Evren neden var oldu? Araştırmacılar, bu sorunun yanıtını "Her Şeyin Teorisi" adını verdikleri bir evren formuluyle yanıtlamayı umuyorlar. İngiliz astrofizik uzmanı Stephen Hawking, yeni bulgularıyla, icinde eşizlerimizin bulunduğu fantastik bir "hiper uzay"ın kapılarını acıyor. Biz diğer evrenleri goremiyoruz; ancak, Hawking teorisinde, paralel evrenlerde olanların bizim korkularımızı, becerilerimizi ve ozlemlerimizi etkileyebileceğini ileri suruyor.


Diğer boyutlar, yuvarlanmış kucuk kureler şeklinde uzay-zamanın butun noktalarında yer alıyor


Şu sırada, siz bu cumleleri okurken, paralel evrenlerdeki eşizleriniz de bu cumleleri okuyor olabilirler. Onlar da, bu teoriyi okuyunca, buyuk olasılıkla sizin gibi inanmayacak ve başlarını sallayacaklardır.

İlk bakışta cılgınlık ya da bir bilimkurgu fantezisi gibi gorunse de, bu teori tamamen matematiksel temellere dayanıyor. Stephen Hawking, "Sonsuz sayıda eşiz evrenler var" diyor. Hawking, Cambridge Universitesi'nin Matematik Bilimleri Merkezi'nde profesor olarak gorev yapıyor. "Amyotrofik lateral skleroz" adı verilen bir sinir hastalığı nedeniyle, unlu fizikcinin vucut kasları her gecen gun biraz daha eriyor. 1986'da bir soluk borusu ameliyatı sonucu sesini de kaybetti. O gunden bu yana bilgisayar aracılığıyla iletişim kuruyor. Şu anda tamamen felcli, ancak zihni, inanılmaz bir hareketliliğe sahip. 59 yaşındaki astrofizikci, evrenin var oluşunu acıklamak amacıyla yıllardır ustunde calışılan "Her Şeyin Teorisi"sinin (Theory of Everything) formulunu oluşturmayı başardı ve buna "M-teorisi" adını verdi. Buradaki "M" (magic, mysterios, mother) buyulu, esrarengiz ya da her şeyin (butun teorilerin) anası olarak değerlendirilebilir.

Teori, uzayı, iclerinde bizim eşizlerimizin bulunduğu başka evrenlerden oluşan cok boyutlu bir labirent olarak goruyor. Hawking, bu "kobold evrenler"in yaşayanlarını "golge insanlar" olarak nitelendiriyor. Yani, bizim evren olarak tanımladığımız belki de, gercekte ic ice gecmiş, birbirini şekillendiren ve hatta belki birbiriyle iletişim halinde olan, birbirine paralel cok sayıda evrenlerin bulunduğu sonsuz bir uzayın minik bir kesiti.

Bu, sadece bircok esrarengiz olguya aniden bambaşka bir acıdan baktığı icin değil, aynı zamanda sıradan yaşamımızın bu kadar basit olmadığını gostermesiyle de buyuleyici bir evren tasviri. Bircoğumuz, yaşadığımız olaylara hep daha fazla anlam yukleme eğilimindeyiz. "Yaşamımda, ne olduğunu bilmediğim bir değişiklik olacağını hissediyorum" dediğimiz anları hepimiz yaşamışızdır. Korkular, hayaller, ozlemler, fikirler... Ortada neden yokken, birden bire nasıl cıkıyorlar, nereden geliyorlar?

Genc iş adamı, her pazar sabahı eşiyle birlikte tenis oynuyordu. O gun de, butun diğer pazar sabahları gibiydi. Daha farklı gececeğini gosteren en ufak bir belirti yoktu. Ancak, bir sure sonra iş adamı oyunu savsaklamaya başladı. Servis atışları hep fileye takılıyordu. Konsantrasyonu tamamen dağılmıştı. Huzursuzluğu giderek arttı. Birden aklına annesi geldi ve bu duşunceyi bir turlu kafasından silemedi. Eve donduklerinde telefonları caldı, arayan babasıydı. Oğlene kadar her yerde onu aramıştı. Annesi bir kalp krizi gecirmiş ve hastaneye kaldırılmıştı. İş adamının konsantrasyonu, bu olayı sezinlediği icin mi dağılmıştı? Peki nasıl sezmişti bunu? Boyle bir olaya, şimdiye kadar sadece parapsikoloji uzmanları acıklama getiriyorlardı. Bilim adamları, ciddiyetsizlikle suclanmamak icin boyle konuların ustunde durmamayı tercih ettiler.


Uzay-zamanın bukulmesiyle oluşan "solucan delikler"in zaman yolculuğunu mumkun kılabileceği duşunuluyor.


Stephen Hawking'in geliştirdiği evren teorisi, hesaplamalara dayalı yepyeni bir acıklama getiriyor. Hawking, mantıksal olarak, beynimizde hicbir şeyin bir butunden bağımsız gercekleşmediğini ileri suruyor. Yani, tenis kortundaki olayları şoyle acıklayabiliriz: Gorulebilir evrenimizin dışında, ic ice gecmiş ve eşizlerimizin bulunduğu, gorulemeyen daha cok sayıda evren var.

İş adamı, annesinin gecirdiği kalp krizini telefonla oğrenmediğine gore, dolaylı yollardan oğrendi; yani eşizlerinden biri aracılığıyla.
Eğer Hawking haklıysa, daha pek cok olgu paralel evren teorisiyle acıklanabilecek. Hicbir neden ya da bulgu olmadığı halde neden bazen korkuya kapılıyoruz? Eşizlerimiz o anda bu korkuları yaşadıkları icin mi? Neden bazı insanlarla ilk kez tanıştığımız halde, sanki onu uzun suredir tanıyormuşuz duygusuna kapılıyoruz? Başka bir dunyada onu uzun suredir tanıdığımız icin mi? Ya ilk bakışta aşk? Aslında boyle bir şey belki de yok ve her şey başka bir evrende yaşanan bir aşkın o an icin hissedilmesinden ibaret. Gercekten de, bir bilimkurgu senaryosuna benziyor. Stephen Hawking, bu fantastik fikre nasıl ulaşmıştı acaba?
Bilim adamı, boyle bir evren teorisine nasıl ulaştığını, "Ceviz Kabuğundaki Evren" adını verdiği son kitabında acıklamış.

Bu adı verirken İngiliz oyun yazarı William Shakespeare'in "Hamlet"inden esinlenmiş. Eserde Hamlet, "Ey Tanrım, ceviz kabuğunun icine hapsolsam da, kendimi butun Âlemlerin kralı gibi gorebilirdim, keşke şu kotu ruyalarım olmasaydı..." diyordu. Hamlet'in bu derin ic cekişi, sanki duşunur Hawking'i tarif ediyor.

Hastalığı onu, ceviz kabuğu olarak nitelendirilebilecek hareketsiz vucudunun icine hapsetmiş. Ancak, o aklıyla, sonsuzluğa, yani evrene hakim olmak istiyor. Hawking, Hamlet'in sozlerini şoyle yorumluyor; butun fiziksel engellere karşın, sadece beynimizin gucuyle uzayı araştırabilir ve teknik acıdan ulaşılması mumkun olmasa da, teorik olarak, ilginc bolgelerin kapılarını aralayabiliriz.
Hawking'in geliştirdiği formul, makroskobik evreni ve temel parcacıkların mikroskobik dunyasını tanımlamakla kalmayacak, "Buyuk Patlama" ve onunla birlikte zaman ve uzay boyutlarının başlangıcını da hesaplanabilir hale getirecek. Boylece insan, evrenin en buyuk gizemine, daha doğru bir yaklaşım gosterebilecek: Evrenin, var olmak icin bir tanrıya ihtiyacı var mı? Yoksa varlığı, tamamen bilinen fiziksel yasalara mı dayanıyor?
Bugun 59 yaşında olan fizikci, bazı basın organları tarafından Albert Einstein ile bir tutuluyor. Ancak bircok meslektaşı, bu karşılaştırmanın Einstein icin bir haksızlık olduğunu belirtiyor. Ne de olsa bilim adamı, evreni acıklamaya yonelik geliştirdiği "gorelilik teorisi"yle, tam bir devrim yaratmıştı. Ama Hawking yeni bir teori kurmamış, Einstein'ın kuramını temel alan bir teori geliştirmişti.
Bilim olimpiyatında Hawking, 1974'te keşfettiği ve kendi adını verdiği ışınım ile on plana cıktı: Fizikci, temel parcacık demetinin bir kara delik yakınında bulunduğunda, nasıl davranacağını hesapladı. Belirli kutleye sahip bir yıldız, omrunun sonunda, kendi cekim kuvvetinin etkisiyle cokuyor ve uzay ile zamanın anlamını yitirdiği, yani kaybolduğu, sonsuz yoğunluğa sahip bir yapıya, yani kara deliğe donuşuyor. Kara deliğin cekim alanı o kadar guclu ki, ışın da dahil hicbir şey cekim alanından kurtulamıyor. Fizikciler bu duruma "tekillik" adını veriyorlar. Hawking, cevresindeki her şeyi yutan bu tuzakların tamamen karanlık olmadıklarını, ışın yaydıklarını gosterdi. İcinde yaşadığımız evrenin de, "tekillik" durumundayken, Buyuk Patlama ile birlikte şekillenmeye başlaması, Hawking'in buluşunu daha da onemli kıldı. Bu sayede bir gun, belki de yaratılış hikÂyesinin sıfırıncı saniyesine ulaşılabilirdi. Hawking, "hiclik" ile "varlık" arasındaki geciş anının aydınlatılmasının, "Tanrı'nın planı"nı ortaya cıkarmak anlamına geldiğini duşunuyor.
Bilim adamları, bir "tekillik" durumunun olup olmadığını; bir buyuk patlamanın yaşanıp yaşanmadığını; zaman ve uzay boyutlarının bu patlama sonucu ortaya cıkıp cıkmadığını uzun sure tartıştılar.

Cunku, İngiliz fizikci Isaac Newton'ın 300 yıl once kabul ettiği gibi, zamanın sonsuz bir gecmişten sonsuz bir geleceğe uzandığına inanıyorlardı.



Stephan Hawking


Newton'ın teorisi, Albert Einstein tarafından geliştirilen "Genel Gorelilik Teorisi"yle gecerliğini kaybetti. Yeni teori, zaman, uzay ve maddeyi bir birinden ayrılamaz bir butun olarak duşunuyordu.

Butun kutleler, ister dev gokadalar ister kucucuk asteroitler, uzay-zamana şekil veriyorlar. Bu şekillenme, madde ve ışığın uzaydaki hareketini belirliyor. Once Roger Penrose, sonra da Hawking, 1969'da Buyuk Patlama'nın gercek olduğunu ispatladıktan sonra, cekim kuvvetine dayalı teoriyi daha da geliştirdiler.

Yoğunluk, Buyuk Patlama sırasında kuşkusuz cok daha fazlaydı; ne de olsa, evrendeki butun kutleler bir aradaydı. Patlama gercekleşince, cevreye hayal edilmesi guc buyuklukte bir enerji yayıldı. Bu ilk enerji, temel parcacıklara ve maddenin kaderini belirleyen dort kuvvete donuştu. Kozmologlar asıl sorunu, işte bu dort kuvvet konusunda yaşıyorlar. Bir evren formulu, butun zamanlar ve evrendeki butun olaylar icin gecerli olmalı; yani son bir denklem, mikrokozmoz ve makrokozmozda etkili butun kuvvetleri icermeliydi. Bugune kadar yapılan matematiksel hesaplamalar, sadece uc kuvveti kapsıyordu: elektromanyetik kuvvet (elektronları atom cekirdeğine bağlıyor), "guclu kuvvet" (atom cekirdeğini bir arada tutuyor) ve "zayıf kuvvet" (radyoaktif parcalanmayı sağlıyor)... Buna karşılık, butun cabalara rağmen, dorduncu kuvvet olan kutle cekimi, bir turlu "Her Şeyin Teorisi" ne dahil edilemedi. Nedeni ise, cekim gucunun sadece maddelerde bulunması. Buyuk Patlama sırasında kutle, maddesel olmayan bir nok-tada, "hiclik"i ifade eden bir kuvantumda yoğunlaşmıştı. Araştırmacıların, "tekillik" durumunu daha iyi anlayabilmeleri icin her iki teoriyi "Kuvantum Cekim Kuvveti"nde birleştirmeleri, yani "Cekim Kuvvetinin Kuvantum Teorisi"ni geliştirmeleri gerekiyordu. Ancak, bunu bir turlu başaramıyorlardı.

"Her Şeyin Teorisi"ne giden yolda başka bir sorun da, atomun standart modelinde yaşanıyordu. Parcacıklar, bazı matematiksel işlemlere tabi tutulduklarında, ortaya anlamsız ve sonsuz değerler cıkıyordu. Ayrıca standart model, ne parcacık kutlelerini ne de doğal kuvvetlerin şiddetini acıklıyordu. Bunlar formulde sabit değerler olarak yer alıyordu.
80'li yılların ortalarında, fizik uzmanları John Schwarz ve Michael Green'in uğraşıları sonucu bir cozum yolu bulundu. Onlara gore anlamsızlıklar, parcacıkların, denklemlerde sonsuz kucuk noktacıklar olarak ele alınmasından kaynaklanıyordu. Peki ama, parcacıkların iplikcikler gibi esneme yetenekleri olsaydı ne olurdu? Yaklaşık 10 yıl once geliştirilen, ancak daha sonra hesapları cıkmaza sokan "sicim teorisi", atomaltı parcacıkları nokta şeklinde değil, iplik (sicim) şeklinde tanımlıyordu. Sicimler, bir kemanın telleri gibi salınan, 10 (uzeri -33) santimetre uzunluğunda, minicik iplikciklerdi. Sicimler şimdiye kadar gozlenemedi; ancak, buyukluğu matematiksel olarak hesaplanabiliyor: Bir sicimin bir atomun buyukluğune olan oranı, bir atomun butun Guneş Sistemi'ne olan oranına eşit. Ayrıca, belirli bazı sicimlerin, kutle cekimine sahip olduğu ve sicimlerin, aynı zamanda kuvantlar oldukları da bilinenler arasında. Hawking, buradan yola cıkarak "kutle cekiminin kuvantum teorisi"ni geliştirdi.

Stephen Hawking, sicimlerle ilgili cok sayıda hesaplama yaptıktan sonra şu sonuca ulaştı: Evreni uc veya dort boyutlu kabul ettiğimiz surece, geliştirilen "Kutle Cekiminin Kuvantum Teorisi" bizi tek bir evren formulune goturmuyor. Dolayısıyla cozumu, cok boyutlu alanlarda aradı. Bu nedenle de sicimde takılıp kalmadı ve hesaplar yaparak, sicimlerden cok boyutlu kuvantlar elde etti. Bunlara "membran" adını verdi ve daha da kısaltarak "bran" olarak kullandı. Bu bran'lar, birden fazla boyutta varlık gosteriyorlardı. Hesaplamalarına devam ederek bir sınıra ulaştı: Evrende on bir boyut vardı.
Peki butun o boyutları neden algılayamıyoruz? Hawking nedenini şoyle acıklıyor: Buyuk Patlama'nın ardından, zaman boyutu ile uc tane uzaysal (uzunluk, genişlik, yukseklik) boyut acılarak kozmik buyukluğe donuştu. Kalan yedi boyut, konumlarını değiştirmeden, yani sicim kadar bir alanı kaplayacak buyuklukte, bir gonca gibi sarılı olarak kaldılar. Bilim adamına gore, boyle yedi boyutlu bir yumak, evrenin her noktasında mevcut.

MTeorisi'ne gore, evren iki boyutlu bran'larla kaplı. Bu branlar icin ucuncu boyut, bran'ların frizbi plakları gibi, icinde oradan oraya uctukları ve hic birbirlerine carpmayacakları buyuklukte bir "hiper uzay". "Uc boyutlu kutlecikler" hic fark edilmeden dort boyutlu bir uzaya, "dort boyutlu kutlecikler" beş boyutlu bir uzaya vb. giriyorlar. Hawking, bu noktada kendi kendine şu soruyu sormuş: "Ustunde yaşadığımız Dunya nasıl yorumlanmalı?" Yanıtını ise şoyle vermiş: "Bizim gozlemleyebildiğimiz evren, belki de hiper uzayda suzulen uc boyutlu bir bran'dan ote bir şey değil. Ve evrenimiz bu uzayın icinde yalnız değil. Cunku, surekli yeni evrenler, yeni bran'lar doğu-yor.

Fizikciler, bu olaylara "kuvantum fluktuasyonu" adı veriyorlar. Hawking, boyle bir kuvant oluşumunu, kaynayan sudaki hava kabarcığı oluşumuna benzetiyor. Bu kabarcıklardan bazıları patlıyor, bazıları da icinde bulunduğumuz evren gibi esneyerek genişliyor.
Bilim adamı, surekli bir ust boyuta gecen branlar'la ilgili, insanın başını donduren bu varsayımı biraz daha somutlaştırabilmek icin, hologram orneğini veriyor: Hologramlarda, doğru acıdan bakıldığında, iki boyutlu bir yuzeyde, uc boyutlu bir nesnenin goruntusu fark ediliyor. Başka bir deyişle, daha yuksek boyuttaki bilgiler, daha duşuk boyuttaki bir oluşumun icine kodlanıyor. Oyleyse, uc boyutlu dunyamızda gercekleşen her şey, aslında daha yuksek boyutlu bir dunya tarafından uretilmiş olabilir mi? Ya da bir paralel dunyanın sadece yansıması olabilir miyiz?
Hawking'e gore bu soruların yanıtı evet!

Yaşamımız, dunyalı olmayan yaratıklar tarafından oynanan bir bilgisayar oyunu, biz de bilgisayarlarla uretilmiş oyuncular olabiliriz. Belki de, sadece bakıp eğlendikleri hologramlarız.
Hawking'in teorisiyle, kehanet ve telepati gibi metafizik konular da belki daha doğru yorumlanabilir: Bir hologramda, uc boyutlu bilgiler, iki boyutlu yuzeyin her noktasında kodlanmış olarak bulunuyor. Hologram levhasını kırdığınız ve parcalardan birini ışık altında incelediğiniz zaman, icinde kodlanmış olan uc boyutlu nesnenin yine tamamını gorursunuz. Cunku, nesneye ait uc boyutlu bilgilerin tamamı, yuzeyin her noktasında ayrı ayrı kodlanmış bulunuyor.

Dunyamız eğer bir hologram ise, butun bilgiler, yine Dunya'nın her yerinde ayrı ayrı bulunuyor olmalı. Bu acıdan bakıldığında, bu matris butununun bir parcası olan kişinin, normalde gorulemeyen bilgileri bazen fark etmesi cok da olağanustu sayılmaz. Belki de kÂhinler, boyle bilgileri algılayabilen ve okuyabilen insanlardır.
Hawking bu duşuncesinde yalnız değil. Bu varsayımı geliştirirken Hawking'e eşlik eden evrenbilimci Alexander Vilekin, "Uzayda, Al Gore'un ABD başkanı olduğu ya da Elvis Presley'nin hÂl yaşadığı paralel evrenler olabilir" diyor.

Hawking daha da ileri giderek paralel başka bir evrene gecmeyi hayal ediyor. Fizikci, bilimkurgu dizisi "Star Trek"e, konuk sanatcı olarak katıldığı bolumunde, Isaac Newton ve Albert Einstein ile poker oynamış, Marylin Monroe da dizinde oturarak ona şans dilemişti. Bilim adamı "Her turlu hikÂye gercek olabilir; bir evrende Marylin Monroe, diğer evrende de Kleopatra ile evli olabilirim. Boyle olduğuna dair elimizde bir kanıt yok. Keşke olsaydı, o zaman poker oyununda cok para kazanabilirdim" diyor.
Sicimler ve branlar'dan oluşan bu fantastik bakış acısı gercek olabilir mi? Hawking, evrenin varlığını tek bir formulle acıklayacak "Her Şeyin Teorisi" nin henuz tamamlanmadığını, bunun belki de ancak 21. yuzyılın sonuna doğru mumkun olacağını belirtiyor. Ancak formul tamamlandığında da Tanrı'nın evren formulune ulaşmış olacaklarını, bu noktanın da insan aklının nihai zaferi olacağını belirtiyor.
__________________