Hukuksal Cıkarım Teorisi ve Uygulaması
Yazan: Dr.Ralf GROSCHNER
Hukuksal cıkarım teorisi ve hukuksal cıkarım teorisinin uygulanması artık klasikleşmiş olan bir catışkıyı icinde taşımaktadır. Salt teorik bir yaklaşımda uygulamanın eksik kalması,salt uygulamaya yonelik bir calışmada ise pratik olarak kurulmuş olan teorinin eksikliği (II). Şimdi bu yaklaşımı da goz onunde tutarak konuyu iki farklı başlık altında değerlendirelim.
I. TEORİ
1. TEORİ OLARAK TEORİ
Alexy’nin kurmuş olduğu “Hukuksal cıkarım teorisi” nin oncelikle (rasyonel tartışmanın kural ve formlarının hukukun uygulanmasından kaynaklanan cıkarımlardan farklı oluşu cercevesinde ) soyut- teorik acıdan konuyu ele alan bir yaklaşım olduğunu gormekteyiz. Alexy temel olarak unlu “olan” “olması gereken” ikileminden hareket etmektedir; Bir cıkarıma ilişkin uygulamada, uygulamanın kendiliğinden rasyonel olup olmadığı “gercekte olan “ ile “ makul olan” arasındaki karşıtlık nedeniyle yine sadece uygulamadan hareketle cıkartılamaz .Ancak, teorinin teori olarak bu yapılanmasında bicimsel bir sorun bulunmaktadır; felsefi anlamda prensiple ilgili,yani uygulamanın yanısıra ilk başta ve son nedende bir teorinin gercekliği ile ilgili bir problem. Bu teori sadece hukuksal cıkarımlar icin değil, aynı zamanda bugunku bilim teorisi icin de sorun olmaya devam eden teori- pratik catışmasının cozumunde onemli bir oneri olma şansını ortaya koyuyor.
Alexy’nin temel yanılmazlığına dayandığı unlu “olan” “olması gereken” ikilemidir. Gercek cıkarım uygulamasının kendiliğinden rasyonel uygulama olup olmadığı “olan” ile . “makul olan” arasındaki catışkı nedeniyle yine sadece uygulamadan cıkarılamaz. Hegel’in mantıksal metafiziğinin ortadan kaybolmasından sonra bu catışkı uygulamada tum mantıksal oluşumların başlangıcı ve tum karşılaştırmaya dayanan cıkarımların sınırı olmuştur. Bir şey ya “var” dır, bu durumda tanımlanabilir, ya da bir şey olmak “zorundadır”, bu durum da da ornek alınabilinir, ancak bir taraftan betimsel, diğer taraftan da ornek alınabilir teoremler bir birlerinden cıkartılamaz.
Bu esastan hareket ettiğimizde Alexy’in bilimsel teorik terminolojisinde-hukuksal cıkarım teorisi amprik değil,ancak normatif bir teori olmak zorundadır- yukarıda tanımlanan ikilem anlamında-mantıklı ve bundan dolayı “iyi bir uygulama” olan bir uygulamayı tanımlayan bir teoridir
Alexy’nin “varolan uygulamanın analiz edilmesini ve oncelikle bundan yola cıkılmasını” ilk adım olarak butunuyle “anlamlı” bulması burada tartışılanlarla ilgili olarak prensibi değiştirmez. Hukuksal cıkarım teorisinin ispat icin attığı son adım, uygulamaya yonelik cıkarımların mantıksal dayanağı olan normatif kriterlerin gerekcelerini hem teorik hem metodolojik ve felsefi olarak uygulamadan almasıdır.
Alexy felsefi anlamda varmış olduğu bu son noktada Apel ve Habermas’ın temel kriteri olan “ideal iletişim birliği” (Idealen Kommunikationsgemeinschaft) yonunde yani cıkarımsal rasyonel olabilirlik şartından (deney ustu) ispatı yonunde atmıştır Hegelyen anlamda aklın kendiliğinden gercekleşmesine inanmayan, ancak akla uygun cıkarımsallığa inanan kişi, gercekliğe uygun kanıtlar aracılığıyla bu olasılığı daima kabul etmiş ve boylece, prensip . olarak gercekliğe ilişkin kanıtların akla uygunluğu hakkında karar verebilecek durumda olan “onyargısal(apriorisch)” (Apel), en azından “karşıt fiil(kontrafaktisc)” (Habermas),ama her halukarda “ideal” (Alexy) bir iletişim birliğini varsaymış demektir.
Felsefi acıdan da gecerli bir şekilde ispat edilmiş olsa bile, bu tip normatif akıl prensibi olarak “ideal iletişim birliği” rasyonel cıkarım teorisinin . temel problematiğinin son sozu olarak yeterli değildir.
Bu prensip, temelinin dayalı bulunduğu ikili duşunme kurgusunun gecerli olma şartıyla gecerlidir. Şu şekilde acıklayabiliriz; yani daha once olmasıgereken durumlarda akla gelebilecek olan, ama olduğu durumlarda duşunulmeyen bir rasyonalite icin gerekli duzenlemenin olması koşulu. Cıkarım teorisinin bu kurguyu sorgulamamasının nedeni teorik anlamından gelmektedir. Teoriler mantıksal cıkarım ilişkilerinden yola cıktığından -Alexy’nin italik harflerle gozecarpar hale getirdiği gibi-“cıkarımın bu teorisinde modern mantık metodlarının kullanılmasından…. feragat edilemez” Mantıktaki bu ikilem teori yontemleri icin de gecerlidir. Teori bu mantıksal - yontemsel zorlamadan daha once de olduğu gibi sadece diyalektik olarak kurtulabileceğine,yani -idealist- materyalist metafiziğe geri donmemek . icin- aklın zaferini “ideal iletişim birliğinin tarihi gercekleşmesinden” bekleyen “Hegel ve Marx arasındaki diyalektiğin” yardımıyla kurtulunabileceğine inanmaktadır
Bu tip teorem ve işlemler hakkında kesin bir felsefi karardan burada sozetmeye gerek yoktur. Cunku sozkonusu ilke acıktır. Teorinin teori olarak-mantıken tesbit edilmiş teori olarak- oluşumunda “olan” ve “olması gereken” ile birlikte teori ve uygulama ile teorik-ideal ve pratik- gercek cıkarımının felsefi ve metodolojik ikilemi de oluşmaktadır. Bu ikileme bir alternatif , uygulamanın uygulama olarak felsefi yapılanmasıdır ( aşağıda II 1 ). Alternatif oluş sadece felsefi prensipler nedeniyle değil aynı zamanda - ve herşeyden once hukuk uygulamaları icin- pratik nedenlerden dolayı da . gerekli olması, yukarıda acıklanan teori probleminin bazı cıkarım teorisine ilişkin detaylarına dayanarak aşağıda orneklerle acıklanmıştır.
2. CIKARIM TEORİSİ OLARAK TEORİ
Hukuksal cıkarım teorisinin, teorik olarak orneklerle nasıl ispatlandığı, hukuksal goruşmenin “ozel durum” olarak ele alınması ve rasyonel karşılıklılığın hem “temel kural” hem de “rasyonel kural” oluşunun Alexy tarafından ele alınışını inceleyelim inceleyelim.Ortaya konan deneyustu ilkenin her uygun cıkarımın “olasılık şartı” anlamındaki temel dayanakları şunlardır;
“Hicbir konuşmacı kendisi ile celişkiye duşemez”
“Her konuşmacı sadece kendisinin inandıklarını iddia edebilir”
“İdeal iletişim birliği” şartlarına olan yakınlığı Alexy tarafından vurgulanan akıl ilkelerinden ilki; “Her konuşmacı talep edilmesi halinde iddiasını ispat etmelidir, ancak ispat etmekten kacınabilmesi icin kendisini haklı gosterecek gerekceler one surebilir”.
Son anılan kuralı ortaya koymak icin Alexy, Apel- Habermas goruşunu şu şekilde formule etmektedir; “İcinde kesinlikle hicbir iddia bulunmayan uzun surmuş bir iletişim” “sadece uygun şartlarda, orneğin bir anlaşmada” olanaklıdır. Ama boyle bir anlaşmada on şart . olarak şu kuralı gerektirmektedir; “Bir kural yoksa,bu kurala uyulması icin bir anlaşmaya varılamaz. Buna gore iletişimlerde yer alan herkes ispat kuralına tabidir”. Bu mantıksal sonuc- ki yukarıda anılan teori kuralı dolayısıyla bu şekilde formule edilmiştir- ancak ikincil olarak dahil edilebilebileni (orneğin) bir “anlaşmayı” gerektirir: oncelikle “anlaşma” ile (esasen “yapay”) iddia icermeyen fiili iletişim , bir “kural”ın gecerliliğine bağlı kılınmaktadır, bu kural -geleneksel olarak dualist-normatif gecerli bir ilke olarak onşart halinde belirtilebilir ve -aslında ikilem nedeniyle- onşart olarak belirtilmesi gerekir. Goruluyor ki prensip detaylarında da etkindir.
İlk temel kural olan celişme prensibinin gerekcesi olarak Alexy mantık kurallarına atıfta bulunmaktadır. Teorinin mantıksal yapısına uygun olarak mantık kuralları on şart olarak belirlenebilir. Ama bu tip onkoşul ve atıflarlarda ideal iletişim birliği hakkındaki bilgilerde olduğu gibi gercek diyaloglarda ortaya cıkan celişkiler icin pratik bir şekilde ispata bağlı olmaksızın vazgecilebilir. Hukuki goruşmede goruşmenin tarafı, bu goruşmeye itiraz edildiğinde kendisine itiraz edilen kişidir ve ayrıca ideal iletişim birliğinin gercekleşmesi icin değil gercek konuşmanın akışı nedeniyle itiraz eden kişidir. Celişme prensibinin pratikte ne anlama geldiği ve pratikte neye dayandığı, bu nedenle- daha once anılan “karşıt tutum” dan yola cıkarak- mantıksal “prencipium contradictionis” (celişme prensibi)nden ziyade “venire contra factum proprium” (kendi eski tutumuna aykırılık) hukuk ilkesi ile daha kolay kanıtlanabilir. “AB değildir” ve “BA değildir” celişmeleri ancak ikilik veya coklukların belirtilmesiyle,diyalog acısından gercek anlamda bir celişme ozelliğine kavuşur: (“AB değildir”) soylemi daha once acıklanmış olan ve sadece duşunulmuş olan bir soylemle, konuşmacının ortaya koyduğu iddianın-ama dinleyicinin değil- kendi iddiası ile curutulmesi nedeniyle celişmenin ortaya cıkmasıdır Ozgun hukuksal iddialar icin de“ venire contra factum proprium” ilkesi farklı bir şey soylememektedir.Orneğin, alacaklıyı odeme yapabilmesini garanti altına almak icin, dava acmaktan vazgeciren ve boylece zamanaşımının kesilmesini engelleyen borclu, kendisinin engel olduğu zamanaşımının başlaması olgusunun sonuclarını yasal olarak başkasına yukleyemez .
Mantıksal ve hukuksal acıdan aynı oluşun nedenine gelince , “A B dir.” veya “odemeye hazırım” şeklinde beyanda bulunan, bu beyana guvenmiş ve buna gore davranmış olan taraftan bu beyana bağlı kalmasını bekler. Cunku beyan bir taraf bağlayan ancak diğer taraf icin etkili olmayan bir durum değildir. Aynı zamanda bir diyalog olduğu icin bağlayıcıdır. Beyanda bulunan yonelmiş olduğu kişi acısından . tamamen pratik olan bir anlamda bağlanmıştır .
Yukarıda sozunu ettiğimiz Hukuksal Cıkarım Teorisinin ikinci temel kuralı olan “insanın sadece kendisinin de inandığı bir şeyi iddia etmesi”kuralının kanıtlanmasın da da pratik materyal kullanılamaz. Alexy icin tartışmanın durustluğune ilişkin bu kural “her sozel iletişim icin belirleyicidir” bu kural olmasaydı “yalan bir kez bile mumkun olmazdı,cunku durustluğu zorunlu kılan bir kural on şart olarak ortaya konmuşsa aldatma duşunulemez” Şimdiye kadar verilen ornekler icin kullanılan kanıtlama burada da işlemektedir; olası olan ancak duşunulebilendir, bu noktada ilk belirleyici kural-mantıksal-ikili- zorlayıcı- “on koşul olarak belirlenmelidir”. Bu tur uygulamalar ozellikle aldatma bicimini alddığında gundelik yaşama ilişkin olarak on koşulsuz duşunulemez. Bu durumu şoyle bir ornekle acıklayabiliriz,kucuk bir cocuktan ellerini yıkaması istenilebilir. Bunu yapıp yapmadığı sorulduğunda cevabı “evet” tir, ama aynı zamanda -eskisi gibi kirli ellerini- saklamaya calışır. Pratik olarak kolayca belirlenebilecek olan bu aldatmayı teorik olarak da boyle değerlendirmenin tek koşulu cocuğun soru- cevap ilişkisini, sadece . birbiriyle konuşma ve hareket etmenin gecekleşmesinden, kısacası karşılıklı konuşma uygulamasından oluşan bu duyguyu gercekten anlamış olmasıdır. Sadece bu uygulama ile cocuk bir emrin anlamını ve buna uygun istemin anlamını kavrar ve ancak uygulamayla- emrin anlaşılmış olmasına rağmen- yıkanmamış ellerini saklaması anlaşılabilir. Cocuklar en doğrudan ve ilkel anlamanın ne demek olduğunu bilirler; belirli bir kişisel ilişkiden- oncelikle ve coğunlukla ebeveyn ile olan ilişkiden- doğan bir beklentinin yerine getirilmesinde birisinin aldatılmasıdır. Hukuksal anlamda da aldatma- medeni hukuk anlamında hile veye ceza hukuku acısından dolandırıcılık olsun yada olmasın-karşılıklı diyalog ilişkisine dayanarak beklentinin yerine getirilmesini bekleyen kişinin bilinci bir şekilde aldatılmaktadır
Yalan soylememe, dolandırmama ve aldatmama tarzının tum kuralları bu diyalogsal,pratik,somut , gercek ilişkiye dayanmaktadır. Bu sonucun yeni bir felsefi başlangıc gerektirip gerektirmediği ise bu tartışmanın “uygulama”ya ilişkin bolumu icinde belirlenmeye calışılacaktır.
II. UYGULAMA
1. UYGULAMA OLARAK UYGULAMA
Hukuk biliminin felsefi acıdan gereksinim duyduğu şey hukuksal uygulamanın esasa ilişkin bir kanıtlanmasını gerektirir. Varolan “pratik felsefenin itibarının iadesi”nin cıkarımları kural olarak yukarıda da değinildiği gibi belirleyici işaretler bekleyemez. Cunku uygulamanın tekrar ortaya konulması Aristo felsefesindeki ronesansın işaretidir
Aristoteles sozkonusu “pratik” eylemden cok “poiesis”in yapıcı oluşumuna ve boylece teoriye dayandırmıştır. Uygulamanın Aristoya ozgu anlamın da belirten herkezce bilinen unlu teleoloji teorisidir. “Poietik” uygulama icinde mesleksel ve sanatkarhane yapılmış iş amacına yonelmiştir. “Pratik” ise mukemmel,ahlaki acıdan iyi bir yaşamdır. Aristo uygulamasını her zaman icin iyi bir uygulama olarak belirleyen,politik bir canlı olan insanın (zoon politikon) doğa (“physei”) tarafından iyi olarak duzenlenmiş yaşam değeri icinde iyiye ulaşma amacını yonelen bir uygulamadır .
Bu metafiziksel bir yaklaşımdır ve boylece de kalacaktır yani gunluk yaşamın gerceklerindeki uygulamalarla kanıtlanamıyacak felsefi bir spekulkasyon. Biz insanlar kendi “doğamıza” en iyi kendi -pratik- yaşam ilişkilerimiz icinde etki yapabiliriz;gercek doğamızın -teorik- bilgisinden ise dış duzenlere karşı zayıflayan inanc karşısında her zamankinden daha uzaktayız Sozkonusu, doğru kararı vermek icin “bu” gerceğe inanmak yerine, zaman zaman bireysel ve bir kerelik olgulara girişen, hatta - bu fiili girişimi tamamen “prattein” olduğundan- bunlarla savaşan her hukukcu icin doğrudur. Hukuk icin verilen savaş her zaman uygulamaya taşınmalıdır: bu hukuksal deneyim artık felsefi - usulen ve pratik olarak da -Apel- Habermas’ın “iletişim birliği”(bkz I 1) veya Aristo’nun “polis”i gibi teorik onkoşullar olmaksızın- kanıtlanmalıdır.
Uygulamanın bu tip onkoşulsuz kanıtlanması -ozgun insan eylemleri gibi- sadece antropolojik olarak başarılabilir. Antropoloji, bu bağlamdaki “on koşulsuzluğu” ancak “insan”ın tanımından- belirli bir varlık olarak ve bu “varlığın” bir tanımı anlamında- feragat ederse harekete gecebilir. “İnsan”, ne Aristo’nun gorduğu gibi “politik bir varlık” ne Scheler’in gorduğu gibi sadece bir “ruh”, ne de Gehlen’in gorduğu gibi bir “eksik varlık”tır Pratikte tanımlanmış belli bir insan yoktur, Kendi yapıp ettikleri icinde kendi gibi olan herkes insandır. “Kendi” yapıp ettikleri zaman icinde yeni faaliyetlere olanak tanır cunku o ana kadar olan deneyimleri her zaman icin gercek icraatının temeli olarak kalır. H. Plessner bunu insanın “egzantrik pozisyon bicimi” olarak adlandırmaktadır Cunku biz insanlar “egzantrik olarak kendi merkezimizden uzaklaşabiliriz, ayrıca “refleksif”, kendine geri donuşlu olarak tekrar merkeze gelebiliriz. Bu nedenle deneyimlerimizin “denenmesi” kolay değildir, ancak her zaman doğru olarak soylendiği gibi,kendi deneyimlerimizi yapmak durumundayız
Plessner’in yarım yuzyıl once cıkış noktası olarak aldığı kendi yaşamının, yaşayarak oğrenmenin ve deneyim kazanmanın felsefi antropolojisi ,gunumuzun biyolojik antroplojisiyle sağlam amprik bir temele oturmuştur. Ozellikle Erns Meier “ Usul kavramı ve Gelişimi” konusundaki onemli eseriyle, cinsel ureme yapan populasyonlardaki genetik değişkenliği araştırarak her - hayvansal veya insana ozgu- bireyin tekelliğine ilişkin pozitif bilim kanıtlarını ortaya koymuşturBu sonuctan daha onemli ve şaşırtıcı olmayan konu “fikir”, “varlık”, “ırk” ve “cins” gibi geleneksel teorik, standartlara bağlayıcı duzen kategorilerinin artık antropolojik olarak reddedilmesidir.
Mayr’ın araştırmalarıyla, ozellikle “tur” kavramı, homo sapiens turunun de dahil olduğu, ureyen ve bir arada bulunan ve ureme engelleriyle izole olmuş populasyon icin biyolojik kavram olarak butunuyle yenilenmiş, Eflatun ve Aristo felsefelerinden uzaklaşmıştır . Aslında ureyen tur olmayıp bireydir. Turler, soy ve potansiyel ureme yoluyla birbirleriyle akraba olmuş bireylerden başka bir şey değildir İnsanlığın soy gecmişi - kısaca ve ornek olmak uzere- her birimizin soy ağacından başka bir şey değildir. Bu ağacın koklerinin ne kadar derine gittiğine gelince; yeterince derine gidildiğinde kok uclarında da bulunacak olan yine kendi turumuzun bireyleri olacaktır. Pratik antropoloji, bu koklerin tam olarak nerede bittiğ ve - resmin sınırları icinde kalmak icin- hangi ve kimin toprağında kok saldıklarını, buradaki ispatları acısından cevaplamak zorunda değildir. Cunku bireyin, ,insanın hem onto jenetik (bireysel ) hem de filojenetik ( soy esasına dayalı) gelişiminde biyolojik gerekceli kabulu ile bireysel yaşam uygulamasındaki antropolojik cıkış noktasını yeniden kazanmıştır
İnsanlar hakkında bir şey oğrenmek istersek yine kendimizden yola cıkabiliriz. Cunku, soyut anlamda insan yani “O” nun olmadığını artık antropolojik olarak da biliyoruz. Kendi deneyimlerinden . bu şekilde yola cıkışın sadece insanı değil herşeyi anlamak icin on koşul olduğuna dair dini yorumları da eklersek o zaman teorileri korkmadan unutabilir ve -sonunda- surekli olarak uygulamayı hatırlarız. Bunun hukukcular arasında muhakeme uygulamasının tekrar değerlendirilmesini anlatması calışmanın son bolumunun konusunu oluşturacaktır.
2. CIKARIM UYGULAMASI OLARAK UYGULAMA
Hukukcu burada sozu edilen ve -yukarıda kanıtlandığı gibi- sadece kişisel deneyimle kendisinden bahsedilen uygulamayı ciddi şekilde ilk olarak stajını yaparken tanır; bir olaya,bir savcı,bir avukat bir ceza veya idare hukuku yargıcı gibi teorik ve mesafeli bir acıdan değil doğrudan bir pratik cozum bulucu bir yaklaşım icine girer Burada belirleyici olan konu, bir . cok anlamda yetkili olduğu olayı kendi olayı olarak hissetmesidir. Kendi yetenekleri cercevesinde- kendisine uygun olan ve kendisinin bu yetkileri kullanmasında “sorumlu” olduğu ve pratikte bu sorumluluğun yerine getirilebilmesi o konuya ilişkin uzmanlığına bağlı olması. Hukuk biliminin ve herhangi bir başka uygulamanın temel dayanağı işte bu uzmanlıktır. Hukuksal olarak gorulmekte olan . ve mahkeme dışında işleme konulan sorundan anlamak gerekir. Cunku incelenmekte olan her hukuksal problem kendi ozgun işlemini ve buna uygun icraatı talep eder. Gerekli işlemi yapmaya yetkili olan kişi, daima var olan tum kuralların ne kadar az işe yaradığını bilir. Delinmiş testereyle kesilmiş, torpulenmiş, cekicle vurulmuş… Dava acılmış, cevap verilmiş, . mahkeme onunde iddia ve savunmada bulunulmuş, karar verilmiş… pratikte kurallara gore değil, olayın kendi cercevesine gore doğru olur.
Hukuk uygulamasında da gorulmekte olan konu ile bu yakın ilişki başka bir yerde kapsamlı olarak ele alınmıştır Hukuk, ceza ve idare mahkemelerinde acılan davalarda “…alehine acılan idari dava”, “… Alehine acılan ceza davası…” vb. Ibareler kullanılır. Bu “alehine” ibaresi ile hukukcu başlangıctan itibaren ve diyologdan doğan uygulamaya dayanarak kendini belirler; alehine delil sunulması gereken karşı taraf hep vardır, pratik olarak karşı taraf olmaksızın- bu kelimenin burada oluşturulan anlamı cercevesinde- hukuksal bir cıkarım adli bir cıkarım olmazdı. Bu uygulamada ozgun olaylarda kanıtlamanın . nasıl sağlanacağı, oncelikle- burada oluşturulan anlamda “usulen”- somut davaya ve ihtilaf konusu olan, ancak muşterek olaydaki bireysel karşı tarafa bağlıdır
Davanın “muşterek” olarak tanımlanan ihtilaf olması ise, iletişim teorisine gore kendi ikicil prensibinde (yukarıda I1 ve 2) aykırı bir paradoks olarak ortaya cıkmasıdır. Son olarak. “ideal iletişim birliği” ihtilaflı olamayan “gerekli kılınan” mantığı on koşul olarak belirler, cunku ihtilaf, bu tip mantıksal bir zorunluluk değildir. Ama “ihtilaf- gercek yaşamda olduğu gibi- mantıktan başka yasalara da uyar. Mucadele ederek, genelde mantıken olması gerektiği gibi,”sonuclandırılamaz” ama olaya uygun bicimde karar verilir Bu tip uygulama karşıkonulamaz bir bicimde bireysel ve subjektiftir. Ancak bu subjektivite icin sınır karşı tarafın aynı ihtilafa yonelik subjektif talebi ile sınırlandırılmış bir subjektivitedir. “İletişim birliği “ sağlanınca, o zaman gercek, mantıksal cıkarım garanti edilmiş olur Cıkarıma konu olan hukuksal ihtilafta birlikte davranmanın, mantığın ve cıkarsamanın birlikte yuruyebilmesi icin daima girişimde bulunmalı, fiilen cıkarım uygulanmalıdır. Buna uygun olmak isteyen bir cıkarım teorisi usule yonelik değil olaya uygun ve olaya yonelik olmalıdır Hukuken cozumu istenen olayla ve ihtilaf konusuyla ilgili bu muhakemelerden farklı olan bir teori yanlız uygulamanın değil, teorinin de itibarını zedeler. Cunku, en iyi teori her zaman icin uygulamanın teorisidir.
Dr.Ralf GROSCHNER
Ceviri: Doc.Dr.Yasemin IŞIKTAC
__________________
Siyasal Bilgiler / Hukuk Hukuksal Cıkarım Teorisi ve Uygulaması
Üniversite Ders Notları0 Mesaj
●54 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- Üniversiteler
- Üniversite Ders Notları
- Siyasal Bilgiler / Hukuk Hukuksal Cıkarım Teorisi ve Uygulaması