Turkulerimiz, buram buram Anadolu kokan, hasret kokan turkulerimizden ilk aklımıza gelenleri ve bu turkulerin huzunlu oykulerini sizler icin derledik.
Not: Muhtemelen cok yakında bu listeye bir bu kadar turkuluk daha devam listesi yazarız, demedi demeyin.
Kırmızı Gul Demet Demet Kırmızı gul demet demet
Sevda değil bir alÂmet
Gitti gelmez o muhannet
Şol revanda balam kaldı
Kırmızı gul her dem olsa
Yaralara merhem olsa
Ol tabipten derman gelse
Şol revanda balam kaldı
Kırmızı gulun hazanı
Ağaclar doker gazeli
Kara yağızın guzeli
Şol revanda balam kaldı
Annesinin tek oğlu Mehmet, Erzurum yoresinde yetiştirdikleri urunleri, bugunku Ermenistan ’ın başkenti, o donemler onemli ticaret merkezi olan Revan ’a (Erivan) kervan ile goturup satmaktadır. Karayağız, guclu kuvvetli Mehmet, annesine her akşam bahcelerinden derlediği gul demetini getirir. ‘Sevgi ve saygı ’ ifadesi olan gul demetini anne duvara asıp kurutur, onlara baktıkca oğlunu gorur gibi olur. Ancak vebaya yakalanan Mehmet, Revan ’da olur ve bir calı dibine gomulur. Bir Mehmet değildir olen, kervanın coğu da bu amansız hastalıktan kurtulamaz. Ağır ağır Erzurum ’a giren kervanı analar, babalar, yavuklular meraklı gozlerle beklemektedir, ama gidenlerin coğu gelmemiştir. Mehmet ’in anası durumu oğrenince, deli olup dağlara duşer, elinde bir demet kırmızı gul, dilinde bu turku… Ağıtlar yakıp dağlarda gezer durur.
Arda Boylarında Kırmızı Erik Arda boylarında kırmızı erik
Halime ’nin ardında on yedi belik
Ah annecim ah annecim yaktın ya beni
Bu genc yasta denizlere attın ya beni
Alıverin feracemi annecim diksin
O gıymatlı İsmail ’e kendisi gitsin
Uyan uyan İreceb ’im senin olayım
Ardalar aldı ya nerde bulayım
Arda boylarına ben kendim gittim
Dalgalar vurdukca can teslim ettim
Ah annecim ah annecim yaktın ya beni
Bu genc yasta denizlere attin ya beni
Bir omur boyu ayrılmamak uzere birbirlerine soz veren iki nişanlı olan Recep ve Zeynep ’in huzurlarını koy ağasının oğlu İsmail bozmaktadır. İsmail de Zeynep ’e Âşık olmuştur ve ona sahip olabilmek icin turlu yollara başvurmaktadır. İsmail zenginliğinin verdiği cesaretle Zeynep ’in annesine niyetini acıklar, o da İsmail ’in elinde bulundurduğu mal varlığına aldanarak işbirliği yapar onunla. Sevdiğine bir başkasının talip olmasına dayanamayan Recep, ofkeyle ağanın kapısına dayanır. Ancak ağa gucludur, kendisine karşı cıkan Recep ’i ağır bir şekilde cezalandırır. Uğradığı zulme dayanamayarak dağa kacan Recep ’in yokluğunda, Zeynep ’in annesi ve ağanın oğlu Zeynep ’i evlilik icin ikna etmeye calışırlar. Recep ’in bir başka sevdiğinin olduğu ve ona kactığı soylentileri koye yayılır. Ve duğun hazırlıkları başlar. Recep ve can dostu Cemil ise dağda ağanın adamlarıyla mucadele ederler. Ağanın adamlarından kurtulmayı başaran arkadaşlar, bu sefer kendilerine dost gibi yaklaşan duşmanlarla savaşmak zorunda kalırlar. Duğun gunu sevdiğini kacırmaya calışan Recep, sevdiğine bu dunyada kavuşamaz. Zeynep ve Recep ’in dillere destan aşkları da bu turku ile dilden dile dolaşır.
Kara Tren Gecikir Gozum yolda gonlum darda
Ya kendin gel ya da haber yolla
Duyarım yazmışsın iki satır mektup
Vermişsin trene halini unutup
Kara tren gecikir belki hic gelmez
Dağlarda salınır da derdimi bilmez
Dumanın savurur halimi gormez
Kan dolar yureğim gozyaşım dinmez
Yara bende derman sende
Ya kendin gel ya da bana gel de
Duyarım yazmışsın iki satır mektup
Vermişsin trene halini unutup
Yıl 1915… Osmanlının bircok cephede savaştığı, her turden levazımın gerekli olduğu gibi her şeyden once savaşacak askerin de gerekli olduğu yıllar. Buyuk kayıpların verildiği, gidenlerin geri donmediği coğunun akıbetinin bilinemediği gunler… İnsanımız istasyonlarda sabahlıyor, umitle beklenen kara trenler kara haber getiriyor coğu zaman. Anaların, bacıların, eşlerin, gozleri ağlamaktan fersiz duşmuş caresiz bir bekleyiş suruyor… Bekledikleri bir defa olmuş ama her kara tren gelişinde sevenler bir defa daha oluyor… Yorgun, bitkin ve başı eğik kara tren acı bir cığlık atarak uzaklaşırken kadınların inadına yaşatmaya calıştıkları umitleri, o korkunc bekleyişleri de bir ağıta donuşuyor…
Sarı Gelin Erzurum carşı pazar leylim aman aman
İcinde bir kız gezer ay nenen olsun sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim
Erzurum ’da bir kuş var leylim aman aman
Kanadında gumuş var ay nenen olsun sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim
Elinde divit kalem leylim aman aman
Katlime ferman yazar ay nenen olsun sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim
Palandoken guzel dağ leylim aman aman
Altı mor sumbullu bağ ay nenen olsun sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim
Vermem seni ellere leylim aman aman
Niceki bu halimse ay nenen olsun sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim
Sarı gelin, eski cağlardan beri Coruh boyunda yaşayan Hıristiyan Kıpcak Beyi ’nin sarı saclı, guzeller guzeli kızıdır. Erzurumlu bir delikanlı Kıpcak Beyi ’nin bu guzel kızına Âşık olur ve Erzurumlu delikanlı ile sarışın Kıpcak kızının arasında buyuk bir aşk başlar. Sarışın Kıpcak kızına Âşık olan delikanlının ailesi, oğullarının bu kız ile evlenmesine karşı cıkar. Delikanlı ise kıza deli gibi Âşıktır ama bey de kızını vermez bu delikanlıya… Delikanlı nihayet sarışın guzel kızı kacırmaya karar verir ve nihayet kacırır. Kıpcak Beyi ’nin adamları iki kacak aşığın peşine duşer ve uzun bir takipten sonra aşıkları bulup delikanlıyı oldururler.
Yaslan Be Halil İbrahim Dağda gızıl ot biter, icinde keklik oter
Eşkıyadan da beter, uslan be Halil İbrahim
Kıvırcık saclarına, kar duşmuş uclarına
Dağın yamaclarına yaslan be Halil İbrahim
Derede su durulur, daldan kopru kurulur
El yerine vurulur, aslan be Halil İbrahim
Kıvırcık saclarına, kar duşmuş uclarına
Dağın yamaclarına, yaslan be Halil İbrahim
Mufreze dağı sarar dağda kacaklar arar
Gecit vermez kayalar, hızlan be Halil İbrahim
Kıvırcık saclarına, kar duşmuş uclarına
Dağın yamaclarına yaslan be Halil İbrahim
Halil İbrahim 1931 doğumlu; Fatsa ’da yaşayan, kıvırcık saclı, şık giyinen, sırım gibi bir delikanlıdır. Saat, gramofon, şemsiye ve (gizlice) tabanca gibi aletlerin tamiriyle uğraşır. Gel zaman git zaman Halil İbrahim komşu koyden Ahmet Ağa ’nın kızına aşık olur ve onu kacırır, evlenirler. Bir muddet sonra Halil İbrahim karısını ve oğlunu koyde bırakıp askere gider. Askerdeyken Ahmet Ağa ’nın kendi arazilerini ustune gecirdiğini, kızı ile torununu da alıp koye goturduğu haberini alan Halil İbrahim firar eder. Ormana yakın olan evinin yakınında saklanır, bazen de evine gider ama sonunda yakalanır, ceza olarak jandarmalarca telefon direğine bağlanıp dovulduğu ve bu dayağın onun yaşamını değiştirdiği anlatılır. Cezasını ceken Halil İbrahim askerliğini tamamlayıp doner ama karısı, cocukları elinden alındığı icin hayata kusmuştur, hep saklanarak yaşamaya başlar, eşi dostu da kalmamıştır artık. Silahsız gezemez olur ve evinde tamirat işleriyle uğraşmaya devam eder yalnız başına… 12 eylul oncesi Fatsa ’da yapılan bir operasyonda Halil İbrahim teroristlerce yakılan evinden kacar, ormanda saklanır ama jandarmalar tarafından bulunur, hicbir sucu olmamasına karşın yıllar once yediği dayağın korkusuyla kacmaya kalkışır, Hasano deresinin koprusunu sel almıştır, taşkın dereyi gecer, tam dağlara doğru kacacakken başından vurulur ve kayalara yaslanır, olurken bile yere duşmez Halil İbrahim…
Yemen Turkusu Havada bulut yok bu ne dumandır
Mehlede olum yok bu ne şivandır
Bu Yemen elleri ne de yamandır
Ano Yemen ’dir gulu cemendir
Giden gelmiyor acep nedendir
Burası Muş ’tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir
Kışlanın onunde calınır sazlar
Gozlerim ağlıyor yureğim sızlar
Yemen ’e gidene ağlıyor kızlar
Kışlanın onunde redif sesi var
Acın cantasına bakın nesi var
Bir cift potin ile bir de fesi var
Osmanlı Yemen collerinde zorlu bir savaşa tutulmuştur. Divanlar kurulur, savaş ve şartları haftalar boyu tartışılıp durulur. Sonunda Yemen ellerine, vilayetlerden birinde oluşturulacak bir alayla gidilmesinin mumkun olduğuna karar verilir. Duşunulur ki; bir tek vilayetten birlik oluşturulursa, bunlar hep akraba ve hısım olacakları icin birbirlerine bağlılık ve dayanışmaları ile savaş alanından kacmaları soz konusu olmaz. Haberler salınır, Osmanlının dort bir yanından uzun beklemelere karşın istekli cıkmaz bu oluşuma. Aslında istek olmasına olur da Osmanlının istediği gibi olmaz. Değişik vilayetlerden cıkan bu gonullu sayısı da yeterli olmaz. Bu sırada Muş ’tan Bulanık, Malazgirt ve Varto ’dan bir ses yukselir Osmanlıya; “hepimiz varız, gonulluyuz Yemen collerine gitmeye” Osmanlıya haber iletilir. Yetkililer bakar sayı yeterli, karar verilir ve Yemen collerine Muş ’tan oluşturulan bir redif alayı gonderilir. Yemen ’e gidilmesine gidilir ama hicbiri de geri donemez. İşte bu turku gidip de gelemeyen o isimsiz kahramanların Muş ’ta kalan sevgililerinin sesi, ozlemi, elemi ve de acısıdır.
Hum Kuşu Yukseklerden Seslenir Hum kuşu yukseklerden seslenir
Yar koynunda bir cift suna beslenir
Sen ağlama kirpiklerin ıslanır
Ben ağlim ki belki gonul uslanır
Sen bağ ol ki ben bahcende gul olim
Layık mıdır yanim yanim kul olim
Sen bey olki ben kapında kul olim
Koy desinler bu da bunun kuludur
Erzurum ’un Ciğdemli koyunde yaşayan Mustafa ve Gulbahar ’ın dillere destan aşklarını bilmeyen yoktur. Sevda ceken bu gencler ailelerinin rızasıyla evlenirler, fakat beraberlikleri cok surmez. Seferberlik ilan edilmiş ulkedeki tum gencler; okuyanı, okumayanı tumu askere cağrılmıştır. Vatan borcu namus borcudur. Bu kutsal gorevden geri kalmak olur mu? Mustafa sevdasını evde koyarak ayrılır. Bu ayrılık o gunlerde olume gitmek gibi bir şeydir. Belki de bir daha Gulbahar ’ını goremeyecek, “gulum” diye, doya doya koklayamayacaktır onu. Gulbahar ’ın ise iki gozu iki ceşmedir ama elden ne gelir ki? Bağrına taş basarak Mustafa ’sını uğurlar askere… Ama ne yazık ki gidiş o gidiştir… Aradan yıllar gecer fakat hicbir haber gelmez. Oldu mu kaldı mı, kimse bir şey bilmez. Ev halkı artık Mustafa ’dan umutlarını kesmiştir ama Gulbahar her sabah kalktığında bahceye cıkar, yavuklusunun yoluna uzun uzun bakarak geleceği
gunu bekler. Bekler ama ne gelen vardır ne de bir haber. Gulbahar her gecen gun erimiş, erimiş hatta ağlaya ağlaya goz pınarları da kurumuştur. Gelinlerinin bu durumu kaynanasını ve kayınbabasını cok uzmektedir. Kayınbabası Gulbahar ’ın her sabah yavuklusunun yolunu gozlemesine, ucan kuşlardan haber istemesine o kadar uzulur ki dayanamaz ve bu ağıtı yakar. Hum kuşu yuvasından havalanan ve cok yukseklerde gunlerce ucan bir kuştur. Mustafa ’yı hum kuşuna benzetir babası ve hum kuşunun haberci bir kuş olmasına atfederek başlar soylemeye…
Mihriban Sarı saclarına deli gonlumu
Bağlamıştım, cozulmuyor Mihriban
Ayrılıktan zor belleme olumu
Gormeyince sezilmiyor Mihriban
Yar deyince kalem elden duşuyor
Gozlerim gormuyor aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev uşuyor
Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban
Tabiplerde ilac yoktur yarama
Aşk değince otesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut cizilmiyor Mihriban
1960 yılında yaşadığı olumsuz aşkı kelimelerle ebedi kılan Abdurrahim Karakoc ’un gercek adını gizleyip, Mihriban diye seslendiği o guzel Anadolu kızının hikÂyesidir bu… Koyde duğun olacaktır, civardan misafirler gelmeye başlar. Genc Abdurrahim duğunde ailesiyle gelen misafir bir genc kız gorur, tanışırlar… “Şefkatli, merhametli, muhabbetli, guler yuzlu, yumuşak huylu” manasındaki mihribandır bu. Misafirlikleri ilerledikce aşk da ilerler. Bir sabah Abdurrahim kalkar ve Mihriban adını koyduğu sevdalısını gormeye gider, gider ki misafirler gitmiştir. Abdurrahim ’in dunyası yıkılır, hayat manasızlaşmış, aşk acısı yureğini yakmıştır. Bu halini goren ailesi kızı bulmak icin Maraş ’a gider, uzun aramadan sonra kızın ailesini bulur ve kızı isterler. Once kız kucuk derler, bahane bulurlar ama bakarlar ki Abdurrahim ’in ailesi ısrarcıdır gerceği soylerler; kız nişanlıdır… Ailesinin halinden olumsuzluğu sezen Abdurrahim kızın nişanlı olduğunu duyunca; “Bir daha bu evde onun ismi anılmayacak ve konusu gecmeyecek.” der ancak yedi yıl sonra aşk ateşinin sonmediği anlaşılır, eşsiz duygu yoğunluğu olan bu dizelerle aşkın gucunu anlatan şairimiz, Mihriban ’dan aldığı “unutmak kolay değil” başlıklı mektup uzerine de şiirin devamını yazar…
“Unutmak kolay mı?” deme,
Unutursun Mihribanım.
Oğlun, kızın olsun hele,
Unutursun Mihrabanım
Ziya Turkusu Camlığın başında tuter bir tutun
Acı cekmeyenin yureği butun
Ziya ’nın atını pazara tutun
Gelen gecen Ziya ’m olmuş desinler
At ustunde kuşlar gibi donen yar
Kendi gidip ahbapları kalan yar
Uzun olur gemilerin direği
Yanık olur anaların yureği
Ne sen gelin oldun ne ben guveği
Onun icin kapanmıyor gozlerim
At ustunde kuşlar gibi donen yar
Kendi gidip ahbapları kalan yar
Ham meyvayı kopardılar dalından
Beni ayırdılar nazlı yarımdan
Eğer yarım tutmaz ise salımdan
Onun icin acık gider gozlerim
At ustunde kuşlar gibi donen yar
Kendi gidip ahbapları kalan yar
Ziya yakışıklı bir delikanlıdır. Yozgat ’ın Karacalar Koyu ’ndendir. Aynı koyden Fikriye adlı kızı sever ve nişanlanırlar. Fikriye ’nin babası Karacalar Koyu imamı Ali Hoca ’dır. Ali Hoca Kızıltepe Koyu ’ne imam olur. Ziya sık sık nişanlısını gormeye at sırtında gider. İki taraf da birbirini oldukca sevmektedir. Ziya bir gun ekin sularken uşutur ve karın ağrısından şikayet eder. Doktora gider ama fayda bulamaz, bir hafta icinde olur. Bir başka soylentiye gore, Ziya Bey yakışıklı, at duşkunu, cok iyi atan binen, iyi cirit oynayan bir yiğittir. İki koy arasında oynanan ciritte attan duşer orada olur. Fikriye, nişanlısının ani olumu karşısında duyduğu acıyı ve kederi şiire doker boylece Ziya Turkusu ortaya cıkar.
Hastane Onunde İncir Ağacı Hastane onunde incir ağacı
Doktor bulamadı bana ilacı
Baştabib geliyor zehirden acı
Garip kaldım yureğime dert oldu
Ellerin vatanı bana yurt oldu
Mezarımı kazın bayıra duze
Benden selam soyleyin sevdiğim gıza
Başına koysun, karalar bağlasın
Gurbet elde kaldım diye ağlasın
Komşu kızı ile beşik kertmesi olan bir genc askerde vereme yakalanır. Hava değişimi olarak Yozgat ’a (Akdağmadeni) gelir. Sozlusunun ailesi gence kızlarını gostermek istemezler. Genc tedavi icin İstanbul ’da hastaneye yatar, odasının penceresinden gorduğu incir ağacından aldığı ilhamla bu turkuyu soyler. Yakalandığı amansız hastalıktan kurtarılamayarak hastanede olur. Ailesi cenazesini Yozgat ’a getiremez, İstanbul ’da kalır.