Aylak Karga ’da Ergur Altan, birkac gun once kağıt koplayıcısı Muhammet ’in hikayesine yer verdi. Muhammet, kucuk yaşında ailesi tarafından terk edilen ve sokaklarda bir başına hayatta kalmaya calışarak bugunlere gelebilmiş bir genc adam… Onun hikayesi bir yandan yaşadığı zorlukları iliklerimize kadar hissettirirken; bir yandan da onun bu zorlukları yaşamasına; kalbinin boyle kırılmasına sebep olanlardan birinin ben; ya da bu yazıyı okuyan sen olduğunu duşunduruyor.
Muhammet ’in hikayesi, sizi uzmesin. Cunku buna hic gerek yok. Sadece ders olsun. Herkese, hepimize; sana, bana. Kimseye etiket yapıştırmamayı, goruntuye aldanmamayı, sokakta yururken bir sadece bir kediye, bir ağaca değil; bir insana bakarken de “sevgiyle” bakabilmeyi oğretsin.

Adım Muhammet. On dokuz yaşındayım. Atık kağıtlar topluyorum ve Kızılay`dan Ulus`a kadar uc kez yuruyerek gidip geliyorum her gun. Beş arkadaşımla kalıyorum iki goz odalı bir evde. Onlar atık kağıt toplamıyor; Mevlut inşaatta calışıyor mesela, Huseyin halde hamallık yaparken, Sidar ve Yunus ayakkabı boyacısı. Aramıza bir arkadaş daha katıldı. Adı Abbas. Calışmıyor o, diyaliz hastası. Abbas`a biz bakacağız.
On uc yaşından beri kağıt topluyorum Ankara`da. Niğdeliyim. İlkokula başladığım yıl geldik Ankara`ya. Ortaokulu bitirebildim yalnızca; hep takdir alarak gectim sınıfları. Liseye yazdırmadı babam; sokağa saldı beni calışıp da işe yaramam icin. O gun bugundur sokaklardayım; cizgili, cizgisiz, kareli, beyaz ve rengarenk kağıtlar, kartonlar topluyorum.
Calışmaya başladığım yıl babam terk etti bizi. Kumar borcu vardı; cekti gitti bir sabah erkenden. Ben gecindirdim evi. Annem severdi beni, “aslan oğlum” derdi. Yanaklarımı okşardı bazen. Babam gideli dort ay olmuştu; komşular bir adam bulmuşlar anneme. Kumar oynamazmış, namazında niyazında bir adammış. Eşi vefat etmiş. İki kızı varmış adamın. Anneme demiş, “sen kabulumsun, cocukların da kabulum ama Muhammet olmaz!” Şaşırmış annem, “niye olmazmış Muhammet, o da benim cocuğum” demiş. “İki kızım var; biri on iki yaşında, biri on dort yaşında. Caiz değildir Muhammet`le kızlarımın aynı hane icinde olması” demiş adam. Uc kız kardeşim vardı ve cok duşkunduk birbirimize. Annem icin kolay olmadı karar vermek. Oturttu beni karşısına bir gece. “Bak Muhammet” dedi, “seni asla bırakmayacağım, ama bir sure dayınlarda kal oğlum.” Sarıldı bana; o ağladı, ben ağladım…
İmam nikahı kıyıldı, dayımlara gectiğimin ertesi gunu. Haftasına kalmadan annemi, kızlarını ve kardeşlerimi alarak memleketine goturmuş adam, Kastamonu`ya. Dayım dedi, “annenin emanetisin bana, burası senin de evin. Arada bir gelip kalabilirsin Muhammet!”
On uc yaşındaydım, bana kalacak bir yer de ayarlamamıştı dayım. Komşulardan, akrabalardan kimse demedi bana, “sana yardım edelim” diye.
On uc yaşındaydım, Ankara`daydım, bir başınaydım… Altı yıldır gormedim annemi ve kardeşlerimi. Bir cok kez niyetlendim Kastamonu`ya gitmeye. Dedim, “kovar beni o adam; gostermez bana ailemi.” Anneme kusum; istese bana ulaşabilirdi diye duşunuyorum. Cok ozluyorum kardeşlerimi; Hulya`yı, Havva`yı ve Hanife`yi… Domino oynardık dordumuz. Ben bir kere bile kazanmadım; “cocuk onlar, sevinsinler” derdim. Ben de cocuktum oysa…
Yururken, kağıt toplarken, sabahtan akşama bitap duşene kadar calışırken hep yuzlerini seyrediyorum insanların. Mesela, sevgililer geciyor yanımdan ve erkekler beni gorunce daha bir otemden gecirtiyorlar kadınları. Erkekler, kadınlar, muhafazakarlar, devrimciler, hippiler, İbo dinleyenler, Metallica dinleyenler, Kafka okuyanlar, dua kitapları okuyanlar, turbanlılar, mini etekliler, herkes oyle sevgisiz bakıyor ki bana; oyle incitici, oyle hoyrat olabiliyor ki herkes…
İbo`yu bilmeme şaşırmadınız, ama Metallica`yı ve Kafka`yı biliyor olmam ilginc gelmiştir size belki. Olgunlar Sokak`taki seyyar kitapcılardan kitaplar alıyorum. Milena`ya Mektuplar`ı okudum Kafka`dan, diğerlerini de okuyacağım. Bircok kitap okuyacağım ben; Nietzsche`nin “Boyle Buyurdu Zerduşt” kitabını cok merak ediyorum mesela, bir de Oruc Aruoba`nın şiirlerini. Keşfetmem, okumam, sorgulamam gereken oyle cok yazar, hikaye, roman ve şiir var ki…
Kitapcılar bile onyargılı bana; emeği, vicdanı, barışı savunanlar bile beni gorduklerinde kıyıcı sozler soyleyebiliyorlar ve eminim onlara urkutucu geldiğimden. İkinci el kasetlerim var; Metallica kasetim de var, Fikret Kızılok kasetim de. Annem, beni dayımlara yollarken teybi bana verdi, ”sıkıldıkca muzik dinle, ama sesini kıs ha” dedi. Şimdilerde teybi son ses acıyorum Metallica`yı dinlerken!
Adım Muhammet. On dokuz yaşındayım. Beni nefretle bakarken goremezsiniz; kabalaştığıma, etiketler koyduğuma, yaftaladığıma şahit olamazsınız. Bir anlama cabam var; kendimi, annemi ve sizi. Bir oğrenme cabam var; yeryuzunu, doğayı ve evreni. Yazmaya da başlayacağım; sevgisizliği yazacağım once cop kutularından topladığım kağıtlara ve sevgisizliği yazdığım kağıtlar geri donuşume gidip sevgi olarak donecek aramıza. Sevgi`li insan dostlarım olacak kağıtlarda diriliveren; sevgiyle var olan canlar, kardeşler, halklar…
Kendimle ilgili bir cok projem var. Mahkemeye başvurup adımı değiştireceğim. Ali Haydar mı olsa adım diye duşunuyordum, vazgectim; adım Ozgur olacak benim. Kendime ait bir kutuphanem olacak sonra. Atık kağıtlar topluyor olabilirim; işim gereği tenimden yayılan koku pis gelebilir size ama en sevdiğim koku kitap kokusudur.
Doğada bir başıma yaşama projem de var. Yoruldum incitilmekten, otekileştirilmekten, lanetlenmekten. Tabiat Ana`ya sığınmak istiyorum… … ve bunun icin otlarla ilgili kitaplar alıyorum. Otlarla beslenmek, otlarla iyileşmek, otlarla huzur bulmak istiyorum. Doğada bir başıma yaşayacaksam otların butun kerametlerini bilmem gerekiyor.
Bobrek yetmezliği var Abbas`ın; benim kardeşim oldu Abbas, kız kardeşlerimin yokluğunda. Ona biz bakıyoruz ve Abbas iyileşmeden Tabiat Ana`nın yanına gitmeyeceğim.
Kafka kırk bir yaşında olmuş; onun kadar yaşasam yeter. Kitaplar gibi kokmaktır ozgurluk; otlardan sevgi buyuleri yapmak ve toprağa karıştığımda bir gun, Tabiat Ana`nın beni şefkatle anmasıdır… Boyle buyurdu Muhammet!