MÂlî durumu iyi olup, borcunu odemek istemeyenler; darda olup, ellerinde hicbir malı olmayanlar; malı borcuna denk veya borcu daha fazla olanlar. Bu somuncunun vadesi gelen borcları odenemiyor ve mevcut mal varlığı da borcu karşılayamıyorsa iflÂs problemi ortaya cıkar.
Ebû Hanîfe'ye gore, borclar mal varlığını aşsa bile, bir kimse borcları yuzunden hacr (kısıtlılık) altına alınamaz. Cunku aklı yerinde olduğu icin tam ehliyetlidir ve başarılı bir işletme ile mal varlığını coğaltması mumkundur. Boylece onun tasarruf ve insanlık hurriyeti korunmuş olur. Ancak bu durumda kendisine borclarını, odemesi emredilir. Bunu yapmazsa, malını bizzat satıp borclarını odemesi icin hapsedilir. HÂkim, borclunun malını satamaz. Ancak, varsa paralarını ve borcların cinsinden olan mallarını alacaklılarına istihsÂn yoluyla verebilir. Borcluyu hapsetmenin sebebi, borcun vadesinde odenmemesi yuzunden alacaklıların zarara sokulması ve onlara haksızlık edilmesidir (el-MeydÂnî, el-LubÂb, II, 20; ez-Zuhaylî, el-Fıkhu'l IslÂmî ve Edilletuh, lV, 132).
Ebû Yûsuf, Imam Muhammed, ŞÃ‚fiî, MÂlik ve Ahmed b. Hanbel'e gore, vadesi gelen borcu, mal varlığını aşan borclular, alacaklıların isteğiyle hÂkim tarafından hacredilir. Bu kimse iflÂs etmiş sayılır. MÂlikîler bu durumda hacr icin mahkeme kararını da gerekli gormezler. Hacirle, alacaklıların haklarına zarar verebilecek tasarruflar onlenmiş olur. Alacaklılar icÂzet vermedikce vakıf, hibe, sadaka, velÂyet ve başkasına yeni bir borc ikrarı gibi tasarruflar muteber olmaz. Herhangi bir malı rayic bedeliyle satmış olurlarsa, bedeli alacaklılara ait olur. Bu satış rayic bedelin altında bir fiyatla olmuşsa alacaklıların icazetine bağlıdır. Alıcı da muhayyer olup, isterse bedeli tamamlar, dilerse akdi bozar (Ibn Âbidîn, Reddu'l-MuhtÂr, V, 101; AbdulKadir Şener, "IslÂm Hukukunda Hacr", A.U.I.F. Dergisi, c. XXII, s. 339). Bu gibi tasarruflarda borclunun ehliyeti, mumeyyiz kucuk gibi olur. Alacaklılarına zarar verecek mÂlî tasarrufları, onların icazetine bağlıdır. Bu tasarruflar hibe, vakıf gibi teberru kabilinden olsun veya kıymetinden daha az bir bedelle satmak yahut kıymetinden cok bir fiyatla satın almak gibi, satış bedelinde musamahayı kapsayan ıvazlı akitlerden olsun musavidir.
HÂkim, borcunu odemeyen borclunun mallarını satıp, bedelini alacaklılara boluşturur. Satışa, once bozulacak mallardan başlanır. Sonra telef olacaklar, daha sonra da gayri menkuller satılır. Ancak borclunun ve bakmakla yukumlu olduğu kimselerin yiyecek, giyecek, mesken ve benzeri zaruri ihtiyacına ait şeyleri satamaz (Ibn Âbidîn, a.g.e, V, 103; Damad, Mecmau'l-Enhur, II, 443).
Ebû Hanîfe'ye gore, hÂkim borcluyu 2-3 ay hapsettikten sonra, malı olduğuna dair belirti bulunmaz veya gercekten yoksul olduğu ortaya cıkarsa, "Eğer borclu darlık icinde bulunuyorsa ona, genişleyene kadar muhlet verin" (el-Bakara, 2/280) ayeti uyarınca serbest bırakır. Fakat alacaklılar, onu takip eder. Yeniden odeme gucune kavuşursa, bunu aralarında paylaşırlar. Ebû Yûsuf ve Imam Muhammed'e gore ise, yoksul borclular yeni mal kazandığı sÂbit olana kadar takip edilmezler. Cunku yukarıdaki ayet onlara calışıp kazanmak icin bir muhlet vermeyi ongormektedir (el-MeydÂnî, a.g.e, 21-23).
Ebû Hanîfe'nin borclulara tanıdığı bu geniş hurriyet zamanla kotuye kullanılmış, borclular mallarını alacaklılardan kacırmak icin muvazaalı olarak satış gostermiş, bir hayra veya cocuklarına vakfetmiş veya hibede bulunmuştur. Işte bu durum karşısında muteahhirûn (sonraki) fakihler borcu servetini aşmış kimselerin hacr altında olmasalar bile, alacaklılar razı olmadıkca vakıf ve hibe gibi tasarruflarının nÂfiz (yururlukte) olmayacağına fetv vermişlerdir. Kanunî ve II. Selim devirlerinde şeyhulislamlık yapan Ebussuud Efendi, sultana arzettiği maruzatında bu hususu acıkca belirtmiştir
__________________