz sırada, şehrin muhtelif kısımlarında yukselen alevler, gittikce genişleyerek mahalleleri bir kul yığını halinde bırakıyordu. Duşman kacarken son ve muthiş şenaatını yapmaktan geri kalmamış ve şehri ateşlemişti. Afyon'da kumandanlara karşı halkın gosterdiği tezahuratı bugun dahi aynı heyecanla yaşamaktayım. Afyon'da belediye dairesinde kaldık.
Başkumandanlık muharebesinin olduğu gunun gecesi idi. Yatıyordum. Bir ayak sesi ve bir gurultu işittim. Uyandığım zaman yeni gelen bir rapora muttali oldum: Duşman pek fena bir vaziyete girmişti.
Bunun uzerine Gazi Paşa hazretleri, sabahleyin Dumlupınar'a hareket etmek kararını verdiler. Gazi Paşa Birinci Ordunun, Fevzi Paşa da İkinci Ordunun harekÂtını takip etmek uzere erkenden Afyon'a hareket ettiler. İsmet Paşa Afyon'da kalmıştı. Dumlupınar civarında bir koyde Birinci Ordu Kumandanını cadırında bulduk. Gazi Paşa Kolordu kumandanı Kemaleddin Sami Paşa ile telefonla goruşuyorlardı.
Gazi'nin huzurunda bir Yunan erkÂnıharbi
Bu sırada, bir iki gun evvel esir edilmiş olan bazı Yunan zabitanı karargÂha getirilmişti. Gazi Paşa esirlerin arasında bulunan erkÂnıharp zabitin yanına istedi. Yunan zabitine bir cay ısmarladı ve kendisinden vaziyet hakkında malûmat istedi.
Zabit iki gun evvel esir edilmiş olduğu icin, son vaziyetten haberdar olmadığını soyledi. Bunun uzerine başkumandan Gazi Paşa haritayı acarak alınan raporlara gore hÂsıl olan vaziyeti işaret etti. KarargÂhımızdaki Yunan erkÂnıharbi de Yunan ordusunun duşmuş olduğu ağı gormuş ve vaziyetin vehametini anlamıştı. Gayrıihtiyarî parmağını haritanın uzerinde gezdirdi:
- "Bu vaziyete nazaran, iki kolordu kumandanımızla, dort fırka kumandanımızın, kıtaatınızın cemberi icinde bulunduğunu zannederim'' dedi.
Gazi Paşa, aldığı bu malûmatı derhal telefonla Kemaleddin Sami Paşaya bildirdi, bahsedilen kumandanların behemehal esir edilmesini emir buyurdu.
Yunan zabiti, evvelce Turkce bilmediğini soylemiş ve kendisiyle tercuman vasıtasıyla ve Rumca goruşulmuştu, fakat Gazi'nin Turkce olarak verdiği bu emri işitir işitmez benzi kul gibi oldu. Elini alnına goturdu, teessurunden getirilen cayı icemedi ve cadırdan dışarı cıkmak icin musaade istedi.
Kendisinin Turkce bildiğini ve biraz evvel gayriihtiyarî verdiği malûmattan dolayı nedamet hissettiğini anlamıştım. Ben de beraber dışarı cıktım, kendisine Turkce:
- Nerelisin? dedim.
SelÂnikli olduğunu ve Kulekahvehaneleri mahallesinde ikamet ettiğini soyledi. Ne tesaduf. Ben de SelÂnik'te o mahallede ikamet etmekte idim:
- Ne icin o guzel SelÂnik'i bıraktın da buralara geldin? diye sordum.
- Askerim, emir aldım. Cevabını verdi. Başı fevkalÂde ağrıdığından dolayı da fazla konuşmaya mutehammil olmadığını ilÂve etti. İcap eden ilÂcları kendi bavulumuzdan verdik.
Kemaladdin Sami Paşa karargÂhında
Gazi Paşa Yunan erkÂnıharp zabitinden bu haberi aldıktan sonra, otomobilin hazırlanmasını emretti. Kemaleddin Sami Paşanın karargÂhına gitmek arzu ediyordu. Birinci Ordu Kumandanı yolun fevkalÂde muhataralı olduğunu soylediyse de, Gazi'yi alıkoymak mumkun olmadı.
Hep beraber Kemaladdin Sami Paşanın bulunduğu tepeye geldik. Kemaleddin Sami Paşa durbunuyle duşmanın Dumlupınar civarındaki ovadan ricatını tarassut ediyordu. Gazi Paşa sordu:
- İleride bir duman goruyorum. Bu nedir?
Kemaleddin Sami Paşa cevap verdi:
- Duşman ağırlıklarını yakıyor, paşa hazretleri.
Gazi Paşa:
- Şu sağdaki koy ve duman nedir? dedi.
Kemaleddin Sami Paşa:
- Doğuştuğumuz duşman cekilirken yalnız ağırlıklarını değil, koyleri, şehirleri sakinleriyle beraber ateşe veren bir duşmandır. Yanan Cal koyudur, Yunanlılar yakmıştır cevabını verdi. Gazi Paşa orada hangi kıtalarımızın olduğunu da sordu. On Birinci Fırkanın bulunduğu cevabını alınca şu suali irad etti:
- Telefonla muhabere mumkun mudur?
- Henuz telefon tesis etmedik, cunku bir gun evvel o civardaki tepelerde duşmanla muharebe edilmiştir.
Gazi Paşa On Birinci Fırkanın bulunduğu mahalle gitmek arzusunu izhar buyurdukları icin refaketimizde Kemaleddin Sami Paşa da bulunduğu haldde Cal koyu istikametine muteveccih olduk.
Tepeye geldiğimiz zaman duşmanla harp başlamıştı. On Birinci Fırka kıtaatı avcı halinde ve bizim uc dort yuz metre ilerimizde hareket ediyordu. 11'inci Fırkanın topcuları aramızdaki bir tepeden duşmana ateş acıyorlardı.
Gazi Paşa bu vaziyeti gortukten sonra neticei katiyenin bir an evvel istihsali icin fırka kumandanını da nezdlerine celbetti ve topcunun onumuze gecmesini, piyadenin ileri hareket devam etmesini emir buyurdu.
Fırka kumandanı derhal altına binerek yıldırım suratiyle avcı hattına gitti. Karşımızdaki duşmana -hareketlerini gozle secebilecek kadar- yaklaşık. İkinci Ordu Kıtaatının da sağ cenahımızdan duşmanı tazyik etmekte olduğunu haber aldık. Her taraftan sıkıştırılmış ve ateşten bir cember icine alınmış olan duşman tam manasıyla şaşkına donmuştu.
Guneş gurup ederken
Birkac saat gecti, guneş gurup ediyordu. Ufuktaki dağların arkasına cekilen guneşin son ışıkları, askerlerimizin duşman mevzilerinde parlayan sungulerine aksetmişti. Gece başlarken ateş kesildi. Tevali eden raporlar ve telefonla verilen haberler hemen hemen birbirinin aynı olarak şu malûmatı ihtiva ediyordu:
''Bozguna uğrayan duşman efradı cil yavrusu gibi dağıldılar, dağlara, tepelere, ormanlara iltica ediyorlar.''
Diğer taraftan, raporlarda makhur duşmandan alınan ganaim hakkında da malûmat vardı. Yalnız OnBirinci Fırkanın karşısında Yunan kuvveti beşi koşulu olduğu halde 25 top bırakıp kacmıştı.
Karanlık basmıştı. KarargÂhımızın bulunduğu Afyon'a doneceğimizi zannederken Gazi Paşa hazretleri Dumlupınar koyune gitmekliğimiz icin emir verdiler. Muharebe meydanından ayrılarak Dumlupınar'a geldik. Ne yanımızda, ne de koyde eşya vardı. Sabaha kadar -Gazi Paşa ve hepimiz- oda doşemeleri, peykeler veya toprak uzerinde yattık. Eşyamız ancak ertesi gun oğle uzeri geldi. Gazi Paşanın cadırlarını koy evlerinden birinin damı uzerine kurduk.
Yunan generallerinin hayreti
''... Tam bu sırada Fırka Kumandanı KÂzım Paşa muharebede esir edilmiş olan dort Yunan generalini getirdi. Bu generaller, bir gun evvel başkumandan paşanın esir edilmelerini telefonla Kemaleddin Sami Paşaya emir buyurdukları kolordu kumandanları idi. Gazi Paşa generallerle goruşerek icap eden malûmatı aldı. Generallerden birisi kendilerine sorulan suallerin hitamını muteakip, kiminle teşerruf etmekte olduğunu sordu:
- Mustafa Kemal Paşadır! Dedik. Hayretle gozlerini actı, inanmak istemiyordu. Sualini tekrarladı:
- Fakat bu Mustafa Kemal Paşa, bizim bildiğimiz Mareşal Mustafa Kemal midir? dedi. Goruştuğu zatın hakikaten Başkumandan Mustafa Kemal Paşa olduğunu oğrendikten sonra:
- Dun burada mıydı? diye sordu.
- Başkumandanlık muharebesini bizzat kendisi idare etmiştir. Cevabını verdik. Duşman generali bir muddet sustu. Sonra nazarlarını hurmet ve takdirle Gazi Paşaya atfetti ve dudaklarından şu sozler dokuldu:
- Zafer, galibiyet, şeref ve bu topraklar... Her şey sizin hakkınızdır. Bizim Haci Anesti İzmir'den kıpırdanamadı.
Ertesi gunu ben Buyuk Millet Meclisi Riyasetine muharebeler ve cereyan eden ahval hakkında telgrafla malûmat vermek uzere Gazi Paşa hazretlerinin emirleri mucibince Dumlupınar'dan Afyon'a henuz telgraf hattı tesis edilmediğinden Bolvadin'e gitmeye mecbur oldum.
Gazi esir Yunan Başkumandanını nasıl kabul etti?
İşimi bitirdikten sonra Afyon'a donduğum zaman Gazi Paşanın istirdat edilen Uşak'ı teşrif ettiklerini ve kendilerine orada mulÂki olmaklığımı emir zabiti Siirt Meb'usu Mahmut Bey telefonla bildirdi. Ertesi gunu Uşak'ta karargÂha iltihak ettiğim zaman Yunan başkumandanı general Trikopis'le General (Diyonis'in esir edilmiş olduklarını oğrendim.
Esir duşmuş başkumandanla general arkadaşı o gun Mustafa Kemal Paşa hazretlerinin nezdine getirdiler. İsmet Paşa ile Birinci Ordu Kumandanı da beraber gelmişlerdi.
Gazi Paşa hazretleri esir generalleri ayakta karşıladı. Kendilerine yer gosterdi, birer cay ısmarladı, sonra Trikopis'e sordu:
- Bu iş nasıl oldu?
Trikopis iki ellerini yanlarına doğru acarken başını onune eğdi. Vaziyetinden bu Âkıbeti mukadderattan ziyade aciz ve zaafa hamletmek istediği anlaşılıyordu.
Gazi kendisini teselli etti:
- Uzerinize duşen vazifeyi ifa ettiğimize kailseniz musterih olunuz. En buyuk kumandanlar icin de esaret mukadder olabilir.
Trikopis, verdiği cevapta bazı kusurları Diyonis'e atfettikten sonra topcularımızın mukemmeliyetinden, iki telsizleri olduğu halde birinin evvelce bozulup İzmir'e gonderildiğinden, diğerinin topcu ateşimizle tahrip edildiğinden bahsetti ve caresizlikler icinde kaldığını ve hatta bir gun evvel kendi yaverinin dahi yanından ayrıldığını soyledi.
Trikopis yapacak yalnız bir şey kaldığını fakat yapamadığını ilÂve etti. Esir başkumandan intihar arzusunda olduğunu im ediyordu! Gazi Paşa:
- Kendi vicdanına muhavvel bir keyfiyettir, ona biz karışamayız!.. Dedikten sonra İsmet Paşa'ya:
- Kumandanlar zannedersem istirahate muhtactırlar, dedi.
Trikopis cıkacağı sırada, Gazi Paşadan gorduğu fevkalÂde nezaketten cesaret alarak, İstanbul'da bulunan ailesinin sihhatinden haberdar edilmesini rica etti. Gazi Paşa, adresinin alınmasını ve HilÂliahmer vasıtasıyla ricasının is'afını emir buyurdular.
Başkumandan muharebesinden sonra İzmir'in istirdadına kadar hemen hicbir yerde şayanı dikkat muhim muharebat olmamıştır. Birkac gun icerisinde İzmir'e girmek muyesser oldu. Afyon'da halkın halÂskÂrlara karşı tezahuratını bilvesile soyledim. Bu tezahurat, Akdeniz kıyısına kadar yollarda mutezayit bir alÂka ve şiddetle devam etti.
Cepteki fotoğrafın verdiği mujde
''Armutlu'' isminde bir koyden gecerken ora ahalisi askeri seyretmek icin yol kenarına cıkmışlardı. Yanık bakracları, kırık destileriyle de gecen askerlere su veriyorlardı.
Bunların onunden gecerken, arabalara ve hayvanlara rastgeldiğimiz icin yol vermek ve yolun acılmasını beklemek uzere otomobili durdurmuştuk.
Gazi Paşa bir sigara yakmak uzere toz gozluğunu gozunden kaldırdığı zaman koyluler yaşlıca bir adam, anî bir hareketle kalabalığın arasından ayrıldı. Otomobile yaklaştı.
İhtiyar koylu bir muddet Gazi'nin yuzune baktıktan sonra elini koynuna soktu ve cıkardığı kartpostalı avucu icinde saklayarak otomobilin basamağına bastı. Olanca dikkatimle ihtiyarı tetkik ediyordum. İhtiyar bir karta, bir de paşanın yuzune baktıktan sonra sağ elinin şahadet parmağını evvel karta sonra paşaya tevcih etti ve:
- Bu sensin! diye bağırdı ve muteakıben koylulere dondu:
- Arkadaşlar, Mustafa Kemal'dir! dedi. Bunu işiten koyluler, kadın, erkek ellerindeki destileri, bakracları atarak her taraftan otomobile girdiler. Goz yaşları dokerek paşanın kalpağını, omuzunu optuler, paşanın ayağındaki tozları surme gibi gozlerine cekenler vardı.
Koylunun elindeki kart kimbilir ne zamandanberi ve ne muşkulÂtla sakladığı paşanın bir fotoğrafisi idi.
Koyluleri paşanın etrafından ayırmak muşkul olduğu icin, şofore, nacar motoru işletmesini soyledim. Motor işleyince mecburen ayrıldılar. Hareket ettik, fakat sesleri hÂl bizimle beraber geliyordu:
- Yaşa paşamız... Namusumuzu, hayatımızı kurtardın, hepimiz sana kurban olalım.
Yunanlılar tarafından hÂk ile yeksan edilmiş ve yakılıp yıkılmış olan bu havaliden gectiğimiz sırada karşılaştığımız bu samimî tezahurat bizi her defasında ağlatmıştır. Halkın boyle heyecanla icra ettikleri candan tezahurat arasında istirdat edilen koylerden ve kasabalardan gecerek Nif'e geldik.
''Nif''e (Kemalpaşa) akşam uzeri vÂsıl olmuştuk. Gazi Paşa, buradan İzmir'in kac kilometre mesafede olduğunu sordu. Nifliler İzmir'den 25, 30 kilometre uzakta olduğumuzu soylediler. Başkumandan Paşa civarda bir tepeden İzmir'i temaşa mumkun olup olmadığını sual etti. Belkahve denilen mahalden İzmir'in gorunduğu cevabını verdiler.
Gayri ihtiyarî bağırmışız: Deniz...
Bunun uzerine Gazi Paşa hazretleri otomobile binerek (Belkahve) ye hareket emrini verdiler. Oraya geldik, İzmir'in, uzerinde ecnebî sefaini duran korfezini gorur gormez, birden gayrı ihtiyarî:
- Deniz! diye bağırmışız.
Hakikaten, oradan İzmir'in korfezi, Kadifekale ve diğer bazı mahaller gayet iyi goruluyordu. Guneş bir defa daha gurup ediyordu ki, hatırası aziz Turkiyemiz uzerinde ilelebet payidar olan bir manzarayı bizzat seyretmek saadetini tattık. Kadifekale'ye Turk bayrağı cekiliyordu.
Guneş yavaş yavaş alcalmış, İzmir Korfezi'nin yeşil sularında erimişti. Hic birimiz Belkahve'den ayrılamıyorduk.
Bu arada ağaclıklar arasından bir araba sesi geldi. Tek atlı bir yol arabası İzmir cihetinden gelmekte ve arabacı şarkı okumakta idi. Nereden geldiğini sorduk. Gur bir sesle:
- İzmir'den! dedi.
- İzmir'de ne var ne yok? Dedik.
- Askerlerimiz Kordon'da geziyor, cevabını verdi.
- Doğru mu soyluyorsun? diye sorduk.
- Nah, işte İzmir, gidin de bakın! diye korfezi işaret etti ve yoluna koyuldu.
Yuruyuş nizamında ilerleyen bir fırka
Daha bir muddet orada kaldıktan sonra Nif'e donmek uzere hareket ettik. Yolda bir fırkanın İzmir'e doğru yuruyuş nizamında ilerlediğini gorduk. Efrat gunlerce suren yuruyuşlerine rağmen yorgunluk ÂsÂrı gostermiyorlar, bir an evvel İzmir'e ulaşabilmek icin can atıyorlardı. Gazi Paşa bana:
- Askerlere, arkadaşlarının İzmir'e girdiklerini soyle! dedi. Emri tebliğ etmek uzere ayağa kalktım. Kolbaşına elle işaret ederek kıtayı durdurdum.
- Arkadaşlar nereye gidiyorsunuz? diye sordum.
- İzmir'e! diye haykırdılar.
- Suvarilerin İzmir'e girdiklerini biliyor musunuz? dedim ve arkadaşlarının İzmir'e geldiklerini haber verdim. İclerinden biri:
- Aferin be! diye bağırdı. Hepsi birden şevkle yollarına devam ettiler, biz de Nif'e donduk.
Geceyi Nif'te gecirdik. Gazi Paşa ertesi gunu - İzmir'de kendilerine bir ikametgÂh ihzar etmek uzere - erkenden hareketimi emir buyurdular. Emirleri mucibince sabahleyin henuz şafak sokerken arkadaşım Mahmut Saydan, Ruşen Eşref ve Paşa hazretlerinin maiyetinde şifre memuru Memduh beylerle beraber hareket eyledik.
İzmir'e geldiğimiz zaman...
İzmir'e vardığımız zaman fırka kolbaşısı şehre mızıka calarak giriyordu. İzmir halkı sokaklarda, neşeden cılgın bir halde, istihlÂsı tes'it ediyorlardı. Damlardan, evlerin pencerelerinden kadınlar askerlerimizin uzerine cicek, halk kolonya, gulsuyu serpiyorlardı. O zaman nereden tedarik edildiğini el'an anlayamadığım Gazi'nin kartları halkın başında, goğsunde ve evlerinde gorunuyordu. Kalabalıktan tevakkuf etmeğe mecbur olduğumuz zamanlar, halk otomobilimize hucum ediyor, hepimizi ayrı ayrı opuyordu.
Bu pÂyÂnsız şevk ve şadi arasında hukûmet konağına geldik. İzzeddin Paşa vali vekili olmuştu. Biz Karşıyaka'da kral Konstantin'in, muteakiben de İstiryadiks'in oturduğu koşku Gazi Paşa icin hazırlamak uzere yola cıktık. Ecnebi sefainden cıkarılan bahriye efradına şurada burada tesaduf ediliyordu. Bilhassa Karşıyaka'ya gitmek uzere Bayraklı)'dan gecerken, rastgeldiğimiz ecnebi askerlerinin otomobilimizin onunde vaziyet alarak selÂm vermeleri unutulur hatıralardan değildir. Muzaffer ordunun biz Âciz fertlerine karşı yapılan bu muamele, insanın nazarlarını bir zaman evvele, İstanbul'un işgal zamanındaki vak'alara celbediyordu.
Koşke geldiğimiz zaman civardaki hanımlar yanımıza geldiler. Maksadımızı anlar anlamaz:
- Biz paşamız icin her şeyi kendi elimizle yapacağız, siz yorulmayınız. Ancak her şeyin hazır olduğunu gidiniz, kendilerine haber veriniz! dediler.
Biz de yapacak bir iş kalmadığını anlayarak, Gazi'ye keyfiyeti haber vermek uzere donduk. Halkapınar'a gelmiştik ki, suvarilerin tertibat almış olduklarını gorduk. Sebebini sorduğumuz zaman Gazi Paşa hazretlerinin İzmir'e gecmiş olduklarını oğrendik ve hayretler icinde kaldık. Zira biz paşanın her şeyin hazır olduğunu kendilerine arzettikten sonra teşrif edeceklerini zannediyorduk.
Gazi Paşaya, İzmir hukûmet konağında mulÂki oldum. KarargÂhın hazırlandığını arzettim. Gulerek:
- Cok iyi, fakat top seslerini iştiyor musunuz? dedi.
Hakikaten Soke cihetinden kacıp İzmir'e sığınmak isteyen iki alaylık bir duşman kuvveti Seydikoy'e geldiği zaman Kadifekale'sindeki Turk bayrağını gormuş ve yanlarında bulunan toplarla şehire ateş acmıştı, fakat gerek onları takip eden Colak İbrahim Beyin suvari fırkası, gerek şehirden gonderilen kuvvetlerle hepsi esir edilerek İzmir'e getirildiler.
İzmir'de gecirdiğimiz gunler ve yaygın
İzmir'de ilk gunleri rıhtımdaki karargÂhımızda gecirdik. Fakat burada da cok kalamadık. Cunku arkamızdaki evlerden yangın cıkmıştı. Ermeniler, yangının onune gecmek uzere ateşlere atılan askerlerimize yaktıkları evlerin pencerelerinden bomba atıyorlardı. Yangın tevessu etti, karargÂhımız da yandı, bunun uzerine Goztepe'ye naklettik.
21 gun sonra da Ankara'ya donduk.
Bir kısa hatıra
Salih Bozok merhum, olumunden bir sene evvel Ulus gazetesine yazmış olduğu bir makalede şu kısa hatırayı anlatmıştır: Dumlupınar'a taarruzundan on beş gun evvel, cepheyi teftiş etmek ve taarruz hazırlığı yapmak uzere Ankara'dan Akşehir'e hareket etmişti. O zaman tren, Bicer istasyonuna kadar işlediği icin biz de orada inerek Sivrihisar uzerinden Akşehir'e gidiyorduk. Trenden inip otomobile bindiğimiz vakit, Ataturk derin bir nefes almıştı. Kendilerine: ''- Rahatsız mısınız paşam?'' diye sordum.
- Hayır, dedi.
- O halde muhim bir şey duşunuyorsunuz, galiba... dedim. Şu cevabı verdi:
- Evet, bir şey duşunuyorum. Ve eğer duşunduğumu tatbik edecek zamana mÂlik olursam - ki olacağımızı tahmin ediyorum - cihanın gozlerini kamaştıracak bir manzara husule gelecektir.
Nitekim on beş gun sonra hakikaten cihanın gozlerini kamaştıran manzara husule geldi.
Kaynak: 30 AĞUSTOS HATIRALARI, Dizgi-Yayımlayan: Yeni Gun Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A. Ş. Baskı: Cağdaş Matbaacılık ve Yayıncılık Ltd. Şti. Ağustos 2000 Nurer UĞURLU başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanmıştır.
__________________