Kuresel iklim değişikliği cağımızın en buyuk sorunlarından biri. Bu sorun şimdilik Pasifik bolgesinde bulunan adalardaki yaşamı cok kotu yonde etkiliyor. Kuresel tehditler ise kapıya dayandı. Dunya’nın buyuk guclerinin henuz odaklanmadığı bu sorunun hayatı ne kadar etkilediğine gelin birlikte bakalım.
Kuresel iklim değişikliği ozellikle kucuk ada ulkelerini tehdit ediyor. Bu tehdit, bu bolgede yaşayan insanların gelişme yeteneklerine kostek oluyor. Uluslararası duzeyde yapılması gereken cevrecilik iş birliği bekletildikce, korumasız ulkelerin iklim değişikliği yuzunden yaşadığı sorunlar goz ardı ediliyor. Bu etkiler arasındaki en onemli unsur bu ulkelerin bağımsızlıklarına olan darbe. Cunku bağımsızlık uluslararası ilişkilerde en onemli prensiplerden biridir. Bir ulusun egemenliğine yonelik herhangi bir tehdit, ulkenin kuresel boyuttaki yonetimi icin eşi benzeri gorulemez bir sarsıntı yaratıyor.
Montevideo Konvansiyonu tarafından uluslararası yasalar uyarınca, bir devlet dort spesifik kritere sahip olması yonuyle tanımlanır. Bu kriterler kalıcı bir nufus, tanımlanmış bir bolge, bir hukumet ve diğer devletlerle ilişkilere girme kapasitesi. Bugun, bu koşullar uluslararası toplumun guclu cevresel eylemlerde bulunamaması nedeniyle tehdit altında olabilir.

Bu ulkelere ornek olarak Kiribati Cumhuriyeti’ni verebiliriz. Kiribati, 2015 yılında iklim değişikliğinin etkilerinin bir ulke olarak varlığını tehdit ettiğini acıklamıştı. Maldivler, Marshall Adaları, Tokelau ve Tuvalu ile birlikte Kiribati, iklim değişikliğinin etkilerine karşı buyuk bir hassasiyet gosteriyor. Cunku bu adalar tamamen alcak atollardan oluşuyor. Ulke, kuresel ısınmaya ilişkin uluslararası yardımlar icin cağrıda bulunurken yukselen denizlerin, turu tehlikede olan mercanların ve doğal tehlikelerin etkileri ulkenin verimliliğini azaltıyor.
İklim değişikliği ulusları nasıl etkiliyor?Kuresel iklim değişikliği ozellikle kucuk ada ulkelerini tehdit ediyor. Bu tehdit, bu bolgede yaşayan insanların gelişme yeteneklerine kostek oluyor. Uluslararası duzeyde yapılması gereken cevrecilik iş birliği bekletildikce, korumasız ulkelerin iklim değişikliği yuzunden yaşadığı sorunlar goz ardı ediliyor. Bu etkiler arasındaki en onemli unsur bu ulkelerin bağımsızlıklarına olan darbe. Cunku bağımsızlık uluslararası ilişkilerde en onemli prensiplerden biridir. Bir ulusun egemenliğine yonelik herhangi bir tehdit, ulkenin kuresel boyuttaki yonetimi icin eşi benzeri gorulemez bir sarsıntı yaratıyor.
Montevideo Konvansiyonu tarafından uluslararası yasalar uyarınca, bir devlet dort spesifik kritere sahip olması yonuyle tanımlanır. Bu kriterler kalıcı bir nufus, tanımlanmış bir bolge, bir hukumet ve diğer devletlerle ilişkilere girme kapasitesi. Bugun, bu koşullar uluslararası toplumun guclu cevresel eylemlerde bulunamaması nedeniyle tehdit altında olabilir.

Bu ulkelere ornek olarak Kiribati Cumhuriyeti’ni verebiliriz. Kiribati, 2015 yılında iklim değişikliğinin etkilerinin bir ulke olarak varlığını tehdit ettiğini acıklamıştı. Maldivler, Marshall Adaları, Tokelau ve Tuvalu ile birlikte Kiribati, iklim değişikliğinin etkilerine karşı buyuk bir hassasiyet gosteriyor. Cunku bu adalar tamamen alcak atollardan oluşuyor. Ulke, kuresel ısınmaya ilişkin uluslararası yardımlar icin cağrıda bulunurken yukselen denizlerin, turu tehlikede olan mercanların ve doğal tehlikelerin etkileri ulkenin verimliliğini azaltıyor.

"İklim değişikliği yuzunden batmakta olan bir ada"
Atol yapılar uzerine yaşayan milletler, denizin yukselmesi ve kuruması gibi olaylardan buyuk oranda etkilenen yeraltı su rezervleriyle bilinirler. İklim değişikliği aynı zamanda tarımsal uretimi de etkileyerek gıda kıtlığına ve ic goclere neden olmaktadır. Kucuk adalarda, bu gibi durumlar Montevideo Sozleşmesi’nde bulunan kriterlerden birine tehdit oluşturuyor. Kalıcı bir nufus.
Kiribati’nin bir onceki başbakanı Anote Tong, yaptığı bir acıklamada “Adalarımız, evlerimiz yaşanamaz hale gelebilir. Hatta bu durum bu yuzyılda bile gercekleşebilir.” demişti. Bu acıklamayla da bir ulke olmak icin gereken tanımlanmış bir bolge kriterinin tehdit altında olduğu anlaşılıyor. İklim değişikliği etkili bir şekilde ele alınmadığından ve ulkelerin yaşadığı kıyı şeritleri aşınmaya başladığından, bilim insanları cozum onerileri duşunmeye başladılar.

Bu onerilerden bir tanesi “surgundeki hukumet” isimli bir mekanizma oldu. Bu mekanizma, hukumetin kendi bolgesi dışında calışmasını sağlıyor. Ancak kalıcı bir nufus yine de gerekli. Bu mekanizma aynı zamanda başka bir bağımsız ulusun bolgesinin bir kısmını tehdit altındaki ulus icin feda etmesi anlamına geliyor. Tabii ki de bir ulkenin boyle bir fedakarlık gostermesi oldukca zor. Sonuc olarak bu tarz bir mekanizmanın faydalı olması pek muhtemel değil.
Bir ulkenin ortadan kalkması durumunda, uluslararası platformlarda egemenliğini koruyabileceği belirsizdir. Uluslararası egemenlik ilkesi iki ucu da keskin bir kılıc gibi. Bu ilke, buyuk guclerin iklim değişikliğine bağlayıcı olmayan anlaşmalar yoluyla cevap verme ve etkili anlaşmaların benimsenmesini erteleme konusunda mutlak bir ozgurluk verir. Ancak deniz seviyelerinin yukselmesi ve Pasifik devletlerine yonelik bir tehdit oluşturması, egemenliğini savunmaya calışan milletlere endişe verir.

Orneğin ABD’deki Cumhuriyetciler, ABD’nin egemenliğini ceşitli soylem ve uluslararası duruş bicimleriyle savunmaya her zaman istekli olmuştur. Eylul 2018’de Başkan Donald Trump, ABD’yi Paris İklim Anlaşması’nın dışına cıkardıktan sonra, egemenliğini “secilmeyen bir burokrasiye” bırakmayacağını acıklamıştı.
Trump, ABD’nin petrol, gaz ve temiz komur urunlerini buyuk oranlarda ihrac ettiğini soylerken, sorumlu ulkelerin egemenliğe yonelik tehditlere karşı savunmalar geliştirmesi gerektiğini belirtti. Trump bu acıklamada sozlerine devam ederken fosil yakıtların ne kadar doğru tercihler olduğundan bahsetti ve cevresel sorunları uluslararası platformun dışına itti.
ABD’nin ozgurluğunu uluslarası yukumluluklerden korumak, Donald Trump’ın gundeminde hep oncelik olmuştur. Bu yuzden de Trump’ın Pasifik ulkelerinin tehlike altında olan egemenliğini savunması pek olası gorunmuyor. Bununla birlikte, bu durum icin yalnızca ABD’yi suclamak doğru olmaz.

Uluslararası siyasi toplum, sera gazı emisyonlarını azaltmak icin, harcadıkları cabayı sorgulatan turde cevresel anlaşmalar uretiyor. “Kirleten oder” ilkesi, kirliliği yaratan ulkenin yarattığı kirlilik kadar bir odeme yapma sorumluluğu olması gerektiğini oneriyor. Sorumluluk meselesiyse, sanayileşmiş ulkeler ve gelişmekte olan ulkeler arasında hala bir tartışma konusu olduğu icin bu yonerge tam olarak etkin denilemiyor.
Batmakta olan adaların durumu, uluslararası toplum iklim değişikliğiyle etkili bir şekilde başa cıkamadığı icin giderek kotuleşiyor. Somut bir eylem olmadan, kaynaklar azalırken ve deniz seviyesi yukselerek insanları evlerinden uzaklaştırırken, tum Pasifik ulkelerinin durumu tehlikeye duşecek ve sınır otesi iklim gocleri hızlanacaktır.
Bu ulkeler sera gazını en az yayan ulkeler arasındadır. Ancak iklim değişikliğinin sonuclarından da en fazla etkilenen ulkelerdir. Bu durum, kuresel toplumda dayanışma ve iklim adaletinin olmadığını en iyi gosteren şeylerden biri.
Malesef, ABD’nin cevreyle ilgili tartışmalara katılma konusundaki isteksizliğiyle birlikte iklim değişiklik hakkında duşunulen eylemler soyutun otesine gecemiyor. Bu yuzden de “Bir ulke gercekten de batarsa ne yaparız?” sorusu halen daha cevap bekliyor.
Webtekno
__________________