Herkeste bir facebook cılgınlığı almış başını gidiyor… Facebook da Facebook diyor herkes. Uzaktan izliyordum onceleri, ben hic karışmayayım dedim. Beni bozar boyle feysbukmuş, yonjaymış, netlogmuş tarzı şeyler dedim. Ama yok ciğerler olmuyor… Gelen facebook istiyor, giden Facebook istiyor. MSN’ i acıyorsun 100 kişi birden tek bir ağızdan soruyor Facebook acmadın mı halen diye. “Acmadım…” diyorum hafif utangac bir tavırla. Aslında ne nane olduğunu ben de bilmiyorum. ” Oğlum acana bak cok super, birbirimizi bulacağız oradan! ” diyorlar. Sanki telefon numaramı, nerede oturduğumu, kim olduğumu bilmiyormuş gibi konuşuyorlar. En sonunda dayanamadım, beni de ikna ettiler. “Tamam acıcam.”‘ dedim. Kararlıydım bu sefer… Bilgisayarın karşısına gectim. adresi dahi bilmiyorum. Actım google zımbırtısını ‘facebook’ yazıp arattım. ilk cıkan sayfaya girdim. Kaydolma adımlarını teker teker geciyorum… Eğitim durumunu ‘universite’ olarak seciyorum, ama bir sorun var. Sistem bu cevabı kabul etmiyor. Zımbırtı makine benim universiteli olduğum gerceğini sebepsiz bir inatla kabul etmek istemiyor. Universiteye gidiyorum işte diyorum, hatta şuphe edip cebimden oğrenci kimlik kartımı cıkarıp bakıyorum ama yok, sistem Nuh diyor peygamber demiyor. Senin gibi bir universite oğrencisi yok diyor. Diğer seceneklere bakıyorum, bana uyan birşey de yok… Mecburen ‘hicbiri’ ni işaretliyorum. Onca yıl lise okuyup universiteye gec, universiteli olduğun icin hava dahi atama… Buymuş yani facebook. Dakikasında kendinden tiskindiriyor beni. Tamam benim okumam yazmam bile yok, kaydet beni diyip diğer adıma geciyorum.
__________________
Tek tek formları dolduruyorum. Surekli birşeyler soruyor. Hah diyorum şimdi ebemin adını da soracak. Soruyor nitekim. Cibiliyetsiz sistem mail adresimin şifresine kadar herşeyi istiyor benden. Şaşkın bir ifadeyle arkadaşlara soruyorum, ‘Bu benden mail adresimin şifresini istedi, Enayi falan mı gordu acep beni? Daha fotoğraf da yuklememiştim halbuki… ‘ diyorum. “Evet abi oyledir o, ver sen şifreni … ” diyorlar. “Neden ki n’apacak şifremi?” diyorum. “Abi ver işte kıl mısın?” diyorlar… Peki feysbuk, arada girer maillerime de bakarsın sen diyerek veriyorum mail adresimin şifresini de. Utanmasa ic camaşırımın rengini dahi soracak olan Facebook, mail şifreme kadar herşeyimi biliyor artık. Bir nevi aile oluyoruz.
Sonra arayuz cıkıyor karşıma. Hicbir şey anlamıyorum. Oraya buraya tıklıyorum, arkadaş falan eklemeye calışıyorum. Aslında ben de ne yaptığımı bilmiyorum. Salya sumuk ekrana bakan bir idiot gibi onume gelen her tuşa basıyorum ve buna deneme – yanılma yontemi diyorum. Basit bir sistem aslında ama anlamak istemiyorum, niyetsizim. Onume gelen tuşa basıyorum ben de. sonra bakıyorum herkes fotoğraf eklemiş. Herhalde buranın mentalitesi bu diyorum. Zaten cinsiyetmi bildirdiğim feysbuk bu platformda duygusal bir arkadaşlık arayıp aramadığımı sorarak ” Bak babuş istersen pazarlayıcın da olurum.” mesajı verdikten sonra karşı cinsten mi yoksa kendi cinsimden mi hoşlandığımı sorarak bir de guzel homoseksuel konumuna yerleştiriyor beni. Gormemezlikten gelip geciyorum, fotoğrafımı yuklemeye calışıyorum. Fotoğraf eğreti duruyor. Bakıyorum ama beğenemiyorum. Sanki ne gerek var ki fotoğrafa diyorum, bu sefer de ‘Beni nasıl tanıyacaklar ki fotoğrafsız..’ diyerek vazgeciyorum. Benim ismimde bircok kişi buluyorum arama sonuclarında ve şaşırıyorum. Mecburen fotoğrafımı kaldırmıyorum, duruyor oyle. Mahzun mahzun bakıyor bana ‘Abi naptın, ne işlere soktun beni…’ der gibi. ‘Ben de bilmiyorum lan, caktırma’ diye der gibi mouse’umu surukluyorum fotoğrafın ustune. “Abi kaldır lan beni buradan.” der gibi bakıyor. Arkadaşların sayfalarını dolaşmaya başlıyorum. İşte asıl karmaşa o zaman başlıyor. Kendi sayfamı karışık bulan ben arkadaşların sayfasına girince resmen dumur oluyorum. Bir cok aktivite, bir cok eklenti goruyorum. Youtube videoları eklemeye yarayan eklentiden tutun da ‘benden hoşlandın mı’ sorusunu pişkin pişkin sorup altında kendi fotoğrafını afişe eden eklentiye kadar her halt kafamı daha da bir karıştırıyor. “Oğlum eklenti ekle lan sayfana!” diyorlar. “Yok boyle iyi hacım.” diyorum. Israr ediyorlar, istemiyorum ulan diyorum. Oğlum boyle tadı cıkmaz diyorlar, ne tadı cıkacak ki abi zaten diyorum. Yok ekleyeceksin diyorlar. Biri bir kolumdan, oteki kafamdan, oteki başka bir tarafımdan, beriki tutulabilir tum uzuvlarımdan asılıyor. Bilamecburi birşeyler ekliyorum. Rakı sofrası ekliyorum, birahane ekliyorum, kıraathane ekliyorum… hicbirinin ne olduğunu ben de bilmiyorum. Arkadaşlarımdan surekli birşeyler geliyor. Biri kıpraştırıyor, biri titreştiriyor, oteki opuyor, beriki icki ısmarlıyor, rakı sofrasına oturuyor, bira yolluyor… Ne oluyor anlamıyorum. Surekli birşeyler oluyor. Kendi yarattığım bu sayfa benim kontrolumden cıkıp yaşayan bir form haline geliyor. Sayfanın kahramanı beni bir tarafa itiyor da interaktif bir dunyaya donuşuyor. Giren cıkanı ben bile sayamıyorum. Openler, titretenler, bira ısmarlayanlar, fotoğraf yollayanlar, funpost atanlar, wall’a birşeyler yazanlar, anaokulundan arkadaşınım deyip ekleyenler, ben senin ebenim diyip gelenler derken bir anda cığlık atarak arkadaşım Emre’nin suratına bakıyorum. ” N’oldu lan?? ” diyorum. O da korkuyor bu ani hareketlenmemden. ” Abi pc başında uyuyakalmışsın, durteyim dedim…” diyor. Koca koca gozlerle bana bakıyor. ” Oh be kabusmuş…’ diyorum. “Ne kabusmuş abi? ” diye cevap veriyor. “Boşver Emre, hadi bi cay icelim.” deyip kestiriyorum. Emre mutfağa cay koymak icin ilerlerken ben feysbuk şeysimden hala ayrılamıyorum. Hepten icine cekiyor meret beni. o klube bu klube uye olmaya başlıyorum. “Klup dediğin şey sosyaldir lan, asosyal bir ortamda sosyal klupler… celişkiye bak.” diyorum icimden. arkadaşlarımın feys sayfalarını incelemeye devam ediyorum. Bir de bakıyorum ki bir arkadaşımın 100′e yakın arkadaşı var. Msn’i acıp kendisini buluyorum. ” Oğlum Raşit, sen yonetimi falan ele gecirmeyi duşunuyor musun, yakın zamanda bir darbe planın falan var mı bu orgutlenme ile? ” diyorum. Haliyle anlamıyor. ” Oğlum…” diyip devam ediyorum. ” Bu ne lan bir insanın yuz arkadaşı mı olur? Bu ne samimiyetsiz ortam? Kacını tanıyorsun ki sen bunların?” diye soruyorum. İşte o akıllara zarar cevabı veriyor bana; ” Abi o ne ki ya 1000 arkadaşı olanlar da var. ” İşte o zaman anlıyorum, arkadaşlarımı bulacağım vesilesiyle acılan feysbuk şeysi bir sure sonra arkadaş tirajı kıyaslayabildiğiniz bir ortam haline geliyor. Benim feysbukum seninkini dover, benim yirmi milyon arkadaşım var senin kac tane ki şekline donuşuyor olay. Titriyorum ve kendime geliyorum. “Hmm anladım Raşit, kolay gelsin o zaman sana…” diyip uzaklaşıyorum o pencereden. Raşit’in soyledikleri hala aklımdan cıkmıyor… 1000 tane arkadaşı olan bir manyak… Bir sosyal deha, bir populerizm sembolu… Boyle birşey imkansız diyorum. Mantık sınırlarımı zorluyorum ama facebook sayfalarını dolaşmaya devam ettiğimde gercekten o tarz insanlar olduğunu goruyorum. Aklım hala kabul etmek istemiyor; ” Yok lan…” diyor. ” Kesin onune geleni ekliyordur bunlar… Tabi canım yoksa imkansız… Tabi… ” diyerek devam ediyor. zaten anlayamadığım o eski arkadaşları bulma olgusu bir anda daha da karışık bir hal alıyor kafamda. Merak ediyorum insan eski arkadaşlarını bulunca ne oluyor. Ana sınıfından bir arkadaşım gelse nasıl tanıyayım ki ben onu? İmkanı var mı acaba? Duşunceye dalıyorum… Gunun birinde bir mesaj alsam acaba ne yaparım? - Merhaba beni tanıdın mı ben Selin, anaokulundan arkadaşın! - Aaa Selin tanımaz mıyım merhaba! Hani şu pecete yiyen Selin, bide sumuğuyle leblebi yapan arkadaşın vardı Gamze… Hala kum havuzlarında ic camaşırınıza toprak doluyor mu? Ne işe yaradığını anlamıyorum bu sistemin. Bir turlu mantıklı gelmiyor… Yok yok diyorum, bu facebook olayı bana gore değil. Duşundukce tiskinmeye başlıyorum. Kapatmak istiyorum hesabımı ama birkac arkadaşı eklemiş olduğumdan ayıp olur diyip vazgeciyorum. Hem onların lafını cekmek istemiyorum iki saat; ” Oğlum ne cins adamsın, niye kapadın lan facebook’unu? ” diyeceklerini biliyorum. Onlara laf anlatmak istemiyorum bir de… En iyisi diyorum, ben de onlara uyup kendi fotoğrafımı koyayım buraya, cıkıntılık yapmayayım. Elime fotoğraf makinasını alıp 360 derece acıyla fotoğrafımı cekmeye calışyorum. Beceremiyorum. Amuda kalkıp poz almaya calışıyorum fakat fotoğraf makinasının otomatiği calışmıyor. Sonra donup diğer facebook sayfalarındaki fotoğrafları kurcalamaya başlıyorum. Bakıyorum ki en cok da aynadan yansıma fotoğraflar populer facebook ortamında. Tamam arkadaş diyorum benim ne eksiğim var, ve aynanın karşısına geciyorum. Kamerayı kendime tutup cekmeye calıştığım icin once bir fark goremiyorum. Sonra anlıyorum ki kamerayı aynaya tutmam gerekiyor. Onu da yapıyorum ama bu sefer de ışıktan deve kıcı gibi parlıyor suratım. Yine birşeye benzemiyor… Mutfakta cay demlemekte olan Emre geliyor aklıma. Emre’ye sesleniyorum fotoğrafımı cekmesi icin. ” Noldu abi? ” diye cevap geliyor. ‘ Bir gelsene hacım…” diyorum. ” Abi tuvalette misin? ” diye soruyor şaşkınlıkla. ” Evet evet, iceri gel. Merak etme lan…” diyorum. Emre iceri giriyor. Gozleri fal taşı gibi acılmış bir şekilde, aynanın karşısında durmakta olan bana bakıyor. ” Emre, ben şuraya oturayım da bir fotoğrafımı cek hele. Arka plan fayans zaten, bembeyaz, vesikalık gibi olur hem. ” Klozetin ustune oturuyorum. Emre ise yuh be arkadaş bakışı atıyor bana. Parasını vereyim de taharet al abi diyecek gibi oluyor ama nezaketini bozmak istemiyor. ” Ne diyorsun abi sen, kafa iyi galiba?” diye soruyor. ‘Sen sorma birşey, al şunu fotomu cek diyorum! ” diye ısrar edince emre beni yanlış anlıyor. ‘ Abi ama korkmaya başlıyorum…” diyip malum mesajı veriyor. Gururma yediremiyorum. ” Senden birşey isteyende kabahat, yuru git bi’ cay koy! ” diyorum kızgınca. Anlamsız bakışlar eşliğinden uzaklaşıyor Emre. muhtemelen cay koymaya değil, bavulunu toplamaya gidiyor. Yegane dostumu da alıyor Facebook elimden… Tekrar bilgisayar karşısına geciyorum. ne yapsam ki, ne yapsam diye duşunuyorum. kimse eklemiyor zaten beni. Seni kim ne yapsın ki manyak diye geciriyorum icimden. Eklemeyin oğlum siz kaybedersiniz diyorum. Madem eklemiyorsunuz ben de ona gore bir kompozisyon oluştururum. Zaten asabiyim, sinirlerim bozuk, vize haftası, surekli takıştığım birileri var… Bir fotoğrafımı cekiyorum ama oyle boyle değil, o anki ruh halim yume yansıyor. Katil gibi, tinerci gibi. Emre geliyor o sırada, gitmemiş guzel kardeşim. Bir fincan acı kahve getiriyor. ” Abi şunu ic bir kendine gel…” diyor. Bir anda duygusallaşıyor, bin fincan kahvenin bile hatrının olmadığı sanal ortamı bir kenarıya itiyor da kardeşim Emre’nin omzuna atlıyorum. Akabinde 2.dereceden yanık teşhisiyle hastanede gecirdiğimiz 3 gun dostluğumuzu daha da bir pekiştiriyor. Ozan MAVİ