
Paşa’nın ve eşinin sağında, solunda, karşısında butun ciftciler var. Hepsi abani sarıklarının en temizini takmışlar, şalvarlarının en temizini giymişler. İlk anda tavırlarında hayret ve durgunluk seziyorum, hayatlarında hic gormedikleri ve hayallerinden hic geciremeyecekleri bir manzaraya; devletin en buyuk adamıyla aynı sofrada yemek yemek gibi bir mutluluğa ulaşmış olmalarından dolayı, biraz şaşırmışlar gibi.
Fakat bu halk hakikaten “Efendi”dir, hakikaten asil ruhludur, durumu derhal hazmettiler. Paşa’nın uzattığı sigarayı alıyorlar. Latife Hanım’ın uzattığı cikolataları yiyorlar.
İşte gecen yılın Mart’ında, millet kursusunden kendilerinin efendiliğini ilan eden Gazi ile efendice konuşmaya başladılar; kırk yıllık ahbap gibiler… Paşa’nın ruhundaki halkcılık harareti, onundeki halkın ruhunu actı, oz cevherini apacık goruyoruz:
Paşa ile onların arasındaki uzaklık nasıl bir buyuyle ortadan kalktı, hangi sihirle Paşa’nın paşalığı da, reisliği de, başkumandanlığı da eriyerek O’nunla halk, sıcak bir ruh birlikteliği icinde kaynaşıyor?
Bu halkın ruhu mu O’nun yanına cıkacak kadar kuvvetlidir, O’nun ruhculuğu mu halkın en koyu samimiyetine inecek kadar derindir? Bilmiyorum; yalnız şunu goruyorum ki, tam karşısındaki ciftciler O’nunla senli benli konuşurken, masanın beri ucundaki ihtiyar bir ciftci yavaşca, kimseye gostermeden, yeninin ucuyla gozunu siliyor. Dikkat ediyorum, hepimizin dudaklarında gulumseme ve gozlerinde nem var. Bu goruntu dudaklara guluş cizecek kadar eğlenceli, gozlere katre verecek kadar da yuce.
İclerinde en cok konuşan, en tuhaf konuşan Ramazan Ağa’ya bile bakıyorum, olanak bulsa, mutlaka gozyaşlarını salıverecek. Koyunun arkındaki berrak su gibi saf ve temiz lisanıyla, “Artık bu gece rahat uyuyacağım, artık bu gece rahat uyuyacağım” demesine rağmen, eminim ki yatağa yatınca, ruhunu dolduran coşku, yaşlarını gozlerinden bol bol akıtacak.
Paşa soylevini veriyor, yarım saat gecti soyluyor, bir saat gecti, iki saat gecti; taşkın, guclu, ilhamlı; işte, kendini bırakmış konuşuyor:
Hani hic soylev vermeyecekti? Hani vakti olmadığı icin, sesi kısık olduğu icin, yalnızca kısa bir teşekkurle yetinecekti? Oysa işte soylev veriyor, işte gercekten kısık olan sesi acıldı; işte sesiyle beraber ilhamı, dilinin ve sozunun gucu hep acıldı. Kopuklu bir şelale gibi taşkın, bazen bulutların ustunde cakan şimşekler gibi keskin ve heybetli bir soylevi var. Bunu yapan nedir? Kısılan sesi acan, soylemeyeni soylettiren, sakini coşturan hangi nedendir? Bunu, bu salonun icindeki hava yaptı; bunu O’nun karşısındaki halkın ruhu; bunu, o halkın ruhundan cıkan buyukluk yaptı.1
1 İsmail Habib Sevuk, Ataturk’le Beraber, Hazırlayan; Lutfu Tınc, İstanbul 2008, s. 144–145.
Kaynak: Ataturk’ten Gencliğe Unutulmaz Anılar, Ahmet Gurel, Mayıs 2009
__________________