1) TOPLULUK HUKUKUNUN ULUSLARUSTU (SUPRANASYONAL) NİTELİĞİ
Cağımızda bir devlet bunyesinde yaşanan olayların, oteki devletler ya da uluslararası toplum uzerinde hicbir etkisi olmadığını soyleyebilmek pek olası değildir. Uluslararası ilişkilerdeki gelişmeler ve bu ilişkilerde yaşanan yoğunluk, gerek siyasal, gerekse hukuksal duzeyde kimi sorunları da beraberinde getirmektedir. Bu sorunlar, devletlerin uluslararası duzeyde sahip oldukları mutlak egemenlik anlayışlarını bir olcude terketmeleri, ya da egemenliklerini "ozgur iradeleriyle" kısıtlamaları sonucunda cozume kavuşabilir. Bu acıdan bakıldığında, uluslararası sorunlara bulunacak siyasal ve hukuksal cozumler, her aşamada "devletler arası işbirliği"ni zorunlu kılar. Bu işbirliği anlayışı ise, devletlerin "mutlak egemenliğe" sıkı sıkıya bağlı kalmaları halinde başarısızlığa uğrayabilir.
Uluslararası bir soruna cozum bulmak amacıyla yapılan her antlaşma, o antlaşmaya taraf olan devletleri bağlar ve bu devletler tarafından zorunlu bicimde uygulanır. Bu kural, uluslararası hukukun temel ilkelerinden biri olan pacta sund servanda anlayışının doğal bir sonucudur. Bir uluslararası antlaşma, iceriği ne olursa olsun, sonucta bir "uzlaşı belgesidir". Uzlaşıya varabilmek bakımından devletler, ulusal cıkarlarından ve egemenliklerinden, sınırlı boyutta da olsa odun verirler. Verilen odunler siyasal, ekonomik, fiziksel ya da hukuksal olabilir. Ancak verilen odunler karşılığında devletler, başka odunler alırlar. Bir anlamda uluslararası ilişkiler, karşılıklı cıkarlar ve odunler dengesi uzerine kurulmuştur.
Bir uluslararası antlaşmanın temel hedefi bir orgut kurmaksa, bu antlaşmaya taraf olan devletler, soz konusu Orgutun amaclarına ulaşmasına yardımcı olmak bakımından, bu orgut lehine kimi egemenlik kısıtlamaları yapma yukumluluğunu ustlenirler. Hele soz konusu olan hedef, "federal yapıda" bir siyasal butunleşmeye ulaşmak ise, bu butunleşme hareken icinde yer alan ulkelerin "ulusal egemenliklerine" daha cok kısıtlama getirmeleri gerekir. Federal bir anayasaya da ancak boyle ulaşılabilir.
Topluluğu kuran siyaset adamlarının duşunceleri, başlangıctan beri orgutun bir "federal model" olmasıydı. Dolayısıyla, Topluluk sistemi federal bir yapıya henuz kavuşamasa da en azından Topluluğu kuranlara başlangıctan beri egemen olan fikir "federalizm" olmuştur.
Klasik egemenlik kavramına getirilen kısıtlamalar, Birleşmiş Milletler Orgutunun kurulmasıyla uluslararası hukukta belirgin hale gelmiştir. Gercekten, bu orgutun en onemli organı niteliğindeki "Guvenlik Konseyi", orgutu bağlayan kararlarını oybirliği ile değil, veto yetkisine sahip uyelerin oylarının da icinde bulunduğu "oycokluğu" ile alabilmektedir. Giraud'nun da belirttiği gibi; Guvenlik Konseyinde beş buyuklerin veto koşuluna bağlanmış olsa da, Birleşmiş Milletlerde uygulanan "oycokluğu kuralı", uluslararası ilişkilerde uygulamaya konulan cok onemli bir gelişmedir.
Uluslararası orgutler bunyesinde alınan kararlar, orgute uye ulkeleri doğrudan bağlamaz. Sonucta bu kararlar yoneldiği uye devletler tarafından uygulamaya konulmak zorundadır. Burada onemli olan nokta, ilgili devletin kararı uygulamaya koymaması halinde "uluslararası sorumluluğu"nun soz konusu olmasıdır. Ulusal duzeyde yetkili organların, uluslararası orgut kararlarını ic hukukularında yururluğe koymaları, ulusal yetkilerin uygulanmasına getirilen bir kısıtlamadır. Bununla birlikte, ulusal planda yetkili organlar, uluslararası orgut kararlarının ic hukukta uygulanması konusunda "tek yetkili" durumundadır.
İkinci dunya savaşından hemen sonra Avrupa'da uluslararası nitelikte orgutlerin kurulduğunu goruyoruz. Kurulan orgutler, Avrupa'nın o tarihlerdeki iki temel sorununa cozum arayışı icinde gundeme gelmiştir. İlk once, savaş sonrasının “yıkık Avrupa”sını kendi ayakları uzerine kaldırabilmek, sonra da Doğu'dan gelen "yayılımcı Sovyet tehdidine karşı siyasal ve askeri guvenliği sağlamak".
Bu amaca yonelik olarak kurulan orgutlerden (NATO dahil) hicbiri, uyelerinin ulusal egemenliklerine, "hukuksal duzeyde" onemli kısıtlamalar getirmedi. ABD ve SSCB gibi iki super gucun "siyasal etkinlik alanı" icinde kalan Batı Avrupa ulkeleri, Avrupa Topluluğunun kurucusu olarak kabul edilen Jean Monnet'nin de vurguladığı gibi, artık gerek ekonomik, gerekse politik guclerini biraraya getirerek orgutlenmeliydiler. Bu orgutleşme icinde oluşturulacak kurumlar, son derece onemli yetkilerle donatılmalıydı. Orgut amaclarına, ancak uye devletlerin egemen bicimde kullandığı kimi yetkileri devralmak suretiyle ulaşabilirdi. Bunun icin "egemenlik kısıtlaması" değil "egemen yetkilerin bir bolumunun devri" olgusu gerekliydi. İşte Avrupa Topluluklarını kuran Paris ve Roma Antlaşmaları, bu olgunun bilinci altında kaleme alınmıştır. Bu antlaşmalarla kurulan Topluluk, uye devletlerden egemen yetkiler devralarak "uluslarustu" nitelik kazanmıştır.
1-1) Uluslarustuluk kavramı
Uluslarustuluk kavramı yakın bir gecmişe sahip olup, ikinci dunya savaşından, Ozellikle de 1950 den sonra kurulan Avrupa Topluluklarıyla evrimini surdurmuştur. Kimi hukukcular. Avrupa Topluluğunun temel oğesini "uluslarustuluk" olarak gormektedir. Guclu ve merkeziyetci bir Avrupa, ancak uye devletlerin ulusal kimlikleri torpulenebilirse kurulabilir, hatta "federal yapı "ya ancak bu yolla ulaşılabilir. Bu noktada uluslarustu orgut ile federal devlet benzer anlamda kullanılmaktadır.
Uluslarustuluk, uluslararası ilişkilere, "carpıcı bicimde" Avrupa Topluluklarının kurulmasıyla getirilmiş bir yeniliktir. Topluluklarda hukuk normlarını oybirliği yerine "oycokluğu" ile belirleyen organların varlığı, bu şekilde belirlenen normların uye devletler ulusal hukuklarında doğrudan etkiler doğurması, uluslarustuluk kavramının ayırıcı nitelikleri olarak karşımıza cıkmaktadır.
Bu yeni hukuk kavramı, "yetki devrini, hatta ulusal egemenliğin Topluluk organlarına kısmen terkedilmesini" gerekli kılmaktadır. İster yetki devri şeklinde olsun, ister daha ileri giderek, ulusal egemenliğin bir bolumunun Topluluğa terkedilmesi olsun, her iki olguda da bir "bağımlılık" soz konusudur. Bu bağımlılık uc şekilde ortaya cıkmaktadır.
1 - Bir uye devlet, ozel ya da tuzel kişi gibi antlaşma hukumlerine uymak zorundadır.
2- Bir uye devlet, Topluluğun yetkili organlarının belirlediği normları aynen kabul etmek ve uygulamaya koymak zorundadır.
3- Bir uye devlet, kimi zaman karar alma yetkisini elinde tutmakla birlikte, bu yetkiyi ancak Topluluğun kontrolu, hatta vesayeti altında kullanabilmektedir.
Yukarıda yaptığımın bu değerlendirmeler ışığında, Avrupa Topluluklarının kurulmasıyla uluslararası ilişkilerde gundeme giren "uluslarustu orgut"u, yine Toplulukların hukuksal yapısından hareket ederek şoyle tanımlayabiliriz:
Uluslarustu orgut; bir antlaşmayla kurulan, uyelerinin kendisine egemenlik yetkilerinin bir bolumunu devrettikleri, oycokluğu ile bağlayıcı hukuk normları belirleyebilen, belirlenen hukuk normları orgute uye devletlerin ulusal hukuklarında doğrudan ya da dolaylı bicimde uygulanan ve hukuksal sonuclar doğuran bir kuruluştur.
Bu tanımdan cıkan unsurları şoylece sıralayabilmek olasıdır :
1-Uluslarustu orgut bir antlaşmayla kurulmuştur.
2-Orgute uye ulkeler, ulusal egemenliklerinin bir bolumunu Orgutun yetkili organlarına devretmişlerdir.
3-Orgut hukuk normlarını, yerine gore oycokluğu ue belirleyebilmektedir.
4-Belirlenen hukuk normları, Orgute uye devletleri doğrudan ya da dolaylı bicimde bağlamaktadır.
5-Belirlenen hukuk normları, uye devletler ulusal hukukunda doğrudan, ya da dolaylı bicimde uygulanmakta ve hukuksal sonuclar doğurmaktadır.
Yukarıda da belirtildiği gibi "uluslarustuluk kavramı", uluslararası hukukun klasik unsurlarından biri olan "egemenliğin" bir olcude terkedilmesiyle ortaya cıkmaktadır. Bu nedenle, uluslarustuluk kavramı ile egemenlik kavramı arasında yakın bir ilişki soz konusudur. O halde, Avrupa Topluluğunun uluslarustu niteliğini incelemeden once. klasik egemenlik kavramı uzerinde durmakta yarar vardır.
1-2) Egemenlik kavramı
Etimolojik acıdan ele alındığında "egemenlik"; ustun ya da ustunluk anlamında kullanılan latince kokenli bir deyimdir. Klasik teori, egemenliği "devlet olmanın statik unsuru" olarak algılamaktadır. Egemenlik kavramı iki unsuru icermektedir. Bunların ilki "olumsuz" (hicbirşeyle bağımlı olmama), ikincisi ise "olumlu"(her şeyi zorlayabilme) unsurdur.
Oğretide egemenliğin bircok tanımı yapılmıştır. Bu tanımların hepsinde varolan ortak ozellik, egemenlik kavramının, "eş duzeyde ya da daha ust duzeyde" herhangi bir başka guc tanımadığıdır. Eismein egemenliği; "yonettiği ya da yonlendirdiği ilişkilerde aynı duzeyde veya ustun bir guce bağımlı olmayan otorite" olarak tanımlamaktadır. Yine Eismein'a gore egemen yetki, "karar verme, istediği gibi hukuk normu belirleme ve bu normları uygulama yetkisi"dir.
Malberg'e gore egemenlik; "yetkinin en ust kullanım bicimidir". Bu anlamda egemenliğin, birbirinden ayrılmaz iki yonu bulunmaktadır; "dış egemenlik - ic egemenlik". Dış egemenlikte devlet, oteki devletlerin hicbirine bağımlı değildir. Bu anlamı ile egemenlik, "bağtmsızlık"la eş anlamda kullanılmaktadır. İc egemenlik kavramı ise, devletin, uyruğunda bulunan ozel ve tuzel kişiler, ya da gruplar karşısında "ustun yetkilerle donatılmış olduğu" anlamına gelmektedir. Unlu fransız hukukcu Leon Duguit, egemenliği; "ustun zorlayıcı yetki" olarak tanımlamaktadır.
Bir devlet bunyesinde egemenlik, "kuvvetler ayrılığı ilkesi" cercevesinde; yasama, yurutme ve yargı yetkisi şeklinde, uc ayrı organ tarafından kullanılmaktadır. Bu yetkilerin kullanılma yontemleri de her devletin anayasasında acıkca belirlenmiştir.
Butunleşme modelleri acısından ele alındığında, egemenliğin bu klasik anlamını giderek yitirdiğine tanık oluyoruz. Butunleşmeyi amaclayan orgutlerin kurucu antlaşmalarını imzalayan devletler, kurulacak orgutun karar organları lehine, "egemen yetkilerinin bir bolumunu devretmektedirler". Burada iki kavramı birbirinden ayırmak gerekir. Devlet tarafından kullanılan yetkilerin, yine devletin "ozgur iradesiyle" kısıtlandırılması başka şeydir; bu yetkilerin bir bolumunun diğer devlet ya da orgutlere devri başka şeydir. Her ne kadar bu iki kavramda da "devletin ozgur iradesi" belirleyici unsur olarak rol oynuyorsa da, egemen yetkilerin kısmen devri olgusu, bu yetkilerin kısıtlanması olgusuna oranla "devletin uluslararası sorumluluğu" acısından cok daha onemli sonuclar doğurur.
1-3) Topluluk hukukunda egemen yetkilerin devri
Avrupa Topluluğunu uluslararası duzeyde kurulan diğer orgutlerden ayıran en onemli ozellik, Topluluğun "uluslarustu yapısı" ve bunun gereği olarak, egemen yetkilerin uye devletler tarafından Topluluğa kısmen devri olgusudur. Yetki devri olgusu, ulusal planda kullanılan, "yasama, yurutme ve yargı" yetkilerinin bir bolumunun Topluluk kurumlarına devri şeklinde ortaya cıkmaktadır. Gercekten, gerek AKCT'yi gerekse AET ve AAET'yi kuran antlaşmalar, klasik uluslararası hukukta orneği bulunmayan, "sui generis" bir hukuk duzeninin kurulmasına onculuk etmişlerdir. Bununla beraber, değinilen antlaşmaların hicbir maddesinde, Topluluğun uluslarustu bir orgut olduğu yolunda bir hukum bulunmamaktadır. Buna karşılık, Topluluğun uluslarustu niteliği TAD'ın vermiş olduğu kararlarda acıkca yer almaktadır.
Egemen yetkilerin Topluluğa kısmen devri olgusunu "butunleşme hukuku"nun doğal bir sonucu sayan Pescatore'a gore; "ortak organların kurulması ve objektif bicimde işlemesi, butunleşme hukukundan kaynaklanan bir sisteme katılma, ulusal egemenliğe getirilen kısıtlamaları kabul edilebilir ya da katlanılabilir kılmaktadır”.
Egemen yetkilerin devri ile, bu devir olgusu sonucunda ulaşılmak istenen "siyasal hedef" arasında cok yakın bir ilişki vardır. AT orneğinde siyasal hedef "Avrupa'nın siyasal birliği"dir. Bu amaca ulaşmayı olanaksız kılan ya da zorlaştıran kısıtlayıcı unsurlar ortadan kaldırılmak gerekir. Avrupa birliği yolundaki en onemli hukuksal engel, "ulusal egemenlik kavramı"dır. Kimi uye devletler (ozellikle İngiltere) bu kavramdan en az duzeyde odun vermek istemekte, buna karşılık kimi uye devletler (Fransa ve Beneluks ulkeleri) bu konuda olabildiğince liberal bir tutum izlemektedirler.
Bu siyasi tablo, Avrupa'nın siyasal ve ekonomik birliği yolunda cok onemli kararların alındığı, Aralık 1991 Maastricht Zirvesinde acıkca ortaya cıkmıştır.
Egemen yetkilerin bir bolumunun Topluluğa devri olgusunu şemada gosterebiliriz:
1 Nolu şema, Avrupa Topluluğunun henuz kurulmadığı yıllarda, daha sonra Topluluğa uye olacak kimi Avrupa devletlerinin ulusal egemenlik alanlarını gostermektedir. Orneğin "ADO", Fransa'nın hicbir kısıtlama olmaksızın kullandığı egemenlik alanıdır.
2 Nolu şema ise, Avrupa Topluluğu kurulduktan sonra uye devletlerin ulusal egemenlik alanlarına getirilen kısıtlamaları gostermektedir. Taralı alan Topluluğa devredilen egemenlik alanıdır, işte bu alana dahil konularda ulusal hukuklar değil "Topluluk hukuku" uygulanmaktadır. Topluluk hukukunun uygulanma alanı, uye devletlerin ulusal hukukunun dışında değil, ulusal hukukun icinde, ya da Ustunde oluşmaktadır. Uye devletler. Topluluk hukuk duzeninin kurulmasını ve işlemesini sağlamak bakımından, şemada gorulen taralı alanı oluşturacak olcude "egemenlik dilimleri"nden, Topluluk lehine vazgecmişlerdir. Orneğin "EHO" taralı alanı Fransa'nın Topluluğa devrettiği ulusal egemenlik alanıdır. Topluluk kurulduktan sonra Fransa'nın ulusal egemenlik alanı "AEHD" alanı ile sınırlı kalmıştır. Şemada gorulen ve ic cemberden, dış cembere doğru yonelen oklar. Topluluk egemenlik alanının giderek, ulusal egemenlik alanları aleyhine genişleme eğiliminde olduğunu simgelemektedir. Gerceklen 1992 “Avrupa Tek Pazar”ının kurulması. “Avrupa siyasal ve ekonomik birliği”nin aşamalı bicimde oluşturulması sonucunda ic cember, bir başka deyişle "Topluluk hukukunun uygulanma alanı", dış cembere doğru giderek genişleyecektir. Genişleme olgusu,Topluluk duzeyinde belirlenen ve uye devletleri bağlayan hukuksal normların giderek arttığının bir kanıtıdır. Topluluk hukukunun genişleme eğilimi, uye devletlerin ic hukuklarının dışında değil, icinde surmektedir.
Dolayısıyla ulusal hukuklar, Topluluk hukukunun genişlediği olcude daralmaktadır.
İc cember, hicbir zaman dış cemberle cakışmayacaktır. Boyle olsaydı, uye devletlerin ulusal egemenliklerinin ve ic hukuk duzenlerinin tamamen ortadan kalkması gerekirdi. Oysa Topluluk, bir devletler birliğine ya da Avrupa'da giderek daha sık kullanılmaya başlayan bir deyimle "Federal Devlet"e doğru gitmektedir. Federal yapıdaki devletlerde bile, federasyona dahil olan devletlerin ic hukukları, sınırlı alanda olsa da varlıklarını surdurmektedir. Orneğin, İsvicre'de Lozan kantonu ile Zurih kantonu ayrı ayrı ic hukuk duzenlemelerine sahiptir. Hatta kimi zaman bu hukuk duzenlemeleri birbirlerinden farklı hukumleri icermektedir. Ancak bu hukuksal duzenlemeler, federal hukukun temel ilkelerine aykırı olamazlar.
Topluluk hukuku, uye devletler ulusal hukukları arasındaki ilişkilerde de durum pek farklı değildir. Topluluk, son hedef olarak belirlediği, federal yapıdaki "Avrupa Birleşik Devletleri"ne donuşse bile uye devletlerin ulusal hukukları varlığını surdurecektir. Orneğin, evlenme yaşı, boşanma nedenleri gibi medeni hukuk kuralları bir uye devletten, diğerine farklılık gosterebilecektir. Aynı değerlendirmeyi, borclar hukuku, miras hukuku ve ceza hukuku kuralları icin de yapabiliriz. Orneğin, bir uye ulkede suc olan bir fiil, bir başka uye devlette suc olmayabilir. Uye devletlerin ulusal hukuklarında bulunan bu farklılıklar, Topluluklar duzeyinde "tekduze kurallar" haline getirilmeyecektir. Bir başka deyişle, değindiğimiz konularda ulusal hukuklar, siyasal butunleşme sonrasında da varlığını surdurecektir. Buna karşılık, gumruk hukuku, anti trost hukuku gibi alanlarda artık uye devletlerin yetkili organlarının norm belirleme yetkisi yokîur. 1996'dan sonra kambiyo hukuku icin de aynı değerlendirme gecerli olacaktır. Saydığımız hukuk dallarında, gerekli duzenlemeleri yapma yetkisi Topluluk organlarınca kullanılmaktadır.
Topluluk duzeyinde yetkili organlar tarafından kullanılan hukuk kuralı yaratma yetkisi, bir uye devlet icin egemenliğin tamamen yitirilmesi anlamına da gelmemektedir. Burada daha cok, "egemenliğin kullanım alanının boluşulmesinden" soz etmek olasıdır. Uye devletler, Topluluğa devredilen yetkilere saygılı olmak koşuluyla, ulusal duzenlemeleri yapmakta Ozgurdur. Bir başka deyişle "yetki devri sınırsız değildir" ve antlaşmalarla bu olgu belirlenmiştir. Topluluk kurumları ise, antlaşmalar tarafından kendilerine bırakılan yetkilerin sınırları icinde hareket etmek durumundadırlar.
1-4) TAD Kararları Işığında Ulusal Yetkilerin Devri
Topluluğa uye devletlerin, egemenliklerinin gereği olarak ulusal duzeyde kullandığı egemenlik yetkilerinin bir bolumunun Topluluk organlarına devri olgusuna genel olarak değindikten sonra, TAD'ın "yetki devri" konusunda vermiş olduğu kararlan inceleyeceğiz.
TAD, uye devletlerin egemen yetkilerinin devri konusunda son derece onemli kararlar vermiştir. 15.Temmuz.1964 tarihli unlu COSTA / ENEL davasında Divan, şu yargıya varmıştır :
".....Uluslararası anlaşmalardan farklı olarak Topluluğu kuran antlaşmalar, yeni ve sui generis bir hukuk duzeni yaratmıştır. Bu duzen, uye devletlerin ulusal hukuk duzeni ile butunluk icindedir. Gercekten, sınırsız sureli, kendine ozgu kurumları olan, hukuksal kişiliğe ve uluslararası duzeyde temsil gucune sahip bulunan bu Topluluğu kurarken uye devletler, ulusal yetkilerini sınırlamışlar ve Topluluğa cok onemli egemenlik yetkileri devretmişlerdir. Uye devletlerin, belirli alanlarda da olsa, egemen yetkilerini devretmeleri sonucunda, bir hukuksal normlar butunluğu (Corps des normes juridiques) yaratılmıştır. Bu normlar, yalnızca uye devletleri değil, aynı zamanda onların uyruklarını da bağlamakladır..."
COSTA / ENEL davasında Divan, "uluslarustu Topluluk hukukunun" ayırıcı niteliklerini de ortaya koymaktadır. Bu niteliklere şoylece değinmek olasıdır:
1-Topluluk hukuku sui generis bir hukuktur.
2-Topluluk hukuku, uye devletlerin hukuk duzenlerinden kopuk değil, aksine bu hukuk duzenleriyle entegre olmuş bir hukukdur.
3-Bu nitelikteki bir hukuk duzenini yaratabilmek icin uye devletler, ulusal egemenliklerini kısıtlamışlar ve sınırlı alanda da olsa egemenliklerini Topluluğa devretmişlerdir.
4-Yaratılan bu hukuk duzeni, yalnızca, ortak iradeleriyle duzeni yaratan uye devletleri değil, aynı zamanda devletlerin uyruklularını da bağlar.
TAD, COSTA / ENEL davasıyla, Topluluk hukukunun temel niteliği konusunda daha once vermiş olduğu kararlarına onemli bir yenilik getirmiştir. Gecekten Divan, VAN GEND / LOOS davasında verdiği kararında, Topluluk hukukunu yeni bir hukuk duzeni olarak gormekle beraber, bu duzene "uluslararası hukukun icinde" yer vermekteydi. Oysa COSTA / ENEL davasıyla TAD, Topluluk hukukunu "uye devletlerin hukuku ile entegre bir hukuk" olarak kabul etmiştir.
Divan, NUEMANN davasında verdiği bir başka kararında da, COSTA / ENEL davasındaki kararına paralel bir yaklaşım sergilemiştir. Divan kararında şu hususun altını ozellikle cizmiştir :
"...... Uye devletler. Topluluk kurumlarına.Topluluğun butununu ilgilendiren konularda karar alma yetkisini vermişler, bu şekilde, daha once ozgur bicimde kullandıkları egemen haklarına kısıtlamalar getirilmesini kabul etmişlerdir......."
Divan, 1971 yılında KOMİSYON / İTALYA davasında verdiği kararda, egemen yetki devri deyimi yerine "uye devletlerin Topluluğa verdiği yetkiler" deyimini kullanmıştır. Ancak, terminolojideki nuans. Divanın daha Once vermiş olduğu kararlardan "geriye donuş" olarak algılanmamalıdır. Topluluk organlarına verilen yetkiler, bir daha hicbir şekilde geriye alınması soz konusu olmayan yetkilerdir. Topluluk organlarının bir konuda karar almakta gecikmiş olması, bir başka deyişle, bu yetkisini gereken zamanda kullanmamış olması durumunda, soz konusu "yetki uye devletlere geri donmemektedir". TAD'ın bu konuda verdiği onemli kararlar bulunmaktadır.
Gercekten, KOMİSYON / FRANSA davasında Divan, Fransa'nın; "Topluluk kurumlarının herhangi bir konuda karar almakta gecikmesi ya da hic almaması halinde, o konuda karar yetkisi uye devletlere geri doner" şeklindeki savım reddederken, COSTA / ENEL davasındaki eski ictihadında yeralan gerekceleri aynen sıraladıktan sonra;
“ bu nedenle Topluluğa devredilen yetkilerden geriye donulmesi ve bu yetkilerin yeniden uye devletler tarafından kullanılması, ancak Topluluğu kuran anılaşmada hu konuda acık bir hukum olması halinde soz konusudur. Anılaşmada bu yolda bir hukum bulunmadığına gore. yetki devrinden geriye donuş olanaksızdır "
hukmune varmıştır.
Ote yandan Divan, aynı konudaki KOMİSYON / İNGİLTERE davasında, daha da ileri giderek şu gerekceleri kararına dayanak yapmıştır:
“ Topluluk lehine yetki devri kesindir ve bir butundur. Topluluk Konseyinin bir konuda karar almaması, bu konuda bir uye devlete, tek taraflı olarak karar alma yetkisi vermez.....Topluluğun yetki alanı icinde kalan konularda uye devletler, bundan boyle ortak cıkarların ulusal duzeyde yurutulmesi ve denetlenmesiyle yukumludur. Bu bakımdan bir uye devlet, belli bir konuda konseyin uygun bir girişimi olmamışsa, ivedi durumlarda ulusal duzeyde gerekli onlemleri ancak Komisyonla işbirliği halinde alabilir.....Bir uye devlet. Komisyon Tarafından belirlenecek koşullara ve ilkelere ters duşen tek taraflı ulusal korunma onlemlerine başvuramaz "
Divan, aynı kararın bir başka yerinde :
"..........Topluluğun temelini oluşturan yapısal ilkelere, uye devletlerin uymaları zorunludur. Topluluk yetki alanı İcinde kalan konularda bir karar boşluğu olması halinde bile, uye ulkelerin ulusal yetkilerini kullanmamaları gerekir....... "
hukmunu getirmiştir.
1-5) Topluluk hukukunun uluslarustu nitelikteki hukumleri
Avrupa Topluluğunu kuran antlaşmaların hicbir yerinde Topluluğun "uluslarustu bir orgut" olduğu yolunda herhangi bir hukum yer almamaktadır. Ancak, antlaşmaların genel niteliği ve kimi hukumlerinin yapısı, bizi Topluluğun uluslarustu bir kuruluş olduğunu kabule zorlamaktadır.
Henuz yururluğe girmemekle birlikte, Avrupa Topluluğuna "yeni bir kimlik" verecek olan Avrupa Birliği Antlaşması (Maastricht Antlaşması) Topluluğun "uluslarustu" niteliğini, daha da guclendirmektedir. Gercekten bu antlaşmanın ortak dış politika ve savunma, ekonomik ve parasal birlik ya da Avrupa vatandaşlığı ile ilgili hukumleri, uye devletlerin ulusal egemenlik yetkilerine onemli kısıtlamalar getiriyor. Bu kısıtlamalar Topluluğun "uluslarustu" niteliğini pekiştirmek amacına yoneliktir.
Bu kesimde, once AET'yi kuran Roma Antlaşmasının uluslarustu nitelikteki hukumlerine gondermeler yapacak, daha sonra antlaşmanın. Topluluğun karar organı niteliğindeki Bakanlar Konseyine tanıdığı; "nitelikli oycokluğu ile karar alma yontemi"ni ayrıntılı bicimde inceleyeceğiz. Sozu edilen yontem, uluslarustuluğun en carpıcı orneği olarak karşımıza cıkmaktadır.
1-6) AET Antlaşmasının Uluslarustu Nitelikteki Hukumleri
Madde : 6 / 1
Bu maddeye gore; "uye devletler, Topluluk kuruluşlarıyla sıkı işbirliği halinde, antlaşmanın amaclarına ulaşmak icin gerekli olan olcude ekonomi politikalarını koordine ederler".
Maddeden de anlaşılacağı uzere artık uye devletler, kendi ekonomi politikalarıyla ilgili olarak ulusal duzeyde bireysel kararlar alamamaktadırlar. Yetki ancak "Topluluk kurumlarıyla eşgudum cercevesinde" kullanılmaktadır.
Madde : 12-29
Gumruk birliğini duzenleyen bu maddeler, uye devletlerin ulusal hukuklarının ustunde hukuksal etkilere sahiptir. Gumruk birliği, Avrupa Topluluğunun temel unsuru ya da "cekirdeği" olarak kabul edilir. Uye devletler arasında ekonomik entegrasyonu sağlamak bakımından gumruk birliği bir "katalizor" olarak ele alınmıştır.
Gumruk birliğinin bir tanımını vermek gerekirse; "Gumruk birliği, birliğe dahil uyeler arasındaki ticarette uygulanan gumruk vergilerinin ve eş etkili diğer vergilerin tamamen kaldırıldığı, birliğe dahil olmayan ulkelerden yapılan ithalata tek ve ortak bir tarifenin uygulandığı, ucuncu ulkelerden gelen mallardan alınan vergilerin uyeler arasında paylaşıldığı bir birliktir" .
AET Antlaşmasının 12. maddesine gore uye devletler, gumruk birliğini aşamalı bicimde yururluğe koymadan once, kendi aralarında yaptıkları ticarete yeni gumruk vergileri koymaktan ve varolanların oranlanın artırmaktan sakınma yukumluluğunu ustlenmişlerdir. Topluluk hukukunda bu yukumluluğe "standstill" adı verilmektedir. Ote yandan uye devletler, AET Antlaşmasının yururluğe girdiği 1.Ocak.1958 tarihinden itibaren, 12 yıllık bir geciş donemi icinde birbirlerine uyguladıkları gumruk vergilerini ve eş etkili diğer vergileri kaldıracaklar ve ucuncu ulkelerden gelen mallara karsı "ortak bir gumruk tarifesi"(OGT) uygulayacaklardı. Bu iki unsurdan oluşacak gumruk birliği, ongorulen 12 yıllık geciş doneminin tamamlanmasından bir bucuk yıl once 1.Temmuz.1968 tarihinde kurulmuştur.
Gumruk birliği kurulduktan sonra, uye devletlerin artık ulusal gumruk tarifeleri kalmadığı icin, bir ucuncu devletle, gumruklerle ilgili ticaret anlaşmaları yapma yetkileri de ortadan kalkmıştır. Bu yetki, Topluluğa uye devletlerin tumunu bağlayıcı nitelikle ticaret anlaşmaları yapan " Konsey ve Komisyona" devredilmiştir. Nitekim Tarife ve Ticaret Genel Antlaşması (GATT) bunyesinde "gumruk tarifeleriyle" ilgili goruşmeleri uye devletler adına Komisyon yurutmekte ve kararları da Komisyon almakladır.
Madde : 30-37
Uye devletler arasındaki ticareti sınırlayıcı nitelikteki "miktar kısıtlamaları", bir başka deyişle kotalar, ve eş etkili onlemler, Standstill kuralı gereğince geciş doneminin başlangıcında varolan duzeylerinden daha kısıtlayıcı hale getirilemeyecek (madde : 31 / 1), mevcut kısıtlamalar da en gec 12 yıllık geciş donemi sonunda tamamen kaldırılacaktı. Oysa bu kısıtlamalar, ongorulenden 8 yıl Once 31. Aralık.1961 tarihinde kaldırılmıştır. Bu tarihten itibaren, artık uye devletlerin birbirleriyle yaptıkları ticarete kota uygulama yetkileri kalkmıştır.
Madde : 113
Bu maddeye gore geciş doneminin sona ermesiyle birlikte. Topluluğun dış politikası, tek duze ilkeler uzerine kurulacaktır. Toplulukta geciş donemi. 1.Ocak.1970 tarihinde sona ermiştir. Bu tarihten sonra, uye devletlerin tek tek ucuncu ulkelerle tarifelere ilişkin "ticaret anlaşmaları" yapma hakları (Treaty-making power) ellerinden alınmış ve butunuyle Topluluğa devredilmiştir. Gerek cok taraflı olarak GATT bunyesinde, gerekse ucuncu ulkelerle ikili duzeyde ticaret anlaşmaları yapmak gerektiğinde, Komisyon, Konseye oneriler sunar. Konsey de Komisyona yapılacak ticaret anlaşmaları icin goruşme talimatı verir. Bu anlaşmalar Komisyonca yurutulur ve sonuclandırılır. Yapılan anlaşmalar yururluğe girer girmez tum uye devletleri bağlar.
Madde : 138
Avrupa Parlamentosu uye devletlerde doğrudan yapılan secimlerle oluşur. Bu kural 1979 yılından beri uygulanmaktadır. Daha onceki yıllarda Avrupa Parlamentosu, uye devletlerin ulusal parlamentoları tarafından kendi uyeleri arasından secilmekteydi.
Avrupa Parlamentosu uyeleri, ait oldukları ulkeleri temsil etmezler. Sahip oldukları "siyasal goruşlere" gore gruplara ayrılırlar. Parlamentoda "Avrupa'nın ortak cıkarları" doğrultusunda kararlar alınır, uye devletlerin ulusal cıkarları soz konusu edilmez.
Madde : 145
Bu madde, antlaşmanın yukarıda değindiğimiz 6. maddesiyle paralellik gostermektedir. Maddeye gore Konsey, uye devletlerin ekonomik politikalarının eşgudumunu sağlar. İstisnai durumlar dışında, bir uye devlet, “para ve ekonomi politikaları”yIa ilgili ulusal duzeyde tek başına karar alamaz. Soz gelimi, bir uye devlet, "tarımsal pazarlar ortak organizasyonu" (AET Antlaşması madde 40) kapsamındaki urun fiyatlarını ozgurce belirleyemez. Bu yetki uye devletlerden alınmış ve her yıl ilkbahar aylarında toplanıp fiyat belirleyen "Topluluk Tarım Bakanları Konseyi"ne devredilmiştir.
Madde : 169
Bu maddeye gore Komisyon, antlaşmada ongorulen yukumluluklerinden birini yerine getirmeyen uye devlet aleyhine TAD'a başvurabilir. Bir başka deyişle, Topluluğun kurucu antlaşmasını imzalayan uye devletler, TAD'ın zorunlu yargı yetkisini de kabul etmiş olmaktadır. Bunun doğal sonucu olarak, bir uye devlet Divan onunde taraf olma yukumluluğunden kacamaz.
Madde : 171
Bu maddeye gore Divan, bir uye devletin, antlaşmalar cercevesinde ustune duşen yukumluluklerden herhangi birini yerine getirmediğine hukmederse, ilgili uye devlet, aleyhine verilen bu hukmun gereklerini yerine getirmek ve sonuclarına katlanmak zorundadır. Bir başka deyişle. TAD kararı uye devletleri tum yonleriyle bağlayıcıdır.
Madde : 177
Antlaşmanın bu maddesi, "on karar proseduru "nu belirlemektedir. Buna gore TAD, Topluluk antlaşmalarının, Topluluk organlarınca belirlenen kuralların ve Konsey tarafından kurulan organların statulerinin yorumu uzerinde "munhasır yetki"ye sahiptir. Dolayısıyla, ulusa! bir mahkeme Onunde gorulen bir davada, taraflardan biri, bu "yorum konusu"nu ileri surduğunde, ilgili mahkeme, kararını vermeden once, bu konuyu yorumlamasını TAD'dan isteyebilir (madde : 177 / 2). Sorun, kararlarına karşı başkaca yargı yolu bulunmayan bir mahkeme onunde, soz gelimi "yargıtay" da ileri suruiurse, bu mahkemenin hukmunu vermeden once TAD'a başvurması zorunludur (madde : 177 / son). Bu noktada, ulusal mahkemenin yargı yetkisi, TAD kararını verene kadar ertelenmiş olmaktadır. Bir başka deyişle, "bekletici on karar sorunu" denilen bu sorun cozumleninceye kadar, ulusal yargı yetkisi hicbir şekilde kullanılamamaktadır. TAD kararı, en ust duzeydeki ulusal yargı organını dahi bağlamakta ve dolayısıyla Divan, hiyerarşik bakımdan, ust ulusal yargı organının da ustunde yer almaktadır.
Madde : 189
Bu maddeye gore Konsey ve Komisyon, antlaşmalarda ongorulen koşullar icinde tuzuk, ve yonergeler cıkartır, kararlar alır. "Tuzuk" genel kapsama sahiptir, tum yonleriyle bağlayıcıdır ve uye ulkelerde doğrudan uygulanır. "Yonerge", şekil ve yontem bakımından yetkiyi ulusal kurumlara bırakarak, yoneldiği devleti varılacak sonuclar bakımından bağlar. "Kararlar" ise, yoneldiği kişiler icin tum yonleriyle bağlayıcıdır.
Goruleceği gibi, "oycokluğu" ile cıkartılmış olsa dahi tuzukler, doğrudan, yonergeler ise dolaylı bicimde uye devletleri bağlamaktadır. Topluluğun bu hukuk normları, uye devletler ulusal hukuklarındaki normlarla catışırsa, ulusal normlar değil. Topluluk normları uygulanmaktadır. Dolayısıyla, ic hukuk, burada bir kere daha uluslarustu nitelikteki Topluluk hukukunun altında kalmaktadır.
Madde : 192
Bu maddeye gore, Konsey ve Komisyonun, uye devlet uyrukluları hakkında parasal yukumluluk doğuran kararları "zor yaptırım (cebri icra) ilÂmı" niteliğindedir. Zor yaptırım, ulusal mahkemelerin kararı ile durdurulamaz, ancak TAD karan ile askıya alınabilir. Topluluk organlarının kararları, yalnızca uye devletleri değil, onların uyrukluğunda bulunan ozel ve tuzel kişileri de bağlamaktadır.
Madde : 211
Bu madde, Topluluğun, uye devletlerden ayrı bir tuzel kişiliği olduğunu acıkca hukme bağlamaktadır.
Madde : 219
Bu maddeye gore uye devletler, antlaşmanın uygulanmasından ya da yorumlanmasından doğan uyuşmazlıkları, yine bu antlaşmada ongorulenden farklı bicimde cozumlememekle yukumludurler. Bir başka deyişle uye devletlerin, herhangi bir hukuksal sorunu Topluluk dışında bir yargı veya hakem kuruluna goturmeye hakkı yoktur. Dolayısıyla, uye devletlerin ozgur iradeleriyle hakem ya da yargı organı secme haklan ellerinden alınmıştır. Antlaşmaların uygulanmasından veya yorumlanmasından doğan sorunların cozumunde TAD tek yetkili organ olarak kalmaktadır.
Madde : 240
Antlaşma sınırsız bir sure icin yapılmıştır. Bu hukmun doğal hukuksal sonucu, uye devletlerin "fesih hakkı"na sahip olmamalarıdır.
AET’yi kuran Roma Antlaşmalarının yukarıda incelenen maddeleri dışında diğer kimi olgular da Topluluğun uluslarustu niteliğini ortaya koymaktadır. İlk olgu, antlaşmaya “rezerv” konulabileceği yolunda herhangi bir hukmun Topluluk hukuk belgelerinde ongorulmesidir. İkincisi ise, Topluluğun daha once ucuncu ulkelerde yaptığı tum anlaşmaların,yapıldıkları sırada onlara taraf olmayan ve fakat sonradan Topluluğa katılan yeni uye devletleri de bağlamasıdır(Acquis Communautaires).
__________________
Siyasal Bilgiler / Hukuk Topluluk Hukuku
Üniversite Ders Notları0 Mesaj
●45 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Üniversiteler
- Üniversite Ders Notları
- Siyasal Bilgiler / Hukuk Topluluk Hukuku