
İnsan turu ne zaman yok olacak? İşte 8 temel soruyla derin geleceğin bize soyledikleri...
21. yuzyılda geleceğin coktandır yaşanmakta olduğunu duşunebiliriz. Oysa, gelecek daha yeni yeni başlıyor. İnsanlar bugunlerde beklentileri konusunda karamsarlığa kapılma eğiliminde olsalar da, turumuz en az 100.000 yıl daha buralarda olabilir. Aşağıdaki satırlarda gelecek cağlarda konuşacağımız dilden soyumuzdan gelenlerin copleri nasıl değerlendireceklerine uzanan bir gezintiye yer veriliyor.
Neden hala burada olacağız?
İnsan turunun yok olmaktan kurtulma olasılığı ne kadar? 2008 yılında Oxford’daki Kuresel Felaket Riski Konferansı’na katılanlar insanoğlunun 2100 yılına dek ayakta kalabilme olasılığının yalnızca %19 olduğu yonunde bir ongorude bulundular.
Ancak konuya daha yakından bakıldığında bu aşırı karamsarlığın temelsiz olduğu goruluyor. İnsan turu, bırakın 2100 yılına dek ayakta kalmayı, en az 100 bin yıl daha varlığını surdurebilecekmiş gibi gorunuyor.
Princeton Universitesi astrofizik uzmanlarından J. Richard Gott’un hesaplamaları insanların 5100 ile 7.8 milyon yıl arasında bir sure daha varlıklarını surdureceklerini ortaya koyuyor. Fosillerle ilgili kanıtlar da, memelilerin yaşamlarını surdurebilecekleri ortalama surenin yaklaşık bir milyon yıl olduğunu gosteriyor.
Gelişmiş bir uygarlık icin en buyuk tehlike dizginlerini koparmış teknoloji olsa gerek. Nukleer silahlar, biyomuhendislik ve nanoteknoloji gibi kavramlar hep umacıymış gibi ele alınıyor. Ancak felaket uzmanı ve coğrafyacı Jared Diamond artık soyutlanmış toplumlarda yaşamadığımıza, insanlığın artık uygarlıklardan oluşan kuresel bir ağ oluşturduğuna ve guclukle edinilmiş bilgi havuzunun tum insanların korunmasına yardımcı olduğuna dikkat cekiyor.
İnsanların olumcul bir virus salgınıyla yeryuzunden silinmeleri olasılığı da pek yok. Cunku tum bir turun hastalığa bağlı olarak yok olması, ancak o nufusun kucuk bir alana hapsolması durumunda gercekleşebilir.
Buyuk bir volkan patlaması cok daha urkutucu sonuclar doğurabilir. Yaklaşık 50 bin yılda bir, bir yerlerde bir volkan patlıyor ve ortalığa 1000 kilometre kupten fazla kul sacılıyor. Ancak Londra University College Benfield Afet Araştırma Merkezi’nin yoneticisi Bill McGuire’ın da belirttiği gibi, insan nufusunda cok ciddi azalmalara yol acan volkan patlamalarının meydana geldiği tarihlerde yeryuzunde cok daha az sayıda insan yaşamaktaydı ve bu insanların daha cok tropikal bolgelere yerleşmiş olmaları patlamanın yarattığı olumsuz etkileri daha da arttırmaktaydı.
Oysa, gunumuzde geniş bir alana dağılmış olarak yaşayan insanlar icin boyle bir durum soz konusu değil. Dahası, bilim insanlarının hesaplamaları onumuzdeki 100 bin yıl icinde dev bir volkan patlamasının meydana gelme olasılığının %10-20 kadar olduğunu gosteriyor.
En buyuk yok olma tehlikesi uzaydan geliyor. Asıl guneş patlamaları, asteroit carpışmaları ve supernova patlamaları ya da coken yıldızlardan kaynaklanan gama ışın patlamaları gibi tehlikelerin altından kalkmamız gerekiyor. Ne var ki, bu tur olaylara son derece ender tanık olunduğundan, onumuzdeki 100 bin yıl icinde insanların yeryuzunden silinmesine yol acacak bir olayın meydana gelme olasılığının sıfır olduğu belirtiliyor.
Bundan kurtulmak icin şanslı olmak gerekiyor. 65 milyon yıl once dinozorların yeryuzunden silinmelerinde 15 kilometre genişliğinde bir asteroit carpmasının etkili olduğuna inanılır. 100 bin yıllık herhangi bir zaman dilimi icinde 10.000 megaton TNT’ninkine eşdeğerde bir etki yaratacak bu tur bir carpışma beklenebilir. Gelgelelim, NASA’ya bağlı Gezegenlerle İlgili Savunma Grubu eşbaşkanı ve eski uzay adamı Thomas Jones boyle bir carpışmanın tum bir uygarlığı yok etmeye yeterli olmayacağını, ancak Fransa gibi kucuk bir ulkeyi kesinlikle yerle bir edeceğini belirtiyor.
Neye benzeyeceğiz?
Bir Cro-Magnon erkeğini kacırıp, yıkayıp sakalını tıraş ettikten sonra New York metrosuna bırakmakla ilgili unlu bir duşunce deneyi vardır. Boyle bir goruntu karşısında kimse kılını kıpırdatır mı? Buyuk bir olasılıkla kimsenin umurunda olmaz.
Cro-Magnon’lar yaklaşık 30 bin yıl once yaşamış olmalarına karşın her yonuyle cağdaş insanlardı. Fiziksel acıdan biraz daha guclu kuvvetli olsalar da, davranışları bizimkinden farklı değildi.
Şimdi yukarıdaki duşunce deneyini tersine cevirip cok uzak bir geleceğe uygulayalım. Gunumuzde yaşayan bir kişi, 30.000- hatta 100.000 yıl sonrasının New York’una goturulse ne olur? O gune uygun giysiler icinde bile olsa, ortama uyum sağlayabilir mi?
Buna kesin bir yanıt vermek olanaksız. Dirimsel ozelliklerin 1000 kuşak boyunca hic değişmemiş olması bu durumun binlerce kuşak daha oyle sureceği anlamına gelmez. Kimi gelecekbilimcilere bakılırsa, beyinlerimizdeki protezler ve kanımızda dolanıp duran minicik robotlar (nanobotlar) sayesinde, zamanla sayborglara, yani insan ve robot karışımı sibernetik organizmalara donuşeceğiz.
Hangi dili konuşacağız?
Binlerce yıl sonra torunlarınız bu sayfaları sararmış ve yıpranmış bir halde bulacak olsalar, İngilizceye egemen olduklarını one surseler bile, sozcuklerin bircoğunu anlamayacaklar. Ne de olsa, bizler de Beowolf gibi eski İngilizce ile yazılmış metinleri anlamaya calışıyoruz.
İngilizce topu topu 1000 yılda tanınmaz duruma geldiğine gore, on binlerce yıl sonra bu dil neye benzeyebilir? Diller buyuk olcude konuşmacılarının onceden kestirilemeyen istekleri doğrultusunda bicimlendirilmekle birlikte, dili etkileyen gucler incelendiğinde bizden sonraki kuşakların nasıl bir dil konuşacakları konusunda bir kestirimde bulunabiliriz.
Burada en onemli soru o insanların İngilizceyi konuşuyor olup olmayacakları. İngilizce dunyanın ortak iletişim dili olmakla birlikte, bu dilin boylesine yaygın kullanılıyor olması oncelikle Anglofon ulkelerin gunumuzdeki ekonomik oneminden kaynaklanıyor. Dunya ticaretine başka bir ulkenin egemen olması durumunda bizden sonraki kuşaklar o ulkenin dilini oğrenmeye başlayabilirler. Bu durumda birtakım terimleri kendi anadillerine ekleyebilirler. Ne var ki, cok yaygın kullanılan diller genellikle bu tur kuşatmalara direnc gosterme eğilimindedirler. Bu yuzden, bolunmeler olsa ve yeni lehceler oluşsa bile, İngilizcenin tumden yok olacağını duşunmek yersiz olur. Ancak eski metinlerden yola cıkıldığında dilbilgisi kurallarında birtakım değişiklikler olacağı duşunulebilir. Zamanla yeni yeni sozcukler turetilebilir, ya da başka bir dilden terimler ithal edilebilir.
Oyle ki, sonraki kuşaklar İngilizceyi bir bicimde konuşabiliyorlarsa bu sayfaların icerdiği anlamı kavramaları da işten değil.
Nerede yaşayacağız?
Son buzul cağından sonra dunya değiştikce atalarımızın bircoğu yuvalarını terk etmek zorunda kaldı. Bırakın 100 bin yıl sonrasını, onumuzdeki 1000 yıl icinde de dunya yeniden carpıcı bir değişimden gecerek milyarlarca insanı yeni yerleşim yerleri bulmaya zorlayacak. Kimi bolgeler deniz duzeyi değişmese bile ayakta kalmak icin boğuşacak.
2000 yıl once Mısır’daki Heraklion kenti uzerine kurulmuş olduğu delta kumlarının dibe cokmesi sonucunda Akdeniz’in derinliklerine gomuldu. Gunumuzde aynı durum New Orleans ve Şanghay gibi kentler icin de soz konusu. Miami ve kimi başka yerlerde deniz ve ırmaklar kentlerin uzerlerine kurulu oldukları toprakları giderek aşındırıyor. Dengeli bir iklimle bu kentleri kurtarmak mumkun olabilir.
Ancak dunyadaki ısınmanın surmesi durumunda yukselen deniz duzeyleri cok sayıda kıyı kentinin yanı sıra tarım alanlarının coğu da sulara gomulecek. Değişen iklim koşulları deniz duzeyinin cok uzerinde yaşayanları da etkileyerek bu alanları yaşanabilir olmaktan cıkaracak, ama başka yerlerde yeni olanaklar yaratacak.
Doğadan geriye birşey kalacak mı?
Gorunuşe bakılırsa, doğal yaşamın geleceği hic de ic acıcı değil. İnsanlar yeryuzu tarihinin en kotu kitlesel yok oluşlarından birine yol acıyorlar. Doğal yaşam alanları yerle bir ediliyor, hava, su ve toprak kirletiliyor.
Tum bunlardan oncelikle biyolojik ceşitliliğin şiddetli bir darbe alması bekleniyor. Uzmanlar omurgalı turlerinin beşte birinin tehlikede olduğuna dikkat cekiyorlar. Bu durum 50 yıl icinde soz konusu turlerin buyuk bir olasılıkla yeryuzunden silinecekleri anlamına geliyor.
Bunun asıl nedeni doğal yaşam ortamlarının yok olsa da, insan eliyle gercekleştirilen iklim değişimleri giderek onem kazanacak.
Gelgelelim, eninde sonunda yaşam, her zaman olduğu gibi, yeniden belini doğrultacak. Gecmişte yaşanan kitlesel yok oluşlar ekosistemin zamanla kendini nasıl toparlayacağıyla ilgili birtakım ipucları sunuyor. Bu tur toparlanmalar genelde iki aşamadan oluşuyor. Gelecekte de aynı surecin işlediği varsayılacak olursa, ilk 2-3 milyon yıla hızla ureyen, kısa omurlu “felaket taksonları” egemen olacak. Bunlar hızla yeni canlı turlerinin ortaya cıkmasına ve yeryuzundeki turlerin sayısının yeniden eski duzeyine ulaşmasına neden olacaklar.
Ne var ki, doğada bir yığın şey yine de eksik olacak. Ekosistemler benzer işlevlere sahip benzer turlerden oluşan basit ekosistemler olacak. Otcul turler eskisinden daha az bir ceşitlilik sergileyecek ve bircok yer başlıca avcı hayvanlardan belki de tumden yoksun kalacak.
Ancak boyle olmak zorunda değil. İyileştirme surecine ne denli ivme kazandıracağımız tam olarak bilinmese de, şimdi devinime gecip bu durumu duzeltebiliriz. Koruma uzmanları canlı turlerini kendi başlarına gelişip buyuyebilecekleri başka yerlere taşımak gibi hic akla gelmeyen cozumlere kafa yoruyorlar.
Bu tur cozumler ilk bakışta doğaya aykırıymış gibi gorunebilir. Ancak insanoğlunun yeryuzundeki hemen hemen her ekosisteme el attığı duşunulduğunde “doğal” kavramının da artık carpıtılmış bir kavram olduğunu duşunmek de pek yanlış olmasa gerek.
Doğa hic beklenmedik bir kaynaktan kurucu turler sağlayarak sorunu cozebilir. Guvercin, sıcan ve tilki gibi hayvanlar şimdiden insanlarla birlikte gelişiyorlar ve bu canlıların yeni canlı turleri uretip yeni ekosistemin kurucuları olmaları işten değil.
Evrenin neresini araştıracağız?
Kacınılmaz gercek şu ki, uzay boşluğunda insanoğlunun ulaşabileceği yerler her zaman akıl erdirilemez uzaklıklara yolculuk etmemize olanak sağlayacak teknik olanaklarımızla sınırlı kalacak.
Binlerce yıl sonra değilse bile, onumuzdeki birkac yuzyılda insanlar buyuk olcude guneş sistemiyle sınırlı kalacaklar. Kimyasal roketlerin yerine daha iyi sevk sistemleri geliştirilinceye dek, yeryuzune yakın yerlere ulaşma konusunda bile cok ağır adımlarla yol alacağız. Bir yıldıza insanın yaşam suresi icinde ulaşabilmesi icin gerekli hız sağlansa bile, oraya varmak icin gerekli enerjinin sağlanması olanaklarımızın cok otesindedir. Bu yuzden bizden cok sonraki kuşaklar da yıldızlara ulaşma olanağına asla sahip olamayacağımız, en azından insan omrunun buna olanak tanıyamayacağı duşuncesini kabullenmek zorunda kalacaklar. Yine de, yıldızlara ulaşma duşunu canlı tutmaya calışanlar hep olacak.
Kaynaklarımız tumden tukenecek mi?
1924 yılında genc bir maden muhendisi olan Ira Joralemon, elektrik ve bakır cağının kısa erimli olacağına, yoğun uretim hızı nedeniyle dunyanın bakır kaynaklarının birkac yıl icinde tukeneceğine dikkat cekiyor ve,”Elektrik gucune dayalı uygarlığımız giderek cokup yok olacak,” diyordu.
Bakır- ve uygarlığımız- gunumuzde varlığını surduruyor. Ancak Jorelemon’un uyarısından bir yuzyıl kadar sonra bile benzer haykırışlar duyulabiliyor. Cin’den gelen yoğun istem karşısında bakırın fiyatı bugune dek hic gorulmemiş duzeylere ulaştı. Kimileri “bakır” icin tehlike canlarının caldığına, bakır rezervlerinin yirmi otuz yıl icinde tukeneceğine inanıyor.
Bu tur felaket haberlerinde onemli bir nokta gozden kacırılıyor. Tarih boyunca teknolojideki gelişmeler mevcut malzemeler tarafından belirlendi. Taş Cağı, Tunc Cağı, Demir Cağı’nı duşunun. Ne var ki, cağımız Silikon Cağı- ya da daha doğru bir ifadeyle Hidrokarbon Cağı- olarak adlandırılabilse de, artık tek malzemeyle yetinmiyoruz.
Bugunlerde yaşanan hızlı teknolojik gelişmeler muhtemelen bel bağladığımız malzemelerin de değişmesine neden olacak. Uzmanlara bakılırsa, 50-60 yıl icinde oylesine buyuk ilerlemeler kaydedilecek ki daha otesiyle ilgili kestirimlerde bulunmak neredeyse olanaksız olacak.
Burada oncelikle ender bulunur toprak madenleri soz konusu. Uygulama alanları dokunmatik ekranlardan, pillere ve enerji tasarruflu ampullere uzanan bu elementlerin onumuzdeki 10-20 yıl icinde giderek azalacağı duşunuluyor. Ancak bunun da otesinde, kaynak darboğazları sorununun giderilmesi konusuna herhangi bir yenilik getirmemiş olacağız. Uzmanlık konusu geleceğin teknolojileri olan Futurizon adlı bir danışmanlık şirketinden Ian Pearson,”Uzak bir gelecekte karşımıza cıkan sorun ne olursa olsun, malzeme kıtlığının bu sorunlardan biri olması olanaksız,” diyor.
Torunlarımız bizleri nasıl bilecekler?
Uzak bir gelecekte insanların 2012 yılının ilkel uygarlığıyla ilgili parcaları biraraya getirip boluk porcuk bir gorunume ulaşmalarında en buyuk katkıyı kuşkusuz kazıbilim sağlayacak. Cunku doneme ışık tutabilecek en iyi kitaplıklar, belgelikler ve muzeler tıpkı İskenderiye kitaplığında olduğu gibi tek bir yangınla yerle bir olabilir.
Peki, gunumuzden 100 bin yıl sonra kazıbilimciler bizlerle ilgili ne gibi bilgilere ulaşabilirler? Yalnızca en şanslı insan yapımı eşyalar parcalanmaktan, dağılmaktan, donuşumden ya da ayrışmaktan kurtulabilecekler. Kişisel bağlamda, insan geriye cok uzun sure ayakta kalabilecek hic bir şey bırakamayacak. Bunun nedenini daha iyi kavramak icin zamanın okunu aynı oranda geriye doğrultmanız yeterli.
Yaklaşık 100 bin yıl once cağdaş insanlar daha yeni yeni Afrika’nın dışına cıkarak dunyanın farklı yerlerinde yaşamaya başladılar. O donemden elimizde kalan yalnızca keskin taştan aletler ve bir avuc fosilden ibaret olduğundan, bu insanlar konusunda bildiklerimizin buyuk bir bolumu kestirimlerden ya da varsayımlardan oluşuyor. Toprağa gomulen bedenlerimiz birkac yuzyılda toza donuşeceğinden geleceğin fosil avcıları gomutluklerde izimizi surmeyecekler. Tam tersine, en zengin insan kemiği yataklarına bir olasılıkla volkanik kul ya da Asya’da meydana gelen son tsunami felaketlerinden arda kalan tortularda tanık olunacak. Kimi insan bedenleri turbalıklarda ya da yuksek collerde mumyalaşmış olsa bile, bunlar da koşulların değişmesi durumunda muhtemelen curuyecek.
Soz konusu değişimler uygarlığımıza ışık tutan evlerimiz gibi birtakım başka onemli ipuclarını da yok edecek. İklimdeki değişimler ve yukselen deniz duzeyleri bir olasılıkla kıyı kentlerinin suya gomulmelerine neden olacak. Bu gibi durumlarda dalgalar muhtemelen yapıların toprağın uzerinde kalan bolumlerine zarar verecek, zeminler ve temel direkleri cokeltilerin altında kalacak.
Beton, binlerce yılda ayrışsa da, kazıbilimciler belli bir amaca yonelik tasarımın gostergesi olan kum ve cakılın kusursuz dikdortgenel dizilimini tanıyacaklar. Bu dizilim en cok da buyuk yapılarda kendini belli edecek.
İnsanoğlu geleceğin kazıbilimcileri icin son derece verimli bir kaynak sayılabilecek başka bir ciddi kalıt da bırakacak: copler. Eşyalarımızın eninde sonunda boyladıkları yer olan coplukler uzun erimli koruma acısından ideal sayılabilecek alanlardır.
Gunumuzun coplukleri dolduğunda doğal olarak su gecirmez bir kil katmanıyla ortulurler. Oyle ki, icerikleri hızla oksijenden yoksun kalır. Oksijen korunmanın en buyuk duşmanıdır. Bu koşullar altında doğal lifler ve ahşap gibi birtakım organik malzemeler bile, binlerce yıllık bir sure icinde giderek turba ya da yumuşak komuru andıran bir maddeye donuşseler de, ayrışma surecinden uzak kalabilirler.
Cok az sayıda malzeme olduğu gibi kalabilecek. Artık taştan pek bir şey uretmesek bile, geriye birkac yontu kalabilir. Seramik tabak ve fincanlar da sonsuza dek kalabilirler. Demir gibi birtakım madenler hızla paslanırlar, ama titanyum, paslanmaz celik, altın ve benzeri metaller cok daha uzun sure dayanırlar. İcleri curumuş titanyum dizustu bilgisayar kasaları uygarlığımızın en kalıcı eşyaları olarak kalabilirler. Kimbilir- belki de geleceğin ilim insanları bu oyuk tabletler ve yuzeylerine kazınmış elma bicimindeki figurden yola cıkarak dinsel yaşamlarımız konusunda incelikli kuramlar bile geliştirebilirler.
Gercek şu ki, gelecek kuşaklar icin sağlam bir kalıt bırakmaya ne denli cabalarsak cabalayalım, torunlarımızı uygarlığımızın hangi yonlerinin ilgilendireceğini asla bilemeyiz. Orneğin, gunumuzde ilk insanlarla ilgili araştırmalarımıza yuz yıl once kavranılması olanaksız bir bakış acısı olan Darwin’in kuramları ışık tutuyor.
Muzelerimizdeki eşyalar sağlam kalsalar da, bunlar gelecek kuşaklara olsa olsa kendimizle ilgili duşuncelerimizi yansıtacaklar. Onların bizler konusunda neler duşunecekleri ise, hic birimizin bilemeyeceği bir konu.
Kaynak
__________________