Lozan Barış Antlaşması'ndan sonra Ataturk Turkiyesi'nin Dış politikası

Lozan Barış Antlaşması,birinci Dunya Savaşından sonra ,savaştan galip cıkan devletlerin yenilenlere zorla kabul ettirdikleri barış antlaşmalarından farklı nitelikler taşımaktaydı. Bu antlaşma, Osmanlı İmparatorluğuna Sevr antlaşmasının zorla kabul ettirilmek istenmesi uzerine milli mucadele hareketine girişen ve bu mucadeleyi başarıyla sonuclandıran yeni Turk devleti ile birinci dunya savaşının galipleri arasında eşit şartlar altında yapılan bir antlaşmaydı. Birinci dunya savaşında yenik duşmuş devletler arasında ,sadece Turkiye boyle bir antlaşma yapmayı başarabilmiştir. Osmanlı İmparatorluğunun yerini alan Turkiye,on dort milyon nufusa sahip kucuk bir devlet olmakla birlikte,imparatorluktan daha guclu ve milletler arası ilişkilerde Osmanlı İmparatorluğu'ndan daha ustundu ancak,Osmanlı İmparatorluğu gibi yeni Turkiye devleti de zamanın guclu devletlerinin politik emellerine hedef oldu. Lozan'dan sonra Turkiye'nin stratejik onemi daha da artmıştır.1923ten sonra Turkiye,Avrupa'nın butun guclu devletleriyle komşu haline gelmiştir. Sovyetler Birliği,doğu bolgesinde;İngiltere,Irak mandası ve Kıbrıs vasıtasıyla;Fransa Suriye mandası ile; İtalya ise on iki ada ve Meis adasını ele gecirmiş olduğu icin Turkiye ile sınırdaş durumdaydı. Bu durum Turkiye'nin milli mucadeleden sonra gercekci bir dış politika izlemesini gerektirdi. İstiklal Savaşı sonunda kazanılan buyuk zafer, Turk onderinin guvenliğini artırdığı gibi, Turk milletinin moral gucunu de yukseltmişti. 1. Dunya Savaşı'ndan sonra galip devletlerin, varlığına kasteden hareketlerine maruz kalan Turkiye, hareketli bir genişleme politikası izleyebilirdi. Ancak, Turk onderleri bu yola gitmediler. Milli Mucadele'den sonra, Turk dış politikasının ana hedefini belirlemek gorevini ustlenen M. Kemal Paşa, Turkiye'nin Milli Misak sınırları ile tatmin olduğunu kabul ederek, devleti yeni maceralara suruklemekten kacındı. Lozan'dan sonra Turkler, toplum yaşamında koklu değişiklikler yapan onemli devrim ve kalkınma hareketlerine de giriştiler. Bu atılımların başarıyla sonuclana bilmesi icin icerisinde olduğu kadar milletler arası ilişkilerinde barış icinde yurutulmesine ihtiyac vardı. Devrimlerin başarıya ulaşması ve elde edilen olumlu sonucların devam ettirilebilmesi, Turkiye'nin butun devletlerle dostluk ilişkileri icinde bulunması gerekmekteydi. İsmet Paşa Başvekili sıfatıyla soylediği 29 Ekim 1923 tarihli nutkunda şoyle demekteydi.

"Cumhuriyet Hukumetinin dış ilişkilerde ussuleası Turkiye Cumhuriyeti'nin mevcudiyetini ve tamamiyetini sağlam tutarak hayati cıkarlarını goz onunden ayırmamak esası dahilinde musalemeti, huzuru, iyi ilişkileri mumkun olduğu kadar tevsi ve teyit etmekten ibarettir. Hemhudutlarımızla ve kendileriyle antlaşmaları imza edip sefahatını tatbik etmekte olduğumuz ve diğer taraftan henuz ilişki kuramadığımız devletlerle samimi dostluk kurulması icin kuvvetimizi sarfedeceğiz" (64)

Bununla birlikte, Turkiye'nin barışcı bir dış politika izlemek yolunda gosterdiği cabalar, zaman zaman bazı engellerle karşılaşmıştır. Osmanlı İmparatorluğu zamanında kapitulasyon rejimine alışmış bulunan buyuk devletler, yeni Turk devletiyle tam eşitlik ve bağımsızlık haklarına dayanan esaslar icinde ilişki kurmakta gucluk cekmişler ve ceşitli vesilelelerle Turkiye'nin icişlerine karışmak icin girişimlerde bulunmuşlardır. Bu girişimlerinde Turkiye'nin ile karşılaşan devletler Lozan Antlaşması'nı onaylamayacaklarını ileri surerek tehdit yolu dahi denemişlerdir. Muttefik devletler Lozan Antlaşması'nı onayladıktan sonra da Turkiye'nin icişlerine karışmaya kalkışmışlardı. Bu devletlerin mudahale icin sectikleri konularda onemli ornekler şoyledir.

Milli Mucadele sırasındaki deneylerden sonra Osmanlı Devleti'nin başkenti olan İstanbul'un yeni Turk devleti'nin başkenti olarak kalmayacağı ortaya cıkmıştı. Tarihi, Coğrafi, Stratejik nedenlerle, Lozan'dan sonra M. Kemal Paşa'nın ilk duşunduğu konulardan biri baş kenti Ankara'ya taşımak olmuştu. (65) Ote yandan Muttefik devletler, ozellikle İngilizler, siyasi ve askeri nufuzlarını donanmaları aracılığı ile İstanbul uzerinde daha kolaylıkla kullanabileceklerini duşunerek başkentin İstanbul'da kalması icin Anakara Hukumeti uzerinde baskı yaptılar. İngiltere, Fransa ve İtalya, başkent İstanbul'da kaldığı takdirde Turkiye'ye buyukelci, Ankara'ya nakledildiği takdirde ortaelci gondereceklerini ilan ettiler. Buna rağmen, T.B.M.M. Hukumeti 13 Ekim 1923 tarihinde kabul ettiği bir kanunla Ankara'yı yeni Turk Devleti'nin başkenti olarak kabul etti. Buyuk devletler bir sure daha bu goruşmelerinde ısrar ettirilirse de, Ankara Hukumeti'nin direnmesi karşısında bu ısrarlarından vazgectiler. Muttefik Devletlerinin mucadele ettikleri diğer bir konu da, Turkiyede'ki yabancı okulların oğretim şekli ve bu okullarda okutulacak derslerdi.

Turkiye'de bulunan yabancı okullar konusunda Lozan Barış antlaşması imzalandığı gun, Turk Heyeti bakanı İsmet Paşa ve İngiliz, Fransız ve İtalyan delegeleri arasında mektuplar teati edilmişti. Bu mektuplarda Turkiye'de bu devletlere mensup dini kurumlar, eğitim-oğretim,sağlık ve hayır kurumlarının varlığı kabul edilmekte ve Turk Hukumeti'ni bu kurumların faaliyet şartlarını ve okullardaki eğitim-oğretim teşkilatını dikkate alacağı belirtilmekte idi. (66)

Fransa ile imzalanan Ankara İtilafnamesi'nde de (1921) buna benzer bir hukum bulunmaktaydı. Lozan Barış Antlaşması'na ek mektuplar muttefik devletlerin yabancı okullarda yapılacak oğretim konusunda Turkiye'nin ic işlerine karışmaları icin bir vesile oldu. Turkiye'nin bu mudahalelere karşı direnmesi uzerine cıkan uyuşmazlıklar 1925-1926 yıllarına kadar surdu. Lozan'dan sonra kabul edilen Ozel Okullar Talimatnamesi hukumleri gereğince Turkce'den başka bir dilde oğretim yapan okullarda, ozellikle tarih ve coğrafya derslerinin Turk oğretmenleri tarafından ve Turkce olarak okutulması gerekmekteydi. İngiltere; Fransa ve İtalya Lozan mektuplarını ileri surerek Turk Hukumeti'nin yabancı okulların oğretim işlerine karışamayacağını iddia ettilerse Turk hukumeti bu iddiayı reddetti.

Turkiye tarafından hicbir zaman onaylanmamış olan Sevr Barış Antlaşması'nın 42. Maddesinde, kurulması duşunulen Boğazlar Komisyonu'nun ozel bir bayrağı bulunacağı on gorulmuştu, ancak Lozan Barış Antlaşması'nda bu konuda herhangi bir hukum yoktu. Buna rağmen Muttefik devletler, Lozan Barış Antlaşması'nın onaylanmasından sonra kurulan Boğazlar Komisyonu'nun ayrı bir bayrağa sahip olmasını ve bu bayrağın komisyona ait binalara ve deniz araclarına konulmasını istediler. Turkiye bu isteği, devletin icinde devlet yetkililerine sahip bir teşkilat kurulmasını onlemek amacıyla reddetti. Bunun uzerine, Turkiye ile Muttefik Devletler arasında yeniden bir uyuşmazlık baş gosterdi. Muttefik Devletler arasında yeniden bir uyuşmazlık baş gosterdi. Muttefik devletler, Osmanlı Devleti'ne karşı izledikleri mudahale politikasını yeni Turk Devleti'ne karşı da uygulamak istedilerse de, Turkiye'nin şiddetli tepkisi ve direnci ile karşılaştıklarından bu girişimlerinden de vazgecmek zorunda kaldılar. 1919 tarihindeki antlaşmalarla Avrupa'da Finlandiya, Litvanya, Letonya, Estonya, Polonya, Cekoslovakya gibi yeni devletler doğmuştu. Bu devletler, Rusya, Almanya, Avusturya, Macaristan'dan ayrılan topraklarda kurulmuştu. Romanya ve Yugoslavya'da yine Rusya ve Avusturya-Maceristan toprakları uzerinde genişlemişlerdi. Bu değişiklikler, yeni kurulan veya buyuyen devletlerin toprakları uzerinde Alman ve Macar azınlıkları meydana getirmişti. Slav'larla Germen'ler arasında uzun bir tarih suresi icinde doğan ve gelişen rekabetler ve bunun sonucu olan duşmanlık duyguları 1919'dan sonra daha da buyumuştu. Ayrıca Prusya'yı ikiye ayırarak denize cıkması ote yandan Cekoslovakya'da Sudet denilen bir azınlık grubunun oluşması yuzunden bu devletlerle Almanya arasında kolay cozumlenemeyecek sorunlar meydana getirmişti. 1919 anlaşmalarını yapanlar azınlıkların durumlarını ve haklarını bir duzen ve teminata bağlamayı gerekli gormuşlerdi. Azınlık haklarının korunması 1919'dan once aktedikmiş olan bazı antlaşmalarda da yer almıştı. Ancak bu antlaşmaların hukumlerinin uygulanması, imzacı devletlerin iyi niyetlerine ve sorumluluklarına bırakılmakta ve herhangi bir durumda imzacı devletlere diplomatik yollardan girişimde bulunma ve ya protesto etme hakkı tanımakta idi. Ayrıca, bu yoldaki antlaşmalar, buyuk devletlerin kucuklerin işlerine karışmak icin bir vesile oluşturmakta idi.

Wilson prensipleriyle ve akvam Cemiyeti Misakı ile butun dunya halkları yararına bir takım haklar tanınmıştı. Bu arada Avrupa'daki milli azınlıklar hakkında da bir takım guvence kabul adilmiş ve bunların korunması Akvam Cemiyeti'ne bırakılmıştı. Lozan Barış Antlaşması'nın (23 Temmuz 1923) bu konudaki hukumleri yeni Turk Devleti tarafından kabul edildi Avrupa'da Akvam Cemiyeti'nin guvencesi altına konulan azınlıklar şunlardı:

1-) Yunanistan'daki Muslim Arnavutlar;
2-) Bulgaristan ve Yunanistan'daki Rum ve Bulgar Azınlıklar;
3-) Yukarı Slezya'daki azınlıklar;
4-) Macaristan'daki azınlıklar;
5-) Litvanya'daki azınlıklar;
6-) Polonya'daki azınlıklar;
7-) Cekeslovakya'daki azınlıklar;
8-) Turkiye'deki azınlıklar.

Lozan Barış Antlaşmasının "Azınlıkların himayesi" başlığı altındali 37-45 maddeleri azınlıklar hakkındaki hukumleri kapsamaktadır. 44. Maddeye gore şoyle denilmektedir.

"Turkiye iş bu faslın yukarıdaki maddelerin Turkiye'nin gayrimuslim ekalleyitlerine taalluk ettiği mertebede mezkur maddeler ahkamının beynemilel menfaatleri haiz taahhutler teşkil etmelerini ve Cemiyet-i Akvam'ın kefaleti altında konulmalarını kabul eder. İşbu hukumler Cemiyet-i Akvam Meclisinin coğunun muvafakati olmaksızın tadil edilemez... Turkiye, Cemiyet-i Akvam uyelerinden her birinin, bu taahhutlerden her birinin, bu taahutlerden herhangi birine karşı vuku bulan tecazuzu veya tecavuz tehtidini Meclisin dikkat nazarına arza selahiyyetter olacağını ve Meclisin icabı hale gore munasip ve muessir telakki edilecek bir sureti hareket ittihaz ve talimat ita edebileceğini kabul eder. Bundan başka Turkiye, iş bu maddelere mutadir hukuki ve ya fiili meselelerde Turkiye Hukumetiyle imzacı diğer devletlerden herhangi biri vaya Cemiyet-i Akvam azasında herhangi bir diğer devlet arasında ihtilaf vukua geldiği takdirde iş bu ihtilafın, Cemiyet-i Akvam Misakının 14. Maddesine gore beynelmiel mahiyeti haiz bir ihtilaf gibi telakki edilmesini kabul eder..." Antlaşmanın 45. Maddesine gore, Yunanistan da buna benzer hukumler kabul etmişti. Azınlıklar, haklarını şu şekilde arayabileceklerdi: Azınlık mensupları bir şeyden şikayet etmek isterlerse bir dilekce veya ihbarname ile Akvam Cemiyeti Genel Sekreter'ine baş vururlar, genel sekretere bu dilekceyi ilgili devletlere tebliğ eder, bu devlet de uc hafta icinde goruşlerini acıklar. Genel sekreterlik, dilekceyi mutalaa ile birlikte Ucler Komitesi denilen bir kuruluşa havale eder, komite incelemeleri sonunda dilekcenin Akvam Cemiyeti Meclisine sunulup sunulmayacağına karar verirdi. Akvam Cemiyetinin yetkili kurulları tarafından alınan kararlarla meydana gelen bu proseduru Turkiye, Lozan Antlaşması yururluğe girdigi tarihten itibaren 1932 yılına kadar uyguladı. Bu tarihte, konu Hariciye Siyasi Muşavirliği'nce incelenerek o zamana kadar uygulanmakta olan bu prosedurun, Lozan Antlaşması'nın 44. Maddesiyle Turkiye'nin uzerine alınmış olduğu borcların sınırını aşmakta olduğu ve bu bakımdan T.B.M.M.'nin muvafakatini almak gerektiği ileri suruldu ve bakanlığın dikkati cekildi. Milli Hukumet'in azınlıklar konusunda genel olarak politikası şoyleydi:

Azınlıklar hakkında hukumluluk altına girmiş olan beş-altı devlet bulunmaktaydı. Oysa topraklarında azınlık bulunan devletler yalnız bunlar değildi. Eğer insan hakları bakımından konu ele alınırsa, Akvam Cemiyeti'ne uye olsun olmasın, butun devletlerin azınlıklar prosedurune bağlı tutulmaları, azınlık hakkındaki hukumlerin genel olması gerekmekteydi. Bazı devletler, azınlıkların yaşamakta oldukları ulkelerin coğunlukları icinde yavaş yavaş eritilmesini ongordukleri halde, azınlıklarla bunların haklarını savunan başka devletler bu goruşe karşı idi. Ucler komitesine havale edilen dileklerin sayıları artmakta ve bu da aleyhlerinde dilekce verilen ulkelerde hoşnutsuzluklara yol acmaktaydı. Bazı devletler ve oncelikle Polonya, egemenlik haklarının konusu yuzunden tecavuze uğradığı kanısındaydı. Polonyalıların goruşunu Fransız Başbakanı Briand savunurken, Alman Dışişleri Bakanı Sir A. Chamberlain, Polonya ve Cekoslavakya'daki Alman azınlıkların haklarını savunmaktaydı. Briand Akvam Cemiyeti Meclisine gonderilen azınlıklarla ilgili şikayetlerin artmakta olmasına karşı şoyle demekteydi.

"(...) Bu meselede adeta milletler ustu prosedur yaratarak bir takım memleketlerin, aşırı milliyetci unsurlarını şikayetlerini milli merciler onune goturecek yerde milletlerarası prosedure başvurmaya cesaretlendirmekten sakınmak gerekir. Cunku boyle bir tutum azınlıklar prosedurune tabi memleketlerin ic huzurlarını bozacak bir sonuca varabilir. Azınlıklar hakkında ilk olarak aktedilen antlaşmaları yapanlar, asil bir esastan ilham alarak vazetmiş oldukları bu hukumlere, azınlıkların koruması prensibinin, milletlerin egemenlik haklarına aykırı olmasına dikkat etmişlerdir."

Yeni Turk devleti, devletler arası eşitlik prensibine bağlı ve milli egemenliğin, icerden veya dışarıdan gelebilecek herhangi bir etkiyle zedelenmesine meydan vermemeyi, azınlıklar konusunda esas olarak kabul etmiştir. 2. Dunya Savaşı'ndan sonra akvam Cemiyeti ile birlikte bu azınlık proseduru de hukumsuz kaldığı icin, Turkiye'nin bu konuda herhangi bir girişimde bulunmasına gerek kalmamıştı. Yeni Turk devletinin dış politikasına bağlılığını 13 Eylul 1928 tarihli demecinde belirtme fırsatını bulan İsmet İnonu, bu tarihlerde Turk dış politikasının dayandığı esasları şoyle acıklamaktaydı:

Turkiye'nin siyasi ve coğrafi durumu dunyanın başlıca gecitlerinde biri uzerinde buyuk devletlerin arasında siyasi akımları icinde bulunmak itibariyle ozel bir değer ve onem taşımaktadır. Biz bunu cok iyi sezmekteyiz. Boyle bir durumda olan memleketin dış politikadaki ilk amacı herhangi bir fırtınanın memlekete temas etmesi ihtimaline karşı kendi varlığını ve kendi milli iradesini bizzat koruyabilecek kudrette olmasıdır. Turk milletinin maddeten ve bağhusus ziyadesi ile manen mevcut olduğu sabit olan bu kudretinin mutemadiyen muhafaza ve takviyesi bizim başlıca dikkat ettiğimiz noktadır."

Yine İsmet İnonu 29 Nisan 1928'de T.B.M.M 'nde verdiği demecte "Dış politikada butun gayretimiz hic kimsenin menfaatlerine karşı bir hareketi derpiş etmeye, durust bir istikamette, kendi menfaatlerimizi temin etmeğe yonelmiş bulunuyor" demekteydi. Mustafa kemal ise, 20 Nisan 1931 gunu secimler dolayısıyla Turk milletine yayınladığı bildirinin icerisinde ifadesi bulan "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh icin calışıyoruz" cumlesi ile kendisinin ve Turk devletinin dış politika daki goruşunu acıklamıştı. (67)

Lozan Barış Konferansından arta kalan sorunların cozumlenmesi, Turkiye ile eski duşmanları arasındaki ilişkilerin dostluk cercevesi icinde gelişmesine on yıla yakın bir sure engel olmuşsa da, Kemal Ataturk izlediği barış politikasından bir an dahi ayrılmamıştı. 1923-1932 yılları arasında Turkiye'nin dış politikası, Milli Mucadelenin ve bu mucadele sonunda imzalanan Lozan Antlaşması'nın etkisi altında gelişmiş, bu sure icinde Turkiye'nin dış ilişkileri milletler arası ilişkilerin genel akışından cok, munferit devletlerin Turkiye'ye karşı izledikleri politikaya ve davranışlara gore duzenlenmişti. 1932'den Ataturk'un olumune, 1938'e kadar gecen sure ise Turkiye, komşusu olan veya olmayan butun devletlerle iyi ilişkiler kurdu ve uluslar arası camia icinde diğer bağımsız devletlerle eşit bir statu kazandı. Bundan sonra Turk dış politikasının ana hedefi buyuk gucluklerle sağlanmış olan bu statunun devamını sağlamaktı. Milletlerarası ilişkilerde yeni gorulen gelişmeler Turkiye'nin daha hareketli bir dış politika izlemesini de gerektirdi.

(64) İsmet Paşa'nın siyasi İctimal Nutukları 1920-1933, s.68-69
(65) "Nutuk" İst. 1975, c.II, s.419-420
(66) Bu mektupların tam tertibi icin Bk. "Dustur" ucuncu tertip c.V, 2.b, s.118
(67) Ataturk'un Tatmim, Telgraf ve Beyannameleri, s.549
Leopart, Mustafa Kemal ou la Mort d' un Empire, Paris, 1960 s.68-69

__________________